mor renkli göz irisi olan kızların ayaklarının kokmamasıdır. bu tarihte de kanıtlanmıştır. eski mısırda bile mor renkte gözü olan kızların ayakkabı giymesi bile yasaklanmıştı. evlenemezler ve madame coco ile english home mağazalarına da gidemezlerdi. 1 saat boyunca ayakta da duramazlardı ama bazenleri ayağını değiştirerek gizlice tek ayağının üzerinde duranları olmuştur. arpa dalından yaptıkları taç ve sazotunun sapıyla dokunmuş yakından bakılınca içi görülebilen elbise hariç bir şey giymeleri de yasaklanmıştı.
hain israil devleti bu gerçekleri bilmemizi istemiyor. o yüzden isa'yı da ağaca asmışlardır.
pembe kapüşon giyen minnak kuzunun susayınca kapüşon ipini emmesidir. ikiz kardeşini kıskandıran bir gelişmedir. köyün oralara bir yere kara bulutlar gelince naylonunu almadan kapüşonunu aramaya giden minnak kuzu gökten düşen su damlalarına anlam veremedi ve iyice ıslandıktan sonra kapüşonlusunu bıraktığı mağaraya girdi. orada elbisesini kurutup giydi ama göksuyu bitmemişti. iyice susamıştı ama köy de uzaktaydı. minnak kuzu da kapüşonlusunun tatlı ipini emerek bir nebze mutlu oldu.
kuzuyu merak eden annesi, kuyruşunda siyah benek olan ikiz kardeşini yola baksın diye gönderdi. naylonunu, tarağını ve ipodunu da yanına alıp uzaklaştı. yola baktı ama bambık kardeşini bulamadı.
olm var ya, sırf şu sahneyi görmek için cennete gitmek isteyen adam tanıyorum. sonsuz hayatı, çikilop havuzlarını, bal fışkırtan jakuzileri falan geç asıl buna odaklan. olay burada.
selam.
şimdi katrilyonda bir ihtimal bile olsa çocuk tecavüzünden dolayı dünyada ya da ahiretinde ceza çekmiş birinin cennete gitme ihtimali var. yok diyesin var biliyorum ama var bebeğim, bana şimdi burada saydırtma affedilme prosedürünü, tövbe ve günah çıkarma yortularını falan. ha işte cennette kuğu gibi süzülürken bu tecavüzcüye rastlamaktır. düşündükçe gülesim geliyor. artık adamı döverler mi linç mi ederler, apatmanında eşcinsel istemeyen rizeli gibi fesat fesat şikayet mi ederler çok merak ediyorum lan.
şimdi bir an kendini cennette çocuk tecavüzcüsüne rastlamış gibi hayal et, meramımı anlayacaksın.
bu konuda büyük bir eksiklik mevcut. yani tanrının bizden istediği tam olarak nedir? doggy yapınca kaç sevap point, kaşık, misyoner.. falan derken epey bir fırsat mevcut. mesela gavurlar oh my god falan diyorlar. bu söz bizdeki allahu ekber'e tekabül etmekte. yine de siz sevişirken allahın adını anmayın hatta ezan okunurken falan bi toplanın. ayıptır neticede.
bu şarkımı önemli olan iç güzellik yalanıyla kendini kandıranlara ithaf ediyorum.
ambalajı dikkat çekmeyen binlerce ürünün başına geldiği gibi insan ilişkilerinde de biçimsel olarak beğenilmediğiniz takdirde kimse sizin iç dünyanızdaki o adeta bir ceylan yavrusu saflığını, adeta kelebek zarifliğini, adeta sürgünde bir kral kadar iyi yürekli ya da çepeçevre tüm evreni saran sevgi dolu kalbinizi öğrenemeyecektir. çünkü insanoğlunun hem şahsi dünyasında hem de topluca yaptığı en büyük ahmaklık kendini özel ve eşsiz zannetmektir.
