Everybody lies
106 (çalışkan)
yedinci nesil yazar 1 takipçi 8.40 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    aşk ı sükun

    1.
  1. Hz. Hacer'in hayat hikayesini konu ederken hakiki aşkı anlatan, bitene kadar elden bırakmak istenmeyecek romanin adı.
    1 ...
  2. 23 nisan ın gerçek hikayesi

    1.
  3. 23 nisan çocuk bayramının ortaya çıkışını anlatan hikaye.

    Yazar cemil koçak ın kaleme aldığı yazı da değinilen konudur.
    bize okul kitaplarında ezberletilenlerin gerçeğe uygun olmadığını gösteren yazıda 23 nisanın aslında bugünkü çocuk esirgeme kurumunun ilan ettiği bir çocuk bayramı olduğu gerçeği bu hikayenin bir parcasıdır.

    yazinin linki: http://www.stargazete.com...evamidir-haber-346438.htm

    -alinti-

    Her yıl 23 Nisan'da çocuk bayramını hatırlıyoruz da; bayramın meclisin (yeniden) açılışını, yani hâkimiyeti millîyeyi simgelediğini unutuyor muyuz?

    Çocukluk şarkımızı hatırlamayan var mıdır acaba:

    Bugün 23 Nisan;

    neşe doluyor insan

    Kamutay bugün doğdu;

    saltanatı boğdu...

    Şarkıda meclis nerede derseniz, efendim o sırada meclise artık meclis değil, kamutay denildiğinden, şarkı da böyle kaldı. ilk iki satır için diyecek bir şey yok; fakat son iki satır bayağı sorunlu. Neden mi? Resmî eğitimden gelen bilgilerimizi bir an için unutmaya hazırsanız, anlatacağım.

    ilk Meclis ne zaman açıldı

    Meclis, 23 Nisan da doğmadı ki, sadece yeniden açıldı. ilk meclis tâ Osmanlı zamanında açılmıştı bile. Hem de daha 1877 senesinde. Ama haklısınız, teokrasinin ve şeriatın geçerli(!), üstelik saltanat ve hilâfetin olduğu bir ülkede nasıl olur da meclis olabilir diye soruyorsunuz haliyle. Çünkü, size şarkıdaki gibi her şeyin o zaman; başladığı anlatıldı. Evet, ilk Osmanlı anayasası 1876 yılı sonunda kabul edildi ve hemen ardından seçim yapıldı. Ne? Osmanlı'da seçim mi? Şu geri ve ortaçağ karanlığındaki ülkede mi? Evet, iki dereceli seçimden söz ettiğimiz doğru, fakat bu sistem tâ 1946 yılına kadar sürdü. Anayasaya göre meclisin pek bir yetkisi yoktu; buna rağmen II. Abdülhamit'e kök söktürdü. Bu nedenle de ömrü kısa sürdü. Sultan, anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak meclisi feshetti; üstelik yeniden seçim de yaptırmadı. Sultanın istibdadı da işte böyle başladı.

    Yeni(den) Meclis

    ikinci Jön Türk kuşağı, yani ittihatçılar, ordunun vurucu gücüyle, 23 Temmuz 1908 de sultana meclisin yeniden açılacağını ilân ettirdiğinde, aradan epey zaman geçmişti. II. Meşrutiyetin on yılı boyunca meclis açık kaldı; iki kez de (1908 ve 1912) seçim yapıldı. Sonra meclisin ayakta kaldığı diktatörlüğe dönüştü rejim. Anayasal monarşinin ilk durağı demokratik gelişmeler açısından hayli zengin geçmişti; biraz da bu nedenle ittihatçılar muhalefete tahammül edemediler. Çünkü elleri kolları bağlanıyordu. Abdülhamit'i örnek almaya karar verdiler; zararın neresinden dönülürse kârdı. 1912 sopalı seçimleri bu sürecin başlangıcı oldu. Bâbı Âli baskını süreci tamamladı.

