- Türk pilotlar araçlarının bagajlarında mangal bulunduramayacak.
- Otomobilde teyp ve anfi teşkilatı varsa söktürülecek, mini vantilatör, kafasını sallayan köpek ve dikiz aynalarında boş CD bulunduran pilotlar yarışa alınmayacak.
- Araçların arkasında yazılı bulunan "Canısı, Var Ya, Deli Yürek, Bir Doyamadım Bir de Sabah Uykusuna, Günahkar Sokakların Tövbekar Çocuğu Muhittin; O Şimdi Asker, Tertip idris, Anan da sollardı" gibi ibareler acilen çıkartılacak.
- Pitstop anında (tamir bakım amaçlı kısa mola) teknik ekipten, "Usta gelmişken bir karbüratöre bakıver", ya da Diferansiyelden ses geliyor, alt takımlara el atıver" gibi taleplerde bulunulmayacak.
- Ülkemize gelen hiçbir yabancı pilotun arabasına yaklaşıp, "Usta kaç yapıyo bu?", "Bizim Almanya'daki kayınçoda bunun aynısından vardı", Bunların ikinci elleri kaça gidiyo hoca" gibi sorular sorulmayacak.
- Start verildiği anda arkadan Daaaaat" diye kornayla uyarı yapılmayacak.
- Yarış sırasında yabancı pilotlarla çarpışmak suretiyle kaza yapan pilotlarımızın, "Trafik gelmeden yerinden kıpırdatmam arabayı", ya da "Sana sanayiden tanıdık bi ustanın kartını vereyim, git ona yaptır, faturayı ben hallederim" gibi yaklaşımlar göstermelerine kati surette izin verilmeyecek.
- Yabancı sigara reklamlarıyla birlikte, milli menfaatler uyarınca, sigara ve içkilerin yanı sıra Vefa Bozacısı gibi reklamlar alınabilecek. Ancak, yarış sırasında kesinlikle çay sigara içilmeyecek.
- Cam silici çocuklar pistten uzak tutulacak.
- Yine startta bekleyen arabaların arasına, trafik tıkalı zanneden sucu, kağıt helvacı, simitçi gibi seyyar satıcıların girerek sürücülere satış yapması engellenecek.
- Piste kati surette hız engelleyici tümsek konmayacak.
- Pistin çevresinde büyük veya küçük baş hayvanların, sürücülerle virajı aldığında karşı karşıya gelmesine engel olunacak.
- Seyircilerin bir kaza anında piste fırlayıp, kazma, kürek ve levyelerle sürücüyü yaka paça arabadan çıkarmalarına engel olunacak.
- Pitstoplarda duran otomobillere kapkaççıların yaklaşmasına izin verilmeyecek.
- Starttan önce otomobillerin başında bekleyen Pist Bebeklerine "Yavrum hepsi senin mi?", "Bebek akşam boş musun?" gibi tacizlerde bulunanlar kesin diskalifiye edilecek.
- Otopark mafyasının, pistin etrafındaki 10 kilometre çapındaki alana girmesine kolluk kuvvetleri engel olacak. *
karşınızda bulunan kişiyle telefonda konuşurken kurduğunuz hayaller ve aldığınız cevaplardır.
-şu anda üzerinde ne var emre ?
* üzerimde bir ağırlık var canım.
- nasıl yani ?
* bilmiyorum hayatım. çok kötü gazım var. osursam rahatlıyacağım ama...
- hayvansın emre!!
Cinsel Organ Falları: Dalga geçmiyorum, ciddiyim, bunlar geçmişte değil, günümüzde de var. Hindistan´ın bazı bölgelerinde, Güneydoğu Asya´da ve hatta Japonya´da hala uygulanmakta. Kadının vaginasına, erkeğin ise penisine ve herkesin de anüslerine bakılarak yorum yapılıyor. Geçmişte bu işi cinselliğe tövbeli Budist rahipler yaparmış, şimdi ise rahipliğe tövbeli Budistler yapıyorlar? Aman, bizimkiler duymasın, olabilecekleri tahmin dahi edemiyorum... Eminim merak ettiniz? Yorumlar nasıl oluyor diye? Onu bize anlatmadılar, öğrenemedik, meslek sırrıymış. Jinekologlara ve bevliyecilere önerilir, ne de olsa deneyimliler.