sağlıklı kalabilmek adına türlü yalanları kendinize yutturmaya devam edebilirsiniz. ama sizi kendine yakışık görmeyen birinin kalbini kazanmak olanaksızdır. kazansanız bile istediğiniz değerde ve konumda olmayacaksınız.
adnan oktar videolarında müşahede edebileceğiniz ibretlik bir durum. solo şekilde ve bilhassa güzel de gülüyorsa gülen kadının sesi tedavi edici olabilir. lakin arada erkek sesi olmaksızın 3 ya da daha fazla kadın birlikte kahkaha atmaya başladı mı işler çirkinleşmeye başlıyor. insan nedense kendini hindi kümesine girmiş gibi hissediyor.
zaten bir kadının neye güldüğü zekasını, nasıl güldüğü de iffetini gösterir derler. bence siz gülerek kendinizi hiç ele vermeyin de merak edelim.
eskimonun biri ağzında cuğarasıyla balık tutarken tepesi kel, eski püskü kahverengi bir entari giymiş bir cizvit papazı yaklaşır.
- selam sana dostum. ben tanrının sana yolladığı bir elçiyim. cennete gitmek ister misin?
- isterim de cennet neresi
- cennet, öldükten sonra insanların huzurla ve diledikleri gibi yaşayacağı bir yer. tanrımızın bize bir armağanı.
- iyiymiş. nası gidicem oraya?
- çok basit, vaftiz edilip hıristiyan olacaksın, zina yapmayacaksın, komşunla iyi geçineceksin, yalan söylemeyeceksin, bi de kilisemize düzenli geleceksin.
- çok dedin in biraz.
- tamam sen şimdilik hıristiyan ol yeter. sonra pazarlık yaparız senin adına tanrıyla.
- pekala bu saydıklarını yapmazsam ne olacak?
- o zaman da cehenneme gidersin dostum. orada da tanrı seni cezalandıracak. bildiğin tüm acıları çekeceksin.
- kötü kalpli bir tanrın varmış. peki ben bunları bilmeseydim de cezalandırılacak mıydım?
- hayır.
bunu duyan eskimo cıgarasını iki parmağıyla papaza atıp "bre amına koyduğumun kelaynağı neden anlattın bana bunları o zaman pezevenk." demiş ve papazı tanrısına yollamış.
haçlı seferi gibi bir şeyler yaşanmayacaksa eğer, geri kalmaya, yetersiz beslenmeye, zeka geriliğine, tembelliğe, ucuz işgücü olmaya, düşük profilli bir yaşama devam edeceğini müjdeleyebiliriz. bu zeka ile iyi bile yaşamış gerçi.
Antik roma'da kasım ayının 4'ü ila 17'si arasında kutlanan halk festivalidir. Oyunlar atlı araba yarışları, gladyatör müsabakaları, teatral performanslar içerip tüm pleb (halk) sınıfına açık olarak şehir arenasında düzenlenirdi. 13 kasım'daki jüpiter ziyafeti, 14 kasımda süvari gösterileri ve sirk oyunları, 15 ila 17 kasım arasında da hipodromda arabalı yarışlarla tamamlanırdı.
islam ahlakı da hariç değil. din gibi, ahlak da muameledir. yapıp edilerek deneyimlenir ve kişiye özeldir. ahlaka alt ve üst sınır koymak dünyanın halen düz olduğuna inanmakla mümkün
gerçekten merak edilen bir sorudur. kendisinden önce gönderilen kitabi dinleri ve ortaya çıkış tarihlerini, o süreçteki sosyal hareketleri incelediğimiz vakit, oluşturulan dinin ihtiyaca cevaben şekillendiğini ve geliştiğini görüyoruz. bir nevi talep arzı doğuruyor. çünkü bu arz-talep dengesi insan uygarlığının şifresidir.
