2008 yılında aldığım iphone 3G telefonum artık kendi kendine kapanıyor ve arayanları bana bildirmeme huyunu sürdürüyordu ve saat henüz 9.30'da ben, işyerindeki bilgisayarımdan e-bay, apple store, sahibinden ve gittigidiyor gibi sitelerden iphone 5 karşılaştırması yapıyordum, haftaya ingiltere'ye iş seyahatinde bulunacak ve oradan mı almak daha mantıklı yoksa abd'den gelen hostes arkadaştan mı istemek daha az yüz kızartıcı veya istanbul bilişim'den taksitle almak mı en güzeli diye düşünürken, sahibinden de elma bilişim adlı kişinin 1499 tl'ye sattığını gördüm ancak daha sonra internette araştırdığım yorumlardan bu kişinin birçok insanı dolandırdığını öğrendim.
Öğle saatlerine doğru biraz iş yapıp, daha sonra tekrar araştırmaya koyuldum ve kararımı ingiltere apple store'dan almak yönünde somutlaştırdım, hem amex kartlara taksit imkanı da vardı ve tex free'den bir kısmını geri alabilme imkanı adeta kararımın doğruluğunu gözüme gözüme sokmaktaydı.
17.30'da işten çıktım arabaya doğru kaldırımda yürürken pat diye bir ses duydum, yürümeye devam ettim ve kaldırımda sıra halinde park etmiş araçların arasında yerde yatan bir kişiyi gördüm, düşmüştü, yanında da kağıt toplama arabalarından vardı, birinci ikilemimi burada yaşadım, acil yetişmem gereken bir buluşma vardı ancak bu kişiye yardım etmezsem kendimi affetmezdim...
Yanına doğru ilerledim ve ağzından köpük çıkıyordu, titriyordu ve hafif kan gelmişti, sara nöbeti diye düşündüm ve telefonumu çıkardım ancak yine kapanmıştı, tekrar açtım ve 112'yi aradım, bu sırada yerde yatan 1,70 m boylarında üzerinde boyacı tulumu olan kısa saçlı esmer kirli sakallı kişi titriyordu ve ağzında baloncuk çıkmaktaydı, o heyecanla 112 beni çok bekletmeden bir görevliye bağladı tabi bu arada bütün konuşmalarımız kayıt altına alınacakmış onu öğrendim;
-112 buyrun
-burada bir arkadaş var.....ağzından baloncuk çıkıyor, kan akıyor ve titriyor....sanırım epilepsi hastası ambulans gönderebilir misiniz?
-yaralı baygın durumda mı? kafasında herhangi bir yaralanma var mı?
-kendinde değil ve kafası sanırım iyi durumda
-adresi verin lütfen
-(4 yıldır çalıştığım işyerinin arka sokağını anlatana kadar sanırım 3-4 dakika geçti tam bu sırada yerdeki yaralı kendine gelmeye başlayıp su diye sayıklamaktaydı ve ilacım diyordu) sanırım kendine geliyor ben arabadan hemen su alıp geliyorum
-o zaman biz sizi 2 dakikaya tekrar arayalım kendine geliyorsa sorun bir hastalığı var mı diye
dostum iyi misin? dedim kendisine ilk, muhtemelen sesimi ilk o zaman duydu, arabadan aldığım ısınmış suyu uzattım ve soğuk değil ama sorun olur mu dedim, sadece başını salladı, zaten ne doğrulabiliyor ne de eli ayağı tutuyordu.
bu sırada 2 kişi daha geldi yanımıza, sara nöbeti bu dediler, kendine gelir dediler... hep beraber tutup arabaların arasındaki gölge bir alana taşıdık, ve adını hiç sormadım... ilk defa mı oluyor dedim, hayır abi dedi;
-sara hastasıyım ben, kimse iş vermiyor bana, ambulans çağırmanıza gerek yok, ilaçlarım bitti ve alamıyorum evde çocuğum var ve bu üstümdekileri bugün buldum arabam nerde?
-araban burda geçmiş olsun
-sağol abi, bu arabayla kağıt toplamaya başladım
bunları derken elleri titriyor gözleri boş bakıyordu, o an acıma duygusunun yerini dünyanın adaletsiz oluşunun vermiş olduğu kızgınlık almıştı.
