CARLO, italyada Fiat otomobil fabrikasında çalışan, kendi halinde bir işçiymiş.
Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulleün italya ziyaretine kadar kimse onu tanımazmış. De Gaulleün italya gezi programında Fiat fabrikaları da varmış. De Gaulle fabrikayı gezerken, birden duraklamış, tezgâhın başındaki işçi dikkatini çekmiş ve ellerini açmış:
- O Carlo, sen burada mısın?
- Vay Charles, sen misin?
De Gaulle ile Carlo sarmaş dolaş olmuşlar...
Herkes şaşkın!
De Gaulle dönüp anlatmış:
- Carlo ile biz eski arkadaşız. Alman işgalinde birlikte çalıştık. Bize çok yardımı oldu.
italyan protokolü hemen durumu idare etmiş.
- Ekselans, bu fabrikanın en iyi işçisi de Sinyor Carlodur. Önümüzdeki günlerde kendisine törenle bir madalya takacaklar...
De Gaulle çok memnun olmuş, Carlo ile vedalaşıp fabrikadan ayrılmış...
Herkes Carlonun etrafını sarmış.
- Yahu, sen De Gaulleü nereden tanıyorsun?
- Söyledi ya!
- Sen daha önce niçin bize bundan söz etmedin?
- Çok mu önemli!
* * *
ARADAN birkaç ay geçmiş, olay unutulmuş, bu defa italyaya Amerikan Başkanı Nixon gelmiş. Ona da aynı fabrikayı dolaştırıyorlarmış. O da tıpkı De Gaulle gibi birden duraklamış:
- Vay Carlo, sen burada mısın?
Aynı sahne, sarılıp kucaklaşmışlar.
Nixon anlatmış:
- Ben o zaman genç bir avukattım. Carlonun bir işi düştü, bana geldi, ilk kazandığım dava onun davasıydı!
italyanlar yine şaşkın, Nixon gidince Carloyu sorguya çekmişler:
- Anlat yahu, Nixonu nereden tanıyorsun?
- Canım, gençlik yıllarımızda Amerikaya gitmiştim. Başıma bir iş geldi, param yok, genç tecrübesiz bir avukat buldum, davayı kazandı. Sonra italyaya döndüm, fabrikaya girdim, o da Başkan olmuş!
- Yahu insan söylemez mi?
- Çok mu önemli!
* * *
GEL zaman git zaman fabrikaya bu sefer Rus Başbakanı Kosigin gelmiş, dolaşırken, Carlonun önünde durmuş:
- Yoldaş, senin adın Carlo değil mi?
- Evet Aleksi!
Yine sarmaş dolaş...
Kosigin gidince, Carlo açıklama yapmak zorunda kalmış:
- Gençliğimizde biraz komünistlik yaptık, bunu da o zaman tanıdım.
- insan söylemez mi?
- Çok mu önemli? Ben öyle çok adam tanırım!
Fabrika müdürü kızmış:
- Yani şimdi, neredeyse Papayı da tanıdığını, arkadaşın olduğunu söyleyeceksin...
- Oooo, en iyi arkadaşımdır!
- Atma!
- Tecrübesi bedava!
Müdür kızmış:
- Tamam, o halde pazar günü Vatikana gidelim, bakalım Papa seni tanıyacak mı?
- Olur, gideriz!
* * *
PAZAR günü, müdür, muavini ve Carlo Vatikana gitmişler...
Carlo izin isteyip Vatikanın kapısına gitmiş, nöbetçilerle bir şeyler konuşmuş, kapı açılmış, içeri dalmış.
Müdür, muavinine dönmüş:
Yoksa Papayı da mı tanıyor?
- Kim bilir, bakalım, bekleyeceğiz!
Biraz sonra meydandaki kalabalık dalgalanmış, herkes Papayı görmek için hareketlenirken, balkonun kapısı açılmış ve Papa yanında Carlo ile görünmüş...
Müdür muavinine, muavin müdüre bakarken, Carlo da gözleriyle meydandaki kalabalık arasında müdürünü aramış...
* * *
PAPA tam duaya başlarken, Carlo, kulağına eğilmiş:
- Sen duaya devam et, bizim müdür yerde yatıyor, gidip bakayım, ne olmuş?
Carlo fırlayıp meydana koşmuş, kalabalığı yara yara müdürün yanına varmış, bakmış adam yerde baygın, ayıltmaya çalışıyorlar:
- Yahu ne oldu buna?
Müdür muavini başını sallamış:
- Bayıldı!
