suçlara karşı ceza yaptırımı, devlet yönetimi, temsilci atanması, medeni hukuk ilişkileri, başörtüsü, namaz dua şekilleri, daha tam anlamıyla herkesçe benimsenmemişken, bir anda inanları atomaltı parçacıkla, kuantum fiziği ile, matematikler birleştirme çabasıdır.
incil'i tevrat'ı alıp deli gibi eleştiren, yanlışlarını ve çelişkilerini ortaya koyan insanların sırf kuran'da daha önceden "Allah dini" sayıldığı için "dalga geçmeden" yapıp, "Allah dini" olmayan "budizm, şamanizm vs." gibi dinleri itin götüne sokacak şekilde eleştirirken diğer insanların "kuran"'ın eleştirilmesini kaldırmaması hatta daha da ileri giderek yasaklatması ve buna yapan insaları açıkça ölümle tehtid etmesidir.
Diyanet Vakfı:
5. Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.
Elmalılı:
5. O haram olan aylar çıktımı artık o bir müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, habsedin ve bütün geçid başlarını tutun, eğer tevbe ederler ve namaz kılıb zekâtı verirlerse sebillerini tahliye edin, çünkü Allah gafur, rahîmdir
Diyanet işleri:
5. Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Yaşar Nuri Öztürk:
5. O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların. Bunun ardından tövbe eder, namazı/duayı yerine getirir, zekâtı verirlerse, yollarını açın onların. Kesin olan şu ki, Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Değişik meallerde ufak değişiklikler vardır. Lakin kalıcı olan "yakalayın ve öldürün" emridir.
yok efendim eşcinselmiş, yok efendim erkekmiş, yok efendim oymuş buymuş. Asıl tartışılması ve ışığa çıkması gereken hadise bu. Fakat o kadar gariptir ki provakatör var ortada, onun üzerinden saldırılan tüm ateistlere yapılıyor. Yani aslında oyun başka dönüyor.
Anayasa Mahkemesi'nden meclis koridorlarına, CHP Genel Merkezi'nden komutanların özel hayatlarına, savcıların gece muhabbetlerinden sizin bizim evimize her yerde akılalmaz bir şekilde varolmaya başlamış süper kulaklardır.
Nazım Hikmet'in direkt olarak Menderes'i hedef aldığı ve Brecht'in asker ve onu gönderenleri konu edindiği şiirlerine benzeyen, asker ve siyaset arasındaki (yahut aslında askerlerimiz ve onları kendi çıkarları için ölüme gönderen burjuvazi) ilişkiyi en iyi iredeleyen şiirlerden biri olarak gösterilir.Şiirin tam ismi:KORE'DE ÖLEN BiR YEDEK SUBAYIMIZIN
MENDERES'E SÖYLEDiKLERi
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle
bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak,
vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin.
iki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çığlığımı duymamanız için
kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.
genellikle okul önünde beyaz renolarda bekleyen beli silahlı kişilerdi bunlar, sonra artık korkmaz oldular lacivert üniformalarını giyip güvenle raporlar yazar oldular. E sivil kısmı boşmu kalacaktı. Daha yeni çıtır oldukları için karşınızda genç siviller.
islamcı medyanın cumhuriyet'in yaratıcı reklam serisinden sonra ortaya çıkan biz de reklam yapalım, biz de tehlikenin farkında olalım, bize de sahi çıkın, o kada özgürlükten yanayız ki az önce özgür özgür vs... duygularla giriştiği reklam kampanyalarından yeni şafak'tan sonra zaman'ın gerçekleştirdiği kampanyanın sloganı.
Bu videoda muhtemelen sınıf çelişkisine vurgu yapan fethu...ahh.. zaman gazetesi acaba ne anlatmaya çalışıyor:
1. Sen Tuzla'daki işçi olup öle bilirsin lakin az dur, bir de patronu düşün mesela bir güvenli iskele kaç para biliyor musun?
2. Sen inşaatta çalıştırılan sigortasız işçi Cemil, bir de patronu düşün mesela bir SSK primi ne kadar para, aylığını al otur aşşağıya.