-ilaçların ne kadar
-50 lira abi
50 liralık ilaç parasını verememişti ahmet, bulamamıştı bu parayı ve epilepsi hastasıydı, kimse iş vermiyordu ona...
cüzdanıma baktım 20 lira var, al dedim bunu ilacının bir kısmını tamamlamış olur, cebimde bu kadar var kusura bakma, yapma abi dedi, alamam bunu, zaten yardım ettiniz çok sağolun, al dedim üsteledim ve inatla almadı sonra o boyacı elbisesinin cebine sıkıştırdım, bak dedim sadaka değil bu sadece ilaç paranın bir kısmı bunu alman gerekli, sağol abi dedi. ambulans çağırayım mı bak aricaklar beni birazdan emin misin? gerek yok abi dedi, hep oluyor hastaneye gitsem de birşey olmaz.
peki dedim, geçmiş olsun, sağol abi hakkını helal et dedi.
bindim arabaya, yanında 1 kişi daha vardı, ama içim rahat etmemişti, bu sırada telefonum çaldı ve ilk aramada açamadım çünkü ekranı dondu, sonra 212'li numara tekrar aradı, daha önce görüştüğüm 112'deki kadın sesi, hasta kendine geldi mi diye sordu evet dedim epilepsi hastasıymış ve ambulansa gerek kalmayacak sanırım, kendisi bu talepte bulundu mu diye sordu, evet dedim kendisi istemedi, teşekkür etti bana, siz sadece arayıp gitmediniz hastaya yardım da ettiniz çoğu kişi bunu yapmaz dedi, olur mu dedim keşke daha başka şeyler de yapabilseydim.
içim rahat değildi, yanımda yeteri kadar para yoktu çünkü 100 lira olsa onu dahi verebilirdim ahmet'e, alın teriyle para kazanmaya çalışıyordu çünkü o, dilenmiyordu, hastaydı ve hasta olması onun suçu değildi...
ikinci ikilemimi burada yaşadım acaba ahmete ilaç alsam nasıl olurdu? hem kredi kartı da geçer, kavşaktan döndüm ve ahmetin tekrar yanına gittim, kaldırımdaydı, yanında o bir kişi halen duruyordu, ilacının adı ne dedim? eczacı bir arkadaşım var şurada yardımcı olur belki diye yalan söyledim, loraten 800 dedi, işyerinin 2 sokak altındaki eczaneye gittim ve epilepsi için loraten 800 var mı dedim, neurontin 800'dür o dedi, ve bir kutu aldım, 48liraydı sanırım, ahmetin bir araya getiremediği 48 tane bir lira...
ahmetin yanına gidip verdim, abi çok teşekkür ederim hakkını helal et dedi yine, helal olsun ve geçmiş olsun dedim ve yola koyuldum.
yol boyunca bu olanları düşündüm sonra keşke soğuk su alsaydım dedim, ahmet belli ki gün boyu o arabayla sıcakta, üzerinde boyacı tulumu ile geziyordu, nöbet halinde iken ilacım ve su diyordu ve ben arabadaki ısınmış suyu vermiştim, keşke dedim keşke soğuk su da alsaydım ilaçla, çünkü ilacı nasıl içecekti ahmet...
yavaş yavaş ahmeti düşünürken geri sarmaya başladım bugünü, ne kadar elzem işlerle uğraşmıştım, iphone 5'i nereden almalıyım diye saatlerimi harcarken ben, ahmet o sıcakta para kazanmak için kağıt topluyordu, 48 lirası yoktu ahmetin ve epilepsi hastasıydı, kimse ona iş vermiyordu bu nedenle, bir hastalıktı epilepsi, isteyerek olmuyordu ve ahmetin suçu yoktu...
bunları düşünerek kendimden nefret ettim, ahmet gibilere kim iş verebilir diye düşündüm yol boyunca, bu insanların araç kullanmaları yasak, makine başında çalışmaları yasak, silah kullanmaları yasak, ahmet gibiler nasıl para kazanmalı? neler yapılabilir de bu insanlar daha mutlu olur? benim vergilerim ile bir enstitü kurulmalı ve bu insanlar buralarda görev edinmeli, kendilerine uygun ortamda üretim yapmalı ve ilaçları sosyal devlet tarafından karşılanmalı, ben hazırdım fazla vergi vermeye ve iphone 5 almamaya, acaba ahmet gibi kimler vardı bu şekilde mağdur olan?, acaba biz ne yapabiliriz bu gibi insanlara yardım etmek için?, ahmetin 48 lira bulup ilacını alması için ne yapılmalı???
buraya kadar okuyanlara teşekkürler, sadece hayatta çok daha önemli şeylerin olduğunu tekrardan hatırlattı bana bugün ahmet, ben de paylaşmak istedim...
eksiden symour glass nickli dostumun yazdığı mektuptur, altına imzamı her türlü attığım için paylaşıyorum.
