bir lale müldür şiiridir. somut olarak bir şiir, yazıya dökülmüş birkaç cümle, evet. ama okurken ciğerlerinizden, yüreğinizden geçen bir kelebek gibi; yok yok aşk değil, aşk hiç değil.
o bana suda bir şey aramakta
yardım etti. yaşamımdaki
saklanmış şey bulundu.
bir inci kolye dizdim
kadın olmanın anlamını düşündüm.
onun için elinde çam dalı
tutan bir gelin olmak isterdim.
yok aşk değil, uyuşmak, anlaşmak
bütün o boktan şeyler değil.
yok yok aşk değil, aşk hiç değil.
onun bir sözcüğüyle yaşamımda
yer alan herşeyi çöpe atmak isterdim.
gelgelelim aşk değil bu, aşk hiç değil.
bir şey arayan bir kadının aradığı şeyle
karşılaştığında kendine iskambillerden
kurduğu bir hayatın yıkılması gibi
birşey bu. doppler etkisi...
ona yaklaşarak yok oldum.
yaşamımdaki y-faktörü yok oldu.
yok aşk değil bu, aşk hiç değil.
beta ışınına dönüşmek belki
ama aşk değil.
hep böyle kaybederek mi
galip oluyor o?
hep böyle umarsızca
kendini silerek?
hiçbir şey beklemediği için mi
benden, her şeyimi vermek
istiyorum ona?
yoksa benden daha çok
üzülmesi mi eski yaralarıma?
ama kaldı mı böyle kişiler şimdi,
ben mi yapıyorum kafamda yanılsama?
tende kalan bir parıltı belki
aradığım şeyi bulduğumda
karşıma çıkan eter
hep o aradığım gizemli pürlük
-tadzio-
nasıl tanımam onu karşıma
çıkarıldığında
nasıl asetonlamam beynimi
nasıl çam yeşili bir eter ve etera
gözlerini hep ayak uçlarına
dikip durduğunda
belki tadzio da değil o
belki başka birşey
gizli tutulması gereken birşey
ama nasıl nasıl tanımam onu
karşıma çıkarıldığında.
enerjiye bağlanınca
rastlantılar derin bir anlam
kazanıyor: esrarengiz peru
yazmalarının 9 sezgisinden
ikincisi söylüyor bunu.
gözlerimi kapadığımda
nasıl bir sitar ve eter ve etera
yok yok aşk değil bu, aşk hiç değil.
saf olana duyulan çılgın bir tutku bu
kuğu sürülerine duyduğum özlem
yüreğime eldiven gibi
geçen bir şey
eskiden önemsediğim ne varsa
şiirim, dostlarım hatta gururum
hepsi iskambil kağıtları gibi
yıkılıyor
ve belki de ben ilk kez âşık oluyorum.
bir tarık tufan yazısıdır. hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim diye kendini ufuklarda kaybedenlerin yazısı.. "bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler" diye kendini amansız bir inanca teslim edenlerin yazısı...her cümlesi ayrı derya.. ismail kılıçarslan'dan dinlenir..
biz her şeye,
esirgeyen ve bağışlayan,
çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan,
hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.
büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.
piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!
gidelim buradan.
senin masumiyetini,
bilgelik zamanlarından kalma sırları,
dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların...
tamam sustum.
gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.
şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,
sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.
gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler...
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.
hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
maden rezervlerinin yüzde 70'ini bor oluşturur. tam adı birleşik boritanya cumhuriyeti olmakla beraber ülkenin yönetimi bordo berelilerin elindedir. halkın yüzde 20'sini elfler, yüzde 80'ini ise bordor halki oluşturur.
Ayrıca 2023'teki seçimlere hazır olduğunu belirten başkan adayı andre boris bor madenini en iyi biz biliriz şeklinde açıklamalarda bulundu.
