araplıkla, müslümanlığın tamamen özdeşleşmiş olması çok acı. bu tür yaşayan türk vatandaşları türk olduğu gerçeğini duymamak için kulaklarını tıkıyorlar.
Bir gta klasiği türk ritüelidir. Kimi zaman kadını öldürmeden gitmej istersin, fakat içindeki geleneklere bağlı kalma güdüsü seni tekrar kadının indiği yere götürür. Anlamadığım tek şey; kadına veriyoruz 120 dolar, öldürdükten sonra üstünden çıkıyor 50 dolar. Yine de zarar, yine zarar...
sözlükte de ortaya çıkmış orospu çocuğu teröristleri seven koruyan götten bacaklı klavye militanlarıdır. buradan sayar saydırır, iş reele gelince gördüğü her beyaz torostan sonra göt deliği istemsizce lineer hareketler yapmaya başlar.
güzelliğin göreceli bir kavram olmasından kaynaklanan bir durumdur. tek kaşlı, burma bıyıklı kürt kızlarından sonra figen yüksekdağ gibi ortalama bir kadın bazılarına elbette ki güzel gelecektir.
masum insanların canına, malına kasteden, bombalı eylemlerde çocukları öldüren, köy basıp çoluk çocuk, yaşlı kadın demeden kurşuna dizenler elbette ki orospu çocuğudur. kürt özgürlük hareketiymiş. ulan amına dinamit sokup patlattığım, ulan beyninin kıvrımlarını sinek siken dalyarak özgürlük dediğin kendi insanını katlederek mi olur lan?!
dudakları bakire olmayan karılar, götü bakire olmayan karılar varken am bakire olmuş olmamış arasında git gelle amımdan regl kanından başka kan gelmedi diyen karıdaki gururdur. Dil attırmış olabilir ama.
istiklal mahkemesince asılan feodal kürt beyleridir. dersimde bombalanarak gebertilen başkaldırı uzantılarıdır. ağrı, koçgiri gibi isyanlarda devletin ayakları altında ezilen katırlardır.
milliyetçilik muhafazakarlığı ve dinciliği barındırmaz. eğer bir kişi dinci ise milliyetçi olamaz. yahudilik hariç hiç bir din kavmiyetçiliği kabul etmezler.
22-26 Haziran 1959 tarihinde, Nalçik şehrinde yapılan “Karaçay-Malkar Halkının Etnik Oluşumu” adlı sempozyumda varılan sonuca göre; Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak ve muhtelif Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından meydana gelmiştir.
Kafkasya tarihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur E.P. Alekseyeva bu etnik oluşumun, Karaçay-Malkarlıların bugün yaşadığı topraklarda XIII-XIV. yüzyıllarda tamamlandığını söylemekte, yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve Kafkas kabileleri dizisine bir de “Koban Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir. Bilindiği üzere “Koban Kültürü”nün yaratıcıları ise Kimmer ve Saka [iskit] gibi Proto-Türk kavimleridir [Hacilayev, 70:6; Mokayev, 76:87].
Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisinde olmuşlardır. Kimmer, Saka, Hun, Bulgar, Alan, Hazar ve Kıpçak gibi eski Türk kavimleri çok eski tarihlerden itibaren Kafkasya coğrafyasını binlerce yıl hakimiyet altında tutmuşlardır. Bununla birlikte, Araplar VIII. yüzyılda Kafkasya‟yı fethederek itil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve iranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya‟ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya‟yı ele geçirmişlerdir. Fakat Moğollar kendilerinden hem daha fazla nüfusa sahip ve hem de askeri bakımdan daha üstün özellikleri olan Türklere bağımlı kalmışlardır. Dolayısıyla kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler de hep Türk asıllı olmuşlardır [Henze, 85:3].