sevgili akpli kardeşim,
bugün nihayet sizden bir ses duyabildik. hayır kazlıçeşme mitinginde duyduğumuz seslerden bahsetmiyorum. direniş başladığından beri ilk defa bugün sokakta, mahallede sesinizi duydum. facebookta paylaşımlarınızı gördüm. kızgındınız. günlerdir yaşananların sizi aşağıladığını düşünüyordunuz. bugünkü miting, artık sesinizi çıkarmak için ideal zaman olduğunu söylüyordu size. nihayet karşılaştık.
fakat bizim derdimiz sizlerle değil. bunu anlamanızı ne çok isterim. derdimiz; topluca maruz kaldığımız, satın alınmış medya tarafından yaratılan bilgi kirliliğiyle, iktidarın yılardır yaptığı hala devam eden yolsuzluklarla, en mahremimize kadar hissettiğimiz dayatmalarla, hukuk devleti olma özelliğinin bizzat hükümet eliyle yok edilmesiyle, elinde su şişesi ve gaz maskesinden başka bir şey olmayan insanları yaralama, kör etme ve hatta öldürme insiyatifini yine bu halkın polisine verenlerle.
bizde son 10 yılda bir şeyler birikti akpli arkadaşım. biz de aşağılanmış hissediyoruz. artık olan bitene ses çıkarmamak onursuzluk geliyor bize. eğer gerçekten bu biriken öfke nasıl oluştu ve bu 3 ağaçtan başlayan eylem nasıl bu noktaya vardı merak ediyorsanız lütfen okumaya devam edin. içinizden biri bile acaba dese kafidir.
eşe dosta, akrabaya, yandaşa göz göre göre kazandırılan ihaleler yüzünden aşağılanmış hissediyoruz biz. birilerini zengin etmek için parsel parsel satılıp, toplu konut ve avm çılgınlığına gark edilen ülkemiz için bunu hissediyoruz. cezaevlerinde tecavüze uğrayan çocukların hayatını karartanları yargılamadıkları için, ufacık bir kız çocuğuna bir ilçenin tüm ileri gelenleri tecavüz ettikten sonra, n.ç.yi tecavüzcülerini tahrik etmekle itham edip, suçluları ceza diye verdikleri 3-5 yılla neredeyse mükafatlandırdıkları için böyle hissediyoruz. köylere hesler kurmaya kalkışıp; doğayı katlettikleri, orada yaşayan insanın sesini yok saydıkları için... çok değil bundan iki sene önce yaşanmış uludere katliamı için, orada ölen daha 14-15 yaşında kürt çocuklar için seçilmiş vekilleri, kitap yazan gazetecileri, ordu mensuplarını ortaya karışık bir paket yaratıp ve hiç utanmadan bizzat belgeler üretip içeri alan, içeride kanser eden, bu insanlar ölürken bile iftiralar atmaktan çekinmeyen, akp eliyle yaratılmış hukuk düzeni yüzünden böyle hissediyoruz. son 10 yılda ösymnin yaptığı her türlü sınavda şaşkınlık içinde izlediğimiz, ardı ardına gerçekleşen kopya skandalları yüzünden aşağılanmış hissediyoruz. hrantı katleden odağın, tetikçisinden ötesini kurcalamayan, bizzat karartan, araştırmaya kalkanı "terörist" ilan eden düzen yüzünden utanıyoruz. biz artık hukukun bittiğini hissediyoruz. son 10 yılda gözle görülür şekilde artmış kadın cinayetleri yüzünden, iş güvenliği olmadığı için madenlerde ölen işçiler yüzünden, kapatılan tiyatrolar sinemalar yüzünden, reyhanlı yüzünden, her gün toplumun farklı kesimleri olarak maruz kaldığımız iktidar seviyesinden gelen hakaret dolu ifadeler yüzünden direniyoruz. daha aklıma gelmeyen nicesi de vardır. 11 yıl, dile kolay, yaşarken zor.
ben chpli değilim, bdpli de değilim. kürt değilim, ermeni de değilim. hiç bir partiyle bağım yok. hayatımda hiçbir erkekten şiddet görmedim. silivride yatan bir tane yakınım yoktur. devlet ihalesine girip akp yandaşlarına karşı ihale kaybeden tanıdığım da yok. hes kurmaya kalkıştıkları köyleri bir kere bile gidip gözlerimle göremedim, dere kenarında bir çay içmişliğim de yok. kopya skandalları yaşanan sınavların hiç birinde katılımcı değildim. maden işçisi de değilim. ama bunlar beni tüketiyor. bunlar gezide direnenleri tüketiyor. meydanda olanla, medyada duyduğumuz arasındaki uçurum kanı beynimize sıçratıyor. biz istiyoruz ki siz de görün. ne olup bittiğini görün artık.