- Beni Papanın yanında görünce mi bayıldı?
- Hayır, seni Papanın yanında görünce bayılmadı da arkamızdaki iki Japon sana bakıp, Yahu bu bizim Carlo, yanındaki takkeli adam kim? deyince düşüp bayıldı...
etnik müziğin güzel bir eseri, ne dediğini hiç anlamıyorum ama ezgisi sizi alıp yükselen dağların arkasında batan güneşin ışıkların tadına bırakıyor. yeryüzünün kızıla büründüğü gün batımı saatlerinin aroması. merak edenler için
bkz: https://www.youtube.com/w...mp;list=RDXAPzqAAvcTc#t=0
anlamını öğrendim:
"kızım benim
kızım benim, aşkım aman aman
atlama denizlere,
denizler çok dalgalı
seni alıp götürür
uzaklara sevdalı.
beni alsın götürsün aman aman
yedi kat derinlere
ne kötü talihim var
düştüm kendi derdime.."
etkilendiğim iki organdır, birine bakınca, diğerini tutunca. rengi, ebatı hiç farketmez. hayat tecrübesi işte, gözlerdeki ve ellerdeki en ufak, mini minicik elektriği bile farkedebiliyorum, en kısa sürede hem de. bu kadar övgü yeter.
Maraş üniversitesinde tarih bölümünde prof. olmaya aday doçent. bütün çalışmaları memleketi üzerinedir. hoş sohbet, mülaim ve bilgili bir insandır.
not: memleketi; adıyaman, çelikhan, bulamdır.
karacadağ eteklerinde, ceylanpınar ovasında, cudi'de, şengal dağı'nda, şeyh adi'de yaşanmış, dengbejler tarafından söylene söylene günümüze kadar gelmiş gerçek bir aşk öyküsüdür.
dewrêş ile adûlê dendiğinde aklıma dewrêşin babası evdi'nin vakt-i zamanında aşık olduğu rihmê'nin öldüğünü öğrenmesi üzere, mezarını açıp o ölü kokusunu içine çekmekten zevk alarak mazoşist duyguların tavan yaptığı bölüm aklıma gelmiş olup aşkın tanımını yeniden düşünmeme neden olan kitap gelir. aynı zamanda sırf êzidî oldukları için soydaşları tarafından dışlanması hatta öldürülmek istenmesi de bana atalarımızın o ünlü '' kurd dijminên qewmê xwenin'' ( kürtler kendi soyunun düşmanıdır ) veya ''kurmê darê ji darêye'' ( ağacın kurdu ağaçtandır) sözlerinin ne kadar yerinde olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, ömrü uzatıp tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz ama en düşük seviyeli insanlar tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz...
kendini kibar sanan, ama kibarlık kokmayan, sıyrıldığını düşündüğü dar kalıplardan sıyrılmamış, güya kadını önemseyen, pişirilen pilava hayvan gibi kaşık daldıran, kadını arkasından süzen erkekçik. uzak dursun.
yaptığı bir toplantıda bir okulun müdürü söz hakkı alır:
- benim bir projem var, der
milli eğitim müdürü:
- nedir? diye sorar
okul müdürü:
- il genelinde yapılan bütün projeleri kaldırma projesi, der.
milli eğitim müdürü:
-tamam projeni kabul ediyorum der ve ildeki saçma sapan bütün projeleri kaldırır.
o erkek sevdiğin ise herşey yakışır, yamalı peygamber donu bile yakışır yani abartmıyorum, lakin şu durumda yamalı peygamber donunu yakıştıracağım bir sevdiğim olmadığı için dışardan hiç sevmediğim insanların üzerinde görünce bile bakakaldığım erkek giyimini yazayım:
siyah ama simsiyah kumaş pantolon üzerine, beyaz gömlek, mutlaka gri kaşe ceket ve siyah gravat.
bu giyime bayılıyorum.
berberde saçlarını kestirdikleri ya da traş oldukları andır, çünkü teslim olmuş durumdalardır o an,hiçbirşey onları o anda o sandalyeden edemez, yarım sakallı bir traşla dolaşmak istemezler çünkü.
paylaşmak bir kere abesse, bakmak iki kere abes, bakıp beğenmek üç kere abes, bakıp beğenip aptalca beğenme yorumları yapmak dört kere abes, özenip fotoğraf eklemek beş kere abes, o fotoğraflara iç geçirir gibi bakıp herkesin anlık saniyelerine kapılıp hayatından soğumak ömür boyu abes.