yıllar sonra mezun olduğun okula bir iş için yolunun düşmesi gibidir.
arkadaşlarının hepsi mezun, öğretmenlerin ise emekli olmuştur. aratırsın nick'ini hatırladıklarını, hepsinin son entry'si yıllar öncesinden kalmadır.
sol frame'e bakarsın, nick'leri incelersin, herkes yabancıdır.
format değiştiğinden şaşkın ve tedirginsindir, sağa sola tıklarsın, hiç bilmediğin garip pencereler, istatistikler, grafikler açılır.
"başlık takip"i bulursun zar zor, takip ettiğin başlıklara en son 3 yıl önce entry girilmiştir.
mesaj kutuna girersin sonra, hatırlamadığın kişilerle hatırlamadığın sohbetler görürsün, o an için çok önemli gözüken; polemikler, dedikodular, şimdi hiçbir şey ifade etmiyordur okudukların.
sanki bir rüzgar eser ekranla suratının arasından, toz topakları yuvarlansın diye beklersin ardından, yuvarlanmaz.
şöyle bir bakarsın ekrana, ne günler geçirmiştik burada diye düşünürsün, zirveleri hatırlarsın, olayları, insanları, yazıları...
etrafımızı saran her şeyin zamanla nostalji olarak anılacağını düşünürsün birden, korkarsın.
hep 10 sene öncesini özlemek belki insanın yazgısı diye düşünürsün, anı anlamlandırması 10 sene sürdüğü için kızarsın gri beyin hücrelerine, pis beyin hücrelerine, iğrenç beyin hücrelerine.
bir entry gireyim, bir başlık kondurayım ben de hazır girmişken dersin. yazarsın yazarsın. uzun süredir böyle özgür yazmadığını fark edersin yazmaya başlayınca, özlemişsindir büyük harf kullanmamayı, virgülleri noktalara tercih etmeyi, editörsüz olmayı.
sonra tamam yeter bitireyim artık ben dersin, "acaba halen edit kullanıyor mu insanlar?" diye merak edersin tam bitirirken. inadın tutar, tarzımı bozmam der, gülümsersin.
kendikendinekonuşanedit:
- arkadaş ne işin var senin sözlükte?
+ inan çok canım sıkılıyor hocu...
- git köşe yazarı falan oku, gündemle ilgilen biraz!
+ ama varoluş sıkıntısı?
- yemişim seni de varoluş sıkıntını da!
ellerime çiçekler yakışmıyor artık... yoksa ben de biliyorum çiçek almayı, sevgi sözcükleri kurmayı... ama ellerime çiçekler yakışmıyor artık... yoksa ben de özledim bir buket papatya ve umutla bakan gözler ile her buluşmamızda seni mutlu etmeyi... ama ellerime çiçekler yakışmıyor artık...
evet donuk bakıyorum biliyorum, sürekli düşünceliyim, kızıyorsun buna, evet seni dinlemiyor gibi gözüküyorum, farkındayım, belkide artık hiç içten gülmüyorum haklısın...
gülümsemende hüzün var demiştin bana bakıp, o ünlü yazarın toplu eserlerindeki kapak fotoğrafına benzetmiştin bakışlarımı, afacan, bir yandan gülen ama bir yandan da hüzünlü...
çok üzdüler beni, esiri oldum farkındalığımın, baktığım her yerde kötülük gördüm, her zaman yanlış insanlarla karşılaştım, hep yanlışları sevdim...
ben çok çiçek aldım biliyor musun, hatta ilk seferinde çiçekleri kendim topladım, utana sıkıla uzattım sevgilime, çok sevindi, ya da öyle davrandı zira o çiçekleri tıpkı annemin babamın ona aldığı her çiçeği sakladığı gibi saklayacağını düşünürken ben, yere serilmiş örtünün üstünde unuttu piknikten dönerken, silkelenirken ise örtü papatyalarda uçtu gitti...
bir diğerine sürpriz yapmak için almıştım yine bir buket papatya, o beni arabada beklerken yanaşıp bir çiçekçiye, çok sevindi ya da öyle davrandı zira o çiçekleri arabamda unuttu, yaklaşık bir ay arabanın arka koltuğunda duran çiçekleri çürüdükten sonra ben attım arabadan...
birinin evine bir buket papatya ile gitmiştim, kapıyı çaldım, çok sevineceğini umuyordum, sürprizi iyice güçlendirmek için çiçekleri arkama sakladım, kapıyı açtığında suratında korku vardı, içeriden eski sevgilisi çıktı, büyük bir kavga sonrası çiçekleri klozete attım...
bir keresinde ki beni sanırım en çok o kırmıştır, uzun bir yurt dışı ziyareti dönüşünde, bavulları bir kenara fırlatıp buluşmaya giderken yine bir buket papatya almıştım sevgilime, önce çok sevindi, sonrasında başka bir hediye göremeyince, kavga çıkardı, "insan duty free'den bir parfüm alır, düşüncesiz" diye, aslında almıştım, ama bavulda kalmıştı, söylemedim, o parfüm halen evimde durur biliyor musun...