3. Sen KiT'te çalışan sevgili işçi, Genel Müdürü'nü düşün, adam ihaleden aldığı paraları yerken grev çağrısı nereden çıktı ayıp değil mi, zaten yakında özelleştirileceksin bunu düşün?
4. Sen TUSiAD üyesi bir patrona sahip Hasan, oğlum manyakmısın şimdi patron sendikalı oldun diye seni işten çıkaracak bunu düşün.
5. Svegili patron, adamlar sendikalı olacak işten çıkardın, SSK ödemesi yapman lazım yapmadın, sen genel müdür kar ettirecektin cebin kar etti, sen armatör geminin yapımında bir güvenli iskele almadın. Tamam canım bunlar zaten kanunen zorunlu olan şeyler ama sen bir düşün bakalım, belki birini verir birisini alırsın. eninde sonunda özgürüz, zaten namaz kılan, kul hakkı yemeyen bir adammışsın. Müsiad başvuru formu da allta.
akp'nin klasik olarak oylama yapılan her yerde gösterdiği hareketi tekrarlamasıdır. Anayasa mahkemesi üyeleri gene akp'li olan ankara büyük şehir belediye başkanı i. melih gökçek'in üstün icraatları sonucunda kesilen doğalgaz nedeniyle tirtir titrerken, bir güneş gibi doğan kömürlerle oylarının akp'ye çevrilmesini amaçlamakadır.
süleyman demirel zamanında yapılmış, teknolojik olarak sanırım bir 10 yıldır aynı şekilde duran ve 3 dönemdir sadece ama sadece içerik güncellemelerin yapıldığı kesinlikle "Presidency of the Republic Turkey" e yakışmayan yerleşke.
kendisi şu anda yoğun bir hastalık döneminden geçtiği için rusya federasyonu moskova şehirnde tedavi görmektedir. Kendisine bazıları madem tedavi görecen neden ABD'ye gitmiyorsun, yada yazdığın karşılıksız çekler mi senin tedavini geciktiriyor sorularına sadece gülmektedir. Burada yanında her daim sevdikleri ile birliktedir, zaten hiç bir yere de kaçtığı yoktur burada durup iyileşmeyi beklemektedir. Sevdikleriyle günlük yaman gazetesinden üzerinden mesajlaşmakta, onların aydınlatmaktadır. Hoca efendi hazretleri bununla yetinmemiş daha geçen kurban 60.000 aileye et vermiş, 10.000 aileye ise döner dağıtmıştır. Şüphesi hasta olmasa ZTV'den yaptığı sohbetlerde üstüne battaniye örtülmesini istemez. Vatanından ayrı hüzünlüdür ernest everhard hoca efendi. Saçı başı beyazlamış lakin dışarıdaki FSB ajanlarının kızıllığı ile ısınamkatadır. Her daim gurbetin acılarından yaşlı gözlerle bahseder hoca efendi. Şüphesi onu anlamamak bazı geri zekalı, ön yargılı insanların içine düştüğü bir hastalıktır. Bu nur yüzlü, tek dersi binlerce okulda milyonlarca fileli etekli kızın zıp zıplaması olan bir insana sırf hasta diye yapılan bu yakıştırmalar haksız herşeyden öte de insafsızdır. Bazılarının neden bu kadar düşmanca davarandığını anlamak gerçekten bizim gibi gönlü ve zihni sevgi,iman ve aşkla dolanlar için zordur.
Son bir haftada iyice alevlenen türban sorununun çözümünü iktidar partisi AKP ve muhalefet partisi MHP birlikte bulma kararı aldıklarında, bunu nasıl gerçekekleştireceklerine dair bir mutaabakat hazırlamışlardır. Bu belgeden anladığımız kadarıyla türban sorunun çözümü hukuki alanda sadece iki şeyin bir arada yer almasıyla mümkün olacaktı. Bunlar anayasa değişikliği ve bununla beraber yök kanunu'nun ek 17. maddesinin değiştirilmesiydi. (Bir hukukçu olarakta yapılan değişikliğin tek başına kesinlikle hiçbir sorunu çözmediğini, hukuki açıdan kanun çıkmadıkça geçmişten farklı bir düzenleme getirmediğinin altını çizerim) iki tarafta geçen haftanın başında bunlar oluşmadan türbanın özgür kalamyacağını hem kamuoyu önünde hem de kendileri arasında deklare etmişlerdi.