    Son Osmanlı Meclisi Mebusanı

    Ama savaşı kaybettiler. Hâkim oldukları meclis yeni sultan Vahdettin tarafından lağvedildi. O da yetkisini anayasadan alıyordu. (Anayasa yapımcılarına not: ittihatçılar meclise hâkim olunca, sultanın meclisi feshetmek konusundaki anayasal yetkisini kaldırdılar; sonra sultanın kendilerinden olduğunu varsayınca bu yetkiyi yeniden tanıdılar; olur da mecliste hâkimiyetlerini yitirirlerse bu yetki gerekebilirdi; ne var ki, son sultan artık onlardan değildi ve kendisine sunulmuş olan bu yetkiyle ittihatçıların hâkimiyetindeki meclisi kolayca ortadan kaldırdı-aman konjonktüre göre hazırlanmış anayasal yetkilerden kaçınmaya çalışın!) Hükûmet seçime gitmekte nazlandı. Oysa ülkenin barış anlaşması yapması ve barış anlaşmasının da tıpkı bugün olduğu gibi meclisten geçmesi gerekiyordu. Erzurum ve Sivas kongrelerinde yeni seçim talebi ağır bastı. Anadolu hareketi yeni bir seçimle meclisin toplanmasını istiyordu. Sonunda istanbul hükûmeti değişti de, bu talep benimsendi ve yeniden seçim yapıldı. Son Osmanlı Meclisi Mebusanı bu şekilde toplandı. Fakat 1920 martında istanbul'un bu kez hukukî işgale uğraması üzerine ve üyelerinden bazıları da ingilizlerce üstelik meclisten alınıp götürülünce, faaliyetlerine ara verme kararı aldı. Bu şartlarda özgürce çalışma imkânı kalmamıştı.

    Birinci Meclis saltanatı boğdu mu?

    Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, heyeti temsiliye adına meclisi Ankara'da toplantıya çağırdı. Meclisler olağanüstü koşullarda başkentin dışında toplanabilirdi. Tarihte bunun örnekleri vardı. Son meclisten Ankara'ya gelmek isteyenler geldi, fakat çoğu istanbul'da kalmayı ya da katılmamayı seçti. Bunun üzerine üye sayısını yükseltmek amacıyla seçime pek de benzemeyen yöntemlerle adeta atamalar yapıldı. Meclis üye sayısı zaman içinde yükseldi. işte şarkıdaki kamutay, bu meclistir. 23 Nisan'da doğdu, fakat yeniden doğdu demek gerekir. Hatta istanbul'daki son meclisin o kadar devamıydı ki, başkanının kim olacağı epey tartışma çıkardı. Atatürk Nutuk ta eski meclis başkanının nasıl Ankara'da da yine başkan olmak istediğini ve hatta olamayınca meclis başkanlık maaşında direttiğini hayli kızgın anlatır. Ankara'daki meclis de, istanbul'daki meclisin gündem maddesinin kaldığı yerden çalışmalarına başladı: Hayvan vergisini artırarak. Hayvanlardan da vergi mi alınır diye soran olursa; bu vergi dönemin önemli gelir kaynağıydı ve tâ 1962 yılına kadar geçerli kaldı. Eski maliyecilerin anılarında hala yer eder. Geçmiş gözlerden saklanırsa, ki resmî eğitim esas olarak bunu yapıyor, şarkılarla oyalanmak mümkün olabilir.

    Peki, saltanatı boğdu mu? Evet, ama hemen değil. iki yıldan daha uzun bir zaman sonra. Aslında toplanma amacı, saltanatı ve hilâfeti düşman elinden kurtarmaktı. Bu bakımdan onu boğması o sırada düşünülemezdi bile. Hani Amerikan filmlerinin klişe lafı vardır ya: aklından bile geçirme. Bunu aklından geçirenler varsa da, asla ifade edemezlerdi. Tâ ki, 1922'nin sonbaharı gelinceye kadar. O zaman da saltanatı boğarken, onun ayrılmaz ikizi hilâfete dokunulmadı.