Kimmerler ve Sakalar
Eskiçağ tarihinde “Bozkır Göçebeleri”nin yaratmış oldukları “Atlı Kavimler Medeniyeti” veya “Bozkır Kurgan Kültürü”nün sahipleri, Kafkasya coğrafyasındaki Türk varlığının başlangıcını oluşturmaları bakımından büyük önem arz etmektedir. Bozkır Kurgan kültürünün sahipleri olan Proto-Türk kavimleri, Kafkasya‟ya geldikleri zaman burada dağ eteklerinde yaşayan yerli kavimlerle karışarak “Maykop” ve “Koban” kültürlerini oluşturmuşlardır. Bu kültürün önemli özelliği ise kurgan tipi mezarlardır. Bilindiği gibi kurgan tipi mezarlar Türk kavimlerinin en eski mezar biçimini yansıtırlar. Kurgan tipi mezar kültürü en eski çağlardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar Türk kavimlerinde muhafaza edilmiştir. Kafkasya‟da “Kurgan Kültürü”nü yaratan Proto
-Türk kavimlerine yani Kimmer ve Sakalara ait ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular Türk kavimlerinin çok eski çağlardan beri bu coğrafyada yaşadıklarını göstermektedir. Bu arkeolojik bulguların en açık örneği, M.Ö. IV. bin‟den kaldığı sanılan “Nalçik Mezarlığı”dır. Bu mezarlık Zatişye bölgesindedir. Bu mezarlıkta tespit edilen bulgulardan, Kafkasyalı yerli kavimler ile Kurgan Kültürü sahiplerinin birbirleriyle yakın ilişkilerde bulundukları anlaşılmaktadır. Malkar‟da Bıllım köyü yakınlarında, Krasnodar bölgesinde ve Karaçay‟da Kelermeskiy, Novolabinskiy, Zubovskiy köyleri ile Cögetey şehri yakınlarında, Çeçen-inguş topraklarında Mekenskiy köyü yakınında, Kabardey‟de Akbaş ve Kişpek köyleri yakınlarında Kurgan Kültürü sahiplerinden kalma eski arkeolojik kalıntıların sayısı oldukça fazladır [Mızılanı, 93/3:15; Miziyev, 94:23-24].
Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, M.Ö. II. bin başlarından, M.Ö. VIII. yüzyıla kadar Karadenizin kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte “Kimmerler” adıyla tanınmışlardır. Kimmerlerin tarihi ve etnik kökeni meselesi, iskit araştırmaları ile ortaya çıkmış ve buna paralel olarak gelişmiştir. iskitler üzerine yapılan araştırmalar sırasında, XVII. yüzyılın çeyreğinde, Sibirya‟daki kurganlarda çok kıymetli altın eserler bulunmuştur. Bu olayı takiben, Sibirya ve Güney Rusya‟da tesadüfen bulunan benzer şekilli buluntuların, bir zamanlar Avrasya bozkırlarında yaşamış olan göçebelerle bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. “Göçebe-Hayvan Üslubu” adıyla tanımlanan bu çok zengin arkeolojik materyal “Bozkır Kurgan Kültürü”nün tipik bir kültür ürünlerinden başlıca ana grubunu oluşturmaktadır [Tarhan, 79: 355-356].
Kimmerlere izafe edilen, Bakır ve Bronz çağlara ait bu zengin materyaller, kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık alandan, batıda Podolia bölgesi ve doğuda Urallara kadar uzanan geniş bozkır kuşağına yayılmıştır. Ayrıca, merkezî Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de bu alana dahildir. Bu bölgedeki buluntular, Güney
Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler [Tarhan, 79:359]. Kuzey Kafkasya‟da yapılan arkeoloji çalışmalarında Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar, silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da günümüzde Karaçay Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, indiş ve Sarıtüz köylerinde ortaya çıkarılmıştır [Miziyev, 94:32, 95].
Yine, Kimmerlerin M.Ö. 1800-1700 yıllarından M.Ö. XIII. yüzyıla kadar devam eden yayılma süreci dönemine tesadüf eden “Katakomb Mezar” ve “Koban Kurgan”ları da Kimmerlere ait arkeolojik eserlerdir. Katakomb Mezar kültürü doğuda Volga, batıda Dneper, güneyde ise Azak denizi ile sınırlanmış geniş bir bozkır kuşağında görülmektedir. Buralarda ortaya çıkarılan arkeolojik materyaller tamamen Koban Kurganları ile bağlantılıdır. Mezarlardan çıkarılan bütün buluntular Katakomb Kültürünü yaratan bozkır sakinlerinin “Pastoral” yani “Göçebe-Çoban” bir hayat tarzı ile yerleşik ziraat arası bir hayatı sürdürdüklerini göstermektedir. Fakat bu hayat tarzı, icabında hayvanlarına ot bulmak için çeşitli yörelere göç eden çobanlara kışlak veya konak vazifesi gören bir yerleşikliktir. Yani bu merkezler, klasik anlamda yerleşik kültür iskanlarından farklıdır [Tarhan, 79:359-361].