Gel zaman git zaman düşünülen anayasa değişikliği gerçekleşti lakin AKP bir anda ek 17'nin değişmesi için gereken süreci durdurdu. işte sorun tam burada başlıyor, kısacası senaryomuz bu ek 17'nin neden geçirilmediği yahut geçirilmemesinin sonuçlarının neler olacağı?
Bunlara cevap verirken farklı olasılıkları göz önüne almak lazım:
1. AKP'nin Anayasa Mahkemesi'ni Beklemesi
CHP anayasa değişikliklerini mahkemeye getireceğini söyledi. Lakin mahkemenin anayasa değişiklikleri konusundaki yetkisi şekil denetimiyle sınırlı. Yani mahkeme sadece anayasa değişikliği iç tüzük ve anayasa'da belirtildiği gibi mi yapılmış ona bakacak. Fakat mahkemenin 1975'te verdiği bir kararda Anayasa'nın değiştirilemez 4 maddesinin de birer şekil kuralı olduğu, bunlara aykırılığın esastan değil şekilden bozulabileceğine hükmetti. AKP CHP'nin başvurusu karşısında mahkemenin bu konuda vereceği kararı kararı bekleyip, bu arada ikinci bir değişikliğin boşu boşuna iptalini gerçekleştirmek istemeye bilir. Yahut AKP, Anayasa mahkemesi'nin anayasa değişikliği konusunda CHP'nin başvurusunu kesin olarak reddeceğini ama ek 17 konusunda olası bir değişiklik hakkındaki itirazı kabul edeceğini düşünüyor olabilir. Bu durumda Anayasa değişikliği yapılmış olmasına rağmen ek 17 üzerindeki itirazın kabülü AKP için türban sorununu çözmez ve hukuk kesin olarak türbanı yasaklamış olur.
Senaryonun asıl korkunç olan tarafı ise AKP'nin Anayasa değişikliğine yapılan itirazın mahkemeden geri döneceği, fakat ek 17'de yapılan değişikliğe yönelik itirazın mahkemece kabul edileceğini (ki şahsi görüşüm de budur) bilerek, ek 17. maddeyi hiç çıkarmamasıdır. Bu durumda ne olur bunu görmek lazım.
2. Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin Anayasa Değişikliği'ne itirazını Kabul Etmemesine Rağmen EK 17'yi Değiştirmemesi.
Evet bu durumda ortada kanunla belirlenmesi gereken bir anayasa hükmünün kanunsuz bir şekilde ortada kalması vardır. işin hukuki yani bir yana ortada bulunan toplumsal tehlike daha büyüktür. Bu durumda olası yaşanacaklar şu şekildedir:
a. Üniversitelerin Türban Yasağını Devam Ettirmesi
Bu durumda rektörler hakkında danıştay'da idari davalar açılacak ve ceza davaları da yargıtay'ın önüne gelecektir. fakat bu konuda yargıtay ve danıştay'ın bu konudaki görüşleri belli olduğu ortada içtahatlar bulunduğu için türban yasağının devam edeceğini söyleyebilir. Ortalık biraz karışacak, lakin 1-2 ay sonra herşey eski haline dönecektir.
b. Üniversitelerin Türban Yasağını Kaldırması
Bu durum üzerinde tahlil yapılmayacak kadar zayıf bir ihitmaldir. Çünkü birçok rektör bu konuda ek 17’ yi bekleyeceğini açıkça belirtmiştir. Bu tahmin seçenek dışıdır.
