inci sözlüğün dilimize kazandırdığı tamlamalardan sadece birkaçı.
önce banyoda birbirini sıvazlayan, öpen koklayan dedeler çıktı piyasaya.
lezbiyenler birbirinin ağzına filan sıçtı sonra. sıvazlaşan dedeler kadar olmasa da bayağı ilgi çekti.
geniş kitleler birbirini zkizleyen hacıları tanıdı daha sonra. iki hacı tarla gibi bir yerde birbirini düdüklüyordu. (fakat kitleyen "hacı" değildi galiba)
şimdi de asansorde birbirine yapışan dayılar çıktı. sol framede sağında en yüksek sayıyı barındıran başlıklardan biriydi.
ve daha sayamadığım bir sürü ibnelik.
bu tür şeyler niye bu kadar ilgi çekiyor ? niye tıklanıyor ? komik mi ? seviyemiz bu kadar mı düştü ? elim ayağım titriyor vallaa. *
böyle birşeyi asla beklemeyeceği kişiyim ben. yani ona aşık olmayı. konumlarımız mı farklı yoksa kardeş gibi mi görüyor beni bilemiyorum. öyle arkadaş ortamında tanıştık ve birbirimizi sevdik. fakat birbirimize karşı sevgi anlayışımız biraz farklı. bir çok arkadaş var, an itibariyle bizim evde davetli ve uyumakta olan, onun dışında. ama sadece "o" benim yatağımda uyuyor. bensiz. şu an deliksiz bir uykuda olduğunu da biliyorum. az önce kontrol ettim çünkü, nefes alışverişlerini filan dinledim. biraz düzensizdi nefesleri. inşallah kötü bir rüya görmüyordur diye dua ettim. bir an uyanıp karanlığın içinde kendisini seyrettiğimi görse ne düşünürdü acaba. allahtan fazla durmadım yanında. gerçi bahanem de hazırdı ama. hiçbir zaman benimle birlikte uyumayacak o yatakta biliyorum ama yarın uyanıp gittiğinde parfümünün kokusu hala orda olacak ve ben onun parfümünün kokusuna sarılıp uyuyacağım kendi yatağımda.
yolda yürürken kırtasiyenin camında gördüğüm "8 gb'lık taşınabilir bellek 10 tl" yazısı ilgimi çekti zira benim de taşınabilir belleğe ihtiyacım vardı. sadece ihtiyacım olduğu için alayım bari dedim, aldım. eve gittiğimde üzerinde 8 gb yazan toshiba marka taşıyıcı belleğimin kutusunu parçalayıp kendisini bilgisyarıma takıştırdım. bilgisyar taşıyıcı belleğimi 4 gb olmakla suçluyordu. yanılıyor olamazdı.
ertesi gün 10 liraya almış olduğum taşıyı belleği aldığım yere geri götürdüm. kızgındım. yine orda duran benim yaşlarımdaki o arkadaşa;
"dostum bunu burdan aldım ama bak, 8 gblık bir taşıyıcı bellekten 10 tl olması beklenmez, 8 gblık bir taşıyıcı bellekten 8 gblık bir taşıyıcı bellek olması beklenir." dedim. "bu 4 gb."
karşıdaki zekice gülümsedi;
"sakin ol dostum. lanet olası çekik gözlü japonları sevmem, madem 8 gblık taşıyıcı belleğin 8 gblık bir taşıyıcı bellek değil, ver değiştireyim" dedi.
o taşıyıcı belleğimi yenisiyle değiştirirken ben de sakinleşmiş ve gülümseyerek "japonların canı cehenneme dostum." diye ekledim.
taşıyıcı belleğimi yenisiyle değiştirmenin verdiği mutluluğun yüzümde yarattığı tebessümle dükkandan çıkarken arkamdan "japonların canı cehenneme dostum, japonların canı cehenneme" diye tekrarlıyordu.