bu iktidarın başı yıllar yılı mağduru oynadı. bizleri size dinsiz, din düşmanı olarak tanıttı. sizin ibadetlerinizi özgürce yapabilmenizin garantörü olarak kendisini ve partisini gösterdi. açın gözlerinizi etrafa bakın. dünya değişti. halk değişti. gezi parkında namaz kılan müslümanların başında, olası bir polis müdahelesi için bekleyenleri gördünüz mü siz? ben gördüm. başörtülü kızların özgürce üniversiteye girmesini, camilerinizin ilelebet sizlere ibadet hizmeti sunmasını, inancınız size bireysel olarak her ne emrediyosa bunu yerine getirebilmenizi, kendi davası gibi savunacak insanların olduğu bir ülkede yaşıyorsunuz, bunu görün artık. bu yeni bir şey değil. geziden önce de vardı. başörtünüz yüzünden üniversiteye alınmadığınızda, sizlerin yanında protestoya katılanlara hiç baktınız mı? sizce onların hepsi müslüman mıydı?
davosta sesini yükseltti, güya ülkeye prestij kazandırdı. her bıçkın konuşmasında karizmasıyla kitleleri büyüledi. peki sonrasında, israille iptal edilen herhangi bir ticari anlaşma gördünüz mü, okudunuz mu gazetelerde? ülke büyüme içindeymiş. kişi başına düşen milli gelir 10 500 dolar olmuş. bugün öğrendim. valla açıkçası bana 10 500 dolar düşmüyor. size düşüyorsa bilemem. aaa ama neydi, bir laf vardı? zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olması mıydı? sakallı bir adam dile getirmişti sanki. bir de istatistik diye bir bilim vardı. hani mod, medyan, averaj. belki bunlarla ilgilidir.
geziye ilk gelen ufak grubun tüm derdi ağaçtı, akpli arkadaşım. ama ne zaman ki orada çadırda uyuyan insanlara saldırıldı, işte o noktada vicdan sahibi insanların kan beynine sıçradı. çünkü kim olduklarını biliyorduk onların. ağaç, çiçek, böcek diye gelip "bu ağacı kesme" diyen bir grup naif insan. iftira atsan atılmıyor, o derece. ve artık birileri orada yeter dedi. "yetti sizden çektiğimiz" dedi. işte bu yüzden oradaki kalabalık bu kadar çok sesliydi. dışarıdakiler bir süre orada ne olduğunu bu yüzden anlayamadı. muhalefet partisinin işi desen çocuklar parktan bağırdı: "chpli değiliz!" pkk demeye çalışanlar oldu, e ama ülkücüsü de oradaydı. allah allah fener taraftarı, beşiktaşta en sıcak müdahelenin yaşandığı gün çarşı'ya destek olmaya gelmişti formasıyla. e bu gay çocukla, türbanlı kız birlikte kandil simidi dağıtıyorlardı gezi'de. evet farkındayız, bir süre ne olup bittiğini iktidar çözemedi. hatta büyük resim uzaktan daha iyi görünür belki diyerek baya bir uzaklaştı başbakanımız. ama sen bu resmi anlayabilirsin akpli kardeşim. aynı sıralarda okuduğum arkadaşım. çünkü sen kibirden gözünü döndürecek bir koltukta oturmuyorsun. sen hala beni anlayabilirsin. o yüzden lütfen biraz daha oku yazdıklarımı.
bunlar olurken bizi asıl dehşete düşüren neydi biliyor musun? medya, meydanları vermiyordu. belki son 3 haftadır milyonuncuya penguen diyeceğiz ama evet medya, gün ortasında penguen belgeseli veriyordu. başbakan, belki yıllardır özlemi çekilen o dayanışma ortamındaki her biri iş güç sahibi, okuyan, çalışan, düşünen insanlara çapulcular diyordu. ona da eyvallah dedik. çapulcuyuz. gaz sıkıyorlardı, ona da tamam dedik. biz de solüsyon hazırlayıp çıkarız sokaklara. ama orada insanlar öldü akpli kardeşim. direkt kapsüller insanlara nişan alındı. sayısız kafa travması yaşandı. insanlar gözlerini kaybetti. sakatlandılar. o da yetmedi, revire dönüştürülen otellere saldırdılar. plastik mermiler kullanıldı. o otele saldırılan gün gezide çocuklar için resim atölyesi vardı, biliyor musun? bir sürü çocuk o gece annesini babasını bekledi tanımadığı insanların yanında, sürekli gaz atılan bir otel lobisinde. peki medya ne diyordu? marjinaller provokatörler camide içki içip, seks yapan direnişçiler müezzin hayır dedi, "çocuklar kanlar içinde sığındı, ne içkisi?" adamı görevden aldılar doğruları söylediği, içinde allah korkusu taşıdığı için.