ilk kez çiçek verirken bir kıza gözlerim parlıyordu benim, sonra her çiçek verişimde daha az parladı gözlerim, daha da hüzünlendi gülüşlerim, ve artık öyle bir adama dönüştüm ki, ellerime çiçek yakışmıyor, bir çiçekçiye gitsem bana satış yapmayacaklar gibi hissediyorum, "sen artık çok şey biliyorsun; çiçek, aşk, gök kuşakları, çimenler, papatyalar artık senin için çok saf, sana yakışmaz" diyecekler diye korkuyorum...
haklılar bana çiçek satmamakla çünkü artık ellerime çiçek yakışmıyor, onca yaşanmışlıktan, onca kadından sonra, artık ellerime çiçek yakışmıyor, çiçek halen güzelliklere inananlara yakışıyor, halen saf kötülüğü görmemiş olanlara, halen umudu olanlara, bana ise hiç mi hiç yakışmıyor, okşadığı kadın saçlarından elleri nasırlaşmış bir adama hiç mi hiç yakışmıyor...
hani "seviyor, sevmiyor" diye yolarlar ya papatyaları, koparırlar ya beyaz yapraklarını, tütün içmekten sararmış gövdesinden, işte öyle yoldular tüm umutlarımı bir bir benden, ve bunu hep o kadar küstahça yaptılar ki, her koparışlarında içlerinden geçenleri duymak zorunda kaldım, "seviyor, halen seviyor, buna rağmen seviyor, enteresan sevmeye devam ediyor...".
bak yine çok konuştum, ama bil istedim ellerime çiçek yakışmadığını, çiçek güzeldir, ellerim ise çirkin, çiçek saftır ben ise kirli, çiçek anlamlıdır ben ise yitik, özetle ellerime çiçekler yakışmıyor artık... ellerim benim çok yorgun artık, o yüzden git be kadın başını başkalarına okşat artık.
içten içe bilinen ama söylemeye korkulan kendin ile ilgili gerçeklerdir.
Ben başlayayım:
çölün ortasında kutup ayısı tarafından kovalanan bir bedevinin "taş yok mu, taş!!" diye çaresizce kumları eşelemesine benziyordu, tüm birlikte olduğum kızların arasında aşkı aramam.
- Biliyor musun?
+ Neyi?
- Telefonuna dokunduğun kadar dokunmadın bana...
+ içtin mi sen?
- Günde kaç dakika okşuyorsun onun ekranını?
+ ...
- Keşke ben de dokunmatik olsaydım...
ilk kitabı Neden Evlenmedim'le büyük ilgi gören Barış Efendioğlu Gelmeyen Pazartesi'yle artık bizden biri olan; kaktüsleri çiçeklere tercih eden, giden sevgilisinin ardından, "Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak!" diye bağıran, Susam Sokağı ile büyümüş, gömlek ütüleyemeyen, tombul elleriyle teknolojiye uyum sağlamaya çalışan ve bunaldıkça yollamadığı mektuplar yazan "Eksper"in hayatını kendi mizahi ve eleştirel üslubuyla anlatmaya devam ediyor.
Yaşlandıkça insan; bedavaya sahip olduklarını kaybedip, parayla sahip olabildiklerine kavuşuyor. Doğduğunda ailen var. Annen, baban, amcan, saçların, vaktin... Yıllar geçtikçe kaybediyorsun onları, parayla sahip oldukların geliyor yerlerine: Ev, araba, plazma TV... Doğduğumuzda çok zenginiz be hocam. Ne kadar kazansak da, fakirleşiyoruz zamanla.
Aylarca buradan "Neden Evlenmedim" kitabını bastıramamam üzerine paylaşımlarımı, uzun uzun entry'lerimi, üzerine bir de blog’u okudunuz, dert ortağım oldunuz, birlikte uğraştık o kitap basılsın diye, destek verdiniz.
E peki kitabı bastırdık, yok mu bunun bir kutlaması? Hem izmir, Ankara ve Bursa'da etkinlik oldu, hani istanbul?
işte şimdi nihayet kutlama kısmına geldik, istanbul'u buna sakladık. 12 Haziran Cuma akşamı saat 21:00’de, Asmalımescit’te bulunan Groove’da “X ile Y Kuşağı Arasında Sıkışmışlar Partisi” ile bunu yapacağız, hem kitap imzalayacak, hem “Teknoloji süper de eskiden daha samimiydi sanki her şey” geyiği çevirecek, hem pasta kesecek, hem de Punch içeceğiz, üstüne bir de Serkan Fidan’dan süpersonik müzikler dinleyecek, Yitik Ülke Yayınları’nın sürpriz hediyelerine birlikte şaşıracağız.
boşuna girdim banyoya, şu kremlere bak, ayrılır ayrılmaz alınan duş, sonraki sevgiliye bir hazırlık olduğundan mı en iki yüzlüsü duşların acaba, e durmuyor ki hayat, sürekli bir şeyler bitiyor, bir şeyler başlıyor, eski sevgiliden yenisine bir yolculuk belki de tüm sevgililer, çok mu acımasız oldu, hiç acıyan oldu mu size, olmadıysa sorun yok acımasız olmasının, tıraş olayım önce, sakallarım batmasın olmayan sevdiceğe
"Her sene telefon değiştiren birinden, size bağlanmasını nasıl beklersiniz ki?"
***
- Biliyor musun?
+ Neyi?