c. Üniversitelerin Farklı Uygulamalar Gerçekleştirmesi
Evet en gerçekçi ve tahimince olabilecek en kuvvetli bununla birlikte en tehlikeli senaryo budur. Bu durumda bazı üniversitelere türbanla girilebilirken bazı üniveristelere girilemeyecektir. (Zira son üniversiteler arası kurul’da çıkan tablo da bu şekildedir) Bu durumda özellikle istanbul, Hacettepe, Gazi, ODTÜ gibi üniversitelere giremeyen öğrenciler kuvvetli bir şekilde eyleme başlayacaktır. Bu eylem sonucunda kesinlikle ortaya çıkacak sorun üniversiteye zorla girme denemesidir. Bu denemeye karşı üniversite kendi güvenlik elemanları ile çözüm arayacak fakat sorun çözülemeyecek ve rektör polisten yardım isteyecektir. Üniversite önüne barikat kuran polisin belirli bir yüklenme esnasında, ülkenin bir yerinde serbest olan ve hükümetçe tam desteklenen bir hareketi başka bir yerde durdurması, üstelik hükümetin karşıtı olduğunu bilerek neredeyse imkansızdır. Zaten polis yönetici ve memur profili de bunu gerçekleştirecek yapı da değildir. Bu durumda üniversiteye zorla girileceği açıktır. Aynı anda işin diğer bir tarafı konumunda kalan farklı gençlik örgütleri kendilerine üniversiteyi savunma görevini yükleyecek ve şüphesiz fiziki bir çatışma alanı oluşacak. Bu durumda olaya dışarıdan katılımlar gerçekleşecek, polis ilk başta aldığı pasif tutum nedeniyle eylemciler arasında herhangi bir varlık gösteremeyecektir. Çatışma alanın yartılması ile seçenekler şu şekildedir:
c1. Muhtemelen çatışmalarda ölecek birinin geniş bir cenazesinde olaylar çıkacak. Bu olaylar sokağa taşınacak, polis yukarıda saydığımız sebeplerden ötürü müdahale edemeyecek ve sıkıyönetim sonucu asker güvenliği sağlayacak.
c2. Çatışmaların sabit ve alçak dozda birkaç ay sürecek bu arada ordu şimdiki pasifliğini koruyacak. Sonra çatışmaların büyümesi ile birlikte, devlet yönetimi ordunun müdahelesinin başarısızlığı üzerine el değiştirecek.
c3. Çatışmaların üniversite içinde yayılmasının sonucu, müdahale edilerek çatışmalar sonlandırılacak. Olayla iligli davalarda danıştay ve yargıtay türban yasağını tescilleyecek fajat bu arada ekonomik kriz ve ondan etkilenmesi beklenen yerel seçimler geçiştirilmiş olacaktır.
Evet, sadece belirli bir maddenin değiştirilmemesinin sonucu yukarıdaki olayların hepsi gerçekleşebilir. Hükümet ve devlet yönetmenin sorumluluğu işte burada çıkmaktadır.
efendim islamcıdan kastımız nedir sanırım önce onu anlatarak konuya girmekte fayda var. Belliki islamcıdan kastımız islamcıların sesi konumunda olan vakit, milli gazete, yeni şafak, stv, zaman vs. gibi yayın organlarıdır. Bahse konu olan samimiyetsizlik ise ABD'ye iç ve dış siyasette gösterilen farklı tepkidir. Bu gazeteler ve yayın kuruluşları, iç siyasetten bağımsız olarak gelişen ve türkiye'nin islamcı hükümeti ile direkt bağı olmayan ABD hareketlerine karşı özellikle israil odağında aşırı bir saldırı gerçekleştirirler. Fakat bununla birlikte ABD'nin islamcı Türkiye hükümeti ile gerçekleştirdiği ortak hareketleri, yani ABD'nin iç siyaset dengeleri üzerine kurduğu baskıyı görmezden gelip, hatta bazen överler. Şüphesiz burada var olan samimiyetsizliğin en etkin nedeni, islamcı hükümetin ABD ile olan ilişkilerinin zedelenmesi yahut taban tarafından reddinin ülkenin başında bir islamcı hükümetin bulunmasını engelleyebileceğidir. Zira ortada bulunan ABD uşağı konumundaki bir islamcı hükümet, tam bağımsız fakat kafir bir hükümetten daha cennetliktir.