    Evet, sanıldığının aksine, bizde meclis, yani tâ Nâmık Kemal kuşağından, Yeni Osmanlılar'dan bize çok önemli bir armağan olan hâkimiyeti millîye kavramı, Cumhuriyetten çok daha önce zaten vardı. Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişte süreklilikler daima silinmiş; araya çin duvarı örülmüş gibi gösterildiğinden, hep bu önemli gerçeği gözden kaçırıyoruz. Elbette millî eğitim de zaten bunu yapmak üzere kurgulandığından, amacına gayet güzel ulaşıyor. Meclisi Atatürk'le doğmuş bir kurum sayma yanlışlığı, temel eğitimin cahilliği sürdürme politikası gereğince ayakta kalıyor.

    23 Nisan Bayramı

    Mehmet Ö. Alkan, 23 Nisan'ın Gayri Resmî Tarihi adlı makalesinde; 23 Nisan'ın ilk kez 1921 yılında millî bayram olarak kutlandığını, ardından bugünkü Çocuk Esirgeme Kurumu'nun aynı günü çocuk günü ilan etmesiyle örtüşmenin başladığını ve 1927'de aynı kurumca çocuk bayramına dönüştüğünü açıklıyor. Ancak sadece bir sonraki yıl yetim ve öksüz yavruların bayramı olarak kutlanmıştır. 23 Nisan, 1935 yılına kadar bir yandan millî hakimiyet bayramı, bir yandan da çocuk haftası olarak kutlanır; o yıl resmen ulusal egemenlik bayramı olarak benimsenir. Bu iki ismin fiilen birleşmesi ise orta okul ve liselerdeki kutlamalar dolayısıyla olacaktır. Fakat Atatürk'ün bayramı çocuklara armağan ettiği tamamen bir efsanedir. Armağan öyküsü ilk kez 1957 yılında duyulmaya başlamış olup, 27 Mayıs sonrasında yaygınlaşmıştır. 23 Nisan'ın resmi olarak ulusal egemenlik ve çocuk bayramı olarak kabul edilmesini ise 12 Eylül yönetimine borçluyuz! Bu arada; 23 Temmuz da 1935 yılına kadar hürriyet bayramı olarak kutlanmaya devam edildi desem, acaba bana inanır mısınız?

    Okuma parçaları

    BAŞLANGIÇ olarak Modern Türkiye'de Siyasal Düşünce serisinin ilk cildi Tanzimat ve Meşrutiyet'in Birikimi ile başlanabilir. Kenan Olgun'un 1908-1912 Osmanlı Meclisi Mebusanı'nın Faaliyetleri ve Demokrasi Tarihimizdeki Yerini öneririm. Aliyar Demirci'nin ikinci Meşrutiyette Âyan Meclisi kitabı ile devam edilebilir. Tarık Zafer Tunaya hocamızın bu alandaki bütün eserleri muhakkak okunmalıdır. Ahmet Demirel'in Birinci Mecliste Muhalefet: ikinci Grup kitabı dönemin atmosferini öğrenmek için kaçırılmaz fırsattır. Bol ve güzel fotoğraflar ve görüntülerle ilgilenenler ikinci Meşrutiyet'in ilk Yılı ile Sacit Kutlu'nun Didar-ı Hürriyet'ine ve Osman Köker'in Yadigar-ı Hürriyet'ine bakabilirler.

    Birinci meclisin açılışı

    ANKARA'DA meclisin Osmanlı'da rastlanmayan şekilde dinî törenlerle açıldığını hatırlamak gerekir. Açılış günü özellikle cumaya denk getirilmişti; önce Hacı Bayram Camii'nde Cuma namazı kılınmış, ardından ilahiler ve kurbanlar eşliğinde meclis binasına kadar gelinmişti. Meclis de dua ile açılmış ve kürsünün arkasına Kur'andan âyet asılmıştı. Her şeyin dini ritüellere uygun olmasına ve dini duygulara seslenilmesine özen gösterilmişti.