peki 4 tane sivil polise sdp bayrakları tutuşturup, polise molotof attırdıkları sabahı biliyor musun? kimsenin tanımadığı 4 adam peydah oldu bir sabah. normalde tazyiğiyle insanı havada zıplatıp, kafa travması geçirten toma bunların ayaklarını serinletti. bir saat meydanda karşılıklı oynadılar. hiç biri yüzünü bile yıkayacak kadar ıslanmamıştır diyebiliriz. o buna iki molotof attı, bu ona biraz su sıktı. ne oluyor diye izledik. meğer öğleden sonra yapacağı konuşmada polisimize molotof atan direnişçiler demek istemiş canı, sizleri kışkırtmak için. ondanmış bütün tiyatro. valinin attığı yalanları yazmaya üşeniyorum. merak eden vali mutlu twitter yalan yazarak son 20 günün dökümüne dilediği siteden ulaşabilir. sonra, neymiş? kamu malına zarar vermişiz. onlar çiçek ekmiş, bizler ise geziye işemişiz. bu 20 günde 4 insan öldü. dört. dört can. gencecik. sayısız yaralanma, sayısız gözaltı var. yakınlarından günlerdir haber alamayan insanlar var. sizce durum buyken kamu malı diyen, çiçek böcek diyen birinin vicdanından söz edebilir miyiz?
bir diğer iddia, dış mihraklar tarafından finanse edildiğimiz, büyük bir komplonun oyuncuları olduğumuzdu. 1,5 yıldır planlanıyormuş bu olaylar. valla eğer öyleyse baya gerizekalı bir kitle olduğumuzu itiraf etmek gerekecek. zira 1,5 yılda yaptığımız tüm hazırlık, talcidle suyu karıştırıp plastik fısfıslara doldurmakmış gibi duruyor ki bu kadarını sizler de bize reva görmezsiniz diye tahmin ediyorum.
özetle demek istediğim şudur ki, biz size düşman, size kızgın değiliz. derdimiz, sizlerle değil. bizi yıllardır topluca uyutan medyayla, hukuku yerle yeksan kılan iktidarla, sürekli maruz kaldığımız yalan dolan, talanla. evet kandırıldığınızı düşünüyoruz. ama yalnız değilsiniz bu oyunda. meydanlara çıkıp sesimizi yükseltmeye başlayana kadar ne kadar kandırıldığımızın bizler de farkında değildik. herkes ben de! diye el etti uzaktan ve işte öylece aktık meydanlara.
Brezilya'da yaşanandır, insanın en derinindeki iyilik duygusunu gözler önüne sermiştir, her insan özünde iyidir önemli olan bunu ortaya çıkarabilmek...
her ne kadar, bir ülkenin mandası ve boyunduruğu altında girmeyi reddedip, birçok dünya ülkesinin derslerine konu olan destansı bir kurtuluş savaşı yaşayan bir ulus olsak da ve hatta bundan öncesi taa çine korku salan ulusun bir devamı olsak da, maalesef herşeyi çok çabuk unutan bir toplumuz.
Japonya'ya ziyarete giden bir türk heyeti, bu halkın kendi değerlerine nasıl bu kadar bağlı olduğunu sorar ve japon yetkili şunu söyler "biz ilkokul çağını bitirmek üzere olan çocuklarımıza önce nagazaki ve sonra da hiroşimayı gösteririz daha sonra tokyo ve kyotoyu gezdiririz böylece başımızdan geçen olaylar ne kadar kötü olursa olsun tekrardan ulus olarak bütünleşmenin önemini anlatırız", bunun ardından türk yetkili "ama bizim atom bombası mağduru şehirlerimiz yok ki" der, bunun üzerine japon yetkili şunları söyler "sizin çanakkaleniz var ve on adet hiroşimaya bedel".
bir ulusu kurtaran atatürkün kurduğu partinin, ilk çok partili seçimde ve atatürk halen hayattayken diğer partiye karşı seçimlerde kaybetmesi buna en güzel örnektir, bizim kamil halkımız olayları birkaç yılda değil, sadece birkaç günde unutur.
şimdi gelelim asıl meseleye, ecevit sonrası hükümete gelen parti, bizim kamil halkımıza çaktırmadan bizi amerikanın mandasına sokmuştur, insansız hava aracı amerikanın onayıyla kalkar, füze savunma sisteminin anahtarı amerikalı subaydadır, amerikadan habersiz sınır ötesi operasyon yapamayız, amerika sevmiyor diye iranla aramız kötü, dün sarmaş dolaş olduğumuz esadı arkadan bıçaklıyoruz, amerika karşı dur dedi diye bize zamanında yardımcı olan kaddafiyi bitirdik vs... bu liste uzar gider.