Pasta Falı: Çin yemeklerinde raslandığı gibidir, küçük kağıt parçalarının içine kehanetler yazılır, bir kekin veya pastanın içine konur, kimin payında çıkarsa onun falı olduğuna inanılır. Benzeri bir şekilde ise, pastanın içine madeni bir para veya bir yüzük konur, kime çıktıysa saptanan bir ödül ona verilir. ikinci metodda dişlere dikkat edilmeli, bir dişinizden olabilirsiniz.
Maden Falı: Bu yöntemi eski Dodona Kahinleri kullanırdı. Bir kasenin içine çeşitli bakır ve pirinç parçaları konur ve karıştırılır sonra renklerin tonuna ve parçaların dağılımına göre kehanet yapılırdı.
Soğan Falı: Bu fal sabır ister, zira uzun bir bekleme dönemi var. Kişilerin isimleri veya simgeleri çeşitli soğanların üzerine yazılır, soğanlar törenle dikilirler ve bu arada herbirinin kime ait olduğu belirlenir. Zamanla soğanlar filiz verirler, ilk filiz veren soğan kime aitse onun beklentileri gerçekleşecektir.
Eromansi: Doğu kökenli bu fal türünde, kahin başına bir eşarp örter ve su dolu bir kabın veya vazonun yüzeyine doğru mırıldanmaya başlar, suyun yüzeyinde oluşacak olan dalgaları yorumlar.
Kurşun Dökme: Toplumumuzda nazara karşı kullanılan kurşun dökme olayının aynısı burada da yapılır, kızgın olarak soğuk suya atılan kurşun parçacıklarının aldığı şekiller yorumlanır. Kızgın madenin suya temas ettiğinde duyulan ses de, kehanet için önemlidir.
Tırnak Falı: Parlak güneşin altında kişinin tırnağına bakılır ve orada imajinatif görüntüler görülerek, kişinin geleceği yorumlanır.
Gül Falı: Gül yaprakları alınır ve avuç içine konarak eller hızla çarpılır, yaprakların ezilmesi sonucunda ortaya çıkan şekillerden yorum yapılır. Bu eğlenceli yöntem, Eski Yunan´da çok revaçtaydı.
Kemik Falı: Özellikle koyun kemiği olmak üzere bir hayvanın omuz kemiği çıkarılır ve üzerindeki şekiller yorumlanır. Eski Orta Asya Türkleri´nde Şamanların yani kutsal kişilerin uyguladığı geçerli bir yöntemdi.
Defne Yaprağı Falı: Bu da Eski Yunan´dan kalma bir yöntem, önce çeşitli sorular sorulur, cevaplar evet veya hayır diye kabul edilir. Bunun için ateşe defne yaprakları atılır, her atılan yaprağın ateşte çıkardığı çıtırtı dinlenir, yüksek sesle çıtlarsa iyidir veya evettir, zayıfsa kötü ve hayırdır. Defne falının Tanrı Apollo´dan geldiğine inanılırdı, günümüzde özellikle batıda kullanılıyor ve Paganlarca Apollon yaşatılıyor.
Ayakkabı Falı: Bu da nesi demeyin, gerçekten yapılmış. Ayakkabı falı için önce eski ayakkabılarınız gerekiyor, eskimiş derinin yüzeyinde oluşan kırışık ve çizgilerden geleceğe yönelik anlamlar çıkarılıyor. Eski ayakkabılarınızı hemen atmayın, olur ya belki bir ayakkabı falcısı ortaya çıkıverir, duyulmaya görsün. Biliyorsunuz, geçenle emekli bir subay ortaya çıkıp, renklerin anlamlarının olduğunu keşfettiğini yumurtlayıverdi, yıllardır bu işin yapıldığından ya bilmiyordu, ya da yutturacağını sanıyordu.