    Birinci mecliste içki yasağı

    GÜNÜMÜZDE alkolle mücadele pek bir tartışma konusu; ne var ki, birinci meclisin men'i müskirat kanunu ile içki yasağı koyduğunu biliyor muyuz? Meclisin açılmasından sadece beş gün sonra içki (müskirat) üretiminin, satışının ve içilmesinin yasaklanmasına ilişkin yasa tasarısı gündeme gelmişti bile. ithali de yasaklanacaktı. Yasağa uymayanlar için para cezası ve şer'i cezalar düşünülmüştü. Sonuncu ceza kamçılanmayı gerektiriyordu. Sonunda tasarı yasalaştı: içki imal ya da ithal edenler, nakledenler ve satanlar her okka için elli lira ceza ödeyeceklerdi. Alenen içki içenler ya da gizlice içip de sarhoşluğu görülenler ise şer'i ceza ya da elli ila ikiyüz lira para cezası ödeyecekler ya da üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile karşılaşacaklardı. Memur olanların meslekten ihracı da kararlaştırılmıştı.

    -alinti-

    ek:imla
    1 ...
  4. tıp öğrencisi olmak

    1.
  5. nickimnickolsun

    1.
  6. (#11315451) Malzemeleri yazmis ama yapilisi anlatmamis yemek yapanlar tahmin eder gerisini zaten diye muhtemelen. Nickiyle dikkatimi cekmis yazar. Hosgelmis. *
    1 ...
  7. 8 aylık hamile eşini bıçaklayan adam

    1.
  8. Ailevi nedenlerden dolayı çıkan tartışmada 8 aylık hamile eşini 8 yerden bıçaklayan adamdır*. Sezeryanla alınan bebeğin de topuğunda bıçak yarası olduğu görülen olay. 2 nisan 2011 tarihinde Kocaelinin bir ilçesinde yaşanmıştır.
    1 ...
  9. ertesi gün sınavı olan öğrencinin uykusunun olması

    ?.
  10. Hemen her gece geç yatmasına rağmen sınavdan önceki akşam uykunun erken gelmesidir.. Kaç fincan kahve içilirse içilsin uykunun galibiyetiyle sonuçlanan durumdur. tekrarları bir gün önce bitirmek gerektiğini tez zamanda öğrenmesi gerekir öğrencinin.
    1 ...
  11. ateistin kur an ayetlerini örnek göstermesi

    ?.
  12. Inanmayan birinin başörtülü müslümanın karşısına geçip Kur'an da başörtüsü yok demesi mesela. Din onun, baş onun, başörtü de onun, hayat onun, kim niye karışabilir diye sormaya sebeptir. Ayrıca sırf canı istiyor diye de örtebilir, var mi ötesi? * *
    4 ...
  13. ulaşılamayan sevgilinin hayatından endişe etmek

    ?.
  14. telefonu kapalı olan sevgilinin başına bir şey mi geldi diye düşünmeye başlanır. Bir sürü olumsuz düşünce akla gelir insanin aklına. Sevgiden mi kaybetme korkusundan mı? nedeni tam bilinmeyendir.
    1 ...
  15. konudan hoşlanmayınca telefonu kapatan sevgili

    ?.
  16. Açılan konuyla ilgili bazı sorulara cevap vermek zorunda kalacağının farkında olan ama verilecek cevapların karşı tarafın hoşuna gitmeyeceğini bilmesinden dolayı kaçış yolu arayan insandir. konu eninde sonunda yine açılacaktır, kaçmak gereksizdir.
    0 ...
  17. evrimin açıklayamadıkları