Trt haberde yayınlanan Türkiye'nin doğal ve tarihi güzelliklerini anlatan mükemmel bir belgeseldir. Şu ana kadar 40 bölüm çekilmiş, umarım devamı gelir. Belgesel alanında ülkemizde en kaliteli yapıtlardandır.
gündemin ortasına bomba gibi düşen bir haber. bahoz erdal, 'türkiyeli kürtleri' satmakla suçlanmış, yaşanan tartışmalar sonrası ihbar edilmekten çekinen ve birbirlerine güvenmeyen bahoz erdal, murat karayılan, duran kalkan mağaralarını ayırmış.
bu olay sonucu oluşan tabloya göre, duran kalkan, cemil bayık, ali haydar kaytan ve mustafa karasu aynı mağarada. murat karayılan ayrı, bahoz erdal ve
suriyeli elemanları farklı bir bölgedeki
mağarada saklanıyormuş.
"...sarışın, incecik, gariban bir kız salonda oturuyor. kızı gözüm ısırıyor ama çıkaramıyorum. arkadaşım tanıştırdı. lindsay lohan'mış. nasıl gariban anlatamam. tırnaklarını yemiş. elleri sanki her gün bulaşık yıkıyormuş gibi. her tarafında yaralar bereler. sürekli sızlanıyor, arada ağlıyor.."
kocaeli körfez fen lisesi okul-aile birliğinin yunanistana kredi açarak yaptığı jesttir. liselilerin harbi harbi liseli olduğunu destekleyecek niteliktedir.
genellikle çocukken top ayağımızla
buluştuğunda, kendi tekniğimizin onunla aynı olmasından yada telaffuzu güzel olduğu için ismi haykırılan futbolcudur.
özenilecek hiç bir yanı olmayan, iğrenç kokulu ve içinde binlerce zehir barındıran, içenlerin nasıl içtiğine hayret ettiği bir nesneden uzak durmayı seçen ve bunu marifet değil, olması gereken olarak gören er kişidir.
yeter ulan diyip isyanımı ve öfkemi dile getireceğim mektuptur. artık intikam vakti geldi, kaçabilirsiniz ama saklanamazsınız olum öldürecem hepinizi, soracam o ısırıkların
hesabını.
kelimeleri kifayetsiz bırakan harekettir. evladın anneye de babaya da bakma yükümlülüğü vardır. kendi evladı kendisini kapının önüne koyana kadar da bu yükümlülüğü yok sanır.
başkasına anlatıp da böbürlenmeye
değmeyecek iyiliklerdir. öyle ki, denize atsan balık "bana mısın?" demez bunları.. ama yazmakta sakınca yok.
bir akşam, balkanlardan durmadan gelip duran soğuk hava dalgasının etkisindeki güzel muhitimde, tam apartmanın girişine gelmiştim ki kapının bitişiğine tünemiş iki sevimli kedicik gördüm. biri gri, biri turuncumsu.. normalde yüzlerine bile bakmam ama bu kez donuyordu hayvancıklar.. dayanamadım, içeri alayım dedim. yavaş hareketlerle kapının kilidini açtım, içeri girdim ama onların da içeri girmeleri için zaman tanımak adına kapıyı bırakmadım. bunu yaparken de bir şey düşünüyormuş da duraklamış imajı vererek aslında saflığımdan yararlandıklarını ve bunun kendi başarıları olduğunu düşünmelerini sağladım. düşündüler mi bilmiyorum ama iyilik yapacaksan böyle yapacaksın.. bu zamanı iyi kullanan kediler arkamdan içeri daldığı gibi kapıcı katına doğru fişeklendiler.. sonra ne yaptılar bilmiyorum ama şu an üşümediklerine eminim.. ve sıcak kazan dairesini bırakıp, en üst kata gelip beni rahatsız edeceklerini de pek sanmıyorum.
gibi iyilikler..
evin içine neden mi almadım? ee eften püften dedik di mi?