Yurtta sulh cihanda sulh felsefesi ile ikinci dünya savaşından bu yana asla kendini ilgilendirmeyen topraklarda direkt ve birebir savaş durumunda olmayan ve hatta üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen bu nedenle uçak gemisi almayan türkiye, ecevitten sonra libya'da, cezayirde, myranmar'da, suriye'de heryerde savaşın içinde yer almaktadır.
hasta denilen adam ecevit, hiçbir zaman kendi menfaatlerini düşünmemiştir, ahmet necdet sezer devletin parasını hiçbir zaman çarçur etmemiştir, ismail cem hiçbir zaman yabancı ülke mensuplarının bireysel nefretini kazanmamıştır, ismet inönü hiçbir zaman ülkeye yapılan dış saldırılara sabır göstermemiştir ve mustafa kemal atatürk hiçbir zaman ülke sevgisinin başa bir değerin üstünde tutmamıştır. umarım bunlar gibi devlet adamları bir gün yine aktif siyasette bulunur.
Buraya kadar okuyanlara teşekkürler...
not: madem xhamster kapandı, bari bir haftanızı ayırın da nutuk isimli güzel eseri okuyun, sonra kendiniz karar verin aslında "evet" diyenlerin veya "yetmez ama evet diyenlerin" ya da kendi menfaatleri için şuanki iktidar partisine oy verenlerin nasıl bir hıyanet içinde bulunduğunu...
kıyafete dikkat etmeyi.
masayı düzenli tutmayı.
arada bir iltifat etmeyi.
küçük şeylerin aslında önemli olduğunu öğrenmeyi.
taraf tutmayı.
aslında
sürekli aynı tarafı tutmayı.
bazılarının arkasından konuşulunca onay vermeyi.
doğum günü vs. olaylarını hatırlamayı.
seyahat dönüşü hediye almayı.
ve
regl günlerini takip etmeyi gerektirir.
türkiye de kurumsal şirket çalışanı olmak 5-6 şirkette çalışmakla mümkündür, zira türkiyedeki şirketlerin bütünü aile şirketidir ve yüzde doksanında adamın köylüsü akrabası hedesi hödösü haketmeden iyi yerlere gelmiştir ve bir çekememezlik, g.t kalkıklığı mevcuttur.
olması gereken kurumsal şirket çalışanı eğitim düzeyinden performansına kadar hakettiği neyse onu alır, şirket çalışanının eğitimine önem verir ve çalışan mutludur, şirketin mensubu olmaktan gurur duyar.
genelde stereotype tır yani takım elbise ya da etek koyu tonlardadır bunlar, bakımlıdır ve düzeni vardır ancak dediğim gibi türkiyede böyle şirketler oldukça azdır.
ben nerden mi biliyorum? birkaç yıldır kendini kurumsal zanneden bir patron şirketinde kendimi köreltmekle meşguldüm de ondan...
sadece sansasyon yaratan haber peşinde koşan medyadan bahsediyorum, aklıma milyonlarca örnek geliyor ve bir tanesini dillendirmek isterim, malum yerli araba furyası sardı dört bir yanımızı birkaç gündür. bundan tam 50 yıl önce devrim isimli bir araba çıkartacağız, dönemin reis-i cumhurunun emriyle, 126 günde tamamlanıyor araba, test sürüşü ankara da köşkten anıtkabire kadar bir mesafe ve o da ne? arabaya benzin koymayı unutmuşuz derken tabi yolda kalıyor meşhur türk malı devrim arabamız.
reis-i cumhurun yorumu şu şekilde "batı kafasıyla yaptığınız otomobile, doğu kafasıyla benzin koymayı unuttunuz", derken ertesi gün bütün manşetlerde "yüz metre gitti bozuldu" başlıkları ve onca emek onca para boşa gidiyor.
medyanın elindeki güç oldukça kuvvetli ve kullanmayı iyi bilseydi eğer birçok şey farklı olabilirdi, dünya tunus'da olup biteni izlerken biz acunun programlarının magazinsel haberleriyle uyutuluyoruz.
