istemem ne karasını,
kara kara sevdalısını rengin,
istemem ne de ak-pak olanını,
varsın ala ala renkler düşsün pamuğuna kadınımın,
gök kuşağına inat çatlatsın tomurcuklarından,
mavisini, yeşilini, pembesini rengimin...
bu fani dünyaya geldi bir çaylak,
gam etti, keder etti, arz-u hal etti.
yazar olamadan dolaştı hep aylak aylak.
bir duman çekti, bin ah ile sineye çekti...
misafir için askılıkta bulundurulan,gece sonunda kuru kalamadığı gibi, tuhaf bir kokuya uğrayan tekrar ıslatılıp tekrar kuruduktan sonra tekrar ıslatılmayı beklemesi gereken havludur.
ihtiyacı olduğu halde parasını harcamayıp böyle böyle yastık altı istifini biçimlendiren,karun'un firav'n ın da bu dünyaya kazık çakmadığını bildiği halde sürekli kuruş saymakla, ordan alıp, buraya koymakla ömrünü heba eden kimseden daha iyi olduğu kanısına vardığım kimsedir.
hz peygamberin melekler tarafından alınıp götürülerek kalbinin yıkanması sonucu; sen bu insanlığın efendisisin neden ibadet etmiyorsun bizler gibi sorusuna istinaden,ben patronum benim ne işim olur ibadetle? şeklinde konuşmak yerine benim kalbim temiz söyleminin hak edilmiş olduğu söylemdir.
kalemini tanımlarken; o benim boyum, posum, uzvum, kendimi en iyi ifade edişim, yaşama karşı duruşum, yerli yersiz kuduruşum,ve sonrasında ebedi susuşum...
otobüsün cam kenarına ters koltuk olmamak koşulu ile oturulması sonucu başa gelen hadisedir.genellikle emekli, malülen emekli, gazi ve altmışbeş yaş üstü kartına sahip bireylerin başına gelir.gençlerde bu oyunculuk kariyeri bakımımndan bir başlangıç seyridir.yaşlılara yer vermemek için yapılan gelmiş geçmiş zamanların en saygın numarasıdır.tabi sonrasını kitap okumak, telefon kapalı olduğu halde uğraşıyor gibi yapmak,sürekli karnı tutarak diyaliz hastası moduna girmek takip eder...*
onunla tanışmamızın altıncı yılı dolmuş,yedinci yılına girmek üzereydik.ilk kez haydarpaşa tren gar'ında karşılaşmıştık,onun üzerinde kırmızı, bir çok boncukla süslenmiş kazağı,üstüne çektiği ince siyah yağmurluk,benim üzerimde ise gri parkam vardı. ikimizde güncellik değerini yitirmiş, ancak nostalji albümlerinde yer bulan hatıra nitelikli yeşilçam film dergilerini karıştırıyorduk.
bir gülümseme,küçük bir tebessümü,ahh! evet! ona çılgınlar gibi aşık olmuştum,ilk kez böyle bir durumda hissediyordum kendimi. masmavi işıklarını saçmaya başlamıştı kahverengi mi kızıl mı olduğunu loş karavanada göremediğim saçları.yağmur bitmeden gök kuşağını çoktan çizmiştim yüzümdeki kırmızılı morlu ve karşımda yükselen mavi ışıklarla birlikte. evet aşk bu olabilirdi,ben aşık olmuştum.allahım! heyhaat!bu ne hoş bir sürpriz böyle!bu ne güzel bir maşuk!
acaba o da benim hissetiklerimi hissediyor muydu?benim gibi sendelemiş miydi o an diye düşünürken, beni karavanın içindeki küçük bölmeye hızlı bir biçimde çekti,yağmur durduraksız dövmeye başlamıştı keşme kayaları.gözlerime inanamıyordum,vucudumdaki tüm kanlar delicesine bacaklarıma kadar iniyor kalp atışlarımda, atış poligonu havası esiyordu.bana yönelerek;
- sen kimsin? yalvarırım söyle,kimsin sen? dedi.fütursuzcasına döküldü kelimeler dilimden.