Göbek Falı: Bilindiği gibi, bizde üfürükçüler göbeğe yazı yazarlar, Hindularda da göbeğin şekline bakılarak gelecek hakkında tahminde bulunulur. Burada fırlak göbeği olanlar şanslı, oysa kadınlar göbeklerinin çıkık olmamasına özen gösteriyorlar.
Meme Falı: Göbek falında olduğu gibi, meme uçlarının şekline ve çevrelerindeki halkalara bakılarak kehanette bulunulur. Eğer meme ucu içerdeyse, uyarılarak dışarıya çıkması sağlanır, erkekler falcıysa hayırlı işler çünkü bu iyi niyetli (!) uyarıdan sonrası bilmem ne olur? *
Seperatörler, merkezkaç kuvveti oluşturarak anafaz içersindeki istenmeyen parçaların ayrılmasında kullanılan yüksek devirli makinalardır. Özellikle süt işlemesi sırasından çok fazla kullanılan seperatörler, süttün içindeki kremanın değişik oranlarda ayrılmasında, sütün içersindeki pisliklerin temizlenmesinde, peyniraltı suyu içersindeki yağın veya telemenin ayrılmasında ve daha birçok amaç için kullanılabilir.
Seperatörün yapısını yan taraftaki resime bakarak gözünüzde canlandırabilirsiniz.Şekilde de görüldüğü gibi besleme noktasından giren süt, aralarında 0.4 mm boşluk bulunan 110 adet konik plaka arasından geçerek yukarı yönde ilerlemektedir. Bu işlem sırasında seperatör çok yüksek devir ile kendi ekseni etrafında döndüğü için, anafaz içersindeki ayrılmasını istediğimiz farkılı yoğunluktaki maddeler seperatörün dış duvarlarına doğru hareket etmeye başlar ve burada birikir. Yoğunluğu az olan maddeler merkeze yakın tarafta birikirken, yoğunluğu fazla olan maddeler santrifuj kuvveti etkisiyle dış tarafta birikmeye başlar. Yoğunluğu düşük olan faz seperatör çıkışından dışarı çıkar.
Seperatör duvarında birikmiş olan yoğunluğu yüksek fazın dışarı alınması için 2 yöntem vardır. Bunlardan biri otomatik seperatör adı verdiğimiz kendi temizliğini kendi yapan ve insan gücüne ihtiyaç duymayan seperatörlerdir. Bu seperatörlerin gövdesinde seperatör çalışırken kapalı durumda olan bir yarık bulunur. Çalşma esnasında birikmiş olan yüksek yoğunluktaki fazın dışarıya alınması için bu yarığın 0.15 sn açılıp-kapatılması yeterlidir. Otomatik seperatörlerde bu işlem saatte bir yapılmaktadır.
Kendi kendini temizleyemeyen seperatörlede insan gücüne ihtiyaç duyulduğundan ve zaman kaybı meydana geldiğinden firmalar otomatik seperatörleri tercih etmektedir.
Dekanter seperatörler : Pıhtılaştırılmış kremasız sütten kazeinin ayrılmasıda ve kazein suyunun alınmasıda kullanılan, santrifüj kuvveti etkisine göre çalışan seperatörlerdir.
Siklon Seperatörler : Gaz faz içersindeki katı parçaları ayırmak için kullanılan, santrifüj ilkesine göre çalışan seperatörlerdir.
Siklon seperatörler özellikle süt tozu üretiminde oldukça sık kullanılan makinalardır. Yüksek sıcaklıkta hava ile kurutulan konsantre sütün hava ile ayrılmasında siklon seperatörler kullanılmaktadır.