israiloğulları kenan ülkesinin mısır tarafından telef edilmesi üzerine neredeyse tamamıyla birlikte mısır'da köle idi. tabiri caizse mısırlılar tarafından gece gündüz insanlıkdışı şekilde kullanılıyorlardı. tam da bu noktada bir kurtarıcı, onları özgürlüğüne kavulturup, önderlik ederek ülkelerine götürecek birini yürekten arzu ettiler. destanları, kulaktan kulağa hikayeleri ve efsaneleri o kişiyi çağırdı: musa.
yine aynı coğrafyada 2000 yıl sonra, mahalle baskısı açısından berbat bir din olan yahudlliğin hakim olduğu; kalpsiz, duygusuz roma'nın yönettiği topraklarda bunlardan yılgın halkın beklentisi yükseldi. onlar kuralcı ve gaddar babaları gibi değil de sevgi, barış, hoşgörü, hastaları iyi eden, kölelere bile değer veren bir tanrı istediler. bu çağrıları bir bakirenin (!) rahminde döllendi: isa.. isa tam istedikleri kişiydi. güneş tanrısının oğlu horusla özdeş gelişen inançları isa'yı tanrının oğlu yaptı.
şimdi hikayenin devamında islam'a gelene kadar olan süre çok uzun değil. coğrafya aynı, insanlar aynı insanlar. acının, savaşın, kederin ve barbarlığın merkezi ortadoğu.
şüphesiz islam'da yaratılan tanrı figürü her şeye gücü yeten, isterse yıldızları defter gibi dürebilen, dağları denizlere dökebilen, korkulması gereken kindar bir tanrıdır. kuranda da peygamberin anlatımlarında da tanrının hoşgürülü ve engin bir özelliği ön plana çıkmaz. buradan hareketle abartılmış bir kral, bir kabile şefi, bir baba figürünü andırmakta. islamın doğduğu coğrafyanın o yüzyıldaki ihtiyaçlarını bilebilirsem sosyolojik örüntüyü tamamlayabilirim.
çünkü insanoğlunun yarattığı en korkunç şey tanrıdır.
islam inancına göre olası bir durum. eğer bir kişi son nefesinde tevhid üzere ölürse dünyadaki günahları nispetinde cehennemde yandıktan sonra tanrının takdir ettiği bir cennet katına yerleşecek.
tıpkı pedifilinin insanın baş etmesi gereken bir sınav olduğuna olan inanç gibi bir saçmalıktır. pedofili bir sapkınlık olmakla beraber ilginç bir şekilde tanrı tarafından belli insanlara verilen bir hormon olduğu gerçeğini değiştirmez.
diyelim ki pedofili olan adamın sınavıydı bu. peki hiçbir şeyden haberi olmayan küçücük çocuğun sınavı neydi? bilimsel gerçekler bize gösterir ki çok küçük yaşta böyle bir travma yaşayan insanlar normal bir yaşam süremezler.
hiçbir günahı olmayan çocukları başka sapıkların sınavına yem yapan tanrı!
yalnızlık. belki de bir insanın en özgür ve en çok kendisi olabileceği uçsuz bucaksız, bizzaman, bimekan telaşsız bir nokta. insana; "ne içindeyim zamanın/ ne de büsbütün dışında/ yekpare, geniş bir anın/ parçalanmaz akışında " gibi bir şiir yazdırabilecek kadar da kudretli bir sonsuzluk hissi. yalnızlık insanoğlunun bir başına inşaa edebileceği en kallavi hisar; yalnızlık içerisinden rengarenk gökkuşakları fışkıran, en büyük mefkurelerin yeşerdiği bi öz-kubbedir. ölümden sonra belki de en çok "ben" olabildiğimiz bu limana kederle demirlemez kimse esasında.
sar tütünü, he can.
lakin, bu duyguyla beraber gürül gürül akan bir dünyanın ortasındaki o bir başınalık, o anlaşılmamak, hiçbir elin sana uzanmaması yok mu; ölümden zor gelir. aslında korktuğumuz, üzüldüğümüz şey yanlızlığımız değil tercih edilmememizdir. kaybettiğimize inanmadığımız halde etrafımızı saran kayıp duygusu.