- Telefonuna dokunduğun kadar dokunmadın bana...
+ içtin mi sen?
- Günde kaç dakika okşuyorsun onun ekranını?
+ ...
- Keşke ben de dokunmatik olsaydım...
Gömleklerin omuz kısmı oturuyor, lakin düğmeleri yukarıdan aşağıya iliklemeye başladığımda, her geçen düğme ile birlikte hem ben hem de düğme delikleri acı çekmeye başlıyordu, sanıyorum nedenini anlamıştım, henüz giymediğim gömleklerden birini elime aldım, etiketine baktım, evet tahmin ettiğim olmuştu, etikette "slim fit" yazıyordu, oysa ki ben "fat boy slim fit" arıyordum, bu başımın belası "slim fit", omuz kısmı geniş, göbeği ince, üçgen vücutlu adamlar için tasarlanmıştı, oysa ben ters duran bir üçgen vücuda sahiptim, kızları etkilemek için amuda kalkmam gerekiyordu, slim fit'in tam tersiydim, tif milstim...
Islak hamburger yalnızlığın sembolüdür; eve yalnız dönenler yer onu, ağzının sarımsak kokmasından çekinmeyenler, sabaha kadar midesinin ağrımasından gocunmayanlar; salçalı olmasına rağmen ketçap sıkarlar, yağlı olmasına rağmen mayonez eklerler, en son kırmızı pul biber serperler. Hızlıca yerler, çok yerler. Boş vermişler yerler, boş vere vere yerler, üzerlerine yağ damlasa önemsemezler, önemsemeyenler.
subjektif tanım: içinde benim de "eksper mental" mahlası ile bir adet öykümün bulunduğu, ilk kez bir öykümün basılı olarak yayınlanmasına vesile olduğundan tarafım için pek bir özel öykü kitabı.
133 yazarlı "Mutsuz Aşk Vardır" kitabı aşkın "ne olmadığına" iyi bir örnek!
Söyleyin, kim aşkın çaldığı bir şeyi ondan geri alabilmiş?..
Bu kitap aşka dair yaşanmış öykülerden ve özel kurgulardan oluşuyor, ama bu öykülerin normalden bir farkı var: Mutsuz aşk öyküleri bunlar.
Mademki aşk bir insana her şeyi yaptırabiliyor, biz de 133 yazarla bir araya gelip kürekleri aksi istikamete çekmeye karar verdik. Kimi öykü sizi ayrılık denizinde boğacak, kimiyse sonsuz bir aşk acısıyla yüzleştirecek. Mutsuzluk denen şey belki de aşkın asıl kimyasıdır: Ayrılık, kaybediş, hissizlik, unutulmak, ölüm, isyan ve zamana boyun eğiş gizli kitabımızın sayfalarında...
"Mutsuz Aşk Vardır", büyük şair Louis Aragon'un meşhur "Mutlu Aşk Yoktur" şiirine selam vererek aşkın mutsuz bir şey olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Burada anlatılanlar kalbinize ve ruhunuza dokunabilir.
iki insanın ayrılığı, unutmak ve unutulmak üzerine mutsuz bir yolculuğa, Kadir Aydemir'in hazırladığı "Mutsuz Aşk Vardır" kitabına davetlisiniz.
Aşk öyküleriyle "Mutsuz Aşk Vardır" kitabında yer alan yazarlar:
Kadir Aydemir, Ahmet Menteş, Ahu Şentürk, Ahu Şentürk, Alper Akdeniz, Altan Alkan, Aydın Coşkun Mutlu, Aysun Uzal, Ayşen Aksakal, Aytuğ Akdoğan, Aytül Bingöl, Bade Sibel Akkaya, Banu Conker, Banu Taylan, Barış Çağrı Genç, Barış Güven, Begüm Avşar, Beyza Büyükçınar, Buket Akdemir, Burak Eroloğlu, Burak Tezgören, Burç Doğu, Can Küçükoğlu, Canan Akyüz, Cansu Fırıncı, Cansu Us Yazıcı, Cem Hakan Özaslan, Coşkun Ongun, Çiğdem Aldatmaz, Çiğdem Eren Kiziroğlu, Dilek Neşe Açıker, Duygu Şahin Laçin, E. Yasemin Şenyurt, Ebru Turgut, Ece Dorsay, Eda Günay, Eda Neidik, Eksper Mental, Elif Ezgi Uzmansel, Erdinç Mutlu, Eren Kahveci, Esen Kunt, Esra Tanrıbilir, Eylem Selin Mumcu Gök, Ezgi Gizem Gülümser, Feray Demiray, Ferhat Kınacı, Ferhat Uludere, Filiz Çapar Şahin, Göksel Bekmezci, Gözde Serimer, Gözde Şahin, Gül ince Beqo, Güliz Sütçü, Gürgen Öz, Hakan Altıparmak, Hakan Tağmaç, Hakan Tunç, Halit Payza, Hamide Tekin, Hasan Topçu, Hatice Norcu, Hülya Karakaş, Işık Yanar, Işın Ünlü, idil Giray, ilknur Güneylioğlu, irfan Kurudirek, ismail Sertaç Yılmaz, KaraŞapka, Kezban Şahin Taysun, L. Budus, Lale Alizade, Leyla Bal, Mehmet Yazıgan, Melike inci, Meltem Döner, Meltem inan, Meltem Özbey, Merve Dağköylüoğlu, Merve Esra Kaysadı, Merve Pınar Şiranlı, Merve Soycan, Mine E., Murad Çobanoğlu, Murat Sezer, Murat Yazıcı, Mustafa Men, Müjgan Şahinoğlu, Nehir Yılmaz, Neşe Aldoğan, Neşe Tekin, Nevbahar Atabay, Nicat Aliyev, Nilay Derinbay, Nilgün Şimşek, Onur Akbudak, Ozan Vural, Öykü Toros Irvana, Özge Aslan, Özgür Turan, Özlem Kiper, Özlem Topaloğlu, Papyon Tayfun Türkkan, Pınar Derin Gençer, Pınar Karadede, Rami, Ruhşen Doğan Nar, Sahra Işıkdemir, Seda Tansuker Selçuk, Seda Yiğitcan, Sedef Özkan, Selin Aydın, Semrin Şahin, Serap Uysal, Serhat Filiz, Serkan Türk, Sevil Savaş Çellik, Suavi Kemal Yazgıç, Şafak Efendioğlu, Tunca Çaylant, Tuncay Akdoğan Sezer, Yağız Seçen, Yasemin Gürkan, Yasemin Seven Erangin, Yeşim Ağaoğlu, Yeşim Deniş, Yeşim Gökmen, Yeşim Simla Resmor, Yeşim Şahin, Zeynep Selvili, Zümrüt Beşer, Turgay Yılmaz.