Siklon seperatörlere giriş yapan hava + katı karşımı radyal hareketler yaparak seperatör içersinde aşağıya doğru inmektedir. Santrifüj kuvveti ile hava içersindeki katı parçalar seperatör duvarlarına fırlatılır ve bu fırlatılan katı parçalar seperatörün altından toz halde çıkar. Seperatör içersinde radyal hareketler çizen hava ise aşağı indikten sonra merkez boyunca küçük dairesel hareketler çizerek yukarı doğru çıkar ve burada seperatörü terk eder. ***
seovi * ve ekibinin, seri eksilemeye geçtiklerinde , günlük girdiklerinizden en beğenilenlere geçildiği sırada, arada atladıkları tek başlık veya entrydir. **
edit: atlamışsın abi dön bir daha bak. *
(bkz: yavşaklar alemi)
Erkek denilen cinsin, kadınlar karşısındaki aczini, tahayyül gücünü, fantezi yeteneğini, şeytani ihtiraslarını, müptezel zevklerini, zavallı boyun eğmişliğini görecek; şaşıracak, acıyacak, üzülecek, korkacak iğreneceksiniz.
* * *
Klasik Rus edebiyatının kurucusu sayılan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin'e ait olduğu öne sürülen bir günlük, 1990'da Amerika'da yayınlandı ve edebiyat dünyasını birbirine kattı.
Türkçe'de Çiviyazıları Yayınları'ndan çıkan kitabı ben Puşkin'in anavatanında, Rusya'da okudum ve sayfaları çevirdikçe, niye dünyanın birbirine girdiğini anladım.
Ünlü Rus şairi, ömrünün son iki yılında tuttuğu bu günlükte, tüm günahlarını olanca yalınlığıyla kaleme almış, insanın kendine bile itiraf edemeyeceği arzularını sereserpe kağıda dökmüştü.
Güncenin, ölümünden 100 yıl sonra yayınlanmasını vasiyet etmişti.
O süre içinde "zamanın öğütücülüğü, ayıplanmayı en çok hak eden eylemleri bile, yalın tarihsel gerçeklere dönüştürecek"ti.
Ama öyle olmadı. Günceyi bitirip bir kenara koyduğunuzda anlıyorsunuz ki, 100 yıllık zaman dilimi, ne Puşkin'i ayıplanma cenderesinden kurtarabilmiş, ne de bütün bir erkek soyunu, Puşkin'in itiraf ettiği ihtirasların ortağı olarak çırılçıplak yakalanma paniğinden...
* * *
Bu, alabildiğine estetik bir dille yazılmış yarı pornografik anıların buram buram cinsellik kokan satırlarını süzdüğünüzde geriye çok temel bir erkek ikilemi kalıyor:
Sadakat ve ihanet...
Puşkin'in hayatı, "eşi ve başka kadınlar" olarak ikiye ayrılıyor.
Günlüğe yansıyan itiraflar silsilesi, "Başka kadınlar güzeldir" deyişine hak verdiriyor. Her bir satır, eşine onulmaz bir sevgiyle bağlı bir adamın, günahın davetine karşı koyamayışını, her seferinde şehveti diğer kadınlarda arayışını ve her kadında ömrü beş dakikayla birkaç yıl arasında değişen yeni bir hayatı kovalayışını eleveriyor.
"Ayrı olduğum zamanlar karımı çok özlüyorum" diyor Puşkin ve pişkinlikle devam ediyor: "Seyahatlerimde karım aklıma geldiğinde, öyle arzulu hale gelirim ki, etrafımdaki herhangi bir kadını düzmem gerekir."
Yaptığını ahlâksızlık saymakla birlikte güncesine bu tavrı meşrulaştıran teorik açıklamalar sıkıştırmaktan geri kalmıyor:
"Hiçbir kadın, kadınlar dünyasının yerine geçemez" diyor, "Bir gezgini, yolu üzerindeki değişik tapınaklarda dua etmek için durdu diye kim azarlayabilir? O, aynı tanrıya dua etmektedir."