M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya‟nın merkezi kısımlarında “Koban Kültürü” oluşmuştur. Kuzey Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik buluntuların yansıttığı kültüre, bu köyün adı dolayısıyla “Koban Kültürü” adı verilmiştir. Burada bulunan arkeolojik malzemenin Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır [Alekseyeva, 93:5]. Kafkasya‟da Terek ırmağı civarındaki Pyatigorsk [Beştav] kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [M.Ö.1200-1000] da yine Kimmerlerden kalmıştır [Grousset, 80:22].
Öte yandan “Koban Kültürü” kavramı kimileri tarafından yanlış anlaşılmakta ve bu kavram bir kültür terimi şeklinde Kafkasya halklarının ortak bir kültür dairesi içerisinde oluşturdukları bugünkü Kafkasya kültürüne izafe edilerek yanılgıya düşülmektedir. Halbuki gerçekte ise “Koban Kültürü” ilmî bir terim olup adını Kuzey Osetya‟daki Koban köyünden almıştır. Yani aslî olan Kafkasya kültürü değil, Koban köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer ve Saka kültürüdür.
Katakomb kültürü ile Koban kurganları birbirleriyle organik olarak bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansız gibidir. Bu nedenle de, her iki kültür grubu “Koban-Katakomb Kompleksi” olarak da adlandırılmaktadır. Koban kurganları, Kimmerlerin, Kafkaslar üzerine yayılmaya başladıklarını göstermektedir. Bu kültürün komşu çevre kültürleri üzerindeki etkileri dikkati çekmektedir. “Koban” ve “Kolkhidik” adıyla anılan kültürler, Kimmerlerin merkezi Kafkasya‟ya yayılan büyük
kolunun temsilcisidirler. Çevre kültür üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. Öte yandan, yerli Kafkas gelenekleri de Kimmerleri oldukça etkilemiştir. Kurganlardan elde edilen arkeolojik materyal çok zengin olup, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini açıkça yansıtmaktadır [Tarhan, 79:361-362].
Kimmerler MÖ.VIII. yüzyılın son on yılında Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda meskun iken, Sakaların [iskitlerin] gelmesiyle buradan Kafkasya‟ya doğru yönelmişler, Derbent ve Daryal geçitlerini aşarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarına yayılmışlardır [Durmuş, 93:63; Lang, 97:65]. Sakaların [iskitlerin] baskısı sonucunda göç eden Kimmerlerden arta kalanlar kendileriyle akraba olan Sakalar tarafından izole edilmişler ve zamanla da onlarla kaynaşarak tarih sahnesinden silinmişlerdir [Tarhan, 79:365].
Kimmerlerin arasında Bulgar Türklerinin atalarının da yaşadığı ve hatta Kimmerlerin tamamiyle doğrudan Bulgar Türklerinin ataları olduğu hakkında görüşler vardır. Sözgelimi Prokopius, Kimmerleri doğrudan Bulgarların ceddi olarak gösterir. iran-Hazar rivayetleri de Bulgarların ceddi olarak “Kimarî”den [Kimmer] bahseder [Kırzıoğlu, 53:66].
“Mücmel el-tavarih”te Yafes‟in yedinci oğlu “Kemari”nin [Kimmer] Bulgarların babası olduğu yazılıdır [Şeşen, 85:30]. Macar mitolojisinde, “Vaktiyle Kimmer kralının Kutirgur ve Utirgur adlı iki oğlu varmış” şeklinde Kimmerlerin Kutirgur ve Utirgurların [Bulgarların] ataları olduğu ifade edilmektedir [Ögel, 71:579]. Bulgarların yakın akrabası Hazar Türklerinin Hakanları da kendi cedlerini sırasıyla “Nuh-Yafes-Kimmer-Togarma” şeklinde göstermişlerdir. Kimmer‟in oğlu Togarma ise bütün Türklerin atası sayılmaktadır [Ögel, 71:376].
Asur kaynaklarında “Aşguzai”, eski Yunan kaynaklarında “Skyth”, Çin kaynaklarında “Sai~Sak” ve Pers kaynaklarında “Saka” şeklinde anılan Sakalar [iskitler] Proto-Türk kavimlerin en önemli kolunu teşkil ederler.