ne mutlu ki, söykü dergisinin ikinci yılı olan ve oldukça zorlu geçen 2013 senesinde de pes etmeyerek yirmi dördüncü sayımıza kadar ulaştık. artık gelenek haline geldiği üzere, geçtiğimiz sene dergimize öyküleri ile katkıda bulunan yazarlardan birer adet öykü seçerek 2013 antolojisini de hedeflediğimiz tarihte oluşturmayı başardık.
trendlerin her saniye değiştiği bir ortam ve gündemin sürekli değiştiği bir ülkede iki yıl boyunca süreli bir yayını devam ettirebilmek bizi önümüzdeki günler için de ümitlendirdi.
8 saniyelik videolar ve 140 harflik yazıların arasında var olmaya çabalayan ve öykülerini uzun uzun anlatmayı seven yazarların uğrak yeri olan söykü'ye destek olan, öykü yollayan ve sayıları vakit ayırıp okuyan herkese teşekkür ederiz.
iyi ki varsınız.
2014'de de bazı format değişiklikleri ile birlikte burada olacağız, umarım siz de olursunuz.
kış aylarında en çok ihtiyaç duyduğumuz- kokusuyla, kabuğuyla, soyulup uzatılışı ile bize en değerli şey olan ailemizi hatırlatan- "mandalina"'ya borçluyuz bu sayının temasını.
takip edenlerin bildiği gibi, bizim için özel olan sayılar dışındaki her sayıyı bir yazara adıyorduk başından beri, bu sayı bir yazara adanmadı, aksine hepinize, yani sözlüklerde yazan ve uzun süreli de olsa kısa süreli de olsa söykü kabuğunun altında bulunmuş olan ve tıpkı mandalinanın dilimleri gibi, kapağını açanlara keyif veren öyküler sunan tüm sözlük yazarlarına adandı.
24. sayı, sözlükler üzerinden yayınlanan son sayımız, bundan sonra herkese açık olacağız ve artık;
- bize yazılarını e-posta ile yollayan herkes söykü'de yer alabilecek,
- yazarlar ister kendi ismiyle, ister bir mahlas ile yazılarını yollayabilecek,
- öykülerde konu sınırı olmayacak,
- öyküler imla ve noktalama işaretleri düzeltilerek yayınlanacak,
- dergi 3 aylık periyot ile yayınlanacak
ve belki de en önemlisi,
artık büyük harf olacak.
bizi bu karara iten pek çok neden var, bunlardan ilki artık sözlüklerin bu tip uzun yazılar ile ilgilenen kişileri daha az barındırması, diğerleri; nispeten daha profesyonel yazarların bu oluşuma dahil olmak isteği, daha özenli ve daha iddialı bir dergicilik anlayışına geçiş zamanının gelmesi.
artık bu mecradan göçsek de, bir yanımız hep burada kalacak, sözlükler ve özellikle uludağ sözlük ile bağımız her daim sürecek.
yeni sayımız 1 Nisan'da yayınlanacak, o zamana kadar hepinize mutluluklar diliyorum.
duyuru: 2013 antolojisi yarın geliyor.
duyuru: söykü'nün 25. sayısı; "2014-1"'e öyküsüyle katkıda bulunmak isteyen yazarlar, 1 Mart tarihine kadar soykuyolla@gmail.com adresine yollayabilirler.