* * *
Kitabın finali, erkek denilen muammanın hayret verici bir başka düğümünü resmediyor.
Güncesinde bazen günde beş kadınla yattığını anlatan, erotik ihanet sahnelerini, becerdiği fahişeleri, katıldığı seks gruplarını şehvetli ayrıntılarla sergileyen Puşkin, bir düelloda can veriyor.
Düellonun gerekçesi?
Karısının sadakatinden şüphelenmesi...
* * *
Nazım ustanın ruhuna hakaret olmazsa, onun dizelerini küçük değişikliklerle bu günceyi okuyacak kadınlara ithaf etmek isterim:
"işte erkekler, sizin erkekleriniz...
"Korkunç ve müessir elleri, kalın kıllı çeneleri, kocaman penisleriyle babanız, kocanız, yariniz..." *
Zengin bir lord özene bezene yazdığı oyunu Bernard Shaw'a yollayıp görüşünü sormuş. Shaw oyunu beğenmeyip aşağılayınca da kapısına dayanmış ve öfkeyle haykırmış:
"- Siz yalnızca para için yazıyorsunuz, bense şerefim için..."
Aldırmaz bir edayla omuz silkmiş Shaw:
"- Demek ikimiz de kendimizde bulunmayan şeyler için uğraşıyoruz." *
Kabil'de Taliban cinnetinden kurtulanların, şehir meydanında bir günah abidesi gibi direğe bağlanmış teyp bantlarını çözüp notaların zincirini çözmesi ve şehre gümbür gümbür müzik yayını yapması ne muhteşem bir görüntüydü.
Ya, tıraş yasağından dolayı püsküle dönmüş sakallarını kestirmek için sevinçle berbere koşan Afganlar?...
Ben Berberler Derneği'nin yerinde olsam o fotoğrafı afiş yapar, altına da "Tıraş özgürlüktür" yazardım.
* * *
Kudret Emiroğlu, "Gündelik Hayatımızın Tarihi" kitabında (Dost, 2001) 1910'da Osmanlı Meclisi'nde yaşanan bir tartışmayı anlatır.
Osmanlı tebasına hüviyet cüzdanı verilmesini öngören bir yasa görüşülmektedir. Ancak yasada bu cüzdana "sakal renginin yazılması" hükmü de vardır. Bazı mebuslar sakal kesilebileceği için bu hükmün gereksiz olduğunu anlatır. Bunun üzerine Amasya Mebusu Fazıl Arif Efendi kalkıp onlara haddini bildirir:
"Vicdanlı, hamiyetli bir insan, hiçbir vakit sakalını tıraş etmez. Bıyık ve sakalı kazıyanlar, birtakım adi sahtekarlardır."
Aynı kitapta, bu tartışmadan yıllar önce "Türkiye'nin ilk gazetecisi" sayılan Şinasi'nin sakalını kesti diye memuriyetten atıldığı da hatırlatılıyor.
Bugün bize "bir tutam tüy" gibi görünen şey, bir asır önce atalarımızın "kimlik kartı"ydı.
* * *
Şimdi daha yakın tarihten bir başka sahne anımsatacağım:
Sene 1983...
YÖK, bir "Kılık - Kıyafet Yönetmeliği" yayımlayarak üniversitede sakalı yasakladı. Sadece öğrencilere değil, öğretim üyelerine de...
Akademisyenlere "Ya berbere, ya kapıya" denildi.
Bu dayatmaya "Kapıya" diye karşılık verenler üniversiteden atıldı.
O dönem sakalını kesmeyi reddedenlerden biri olan hocam Alaaddin Şenel, gerekçesini çalıştığım Yankı dergisine şöyle açıklamıştı:
"Sakalımı kesmek için harcadığım zamanı hesapladım: Ayda 300, yılda 3600 dakika ediyor. Ben bu süre içinde bir kitap çevirdim."