-ben mecnunum leyla! dedim. mecnun? hangi? kaçıncı? der miydi acaba? yahut meczup mu diye eğlenir miydi benimle? hemencecik, küçük çantasından suyunu çıkararak yudum yudum içirdi bana. ne güzeldi ne hoş bir meydi bu, hasat sonrası fabrikaya yollanan yeni pamuklar gibi olan ellerine dokunmak ve içirdiği her damla suyu, inadına boğazımla, mide yolu arasındaki boşlukta durdurarak o anın ölümsüzlüğünü onun masmavi deniz gözlerinde yaşatmak.
-bu, nedir ki bu? dedim ona;
-bu; hem sen hemde benim dedi.ne kadar talı bir şerbetti bu. daha önce hiç böyle bir tat denememiştim,ne güzeldi dudakları öyle?emmek istiyordum adeta dudaklarından boğazı ile mide yolu arasında kalan suyu son damlasına kadar.vişneyi kızgın sularda kaynatarak damıtmış sevgilinin bal dudağına kondurmuşlardı sanki.
onu o günden sonra daha hiç görmemiştim,boğazıma düğümlenen su ile mide yolu arasında kalan su o gün bu gündür hala aynı hslinde duruyor,ben hala haydarpaşa garında seni bekliyorum sevgili leyla! ne olur gel artık leyla!bak bana su içirdiğin elimi hiç yıkamadığım için bakteri üremesinde dolayı kestiler.çöl develeri gibi senin içirdiğin suyu depoluyorum yedi yıldır içimde,ne olur gel artık leylam! bak güneş göründü,yeşilin senin mavine ihtiyacı var. bu bahar olsun gel ve o vişne damıtması dudaklarından bir buse kondur dudağıma.sonra istersen yine git.ben yedi yıl bekledim,cennetimi sonsuza dek beklerim,sen bensin benim içimde ben zaten kor oldum seni içince...
Amatörlerin genellikle ilk tanıdıkları balıktır. izmarit gezici balıklardan olup pullu yassı ve genişçe bir vücudu vardır. Normal boyları 10 cm. olursa da arada sırada 20 cm. kadar çok irileri de yakalanabilir. izmarit boyundan ziyade edine büyür. Sırtı yeşil karışımı koyu tahini renktedir. Yan çizgileri göze batacak şekilde koyudur. Vücudunun her iki tarafında büyük yuvarlak bir benek vardır. Yakalandıktan bir süre sonra boz mavi bir renk e dönüşür. Başı da vücudu gibi yassıdır.burnu birden bire sivrileşir. Gözleri iridir. Göz bebeklerinin etrafı kahverengine çalar. Sırt yüzgeçleri sert dikenlidir. Yakalandığında yüzgeçlerini diker. Bütün denizlerimizde bulunur. Yazın kıyılara kışın derin sulara çekilir. Denizin taşlı ve yosunlu yerlerini sever. Bazılarının Mart - mayıs aylarında renkleri çivit mavisi görünümünde olur. Bunlara mavi izmarit derler.
Muhtelif bedenlerle yakalanır. Asıl bedeni dip bedeni dediğimiz iki veya üç köstekli bedenlerle tel bedendir. Takım ince olursa av daha verimli olur. izmarit iğneleri 10-12 numara siyah sinek iğnedir. 12 numara iğne daha iyi çalışır. yemi midye başta olmak üzere karides palamut ciğeri veya bağisağı deniz kurdu ve palamut etidir. yemi ufak takmalıdır.Çok kurnaz bir balık olduğundan takılan yeme dikkat etmek gerekir. iğne ucu hiç bir zaman yemin ortasında olmamalıdır. Bol olduğu mevsimlerde derin sularda 10-15 iğneli yemli çaparisi de yapılır. oltayı daima hafifçe indirip kaldırmak lazımdır.
Voli ağları ve diğer ağlarla da yakalanır.
izmaritin tavası olur. Meraklıları tulum çıkartarak tava yaparlar ki hakikaten akide şekeri gibi olur.