"onun ölüm haberini aldığımda yaktım onu, geldiler, dediler ki "kaybettik", hastane önündeki çardakta oturuyordum, hiçbir tepki veremedim, sadece bir sigara yaktım 33. Kibritimle, tüm kibrit yakışlarım aklıma geldi tek tek, etrafımda beni teselli etmek için bekleyen tanıdıklar bir tepki vermemi bekliyordu, vermedim, sustum ve sigaramı içtim, sonra yalnız kalmak istediğimi düşündüm, ayağa kalktım, başım döndü, kollarıma girdiler, içeri taşıdılar, kendime geldikten sonra, prosedürler, prosedürler, prosedürler... evimiz doldu taştı birkaç hafta, sonra birden herkes gitti, yapayalnız kaldım, ben ve buzdolabının sesi daha doğrusu, arada bir hayalini gördüm onun, ama hiç konuşmadı benimle, ben yokmuşum gibi normal hayatına devam ediyordu, saçını tarıyor, gazete okuyor, televizyon izliyordu, kibritimle çok oynadım, ne yapsam dedim, o kadar anlamsız gözüküyordu ki o kalan 7 çöp, hiçbir şey yapasım gelmedi, ne o an, ne de gelecekte. herhalde insan hevesini yitirince ölüyormuş..."
--spoiler--
[öykü basılı olarak yayınlanacağı için internet üzerinden kaldırılmıştır.]
208 sene önce doğan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar ömrü boyunca özenle tiyatro oyunları, öyküler, gezi yazıları yazmış fakat çok da önemsemeden yazdığı çocuk masalları ile dünyanın en büyük 10 edebiyatçısı arasına girmiş "Hans Christien Andersen"'den başkası değil.
Masallarında oldukça zor geçen hayatının da etkilenimleri bulunan andersen gerçekçi edebiyata örnek olabilecek masallar yaratmayı, hayatın acı gerçeklerini hayal kahramanları ile harmanlayarak sağlamıştır. Halen eserlerinin çocuklar için uygun olup olmadığı konusundaki tartışma sürse de bu hepimizin onun masallarını okumuş, etkilenmiş ve bu sayede henüz çocukken hayat ile ilgili büyük dersler almış olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.
"Parmak çocuk", "deniz kızı", "çirkin ördek yavrusu", "kral çıplak" repliği ile hafızamıza kazınmış olan "kralın yeni elbisesi" gibi her masalı artık klasikleşmiş olsa da sanırım onun başyapıtı "kibritçi kız"dır. Donmamak için yaktığı her kibrit ile farklı bir hayal gören kibritçi kız, son kibriti yaktığında ölmüş annesini görür ve ona sarılır. Kibrit sönerken o çoktan donacak ve ailesine sonsuza dek sarılmış olacaktır. Sahi kibritleri mi yoksa görecek hayalleri bittiğinden mi ölmüştür kibritçi kız. Andersen'in de dediği gibi;
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "mandalina", 26 aralık perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 24 mandalina)
1. Saniye:
Onun kokusuydu duyduğum. Parfümünü değiştirmişti ama onun tarzıydı bu, onun seveceği bir kokuydu; bu parfüm, bu koku, onundu. Bu koku, oydu.
81 ekim önce doğan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar yüksek anlatım gücüyle, sizi erzurum'da bir işkence odasında tokatlayarak karşılayan ve 68 kuşağını en iyi, en etkileyici anlatan romanlardan biri olan "47'liler"'in yazarı "füruzan"'dan başkası değil.
sait faik ödülünü kazanan ilk öykü kitabı "parasız yatılı" ile türk öykücülüğünde derin bir iz bırakan füruzan, hiç bir zaman başrolde olamayan küçük insanların, yan rollerin yaşanmışlıklarını yalın ve gerçekçi bir üslup ile anlatır kitaplarında. bunu yaparken etkileyici olmayı başarmasının iki sırrı vardır, biri tıpkı bir ressam gibi okurun gözünde anlatılanı çizen yoğun betimlemeleri, bir diğeri ise anlatımlarında "koku" unsurunu sıklıkla kullanması.
sinema, şiir, gezi, tiyatro, roman; hepsinde eserler vermiştir füruzan ama benim için her zaman öncelikle bir öykücüdür, tüm eserleri etkileyici ve başarılıdır ama "parasız yatılı"'nın ise ayrı bir yeri vardır:
"anne, saygılı sordu:
- geciktik mi acaba?
hademe kadın ilgisiz,
-parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. hiç gecikmezler..."
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "kibrit", 14 kasım perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 23 kibrit)
48 eylül önce doğan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar reklamcılık mesleğinden tiksindikten sonra reklam dünyası üzerinden tüketim toplumunu eleştiren romanı "99 francs"'dan uyarlanan avrupa sinemasının "dövüş klubü" olarak değerlendirilen aynı isimli film ile popülerite elde etmiş "frederic beigbeder"'den başkası değil.
kitaplarında modern insanın ve yaşamların yalnızlığına ve sahteliğine yoğun bir eleştiri bombardımanı yapan beigbeder, bunu yaparken kullandığı samimi, basit ve akıcı üslup ile pek çok edebiyatçıyı kızdırsa da her geçen gün kitaplarının altını çizerek kalem tüketen okur kitlesini arttırarak çağdaş felsefeciler arasında kendisine yer açma yolunda hızla ilerliyor.
modernitenin bizi her geçen gün daha da yalnızlığa ittiği şu günlerde, kocaman bir insan okyanusunun ortasında ufak ve ıssız adacıklarımızda yaşadığımızın farkında olanlar her ne kadar farkındalıklarının cezasını çekiyor olsalar da daha şanslılar zira en azından etraflarında olup biteni algılayacak bilinci hala taşıyorlar, yaşam ile ölüm arasında ki fark da işte bu bilinç değil mi.