Sakalar da aynen Kimmerler gibi, Türkler dışında akla hayale gelebilecek her milletle soydaş gösterilmiştir. Bununla birlikte, Sakalar üzerine yapılan araştırmalar Kimmerlere göre çok daha ileri safhadadır. Bütün karşıt hipotezlere rağmen Sakaların kökenleri Orta Asya‟ya bağlanmakta ve Sakaların Türk kökenli oldukları kabul edilmektedir. Arkeolojik materyal ve yazılı kaynaklar bu tezin ana dayanak noktalarını oluşturmakta ve diğer görüşleri objektif bir şekilde bertaraf etmektedir [Tarhan, 79:358].
Sakaların etnik kökeni hakkındaki görüşler genel olarak üç grupta toplanmaktadır. Birinci grupta yer alan Avrupalı bilim adamları, Sakaların iranî bir kavim olduğunu kabul ederler. Bunların görüşü temelde Sakalar ile Perslerin akraba kavimler olduğu şeklindedir. Fakat, Sakalar gerçekten de iranî bir kavim olsaydı ve Perslerle bir akrabalıkları bulunsaydı; Sakaları çok iyi tanıyan Persler eski kitabelerinde Sakalardan yabancı ve düşman bir kavim şeklinde söz etmez ve Türk-iran savaşlarını anlatan Şehname‟de Alp Er Tonga‟dan Saka~Turan Hükümdarı şeklinde bahsetmezlerdi.
ikinci grupta yer alan Rus bilim adamları ise Sakaların Slav kökenli bir kavim olduğunu ileri sürmektedirler. Bu görüşü savunanların başında i.E. Zabelin gelmektedir. Halbuki, Herodotos ve Hippokrates‟in eserlerinde Sakaların Slav kökenli olduklarıyla ilgili tek bir söz dahi geçmezken, i.E. Zabelin ve diğer Rus tarihçiler, Sakalardan sanki Slav kökenli bir kavim olduğu ispatlanmış gibi söz etmektedirler.
Üçüncü grupta yer alan Avrupalı ve Türk bilim adamlarının görüşleri ise Sakaların Ural-Altay kökenli bir kavim olduğu yönündedir. Bu görüşü ortaya ilk atan B.G. Niebuhr olmuştur. B.G. Niebuhr “Herodotos Tarihi”ni tarafsız bir yöntemle inceledikten sonra Sakaların Türk veya Moğol kökenli bir kavim olabileceğini ileri sürmüştür. Dayandığı esaslar ise başta Saka dili ile Türk-Moğol dili arasındaki paralellikler ve Saka hayat tarzı ile muhtelif Türk-Moğol kabilelerinin hayat tarzı arasındaki benzerliklerdir. B.G. Niebuhr dışında G. Grote,
K. Neumann, G. Nagy, G. Kuun, E. Minns, O. Franke, E. Meyer, G. Huntingford, Z.V. Togan, S.M. Arsal, Y.Öztuna, M.F.Kırzıoğlu ve daha birçok tarihçi Sakaların Türk kökenli bir kavim olduğunu kabul etmektedirler [Durmuş, 93:41-43].
Herodotos Tarihi‟nde, Sakaların aslen Orta Asyalı göçebe bir kavim olduğu ve Massagetlerle [Hunlarla] yaptıkları savaştan yenik çıktıktan sonra Kimmerlerin yaşadığı yerlere geldikleri anlatılmaktadır [Herodotos, 91:196]. Hippokrates‟in Sakaların hayat tarzı hakkında verdiği bilgiler ise Sakaların Türklüğü konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır: “iskitler [Sakalar] göçebedirler. Sabit bir ikametgahları yoktur. Bunlar dört yahut altı tekerlekli arabalar içinde otururlar. Arabalarının dört bir yanı ve üstü keçe ile kaplanmıştır. Bu evler yağmura, kara ve rüzgara karşı dayanıklıdırlar. Arabaların bazılarını iki çift, bazılarını ise üç çift öküz çeker. Bu arabalarda kadınlar ve çocuklar birlikte yaşarlar Erkekler ise at üstünde onların yanında giderler. Bunları koyun, sığır ve at sürüleri izler. Bir yerde hayvanlarına ot bulabildikleri sürece kalırlar. Otların hepsi bitince başka yere giderler. iskitler [Sakalar] pişmiş et yerler ve kısrak sütü içerler. Bu sütten bir de hippage denilen bir peynir yaparlar. Onların adetleri ve hayat tarzları böyledir” [Durmuş, 93:151].