arazi için, zor koşullar için ekstra torkla ve ekipmanla güçlendirilmiş olan 4x4 jeepleri (tabii ki bunu için ekstra yakıt tüketilir) bilmem kaç binlik cc motorlarıyla, şehir içinde, minimum verimlilikle kullanmaktır.
bu makinelerin verimsizlikler maksimumdadır,
şöyle ki;
binlerce kiloluk makinelerle (jeeplerle) sadece 60-100 kg (tek insan için) taşıdığınızı düşünün. ne kadar da gereksiz. oysa bu işlem sadece 500-800 kiloyla ya da toplu taşıma kullandırılarak maksimum verimde yapılabilirdi.
tabii günümüzde 4x4 = prestij demekti, di mi? o prestij için beraber sahip olduğumuz ve ben de ortağım ona diyebileceğim, temiz havamı boşuna kirletme, doğal kaynaklarımı gereksiz tüketme.
yayaların kelle koltukta karşıdan karşıya geçtiği illler. yurdumda hemen hemen bütün iller. yurt dışında ise bakü ve batum. fazla trafik ışığı ve yaya geçidi de yoktur, yardırarak, kollayarak artık allaha emanet geçmeye çalışırsınız, arabalar hiç istifini bozmaz.
oruçla, namazla ve türlü çeşitli ibadetlerle hiçbir ilgisi olmayan, sadece ve sadece duşa girdiğinde gusül abdesti alan tip. her duşta burnuna ve ağzına 3 defa su çeker ve öyle yıkanır. nüfus cüzdanında yazan dinle olan tek ilgisi budur.
chp'nin, kürt sorununun çözümüne yönelik hazırladığı paketin kılıçdaroğlu tarafından başbakan erdoğan'a sunulmasını amaçlayan görüşme. chp genel başkanı kemal kılıçdaroğlu'nun randevu talebi kabul edilmiş, görüşmenin 6 haziran 2012 çarşamba günü yani bugün yapılmasına karar verilmiş. önemli bir olay, sorunun çözümüne katkı sağlasın inşallah.
havaların ısınmasıyla baş gösteren ve klimasız minibüs yolculuklarında hemen hemen her gün yaşanan hezeyandır. senaryo şudur, sıcaktan bunalıp şikâyetlenen teyzeler camı açmaya çalışır, ancak kilidi zamanla aşınıp sıkışan cam açılmayınca şöföre "oğlum, şu kapıyı açıver azıcık!" serzenişini savurur. şöför "yasak abla, nasıl açayım seyir halindeyken? sen bana ceza mı yedireceksin öğlen vakti?" savunmasıyla bu sitemi öteler. lâkin teyze inatçıdır, "dünyanın parasını kazanıyorsunuz, bi' klima, bi havalandırma neyin takdıramadınız mı?" diye raundu yeniden başlatır. şöför "la havle!" çeker ve dikiz aynasından o an ayakta dikilen kurbanını yakalayıp seslenir: "bilader, şu tavanı açıver sana zahmet!"
o esnada söz konusu ulaşım ritüelinden kopmuş, kulağında kulaklığıyla kendini müziğe verip kafasındaki sekizinci klibi çeviren genç şöförün ricasını duymaz. ama o teyze yok mu, ah o teyze! bir aim, bir gtalk, bir messenger'mışçasına duyurur o sesi, iletir o mesajı! kolunu uzatıp elemanın pantolonunun baldırından çekiştirerek tavanı işaret eder: "yavrum, hişş! açıver şu kapağı!"
evet, işte size imtihan! eleman teyzenin derdini anlar, diplerindeki kıştan kalan kireç lekeleri ve pastan camların sıkıştığını da anlar. çevre yolunda seyir halinde olduklarından bırakın açmayı, kapıyı az bir şey dahi aralayamayan şöförün o haklı sebeplerini de anlar. yalnız tek bir şeyi anlayamaz, "ya açamazsam?"