Mesela bu ucun en güzel örneklerinden biri olan Vakit gazetesinin herhangi bir nüshasını aldığınızda uluslararası haberler bölümünde mutlaka iran'ın israil karşıtı bir söylemini, bununla birlikte Gazze'den görüntüler eşliğinde Yahudi-ABD ortaklığına edilen küfürleri görürsünüz. Oysa yaklaşın 1-2 sayfa önce, kar zarar ortaklığı geyiğindeki ekonomi sayfasında IMF'nin son iyiniyet mektubundan nasıl memnun olduğunu, ABD'li bir firmanın nasıl süper yatırımlar yapacağını, bilmeme ne bakanının ingiliz görevdaşındna nasıl tavizler kopardığını okumuşsunuzdur. Gariptir vesselam
efendim evrim teorisi tartışmaları sürerken bir anda ortaya atlayan küçük harun yahyaların en nadide en beğendim özelliklerinden birisidir olasilik manyaklığı yada diğer adıyla fetişistliği. Olasılık kuramının birşeyin imkansız olması ile olabilirliği arasındaki ilişkisini kesip sadece imkansızlığı alıp bir anda egolarını tavan yaptırırlar. Mesela bilmem ne proteini sadece milyarda bir şansla olur, sinek gözünün oluşması trilyonda birdir, ineğin osurma şekli anca binde bir şekildedir denir. Bir tarada koydukları sayıların olabilirliğini asla görmezler. Aslında bunları söylerek dinden de çıkarkar. Mesela şu protein milyarda bir şansla oluşur demekle evet tanrı da milyarda dokuz yüz doksan dokuz milyon dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz olasılıkla vardır ve milyarda bir yoktur. Kesin bir mutlaklıkla inanılması gereken tanrının bu olsılıkla yok olduğunu da kabul ederek kafir olurlar. Kısacası olasılık manyağı sevgili yaratılışçılar biz maymun asıllılarla cehennemde cayır cayır yanacaktır.
sevgili milli gazete yazarımız mehmet talü'nün yaklaşık bir hafta önce bir yazısında dile getirdiği önerme. ilgili yazıya http://www.milligazete.co...=writersnews&id=16833 adresinden ulaşılabilir. Sevgili talü arkadaşımız bu iddiasını bir rivayete de dayandırmaktadır "Şüphesiz ki kadın avrettir. Dışarı çıkınca şeytan onu gözleyip bekler" (Tirmizi, Reza:18, No:1173, 3/476)". yazının en ilgi çekici kısmı ise cahiliye devri kadın giyimi (evet tez başlığı gibi oldu) konusunda döktürdüğü tasvirlerdir:
"a- Baş açık, saçlar bazan dağınık, bazan süslenmiş; gerdan ve göğüsler yarı açık bir halde sokağa çıkarlardı.
b- Giyindikleri entari iki yandan yırtmaçlı olur; yürüdükleri zaman bacak ve baldırları görünürdü.
c- Kırıtarak, cilvelenerek, güzel kokular sürünerek gezip dolaşırlar ve her vesileyle erkeklerin dikkatini kendilerine çekerlerdi."
Mehmet Talü abimiz ise olaya çözümü "O bakımdan kadının ilâhî rahmete en yakın olduğu zaman, evinin köşesinde bulunduğu vakitlerdir. Bu ayet-i kerime, bu emir ve yasak ile Müslüman hanımlara sadece "tesettür"ü değil, özellikle "hıdr"i, yani yabancı erkeğe hiç görünmemek demek olan "Muhaddere"liği dahi gerekli kılmıştır. Bütün islam kadınlarının bunu bir hayat tarzı ve ahlâk edinmeleri elbette çok güzel ve büyük bir şereftir." şeklinde bulmuştur.
türk basınının vakit ile beraber güzide gazetelerinden biri olan hak geldi batıl zail oldu sloganıyla yüreklere su serpen milli gazete'de yazan değerli insan mehmet talü'nün kendisini müslüman olarak tanımlayan genç kız ve kadınlarımıza seslendiği bir nevi açık mektunun başlığıdır. Söz konusu açık mektup ise şu şekildedir:
Müslümanım diyen Ey hanımlar, kızlar!