güzel ülkemde çıkıyor biri, biat kültüründen gelme takunyasıyla,
yapamadığını yapıyor mualifin, demokratın, liberalin,
iniyor halka kömürle, altınla, çamaşır makinasıyla,
okumayı, eleştirmeyi bilmeyen yurdum insanı,
veriyor takunyalıya oylarını,
önce yollar güzelleşiyor, belediyecilik yapılıyor,
tabandan tavana ulaşma arzulanıyor, saklanarak asıl tehlike,
ampule bas denilen yüzde 30'luk cahil kesimle,
her istediğini yaptırıyor takunyalı bu güzelim memlekete,
anasını al git derken kendi vatandaşına,
ego yapıyor takunyalı, demir yumruk yolunda,
asker, bilim adamı içeride yatarken vatan hainliğinden,
hizbullah beraat ediyor domuz bağı vahşetine rağmen,
bu içki yasağı ardından geleceklere gebe resmen,
takunyalı tekrar seçilirse anayasa değişecek tümden,
kadına yasak olacak ehliyet, seçme ve seçilme,
yasal kuması olacak, en azından 3 çocuğa gebe,
yaşam hakkı bu takunyalı, biat etmez herkes sana,
istemiyorsan izleme kanuniyi, bakma ucube sanata,
içiyorsam sana ne yoksa sana zararım içerim,
ikimizde gelsek kıldan köprüye ben sarhoşken de geçerim.
can yücelin bir yazısında göt dediği için yargılanması sonucunda gelişen olaylardır, mahkeme salonunda hakim sorar;
Can bey neden göt dediniz?
Can yücel önce bir fıkra anlatır ve daha sonra bizim köyde göte göt derler o yüzden kullandım der.
fıkra şu şekildedir;
bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler. koca devletin koca doktoruna. doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler. köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, "biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey" felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler. muhtar döner, ama arkasına: "makattan verin dedi dohtor" der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine. hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: "çok kızacak dohtor çok!" diye.
sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişiler söyler yine. telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
"çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi"
şekilli üniversite hayatı, bir arkadaşım zamanında demişti her erkek hayatında bir kere yeditepe'de okumalı diye, birkaç yıl önce uludağda snow fest yaptılar, gittim ve kendi gözlerimle gördüm, sin city gibi billah. seks, eğlence, kumar ve kubar olm dedim kendi kendime, hayat bu olsa gerek. onca yıl didin dur, BA almaya çalış D alınca üzül, teze kafa patlat, erasmus için kas ALES'e hazırlan sonunda da haybeye geçmiş üniversite yılları, neden Amerikan gençlik filmlerini seviyorum biliyor musun sözlük? çünkü hayalimde yarattığım hayattı o, yeditepedeki o snow festti benim için kaf dağı görünen ve bu yaşta küçük sırları izlememe sebep olan.
hödüt: biliyormusun? derken soru eki ayrı yazılır diye özel mesaj atan sevgili yazarımız için geliyor, biliyor musun? bir aydır ilk defa özel mesaj ışığımı yaktın, biliyor musun? kötü geçen günümde bana sürpriz yaptın ve biliyor musun? iyi ki bana mesaj attın.
saygıdeğer sözlük beşeri, uzun zamandır yapmadığım birşey aklıma geldi, !!tespit!! yeni yıl gelince çalışasım da yok zaten havalar da kötü e dedim bir tespitim gelsin artık. Efendim, Starbucks, Gloria Jeans ve Cafe Nero tarzı harici ülkelerin kahve mümessillerinde bulunduğum her vakit şunu gördüm, üstünde tayt, ugg ve 2 beden büyük kazak olmadan yaşayamayacak hastalığına yakalanmış genç kızlarımız ile, dışarda kar kıyamet yırtık pantolon ve bez converse giymezse ölecek hastalığında olan genç erkeklerimiz, kahveyi bana bir decaf-nonfat latte olarak telafuz etmeyi bir görenek haline getirmişler, ne olurdu sanki yağsız süt ve kafeinsiz olsun deseler, ya da cümleyi tamamen ingilizce söyleseler. ha bana giren mi var? yok elbette, nedendir bu hoyrat tavrım? çünkü eşşeğin sikinden ötürü.
"bütün kadınların bir fiyatı vardır" hamlesine verilebilecek en iyi cevaptır, zira bir kadının taksimde etek giymesi bile 50 erkeği peşine takabilmektedir, msn'de bir ileti ile 5 dakikada kapısına bir arkadaşını getirtebilir ya da herhangi bir eril apartman sakini memnuniyetle yardım etmeye hazırdır.
biz erkeklerin, para her kapıyı açar üst önermesinden yola çıkarak savunduğu bir tezdir ancak kadınlar tarafından sadece bir anti-tez ile çürütülebilir.
taksim tacizcilerinin 3'ünün evli ikisinin üniversiteli olması durumudur. dolayısı ile bu olayların ne bastırılmış duygularla ne de eğitimle alakası vardır, hatta üniversite gençleri öyle seks partileri falan da yapmıyormuş burdan anlaşıldığı üzere. benim bulgularıma göre taciz kişilik bozukluğudur ve psikolojik tedavi gerektirir.