arap mitolojisinde hilal ile simgelenmiş büyük tanrı el-ilah'ın bıcırık kızlarıdır. sırasıyla el-uzza, el-manat, el-lat. kendilerinin çok şahane ve yüksek sanatsal değerli heykelcikleri monoteistler tarafından kabe'de yıkılmıştır.
islam mitolojisine dair az bilinen bir gerçektir. üç aşağı beş yukarı hikayeye göre dünyaya ifrazat atımından münezzeh halde gönderilen adem, çok sıkıştığı anda kendine emredildiği gibi bir ağaç parçası ile kendine kıç deliği açmıştır. hiçbir ağaç bu mübarek kıça değmeye cesaret edemezken misvak buna cesaret eder ve adem'i büyük bir ezadan kurtarır.
yaratıcı ise misvak ağacının bu cesaretini ödüllendirerek bu ağacı inanan kişilerin diş temizliği görevine atar. bir nevi misvak terfi alır, mübarek olur.
islam inancına göre kıyametten sonra gerçekleşecek adaletsiz ve merhametsiz bir vaka. islama göre hayvanlar ve akli dengesi bozuk insanlar kıyamet esnasında toprak olacak ve milyarlarca insanın ayaklarının altına serilecek. yani ne cennet ne de cehenneme gidemeyecektirler.
bu arada dünyada yaşarken minicik çocuklara tecavüz ederek öldürenler eğer tövbe etmişlerse cennete gitmek için o toprağın üzerine basarak bekleyecekler. tanrısı için savaşırken günahsız kadınları alıkoyup senelerce tecavüz edenler, bebeklerin karnını deşerek öldürenler, yaşarken ameli ne olursa olsun tanrı tarafından affedilenler orada bekleyecek. gerçekten fair deal tanrım.
kafamı kurcalamakta olan bir soru. bilindiği gibi tanrı figürü anlatılırken her şeyi gören, işiten ve her şeyde haberdar olan diye bahsedilir. madem yapıp ettiğimiz her şeyi görüyor, neden iyi ve kötüyü not etmek için iki adet melek istihdam etmiş?
tek bir melek bunları not etmek için yetmiyor muydu? hayır hem neden not etmek? kamera gibi her anımızı bize şlak diye gösterebilecekken hala kalemdir divittir.. ahirette "sen bunu yaptın!" dese götümüze ayı bağırır zaten. neyi nasıl inkar ediyorsun lan gezegenler birbirine girmiş, dağlar denizlere yürümüş?
burada bariz bir mantıksız istihdam var. bu melekler daha iyi işlerde kullanılabilirdi. minicik kız çocuklarına tecavüz eden puştları engellemek gibi.
şu anda dünyaya inmiş biri olsa idim mevcut bilgiler ışığında kesinlikle kaydımı yaptıracağım din olurdu. bir tanrıda aranacak tüm özellikler fazlasıyla güneşte mevcut. güneş olmadan canlı-cansız hiçbir varlığın mevcudiyeti mümkün olamazdı.
durduk yere akla gelen histir. sanki zengin kişiler akşam çayı içmiyormuş gibi bir intibaya kapılmaktır. ben hiçbir filmde ya da dizide akşam yemekten sonra güzel bir çay demleyen zengin evladı görmedim. onlar eğer ikram eden olursa tebaaya yakın bir izlenim oluşturmak için çay içerler sanki. onu da içtiklerinden değil de hani mahsuscuktan.
arkadaşlar sosyokültürel ve sosyoekonomik durumunuzu ayarlamak istiyorsanız bu ziyadesiyle varoş içecekten uzak durun. bir yerlerden batılılaşmaya başlamak lazım.
kadınlar garip yaratıklar azizim. ya ileriyi düşünerek ya da hep maziyi yaşayarak mutsuz olmayı becerirler. böylece hiçbir zaman anı yaşamak nasipleri değilir.