beigbeder okurken altını çizdiğim bir bölüm ile bitirmek istiyorum bu sayının giriş yazısını;
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "mum", 17 ekim perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 22 mum)
Güneşin, tostunu yanık seven bir adamın sabahları tost makinasına uyanmışlığına söverek bastırması gibi, üzerimize üzerimize geldiği bu yaz günlerinde, yazmak çok çok zor. Zira edebiyat, karanlıktan, kasvetten ve acıdan beslenir ki en neşeli yazında bile bir acı mutlaka durur bir köşede. Düşünsenize floresan ile aydınlatılmış bir oda da mı yoksa mum ışığında mı daha çok hikaye gizlidir. Belki de hayal kurmak için çok da net görmemek gerekir.
Yazları söykü olarak bize de bir rehavet çöküyor, hem ekip hem de yazarlarımız, akdeniz'e kıyısı olan bir ülkenin vatandaşları olduğumuzdan olsa gerek siesta moduna giriyor, hem zihnimizi hem de bedenimizi daha az yoruyoruz. Geçen yaz olduğu gibi bu sene de bir miktar rahat bırakmak istedik hem sizi, hem de kendimizi, hem bir tema vermedik yazarlarımızı zorlamamak için, hem de tarihlerde biraz sapma yaşadık kendimiz nefes almak için.
Sanılmasın ki, tembellik ettik, büyüyor, serpiliyor söykü ekibi bu dönemde de, hem de gerçek manada, sevgili hanna şu anda karnında bir bebek taşıyor, rüya avcisi evlendi, hem de iki düğün ile, esesdopiyespiyes iki farklı dergide daha yazmaya başladı, güzel röportajlara imza attı, siyahgiyenadam aikido salonu açtı, ben ise tost yapıyorum kahvaltıda.
Umarım bu sayıdaki öyküleri seversiniz, zira biz sevdik, en çok da tanzamanitanyeri'nin yazdığı dünyanın en kısa aşk hikayesini;
sen yine geleceksin, gülümseyerek.
ve ben yine,
inanacağım.
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "ada", 21 ağustos çarşamba akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 21 ada)
43 haziran önce kaybettiğimiz bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar ülkemizde toplumsal gerçeklik denince ilk akla gelen, hepimizin "almışım amirlerimden sıkı disıplın" ile tanıdığı "bekçi murtaza" karakterini yaratan, edebiyatımızın "3 kemaller"'inden biri olan "orhan kemal".
"açlığın olduğu yerde zalim, zalimin olduğu yerde açlık vardır." diyen kemal, hem öykü hem de romanlarında, kendisinin de içinde bulunduğu yokluk ve fakirliği anlatmış, bunu yaparken her ne kadar mutlu sonlar yazmasa da, insanlara karşı iyimserliğini daima korumuştur. insanların içinde hep bir iyi olduğuna inanan orhan kemal, ne yazık ki hayatı boyunca, özellikle "istanbul sanat camiası" tarafından - ki bildiğiniz gibi yayın evlerinin yazarlara karşı tasvip edilemeyecek kadar olumsuz tavrı halen sürmektedir - sömürülmüş, ciddiye alınmamış bu nedenle de başyapıtlarını yazarken bile yoklukla mücadeleye devam etmiştir.
sade, yalın ve yapay süslemelerden uzak diline rağmen, okura karakterlerini hemen yanıbaşlarındaymış gibi hissettirebilmesi ve anlatıcının dilini karakterleri ile aynı tutması eserlerini farklı ve büyük kılan etmenlerdir. orhan kemal kitapları için rahatlıkla okunulması kolay, bırakılması zor denilebilir.
duyuru: önümüzdeki sayının belirli bir konusu yok, 10. sayımızın olduğu gibi 20. sayımızda temasız olacak. öykülerinizi, 18 temmuz çarşamba akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 20 temasız)
965 mayıs önce doğan bir şaire, filozofa ve matematikçiye borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar babası çadırcılık yaptığı için çadır soyadını almış, celali takvimini bulmuş, binom açılımını ilk kez kullanmış, pascal üçgeni diye adlandırılan üçgeni gerçekte ilk olarak bulan, yazdığı rubailer ile neredeyse 1000 yıldır var olan ve var olacak olan ömer hayyam'dan başkası değil.
selçuklu döneminde yaşadığı için, özgürlük konusunda engeller ile karşılaşmadan eserlerini üretebilen, felsefe türetebilen hayyam, bugün yaşasaydı belki de rubaileri hiç bir zaman bilinmeyecekti.
tezatlarla örülü dünyanın bir şakası olan ömer hayyam oldu mu konu, lafı ona bırakmak sanırım en doğrusu, hele ki tam da şimdi;
"Şu olan biten var ya boş ver ona
Taş yağsın isterse çok sürmez
Dakka şaşma dakka yaşamaya bak
Ne geçmişi düşün ne gelecekten kork"
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "çiçek". öykülerinizi, 22 mayıs çarşamba akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 19 çiçek)
söykü yazarlarının, yani uludağ sözlük içerisinde yer alan ve öykü yazan tüm yazarların, hep birlikte oluşturacağı ve yitik ülke yayınları tarafından yayınlanacak kitaptır.
hepimize hayırlı olsun.