    1.
  18. evrimin açıkladıkları

    8.
  19. Sana mantikli gelmemis bana mantikli geliyor. Ben bilimsel kitaplari okurken de yaratildigimi görüyorum. Ilk firsatta darwinin kitabini da okurum. Inananlardan daha akilli oldugunuzu düsünüyorsaniz da zahmet edip buraya yazmayin. Kimsenin neye inanacagini söylemeye, inandiklarini yok saymaya hakki yok kimseye. Tanrinin yok oldugunun kanitlarini yazmaya hevesli olanlarin yazmasini bekledim de yok kimse. Ben de inanmayanlarin israrini anlayamadigim icin actim basligi, acaba gercekten savunduklari temeli olan bir sey var mi diye.
    0 ...
  20. defne joy u hıncal uluç tan daha iyi bilen biri

    1.
  21. Senai Demirci'nin Defne Joy Foster'in ölümüyle ilgili yazisi:

    http://www.senaidemirci.n...egori=1&makaleid=2739

    defne joy'u hıncal uluç'tan daha iyi bilen birini biliyorum.

    defne joy'la hiç görüşmedim. ekrandan gördüm. ekrandan gördüğüm kadarıyla bilirim. onun uğradığı semtlere pek uğramam. en son gittiği bara hiç gitmedim. bara gitmeyenlerdenim. benim hiç gitmediğim, defne joy'un artık gidemeyeceği o bar, bu gece de doludur, büyük ihtimal. o bara ve diğerlerine gidenlerden biri benden önce ölürse, defne joy'un arkasından şimdi yazdığımı onlar için de yazacağımı bilsinler isterim. hıncal uluç ve hıncal uluç'a karşı yazanlar kadar ünlü olmayabilirim. bar sakinleri, "pub" müdavimleri, viski tiryakileri için yazdığım bu yazı umurlarında olmayabilir.
    bu yazı, merhum defne joy foster hakkındaki hıncal uluç yazısına karşı ya da taraftar değil. bu yazı, hıncal uluç yazısına karşıt yazıların karşısında ya da yanında değil. hem hıncal uluç'un yazısı yerine hem de hıncal uluç'a karşı yazılanlar yerine yazılmış bir yazıdır. (yazıyı uzattığımı, bitirip de gözden geçirirken fark ettim, ama uzunca anlatılması gereken inceliklerin hatırına sabrını rica ederim okuyucularımın.)
    dindar diye bilinirim. beş vakit namazı kaçırmamaya gayret ederim. ağzıma içkinin damlasını dokundurmak istemem. günaha girmekten korkanlardanım. ama günaha girmeyenlerden değilim. benim nefsim de defne joy'un'ki gibi günaha karşı bağışıklık kazanmış değil. benim ayağım da onunki kadar kayabilir. benim gözüm de bar sakinleri kadar harama bulaşabilir, bulaşmıştır.
    dindarların -iyi bilmeleri gerek ki-birilerini cehenneme birilerini cennete yerleştirme gibi bir yetkileri ve görevleri yok. dindarların duaları dindar olmayanlardan daha çok dinlenir değil. i̇nanan bir insan, çok iyi bilmeli ve unutmamalı ki, cami cemaati cenneti garantilemiştir de, pub cemaati cehennemin dibinde değildir. kimin ne olacağını yalnızca allah bilir. hesap defterimizi açma yetkisi rabbimize aittir. camii müdavimi bir gün sapıtabilir; meyhane düşkünü gün gelir, tövbe eder, rabbine dönebilir.
    beni "light müslüman" diye etiketleyeceklere peşinen hatırlatırım. günahkârın günahının lafını etmek, günahkârın günahından daha ağır bir günahtır. çünkü hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. sınanınca kaybedenleri, şimdilik sınanmadığı için kaybetmeyenler kınamaya kalkarsa, sadece komik olurlar, acınası hale düşerler. sınansaydılar kaybedeceklerdi. belki de sınanacaklar ve kaybedecekler. bu yüzden, kimse kimseyi günahından ötürü kınama hakkına sahip değildir.