En iyi barınacağınız, oturacağınız yer, her şeyden evvel kendi evinizdir. Aile çerçevesi dışında kalan meselelerden sizi sorumlu tutan yok. Bu sebeple huzur içinde, rahat rahat, size yakışan bir vakarla evinizde oturunuz. Evinizin işlerini görünüz ve evinizle ilgileniniz.
Zaruret icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa, bu konuda size izin verilmiştir. Fakat iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız. Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz. Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız. Gözler aracılığıyla insanların gönüllerini avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde bulunmayınız. Yürürken ağır başlı olunuz. Ellerinizle işaretler yapmayınız. Yüzünüzü göstererek kaş ve göz oyunlarına başvurmayınız. Hele kırıtarak hiç yürümeyiniz. Yabancı bakışları üzerinize toplayıcı hareketlerden sakınınız. Mücevherlerinizi, bilezik ve sairenizi gizleyiniz. Bunları şangırdatarak, seslerini duyanların gönüllerini avlamaya kalkmayınız. "Benim de cicilerim var". kabilinden hareketler yapmayınız. Konuşmanız gerekiyorsa ciddi olunuz. Fiskos yapmayınız. Ölçülü konuşunuz. Bakın! Bu hususta ALLAH Teâlâ size özel ne buyuruyor:
Ey hanımlar! Eğer ALLAH Teâlâ'dan korkuyorsanız yabancı erkeklere karşı kırıtarak konuşmayın, sonra kalbinde şehvetten dolayı hastalık bulunan kimsede arzu uyanabilir. Güzel, ölçülü ve ağır başlı söz söyleyin." (Ahzab Sûresi:32)
Bu sebeple: Namahrem erkeklere karşı kırıtarak konuşmayın. Yılışıklık ifade eden davranış içinde söz söylemeyin. Gülerek, işvelenerek konuşmayın. Naz ve cilve yaparak hitap etmeyin.
Zira bir hanımın bu şekilde konuşması, kalplerinde şehvetten dolayı hastalık bulunan erkeklerde arzu ve ilgi uyandırabilir. Böylece kötü niyetin ilk adımı atılmış, kötü düşünmenin tohumuna ortam hazırlanmış olur. O bakımdan kadının kırıtarak, işvelenerek, cilve yaparak konuşması haram kılınıp yasaklanmıştır.
Kadının ağır başlılığı, ciddiyeti, söz ve davranışlarındaki ölçülülüğü çok önemlidir. Çevresindeki insanlara hürmet telkin etmesinin başlıca sebeplerinden bir kısmının bunlar olduğunu söyleyebiliriz.
Bu prensipleri nazarı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda her hangi bir sakınca yoktur. ihtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz. işte Kur’ân-ı Kerim’in ahlâkı bunlardır.
Muhterem okuyucu!
Osmanlı devleti zamanında hiçbir Padişah, hiçbir Sadrazam, hiçbir paşa, hiçbir bürokrat hanımlarını yanlarına alıp toplumsal ve kamusal alana taşımamıştı.
islâm dininde, tesettürlü de olsa Müslüman devlet adamlarının kadınları, erkeklerin arasına karışmaz.
Osmanlı toplumunda Müslüman kadınlar trenlerde, vapurlarda, tramvaylarda kendilerine mahsus, özel bölümlerde seyahat ederlerdi.
Yine Müslüman hanımlar lokanta ve muhallebicilerin ailelere tahsis edilen bölümlerinde yemek ve tatlı yiyebilirlerdi. O bölgeye, kocaları da olsa erkekler giremezdi.