***
öykü yollamak için son tarih: 01 haziran
***
uludağ sözlük yazarıysan, öykü yazıyorsan, sen de katılabilirsin. yapman gereken, içeriğinde en azından bir adet engelli karakter bulunan bir öykü yazmak, fakat neşeli bir öykü olmalı bu, engelli kişilerin hayata nasıl adapte olduğuna dair olmalı, engellerin onları nasıl engellemediğine dair olmalı, engelli insanları normalize etmeli çünkü gerçek bu, hangimizin çevresinde artık engelini görmediğiniz biri yok ki, unutmayın bu kitap bir umut olmalı, bu kitap yaşama sevinci dolmalı.
***
prosedürü basitçe anlatayım;
1- yukarıda verilen içerikte bir adet öykü yazıyorsunuz. bu öykü;
a) Word programında 11 font ile yazılacak,
b) uzunluğu 2 A4'ü geçmeyecek
c) öykü önceden hiç bir yerde yayınlanmış olmayacak, buna uludağ sözlük'te dahil.
2 - öykünüzü yazdıktan sonra, soykukitap@gmail.com adresine yollayacaksınız. (son tarih 01 haziran)öykünüzle birlikte aşağıda bulunan bilgileri de vermeniz gerekli.
a) adınız soyadınız (kitapta nick'leriniz geçecek, adınız hiç bir yerde paylaşılmayacak.)
b) sözlük nick'iniz (doğrulama mesajı atılacak.)
3 - tüm öyküler toplandıktan sonra, uygun bulunanlar, yayınevi editörleri tarafından redakte edilecek, ve tarafınıza imzalamanız gereken bir adet telif belgesi iletilecektir.
4 - tüm öyküler ve telif belgeleri toplandığında, kitabımız yayınlanacaktır.
2 - kitapta yayınlanan öykülerin telif hakkı yayınevine ait olacaktır. öykülerinizi yolladıktan sonra bunu onaylayan bir belgeyi de imzalayıp iletmeniz gerekmektedir.
3 - kitabın geliri ile ismi yakın zamanda netleşecek bir derneğe (engelli sorunları ile ilgili bir dernek) bağış yapılacaktır.
4 - her ne kadar söykü dergisi diğer sözlüklerden öykü kabul etse de, bu proje sadece uludağ sözlük yazarlarına açıktır. kitabın üzerinde uludağ sözlük'e ait bir proje olduğu belirtilecektir. bu konuda zall'dan izin alınmıştır.
***
sen de bir öykü yaz, sen de sözlük başında geçirdiğin onca saate bir anlam kat, engelli arkadaşlarımıza hem maddi, hem de manevi destek sağlamayı amaçlayan bu projede tuzun bulunsun.
104 nisan önce doğan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar 21. yy yeraltı edebiyatının tüm yazarlarını etkilemiş, kitapları ile onlara öncülük etmiş, ama en çok charles bukowski tarafından taçlandırılmış john fante'den başkası değil.
tezatların birleşiminden oluşan fante kitaplarının ruhu; mizah ile acıyı, boş vermişlik ile duyarlılığı, umarsızlık ile duygusallığı hep birlikte içerir. onun anlattığı aslında günümüz bilinçli insanının çok önceden çizilmiş bir portresi gibidir. oldukça basit, sıradan ve günlük olayları anlattığı kitaplarında, edebi süslemelere girmeden akıcı ve inanılmaz derecede sade bir dil ile psikolojik ve felsefi çıkarımlar yapabilmesi, azımsanamayacak bir yetenektir.
Eserlerinde Arturo bandini ismini kullanan Fante'nin en popüler iki romanı "toza sor" ve "gençliğin şarabı"'dır. umutsuz bir aşkın, yine alt yapıda mizah içeren bir duygusallıkla anlatıldığı "toza sor" edebiyat ile ilgilenen herkesin mutlaka okuması gereken, olması gerekenden yıllar önce beat edebiyatını dünya ile tanıştıran, kült bir kitaptır.
"benim yalnızlığım meyve verir." diyor fante, ya bizim yalnızlığımız? peki artık tamamen yalnız kalabiliyor muyuz, şarjlı tüm aletlerimizden kurtulup? belki üretmek ve de sağlıklı tüketmek için arada buna da ihtiyacımız vardır.
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "taş". öykülerinizi, 18 nisan perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 18 taş)
64 şubat önce doğan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar evrensel dili ile doğu'yu, onun tarihini ve mistisizmini tüm dünyaya anlatan "amin maalouf"'dan başkası değil.