O günleri hatırlıyorum; sakallarından çok, giyim - kuşam ve düşünce özgürlüklerine sahip çıktıkları için üniversiteyi terk etmek zorunda kalan hocalarımızı uğurlarken üniversite, zihniyet olarak bana "Taliban karargahı" gibi görünüyordu.
* * *
"Sakal mecburiyeti" ile başladığı bir yüzyılı, "sakal yasağı" ile kapatmış bir ülkenin evlatları olarak artık anlamamız gereken şey şu:
Sakal kesebilme özgürlüğüne inanıyorsak, sakal bırakabilme özgürlüğüne de aynı şekilde sahip çıkmalıyız.
Bağnazlığın alternatifi, yeni tür bir bağnazlık olamaz.
Sakal kestirmeyen yobazların karşısında demokratik tavır, "Bütün sakallar kesilecek" zorbalığı değil, "Sakal, kişi haklarındandır. Dolayısıyla devletin ilgi alanı dışındadır" yaklaşımıdır.
Demokrasileri, diktatörlüklerden ayıran şey, kişilik haklarına ilişkin eski yasaklar yerine yeni yasaklar getirmesi değil, o haklara saygı göstermesidir.
O yüzden Taliban kafasına nasıl karşı çıkıyorsak, üniversite kapısında ("keçi"ydi, "top"tu, "çember"di demeden) sakal kesen o militarist kafaya da aynı kararlılıkla karşı çıkmalı, "tıraş özgürlüğü"nü savunmalıyız.
Yeni çağ, Taliban dayatmacılığına da, kışla yasakçılığına da sakalı kaptırmamalıdır. *
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini
ferahlatacak; Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da,
O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak
önce inip Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar,
yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
illa büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek
için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir,
seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;
Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu;
bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli !
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden
mutlu Olmayı beklememeli !
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için;
Kaçırmamalı !
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması
için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin;
ağlamayı bilmiyorsan,
Neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten
herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı
bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını
zorlayacak! Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki,
hakkını verebilsin sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de
fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...! *
Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak.
Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin.
Sokağa fırlayacaksın.
Sokaklar da dar gelecek, tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi.
Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü.
Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin.
Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan.
"Önemli olan sağlık..."
"Yaşamak güzel."
"Boş ver, her şey unutulur."
Sen hiçbirini duymayacaksın.
Gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin.
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin.
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin.
"Ölüme çare bulundu" ya da "yarın kıyamet kopacakmış deseler başını kaldırıp ne dedin?" diye sormayacaksın.
Yalnız kalmak isteyeceksin.
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak.
ikisi de yetmeyecek.
Geçmişi düşüneceksin.
Neredeyse dakika dakika...
Ama kötüleri atlayarak
Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin.
Gittiğin yerlere gitmek
Bu sana hiç iyi gelmeyecek.
Ama bile bile yapacaksın.
Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın.
Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin.
Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin.
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin.
Herkesi ona benzetip, kimseyi onun yerine koyamayacaksın.
Hiçbir şey oyalamayacak seni.
ilaçlara sığınacaksın.
Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren... Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek.
Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin.
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak.
Sabahı iple çekeceksin.
Bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksin.
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler.
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin.;
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin.
Nafile...
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek.
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin.
Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin.
Telefonun çalmasını bekleyeceksin aramayacağını bile bile.
Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek.
Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla.
Yüreğin burkulacak.
Canın yanacak.
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin.
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden.
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın.
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret edeceksin.
Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin, onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek.
Ama bir umut...
Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...
Bu umut seni gitmekten alıkoyacak.
Gel gitler içinde yaşayacaksın.
Buna yaşamak denirse.
Razı mısın bütün bunlara?
Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye?
O halde âşık olabilirsin. *