az önce telefonum çaldı. tanımadığım bir numara. açtım, karşıdaki, "alo eyele ss bey bir defter siparişi vermişsiniz ama kusurabakmayın malesef o defter stoklarımızda yok, salı günü gelir o gün kargolasam ancak 14 şubatta elinizde olur, isterseniz ben size şu şu şu biçimde olan defteri kargolayım kargoyu ücretsiz yapıyım yanına bi de ücretsiz kalem koyayım fiyatı yine aynıya denk gelsin sizin için?"
evet aynen böyle dedi karşıdaki olağanüstü kibar adam. yıllardır internet üzerinden, veya direk mağazalara giderek alışveriş yaparım ilk defa böyle bir şey gördüm diyebilirim. şaşırdım. *
insanın hayatında sık sık karşılaştığı fakat hep geri plana attığı basit, sadece bazı zamanlar yüzüne çarpan sert bir rüzgar gibi farkettiği gerçeklerdir.
örneğin, bir şeyin değerinin tam anlamıyla onun yokluğunda anlaşılması gibi.
insanın beyniyle olan bağını belki de saniyenin onda biri kadar kısa bir süreliğine kaybetmesine sebep olup, bünyede kafayı titretip geriye çekerek aynı anda "biyyak" diye bir ses çıkarma isteği uyandıran durumsal.
not: şu an kaliteli bir örnek aklıma gelmedi ama hepimizin başına mutlaka gelmiştir böyle bir olay.*
her akşam haberlerini izlerken kendisiyle ilgili mutlaka bir habere rastladığımız sevimsiz arkadaş. sebebi üzerinde herkesin çeşitli fikirleri olabilir ama benim şahsi düşünceme göre millet olarak ihmalkarlığımızın en büyük nedeni dilimizde; cümle kurma kurallarımızda. yani bizim dilimizde iş, eylem her zaman en sona bırakılır ve bu da bizim beynmize böylece kazınmıştır tamamen öyle olmuşuzdur. mesela;
"ben yarın okula gideceğim"
cümlesinde eylem en sondadır yani iş en sona bırakılmıştır.
hepimizi aşina olduğu bir dil olduğu için * ingilizcede aynı örneği vermek istiyorum;
i will go to school tomorrow.
bu cümlede görüldüğü üzre eylem yani "go" cümlenin başına yakın bir yerlerde kullanılmış yani en sona bırakılmamıştır. bilmem ne yaptım?
bazı insanların kendi menfaatleri ve egoları dışında kalan şeyleri düşünmekten mahrum oldukları için diğer her şeye acımasız gelmesi gerçeğidir.
maupassant; "hikayemizi anatmayacağım, aşkın sadece bir hikayesi vardır, tanımış ve birbirimizi sevmiştik işte hepsi bu" gibi şeyler söylemişti ölüler ne diyor'a başlarken. biz de öyle sandık nerden bilelim bazı insanların acımasız olduğunu. saf, derin ve ölümcül bir hastalık gibi tüm hücrelerimde hissederek sevmiştim onu.
hikayemiz onun ikinci sınıfın başında bizim sınıfa gelmesiyle başladı. görür görmez aşık olmadım ama, onu gördüğüm o ilk günün akşamı üniversiteyi basan eski sevgilisiyle verdiği mücadele sırasında parçalanan içime dolmuştu müthiş bir şefkat duygusuyla birlikte; fakat asla ona acıdığım için olmayan bir şefkat duygusuyla yanmıştı ateşim.
belliydi gözlerinden, çok şey yaşamıştı, çok acı çekmişti ve kimbilir ne kadar kırılmıştı kalbi, tir tir titriyordu bakışları. belliydi gözlerinden, kaçırıyordu hep o alev alev yanan ve yakan gözlerini.
tanıştık. farklıydı diğerlerinden. özeldi. müzik zevkimiz aynıydı, ikimizde dram filmi seviyorduk. damak tadımız, şiir zevkimiz aynıydı. belki bu kadar aynı olmasaydık...