kocası tarafından aldatılan bir kadının ilk fırsatta almak isteyeceği intikamda figüran oyuncu olarak sahneye dahil olmaktır. en başta sıcağı sıcağına isimli reality show programına layık bir hikaye gibi gelebilir. ama bunu yaşayan çok erkek vardır. hani kocası kadını aldatmıştır. olay bir şekilde örtbas edilir, "erkektir yapar"a getirilir, "kadın dediğin dul kalmamalı" lafıyla pasta cilası yapılır. işte bu sözkonusu kadın mutlaka intikamını almak için başka bir erkeği ağına düşüren bir karadul örümceğine dönüşebilir.
vakti evvel başıma geldi böyle bir şey. polis kocası tarafından aldatılmış bir kadın benimle aylarca bekar bir kızmışçasına flört etti. aşık sandım ne bileyim. seviyor sandım. yanıldım.
öğrendiğimde daha götüm rahat rahat 3 buçuk atayazmadan bi de terk edildim.
beyler ağalar. sözüm size. lütfen. sevin amma güvenmeyin.
evvelce yalnız benim başıma geldiğini sandığım fakat sonra normal olduğunu anladığım garip his. ateşli hastalık esnasında algıların bir miktar karışması ile meydana gelen orantısız ve bünyeye yabancı hacim hissiyatıdır. mesela zihninizde bir obje belirir. fakat bu obje olması gerekenden daha ağır ya da daha hafiftir. bence sebebi tamamen kafayı sıyırmadan evvelki duvara rastlamış olmanız. bi de ben eskiden ateşli hastalık esnasında elimi duvarda gezdirmek isterdim. duvar ne kadar düz ve çıkıntısız ise kendimi o kadar iyi hissediyordum falan. entryyi bir yere bağlayamayışımdan anlayacığınız üzere ateşliyim. uu beybi.
Güneş dinine taparken dikkat edilmesi gereken dini vecibelerdir. En mühimi ben görmediğim Tanrıya inanmam diyerek geceleri dininizi sorgulamayın. Çünkü Gece olunca dünyanın öbür yanına geçiyor güneş. Çünkü dünya düz değil.
Kafamı çok kurcalayan soru. Bizde güneşperestlik babadan geçtiği için deruni bilgiye haiz değilim. Zaten okullarımızda da din eğitimi adıyla yalnızca muhammedilik gösteriliyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Çok ibadet etmiş bir zat gibi görünmek için değil de, böyle çikilop tanesi gibi görünüp Çirkinliğimi bir nebze gidermek maksadıyla imaj için solaryuma giresim var. Ama Şirk koşmaktan çekiniyorum. Ne dersiniz? Sizce solaryuma girmek şirk midir?
isminin söylenişi kuş cıvıltısını andıran kızları daha çok seviyormuşum meğer. çünkü kelam-ı muhabbet ismiyle başlar. sırf cümleme adıyla başlayabileyim diye platon'la söyleşir gibi, ayyaş sirko'yla içer gibi, hypetia'ya aşk mektubu gibi böyle olric'ten yankılanan kahkaham gibi konuşuyorum. sonu gelmesin, günlerce gayesiz suretimle adını sesleyeyim, heybetli bir dalganın tiyatral zarafetle kıyıya serpilmesi gibi içimde söne söne böyle.