Aralık 2011 de askere gidecek sözlük yazarlarıdır, 21 Aralık 2012 de dünyanın sonu gelecekse eğer geriye kalan bir yılın yarısını postal içinde, yanaşık düzende geçirecek olan mehmetçik adaylarıdır.
(bkz: başlık parsellemenin bokunun içindeki domates parçalarını çıkarmak)
genel müdürümüzün anlatmış olduğu bir atatürk anısını paylaşmak isterim, müdürümün babası ulu önderin muhafız alayında subay olarak görev yapmaktaymış, kendisinin görev yaptığı zamanın birinde atatürk ingiltere kralı edward için bir resepsiyon veriyor ve ingiltere kralı (8. edward), sevgilisi ile (amerikalı dul bir bayan) türkiyeye geliyor ancak protokolde sevgili vasfıyla birine yer açılamayacağı için kadın getirilmiyor, daha sonraki sohbette atatürk ingiltere kralına eşiniz var mı diye soruyor kral da anlatıyor amerikalı sevgilisi olduğunu ve ingilteredeki aristokrasi ve kilisenin bu olaya karşı çıktığını daha sonra atatürk müdürmüzün babasını çağırıyor ve kadını getirmelerini emrediyor, kadın geldikten ve kral teşekkür ettikten sonra atatürk şu yorumu yapıyor "benim için vasıf önemli değildir azizim, kalp önemlidir kalp" diyerek insana verdiği değeri göstermiştir daha sonra da zaten edward tahtı bırakarak sevgilisiyle evlenmiştir.
galata kulesinin 8. ve 9. katında bulunan nezih bir restauranttır, 9. katında turistlere yönelik bir program yer almaktadır fiks menu ücret kişi başı 100 tl civarı tabi turistler için bu rakamın 50% üstü fiyat uygulanır, sınırsız içki ve dansozlu, canlı müzikli, halk oyunlu bir gece programı mevcuttur. özel günleri kutlamak için mükemmel bir seçimdir zira balkonu panaromik istanbul manzarası sunmaktadır. her kuruşuna değer mi peki derseniz? özel bir günde her kuruşuna değer derim.
adının ne olduğunu bu sabah çalınmasıyla öğrendiğim, tamponun ön tarafında bulunan ve çeki demiri bağlanan deliğin kapağı. internette yaptığım araştırmada birçok kişinin başına geldiğini gördüm herkes bir sabah uyanmış ve çeki kapakları kayıpmış, işte yorumlar;
-arkadaşlar ben 2006 model fiesta ghia 1.6 kullanıcısıyım.bi sabah uyandığımda ön çeki demirinin kapağının olmadığını farkettim
-Muhtemelen kapağı olmayan başka bir fiesta sahibi yürütmüş olabilir, başka ne işine yarar ki insanın o kapak...
istinyede yer alan imkb'yi geçtikten sonra ilk sağ ve ilk sol istikametlerini takriben ulaşılabilen ve şehrin en güzel hamburgeri (best burger in town) klasmanına aday gösterilebilecek mekandır. hamburger fiyatları 18 ila 30 tl arasında değişmektedir hamburgeri istediğiniz gibi kişiselleştirebilirsiniz (tavsiyem karamelize soğan ve közlenmiş mantar). Gidip denemekte fayda var ancak servis biraz yavaş ve yapmacık bir güleryüz mevcut. [null http://www.burgerbar.com.tr/ ]
ağzın müshil almış göte benzeme durumudur. bir saat içinde üç günlük konuşan kişilere denir, eğer 5 kişilik bir gurpta bir tane ishal ağzı varsa, 4 kişinin beyni zikilir - overload olur - error verir hatta bu gruptaki bir kıza yazıyorsanız eğer, kıza iki kelime söyleyemeye fırsat bırakılmazsınız buna da "ishal ağızlı etkisi" adı verilir.
Tepkiniz israillilere değil, bu iğrenç ve vahşi politikayı uygulayan israil Devletine ve ordusuna olsun. Yok efendim Hitler haklıymış hede hödö! Tayyip'in, Tsk'nın, müslümansanız El Kaidenin yaptığından nasıl siz sorumlu değilseniz israil vatandaşı olan barış yanlısı "azımsanamayacak" kitle, Shiminstler (israil ordusuna girmeyi reddeden vicdani redçiler) ve de Arap asıllı israil halkı bundan sorumlu tutulamaz.