günler ona sırılsıklam aşık olmam için sanki sağanak bir yağmur gibi hızlı hızlı iniyordu gökyüzünden. bulut yoktu ama yağmur vardı sadece, sadece yağmur yoktu, gökkuşağım olmuştu o. o kadar renkliydi, tanıdıkça daha çok seviyordu insan, daha çok aşık oluyordu. çabuk sönecekti fakat; kim bilir ne kadar üzmüşlerdi onu.
kahve falıma bakıyordu, alenen baş harfi olan şekli gülerek alfabedeki diğer bütün harflere benzetiyordu. o kadar rüyaydı ki. kumraldı. gözleri yeşil.
daha önce de aşk yaşadım. ama ondan öyle utanıyordum ki onu görünce kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyor, dilim tutuluyor, konuşurken titriyordum. bilmiyorum neden böyleydi.
arkadaşlarımdan biliyorum; derste beni izliyor, sözleriyle, yaptıklarıyla herşeyiyle beni sevdiğini belli ediyordu. içim içime sığmıyordu. o kadar mutluydum ki, ona şiirler yazıyor bir gün okurum diye saklıyordum bir köşeye. gün geçtikçe aşkım tutkuya dönüşüyordu. bunu hissedebiliyordum. bağımlı olmuştum ona. abartmıyorum, kokusunu içime çekmeden düşünemez, düşünmeden nefes alamaz, görmeden yaşayamaz olmuştum. onu düşünmekten eğitim fakültesinde olmama rağmen en yüksek vize notum 30 idi. çılgıncasına aşık olmuştum. içimde okyanuslar dolusu o vardı sanki.
her gün aşk sözcükleri fısıldıyordum kulağına, o sadece gülümsüyordu, tek yaptığı gülümsemek ve herşey normalmiş gibi cevaplar vermekti. sanki ona onu deliler gibi sevdiğimi söylememi bekliyor gibiydi. bunu biliyordu. bunu adı gibi bildiğinden adım gibi emindim fakat söylememi bekliyor gibiydi. öyleydi işte.
saatlerce sokaklarda yürüyorduk. bir kar tanesi gibiydi. üşüyor gibiydi. kalbim titriyordu.
bir gün içimdeki o heyecanla arkadaşına bugün söylüyorum dedim. bence söyleme filan dedi. ne oluyor dedim. sonra sağlıklı düşündüm. yanılıyordu arkadaşı, seviyordu o beni.
.
yine de söyledim. dakikalarca aşkımı anlattım ona. bu kadar uzun sürmesinin sebebi anlamadığım bir şey imiş meğer. insanın içgüdüleri de varmış bu olaydan sonra emin oldum. cevap vermedi. ne oluyordu. acaba? bir kaç gün konuşmadık. bir mesaj yazdı sonra. sadece bir mesaj. telefondan. kısa mesaj. bunca şeye karşılık; "böyle düşünmene sebep olduğum için kendimi o kadar suçlu hissediyorum ki, özür dilerim."
dünyam başıma yıkılmıştı. hayır, dünyam almış başını gidiyordu. birçok zamanlar çaresiz kaldığım olmuştu ama hiç bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum. boğazıma bir şey takıldı, milyonlarca iğne içimden dışarı çıkmak için derimi zorladı, beynimin tüm kıvrımlarında sızı hissettim. günlerce sadece su içtim. su zehir gibiydi. ona "su" derdim ben isminden ötürü. her bardakta öldüm dedim. sadece bir cevap yazdım ben de "ortada bir suç varsa o da bendedir, ben özür dilerim sevdiğim." ondan sonra konuşmadık.
sevdiği biri varmış. sarışın bir çocuk, onu da sevgilisi varmış sarışın bir kız...
düzenleme: eksik bir hayatı yaşamak gibi değil de hayatın sanki bir eksiği yaşamak gibi olduğunu anlatmaya çalışan bu giride bahsedilen durum düzeltilmiştir. nasıl mı? kim merak edecek ki.*
bir beşiktaş fanatiği melih şendil'in bugün oynanan maçta sivok'un attığı gol anında ve golden sonra vermeye devam ettiği melodik tepki. "o karamboldeeee topağlara gittii" şeklinde zuhur etmiştir;