    i̇slam söz medeniyetidir. "göklü sözler"le inşa eder; sözün gücüyle onarır insanı. sözün gücü, gücünü söz edenlerin hepsini mağlup etmiştir. i̇şte bu yüzden, dindarlık, en hassas inceliklerini söz ve ses üzerinden inşa eder. (sadece hucûrat suresi'ni bir "sound-check" olarak okumak yeter de artar bile anlayana)
    "ölünün arkasından konuşulmaz" sözü, görünmez bir sınırın bekçisidir. ölü, kim olursa olsun, muhteremdir, saygıyı hak eder. ölü acizdir; el kaldıramaz. zayıftır; konuşup kendisini savunamaz. savunmasız ve çaresiz olanı, konuşmaya muktedir olanın ezmemesi inceliğin gereğidir. böylesi bir imkân bir nezaket sınamasıdır. bu yüzden, saygılı olma erdemini ortaya koyabilmek için, acizlerle karşılaşmalarımız birer fırsattır. muktedirler karşısında ister istemez saygılı ve naziğizdir çünkü. nezaketimizi ancak ölüler karşısında kalite kontrolünden geçiririz.
    "ölünün arkasından konuşulmaz" sözü, "ölü gibilerin de arkasından konuşulmaz" demeye gelir.hıncal uluç'un farkında olmadığı, farkında olmamakla ayıplanamayacağı bir inceliktir bu: sesimizi güçsüzlerin aleyhine -güçsüzler hatalı olsa da-kullanmamızı istemez rabbimiz. muktedirlerin zayıfları ezen sözlerini doğru da olsa doğru bulmaz rabbimiz. her sözü işiten bir allah'a inanan için, birilerinin arkasından konuşup konuşmamak, çıtası yüksek bir ahlak testidir. "abdestinde namazında", "hacı hoca" nice dindar olarak bu çıtanın altında kaldığımızı çok iyi biliriz. hemen itirafa hazırız. eğer gıybetlerimiz alkol kadar sarhoş etseydi, namazlarımızı sallana sallana kılardık. arkadan çekiştirmelerimiz üstümüzü başımızı açıverseydi eğer, saçlarımız da baldırlarımız da açıkta kalırdı. saydam bir perdeyi yırtıp yırtmamakla sınanırız her an. doğruyu söylememizin bile doğru olmadığı, dilimizin ucuna hemen ve kolayca geliveren tiksindirici bir günahla sınanırız. soyunarak yapılan zinaya benzemez bu günah. hapse atılmayı göze alarak işlenen cinayete benzemez. kapıyı kırarak yapılan hırsızlığa benzemez. her an sınanmadayız. her an. ama her an. yeri gelir, susmak nice zahmetli ve yoğun konuşmalardan koşuşturmalardan daha sahih ve derin bir erdem oluverir. allah'ın hatırına susmak, allah'ı hatırlamanın en samimi işaretidir.
    arkadan konuşmak, modern hukukta suç sayılmaz. arkadan konuşmaların ardına düşmez polisler. aksine arkasından konuşulanların peşine düşer. dedikoducular, laf taşıyanlar "onur-kıyım" yaptıkları halde, "soykırım" yapanlar gibi hesaba çekilmez.
    allah'a inanmanın kılık kıyafete dökülmeyen, camiye gitme sıklığı ile ölçülemeyen asıl özü tam da burada görünür. bizi allah'tan başka kimsenin hesaba çekmeyeceği yerde... hiç görmediğimiz allah tarafından görüldüğümüzü gözetip gözetmeyişimize göre tartılırız. mümince yaşama inceliği, kulların duymasına göre değil, allah'ın duymasına göre ağzını açmayı gerektirir. herkesin doludizgin koştuğu anlarda, sıcacık bir yürek titreyişiyle, tuhaf karşılanmayı göze alarak durmaktır allah'a göre yaşamak. öyle çileli bir duruş ki, doludizgin koşanları da ayıplamaktan alıkoyar adamı. çoklarının zevk içinde çığlıklar attığı yerde, nefsinin hayvanca bağırtılarını şeffaf bir zarfın içine nezaketle koyarak susabilmektir iman etmek. öyle bir susuş ki, günaha dalanlara sövmeye kalkmaz. kendi günah işleyebilirliğini de hatırlattığı için günahkârlardan daha çok mahcup olur. ona buna etiket takmaya, aşağılamaya kalkmaz.