Sayın kişi dindar bir Müslüman imiş, hanımı başörtülü imiş... Yüksek tepeye çıkınca, hanımı ile birlikte resepsiyonlara, davetlere, toplantılara, içkili ziyafetlere katılacakmış.
islâm'da böyle bir şeyin yeri yoktur. Böyle bir şey dindarlıkla, Müslümanlıkla olması mümkün değildir.
Birtakım Müslümanlara hitap ediyorum: Takva ve dindarlık ile fısk, fücur ve günahı birbirine karıştırmayalım.
"Bizim istediğimiz islâm..." diye bir şey olamaz. ALLAH Teâlâ'nın bildirdiği, Resûlullah (S.A.V.) efendimizin tebliğ ettiği, 15 asırdır müctehidlerin, fukahanın, salihlerin anlattıkları islâm'ı ölçü alalım.
2 işevli
Şişmiş hali 80 cm civaı
Cepte taşınabilir.
Yıllardır bu ürün için beklemekteydim. Sigara paketi gibi gömlek cebime soktuğum bu şişme bebekle artık uçak, tren, iş yeri tuvaleti gibi alanlarda rahatça seks yapabileceğim. Her ne kadar memeleri biraz küçük olsa da, eninde sonunda memedir meme. Lakin ortadaki sorun küçük ernest'ın bile 80 cm den büyük olmasıdır. (bkz: Sözlükçü bayanlara selam ederim)
yeni yök başkanımız Yusuf Ziya Özcan hazretlerinin görev başındayken yaptığı ama son olduğunu düşünmediğim ilk gafı. Bu ülkenin başına getirdiğimiz insanların başka başlara kimleri getirdiğinin en derin soru işrati. Türban kararları konusunda mahkemelerin vermiş olduğu kararlara karşın sevgili hoca hazretleri şöyle buyurmuş: "Onların savlarını biliyorum. Bunlar, üniversitenin dışında konmuş yasaklardır. Mahkemelerle ilgilidir. Bu bakış meselesidir. Öyle bir kural olabilir. Ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz."
Ne diyim hocam bravo. Üniversite dışındaki kararlar. Üniversite dışından üniversite hakkında karar verenler arasında mahkemeler var değil mi? Mesela başbakanlık, milli eğitim bakanlığı yahut sizi üniversitelerin başına getiren cumhurbaşkanlığı ana kampüslerin içinde temsilcilik mi açtı da onlar üniversitenin içinde? Aslında hocanın kasttettiği şu şimdilik yasama ve yürütme "bizden" olduğu içindir ki içimizdedir, yargı için zaman var mülakata, ondan sonra o da bizim içimizde olacak biraz zaman lazım.
Bir mahkeme kararının nasıl görmezden gelineceği benim için komik bir soru işaretiyken bir anda aklıma sizin gibi tonton ve gözlüklü bir amcanın "anayasayı bir kere delmekle birşey olmaz" lafı geldi. Sevindim, güldüm, bir tatlı huzur kapladı içimi.
Orjinali "Ein Gespenst geht um in Europa - das Gespenst des Kommunismus" olan, komünist manifesto'nun ilk cümlesi. dolaşan hayalet işe komunizm hayaletidir.
peygamberin eski kız arkadaşlarıyla çekilmiş home made amateur videoların bir anda internete çıkması kesinlikle 21. yüzyıl peygamberine uygundur. Bununla birlikte yeni peygamber kendisine bir web sitesi açacak, ülke liderlerini parmaşönle değil bizzat e-mail ile yeni dine davet edecek. Youtube üzerinde bir kanalı olacaktır. mucize olaraksa insanları etkliyecek birşey gösterebileceğine inanmıyorum. Kitabının telif hakları sorun olacak, GNU ile lisanslanacak. Bununla yetinmecek yeni peygamber hukuk ve adalet sistemleriyle uğrşacak, insanların kanunlarının allah'ın kannunlarından daha üstün olduğunu görecektir. Dayak yiyebilir, hatta hapise girebilir. Bir anda kendi taklitleri ve benzerleri çıkar, bir southpark karakteri olabilir.