"geçmişin geçmiş olması için zamanın geçmesi yetmez." diyen maalouf'un eserleri genel olarak; kurgusal bir tarih anlatımından oluşmaktadır. sade ve akıcı üslubu ile tarih ve coğrafya üzerine bilgisi birleştiğinde, kitapları samimiyete kavuşmuş, sanki o dönemleri yaşamış bir kişinin anılarına dönüşmüş, tarih kitaplarının iticiliğinden uzaklaşlaşmıştır.
hikayelerinde hep barış içinde yaşayan doğulu ve batılıların vurgulanması, aidiyet kavramının çoklu olmasını savunan maalouf'un hoşgörü ve humanizm üzerine inşa ettiği evrensel düşüncesinin yazılarına bir yansımasıdır. antropoloji ve sosyoloji konularında da makaleleri bulunan maalouf, biz edebiyat ile ilgilenen kişilere, bir yazarda olması gereken temel özellik olan araştırmacılık konusunda önemli bir örnektir.
kültürler arasında kapılar açmak özellikle de doğu ile batının tam ortasında oturan bizler için gerekli, tabi önce şunu cevaplamamız lazım: yüzde kaç doğulu, yüzde kaç batılıyız, yoksa herhangi bir kültüre yüzde yüz ait olduğumuz düşüncesi ile kendimizi telkin etmeye devam mı etmeliyiz.
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "kalem". öykülerinizi, 20 mart perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 17 kalem)
söykü dergisi bildiğiniz gibi 2012 yılının başlarında (06 şubat 2012) uludağ sözlük üzerinde doğmuş, sonrasında diğer sözlüklerden de öykü kabul etmiş, lakin halen çoğunluğunu uludağ yazarlarının oluşturduğu tematik bir öykü dergisi.
geride bıraktığımız doğum yılında söykü 15 sayıda, 72 farklı yazardan toplam 205 öykü yayınladı. gönül isterdi ki tüm bu öyküleri bir araya getirelim, lakin antoloji adı üstünde bir derleme, bir güldeste tanımladığından, dergiye katkıda bulunmuş her yazardan bir öykü seçerek oluşturmayı uygun bulduk aşağıda link'ini bulabileceğiniz bu kitabı.
okuduğunuzda farkedeceğiniz gibi pek çok farklı tarzda, farklı bakış açısında, farklı içerikte öykü toplanmış söykü çatısı altında, belki de ona güzelliğini kazandıran bu çeşitliliği. ilk sayımızda da belirttiğimiz gibi, söykü yazarlarının tek ortak noktası tüm sözlük yazarlarında olduğu gibi büyük harf kullanmamak.
anlattıklarımızı 140 karaktere sığdırmamız konusunda telkin edildiğimiz bu dönemde, dertlerini, tasalarını, hayallerini uzun uzun anlatan, paylaşan kişilerin olduğunu görmek umut verici.
ayrıca gösterdiğiniz destek, geri bildirim ve zamanınız için siz okurlarımıza da teşekkürler.
umarım bu antoloji 2012'den güzel bir hatıra olarak sabit diskinizin köşesinde bir yer tutar.
tüm öyküler için uludağ sözlük üzerinden söykü başlıklarını aratabilir ya da http://www.soykudergi.com 'u ziyaret edebilirsiniz.
2013'de daha da fazla görüşmek umuduyla...
***
not1: başından beri verdiği destek için zall'a teşekkür ediyoruz. not2: bu antoloji söykü ekibi için de bir sürpriz idi, bu nedenle birden fazla öyküsü olan yazarların öykülerinden kendimce en iyi bulduklarımı seçmeye çalıştım, eğer "hocu bu yazarın daha iyi bir öyküsü vardı" şeklinde bir itirazınız varsa, benim hatamdır, affola. not3: öykülerinin başka platformlarda yer almasını istemediklerini önceden belirten iki adet yazarımız antolojide bu nedenle yer almadılar, bu yüzden listede yoklar, kendilerine de emekleri için ayrıca teşekkür ediyorum. not4: 2013 antolojisi için başlangıç soba sayısı olacaktır; (bkz: söykü dergisi sayı 15 soba) not5: facebook üzerinden takip etmek isteyenler için;
söykü sayfası: http://www.facebook.com/Uludagsoyku
söykü grubu: http://www.facebook.com/groups/235844273203561/
153 ocak önce doğan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar "hiçbir şeyden bahsederken, her şeyi anlatan", durum öykücülüğünün hatta durum komedisinin atası sayılabilecek "anton çehov"'dan başkası değil.
"hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamadın demektir." diyen çehov'un eserleri genel olarak; sıradan insanların, hayatlarının rutini içerisinde düştükleri trajikomik bir durumun nitelikli tasvirleridir. "memurun ölümü"'nde, basit bir memurun; opera izlerken öksürmesi, önünde oturan üst rütbeli kişinin ensesine bir miktar tükürük sıçratması ve içine düştüğü "özür dileyip dilememe" kararsızlığı, eserlerinin geneline mükemmel bir örnektir.
yoğun bir toplum eleştirisi içeren eserlerinde çehov, yalın bir dil kullanmayı seçmiş, kara mizahtan sürekli olarak faydalanmış, eleştirilerini asla nutuk çeker edasıyla sunmamıştır, bu nedenle sanırım kendisi hakkındaki bu yazıyı da burada kesmek en güzeli olacaktır.
radyatörlerin ısıttığı evlerimizde artık sıcaklığın - çehov'un cırcır böceğinin cırıltısı olarak tasvir ettiği - sesini duyamasak da, umarım okuduğunuz öyküler sobanın içinden gelen o sesi size hatırlatır.
duyuru: önümüzdeki sayının konusu "kapı". öykülerinizi, 14 şubat perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 16 kapı)