    ben de bir günahkârım. nasıl masum olabilirim ki! gayet iyi bilirim; günahkâr acizdir, şehvetinin elinde kuru yaprak gibi savrulmaktadır. günahtan uzak durabilecek kadar aklı başında olanın bu ‘aciz'e dil uzatmaması gerekir. hata edenin ayağı kaymış, batağa düşmüştür. hatasız olana ayağı sürçene merhamet elini uzatmak yakışır.
    günaha karşı dururken, günahkâra şefkat edebilecek kadar ince bir yürüyüştür iman etmek. birini günahından dolayı kınamak, "ben öyle yapmam asla!" demeye gelir ki, kınanan günahtan daha ağır bir günahtır; büyüklenmektir. birini bir hatasından ötürü çekiştirmek, "o hep öyle yapar zaten!" "hiç utanmaz ki..." demeye gelir. çekiştirilen hatadan daha büyük bir hatadır. allah'ın iyilik umarak yoktan var ettiği bir insanı hepten kötü ilan etmektir. bir başkasını ayıbıyla anmak-hem de ayıbını örtecek mecali olmayan bir ölü iken- kendi ayıplarını ayıp bilmemektir. anılan ayıptan daha büyük ayıptır. başkalarına ait kusurları sayıp dökmek, kendisini kusursuz saymaktır ki, kusurların hepsinden daha çirkin bir kusurdur. sorarlar adama: "sen onun sınandığı durumla sınansaydın, kusur işlemeyeceğinden ya da onun kusurundan daha hafifini işleyeceğinden emin misin? sen sınansaydın belki de daha çirkin bir cürüm işleyecektin."
    diyeceğim o ki, defne joy artık acizdir, eli kolu bağlıdır, dilsizdir, konuşamaz. onun hakkında ileri geri konuşmak, kendi gücünü ve onun acizliğini fırsat bilmektir. şerefli bir iş değildir. bu iş, defne joy'un ve yakınlarının şerefinden önce konuşanların şerefine dokunur.
    dedim ya; defne joy'un uğradığı bara hiç uğramadım. oralara uğramayı kendimce ayıp biliyorum. ama oralara uğrayanları ayıplama hakkım yok. onları ayıplama ayıbının, onların ayıplandığı ayıptan daha hafif olmadığını biliyorum. ancak, ayıplarıyla aralarının açılmasını ümit etmeye hakkım var. kusurlarından kurtulmalarını ummayı görev bilirim. i̇yi işler yapanların "kötü"leşmeme garantisi olmadığını hatırlatır bana rabbim. kötü işlere bulaşanların "iyi" olmalarına bir engel olmadığını öğretir bana kitab'ım.
    defne joy'un en son uğradığı yere bir gün ben de uğrayacağım. cami avlusunda bir musalla taşında ağırlayacaklar beni. musallada bir cenaze iken ben, bakalım kaç kişinin "iyi biliriz" dediğini hak edeceğim; bilmiyorum. bildiğim şu ki, defne joy'un sınanması sona erdi. defne joy'un ölümüyle yeniden sınandık her birimiz. dilimizi allah'ın hatırına göre kıpırdatıp kıpırdatmama sınavı bu. sözümüzü defne joy adındaki kardeşimizin ve onun yakınlarının onuruna dokundurup dokundurtmama sınavı bu.
    şimdi burada sınanan biziz; defne joy foster değil. bu sınavdan geçtik mi, kaldık mı; allah bilir. hıncal'dan, sevilay'dan senai'den daha iyi bilir.
    2 ...
  22. insanin zamanla ögrenmesi