"cemre"
cemre bir tasavvur, cemre bir esriğin düşü. cemre rüzgarın sesindeki bin yıl yorgunluğu. cemre benim maksudum.
sanırım kadınlar erkeği kendilerine tapınsın diye yaratıyor. ol ki her adam yüzünde düşen kirpiği düzelten, yakasını derleyen, belki bir sokak başında tek bir bakışla yüreğini elleyen kadınları tanıyor şıkır şıkır titremesinden. bilir mi acaba sevginin dinine bağlanıyor usulca. o halde şarttır sevgilinin putunu yapıp gizlice tapınmak. gittiğin yol ne ise sen o'sundur. esirgeyen ve gözeten ve yüzüme düşmüş kirpiğimi düzelten. cemre.
rus sanatçı ilya repin'in meşhur tablosuna konu olan cevaptır. repin ise bu konuyu gogol'un taras bulba eserinden esinlenmişti. doğruluğu kesin olmamakla beraber işgüzar rusların ne alakaysa şimdiki ukrayna içinde kalan zaporojye bölgesinde yaşayan atlı yarı göçebe, hürriyetine düşkün ve az biraz gürültücü topluluğu koşaklar (cossacks, kozaklar) sahip çıkmasından mütevelli bir enstantene. kızılordu korosunca da seslendirilmiş bir halk türküsü olan ingilizcesi cossack patrol isimli parçada da benzer bir durum mevcut. halihazırda ortodokslaşmış kuman boylarından başka bir sahibi olmayan bu diyarda; söylenceye göre sultan 4. mehmed bu topluluğa teslim olmaları çağrısı yapar. nitekim bu halk hem türkleri hem de polonya-litvanya devletlerini uzun süre uğraştırmış bir topluluktur. sultan mehmed fermanında:
"Ben, Muhammed'in oğlu; Güneş ve Ay'ın kardeşi; Tanrı'nın torunu ve veziri; Makedonya, Babil, Kudüs, Yukarı ve Aşağı Mısır'ın hükümdarı; imparatorların imparatoru; hükümdarların hükümdarı; hiç yenilmemiş harikulade savaşçı; Hz. isa'nın kabrinin yılmaz bekçisi; Tanrı tarafından seçilmiş mütevellinin ta kendisi; Müslümanların ümidi ve huzuru; Hıristiyanların kahredicisi ve koruyucusu olan; ben, Sultan.. size emrediyorum Zaporojya Kazakları, kendi rızanızla ve direnmeden bana teslim olun ve saldırılarınızla beni rahatsız etmekten vazgeçin." buyurmaktadır.
cevap ise hint baharatını burna çekmek kadar zihin açıcı. neredeyse bir tek kulağının arkasını bırakmışlar, sultanın tüm unvanlarına ayrı ayrı giydirerek şu mektubu yazmışlar.
"Seni Türk şeytanı lanet olası iblisin kardeşi ve refakatçısı, Lucifer'in kâtibi. Sen ne biçim zebani beyisin, çıplak götünle bile bir kirpi öldüremezsin. Şeytanın sıçtığını ordun yer. Seni orospu çocuğu, asla Hıristiyan oğullarını tebaana alamazsın; ordundan korkumuz yoktur, ister karada ister denizde seninle cenk ederiz ananı da sikeriz.
Seni Babil'in bulaşıkçısı, Makedonya'nın tekerlekçisi, Kudüs'ün biracısı, iskenderiye'nin keçi sikicisi, Yukarı ve Aşağı Mısır'ın domuz çobanı, Ermenistan'ın dişi domuzu, Podolya'nın canisi, Orta Asya'nın ibnesi, Kamenets'in cellatı ve tüm dünyanın ve cehennemin soytarısı, Tanrımızın nezdinde soytarı, Yılan'ın torunu ve sikimizin ağrısı. Domuzun burnu, kısrağın götü, mezbaha iti, vaftiz edilmemiş kaş, kendi anasını siken.
Kazaklar böyle der, seni aşağılık herif. Hıristiyan domuzları bile güdemeyeceksin. Şimdi sadede gelelim, tarihi bilmiyoruz takvimimiz de yok; gökyüzünde mehtap var ve yıl da kitapta yazar; orda hangi günse o gündür burada da; öp götümüzü emi!"
not: tabloya göre ayaktaki kırmızı kaftanlı adam taras bulba. hikayeye göre ise bulba'nın bu aymazlığı ve hırsı halkının sonunu hazırlamıştır.