Sakaların etnik kökeni hakkında “Codex Cumanicus” adlı eserde önemli bilgiler verilmektedir: “iskitlerin [Sakaların] adı çok eski zamanlardan beri kollektif olmuştur. iskit adı verilen kavmin, bir zamanlar Hyperborei denilen bölgelerden, iranî halkların yaşadığı ülkelere kadar geniş bir alana yayılmış olan Turanîler [Türkler] olduğu ortaya çıkmıştır. Pers destanı Şehname‟de Turanlılar ile iranlıların çok eski ve kanlı savaşlarının hatırası hala korunmaktadır. Artık belgelerin çokluğu iskitlerin kollektif adının farklı Türk boylarını içerdiğini açıkça göstermektedir. Son zamanlar da Grek yazarları da iskitlerin Türk olduklarını açıkça söylemektedirler” [Durmuş:93:135].
Karaçay-Malkar Türklerinde de, Sakalara ait birtakım dil ve kültür unsurları halen yaşamaktadır. Sözgelimi, Herodotos eserinde Sakaların “Tabiti” adında bir ocak tanrıçasını kutsadıklarından bahsetmektedir [Herodotos,91:208]. Aynı şekilde, Karaçay-Malkar Türklerinin eski pagan inançlarında da “Tabıt~Tabut” adında bir ocak tanrıçası vardır. Karaçay-Malkar Türklerindeki “Tabıt” adındaki ocak tanrıçası inancının Saka kültüründen miras kaldığı aşikardır.
Adilhan Adiloğlu - Karaçay-Malkar Türkleri
Ogurlar, Bulgarlar, Hunlar, Sabirler ile devam eden kitabı okumak için: http://www.academia.edu/ …/Adilhan_Adiloğlu_-_Karaçay-Malkar…
* Karaçay-Malkar Türklerinde Sülale Damgaları: https://www.academia.edu/ …/Adilhan_Adiloğlu_Karaçay_Malkar_…
* ismail Miziyev Tarih Halkın Zenginliğidir:(Çeviren: Adilhan Adiloğlu) http://www.academia.edu/ …/ismail_Miziyev_Çeviren_Adilhan_Ad…
* Karaçay Balkar Buluntuları: https://www.facebook.com/...31&type=1&theater
türkçü birisi olarak söylüyorum bunu. türk töresince işgal edilmiş bir memlekette türk'e silah çeken bir köy varsa bütün bireyleri öldürülür hayvanları da diri diri yakılırdı. bunu cengiz han'dan timur'a bütün büyük türk başbuğları uygulamıştır.
düşmanında dölünden er, etinden aş olmaz! atatsözü de bu törenin özetidir.
Bir atasözü. bir evde türk soylu ile kurt soylu yoksa o evi yakın diyerek türk yurduna türkten başkasının yerleşemeceğini, trk olanların da kurt soylu yani mankurtlaşmamış, milli benliğini yitirmemiş türk olması gerektiğini belirtmektedir.
Türk mitolojisinde dünyanın bir ya da daha fazla ejderha tarafından döndürüldüğü yani "evrildiği" düşünülürdü. Daha sonra "i" harfi düşmüş ve sözcük "evren" halini almıştır. Eviren, döndüren, çeviren anlamında... Dünyayı ve kainatı döndürüp çevirdiğine inanılırmış. Kısacası Kopernik'ten önce dünyanın döndüğünü anlayacak bir algıya sahipmiş atalarımız.
"Yarattı kör, evren tuçi evrülür,
anıng birle tezginç yine tezginir."
Günümüz Türkçesiyle;
"Yarattığı durmadan döner,
onunla birlikte zaman da döner."
Yusuf Has Hacip
buraya Türkiye'nin Türk ülkesi olduğunu anlamayan hödüklere bunu anlamaya geldim. gerek siyaseten, gerek fikren gerekse fiziken bunun mücadelesini vermekten çekinmedim, çekinmeyeceğim!..