    ?.
  23. Kişi geriye dönüp baktığında farkeder yaptığı hatalari, hayatı idrak edemediğini, aslında olaylara verdiği tepkilerin bazen aşırı, bazen yetersiz olduğunu yanlış kararlar verdiğini. Insan toydur önce, sonra görür, duyar, izler anlar ve farkeder. Kaçınılmazdır hata yapmak. Öğrenmek bir süreç gerektirir, yaşayarak öğrenilir *
    ve Ölene kadar öğreneceği bir şey vardır muhakkak.

    edit: ekleme
    0 ...
  24. kızların yetişkin olunca annelerine benzemesi

    ?.
  25. Kizlarla anneler arasinda var olan fikir ayrılığından dolayı annelerin kizlarının hoşlanmadığı, ama kızların da büyüdükçe, yaşları ilerledikçe sahip olmaya başladıkları davranışların bütünüdür. Olaylara tepki gösterme şekli, ya da kullandiklari cümlelerin benzemesi v.s. gibi
    (bkz: görsel ögrenme)
    0 ...
  26. hayatın akışına kapılıp kaçırdığımız güzel şeyler

    ?.
  27. Günün koşturmacası içinde göremediğimiz, duyamadığımız, algılayamadığımız ama aslında kendimizi iyi hissettirebilecek şeylerdir. Gideceğimiz yere geç kalma telaşındayken yanından geçtiğimiz ama farketmediğimiz minik bir kuş mesela. Ya da masum bir çocuğun tebessümüdür kimbilir.
    2 ...
  28. viyana ya kahveyi türklerin getirmis olmasi

    ?.
  29. 1683 tarihinde 2. viyana kusatmasinin sona ermesinden sonra türklerin geride biraktiklarinin icinde kahve cuvallari da vardir. bunlari önce develer icin yem oldugunu düsünen ve yakmak isteyen viyanalilar, kahveyle tanismislardir. böylece viyana'nin ilk kahve evi 1685'te kurulmustur.
    0 ...
  30. kötü kadın dedikleri

    1.
  31. Türkiye'nin aci gercegidir. Türklerin aci gercegidir. Sartlarin da puanlamanin da adil olmadigi bir mac. Buna ragmen maci kazandiklarini düsünen böyle erkeklerin insanligina yazik!
    2 ...
  32. çocukların güldüren sözcükleri

    17.
  33. sözlükte amaçsız yazmak

    1.
  34. Gerceklestirenlerin sayisinin cok olmamasini umdugum eylem. Aksi takdirde vay halimize.
    1 ...
  35. dukan diyeti

    1.
  36. Fransız Tip doktoru Pierre Dukan tarafından tasarlanmış bir diyet. 10 dile çevrilmiş, 20 farklı ülkede uygulanmış.
    5 ...
  37. müslüman kimligi tasiyanlarin islami arastirmamasi

    ?.
  38. Doğduğumuzdan beri kimliğimizde müslüman yaziyor diye islamı bildiğimizi zannediyorsak, araştırmaya gerek duymuyorsak, üstelik islamı eksik yaşayıp yaşamadığına bakmadan müslümanlarin kusurlarına bakıp islama saldırma hakkını kendimizde görüyorsak ve bunu bir marifetmiş gibi gururla yapıyorsak abesle iştigal ediyoruz demektir. Kulaktan dolma bilgilerle, önyargılarla yapılan böyle bir davranış bilimsellikten ve adaletten uzaktır diye düşünüyorum. Avrupada yaşayan gençlerin, medyada terörist diye lanse edilmesine rağmen islami araştırması, müslüman olup islamdan bihaber gençliğin hatasını anlaması için güzel bir örnek olabilir sanki...
    0 ...
  39. © 2025 uludağ sözlük