gençtim şiire hevesim vardı
büyük sözlerden utanmıyordum henüz
alnım kırış kırıştı daha o yaşta
bir nalbant çırağı kadar sıkıntılıydım
atların toynaklarını yonta yonta
çöl gemileri yapıyordum
uçan gemiler
bej üstüne lacivert duygular
bırakan ruhumda
yelkenlerine su renginde atlar koşulmuş
içimizin karanlığından türemiş
sayısız hayaletin
mağripli cinlerin isimsiz ifritlerin
kum üstünde iterek yürüttüğü
can sıkıntısı ve boğuk neşidelerle yüklü
sahra gemileri
kaleleri yıkan
şehirleri ehramları yutan
şiir sefineleri...
aslında pahalıdır konuya girip geliştirmek ikindiyi
tutmuş götürüyor bir kuş kanadında tutmuş götürüyor anladım da
annem gibi kutsi annem gibi böylesi
içime yarılıyor kocaman bir dağ içime yarılıyor sabahların en eskisi
uykumu bırakıp çıktım evden uykumu bırakıp: ilkokul 1986
da seviyordum amcamın kızını da göğsümde ipince bir sızı
ne zordur çekip çevirmek hayatın tarlasını çalısını çırpısını
ne zordur üstünü örtüp yatmak acıların aklının başının
üzerinde ötüyor baykuş: beni çekin hangara beni çekin bu fotoğraf kapkara
kardeşim diyorum sonra kardeşim oluyor bütün encam
ne gam sığmaz ceketime ne gam: ellerimi öper misin
ellerimi tutar mısın sıkışık dünya ellerimi tutar mısın siren çalacak
çalacak: başımı gömdüklerim çıkıyor başımı kaldırıyorum göğe
göğsümden bir bulut göğsümden çoluk çocuk
çıkıyor öpülmemiş bir tövbe çıkıyor bastırılmış bir öğle
birileri konuşuyor senin adına birileri açıyor kitabı defteri kalemi
şuraya koy acı bir leylek uçmuş gitmiş burdan burası ağlama tahtası
takılmıştır kalbe bir kere adam yirmialtı yaşında kız yaş
yaş bir çiviyle oynuyor oturup denizi densizi seyrediyor
allah'ım ne çok seviyorum ben altmışüç yaşında olmayı sonra yarımayı
almış götürmüş horozları sabahlardan almış götürmüş adamlar
adamlar adam değil aslında: benimki bir peygamber yalnızlığı
ah! bana yakışan bir kekliksin binlerce teşekkür sana
eğdirmedin başımı önüme, utandırmadın, artık yorgun değilim
ey çığlıklar, ey donuk yazlar hırkanıza alarak unutun beni
azlığın kayboluyor sılam çoğalmıyor, beni güneşlere tutuyorsun, seslere
parmaklarının köpürttüğü suları yudumluyorum, duraklara
gezgin bir eşkiya gibi iniyorum, silahım oluyorsun, onurum
matemli kızlara dağıttığın sevincimizden üç bes selam alıyorum geriye
şimdi ne mahreme yanaşan bir suratın var ne de yarasalar uçurtan
daha iyiyim şimdi bir çımacı olabilirim ekmeğini şiirle kazanan biri
(kim tanık oldu güzelin sermayesine)
ama dünya söyletmiyor beni dünya sen yanımdayken
küçülüyor küçüldükçe
binlerce teşekkür sevgilim sana sigaram tütüyor ve kalbim tutuşuyor bazı
bulvarlara çıkıp korkunç bağırmak istiyorum korkunç şarkılar söylemek
her kefesinde ölüm taşıyan tartılardan uzağım sen dengeliyorsun kanımı
bu alıp başını giden kuşlar bohçasına sevgiler nakışlayan kızlar duygulandırıyor beni
iğde dallarına tünüyorum evlerin saçaklarına, ışıklar düşüyor içime
gölgem kırılmıyor, kaldırımlarda dik adımlarla yürüyorum, otobüs camlarına
sevda sözleri yazarak kahkahaya boğduğum oluyor yolcuları, "içli bir şair
geçiyor yok mu şiir isteyen" diyerek giriyorum parklara, kır kahvelerine,
en son anlaşıyorum sözü yarım kalmış bir çocukla ve onun lal olmuş dillerini
alarak gödemin yalazına bir türküye dönüştürüyorum saygıyla, hazla.
sevgilim sevgilim bizi nasıl ağırlıyorlar ve kuşandırıyorlar çiçekler gibi
o iyi insanlara minnet borcumuzu mutlu olmakla ödeyebiliriz ancak
bunları bir şarkı söylercesine fısıldamalyım kulaklarına,
iyice duymalısın
iyice duymalısın binlerce teşekkür sana;
esirgemedin bu fotoğrafta benden kalbini
meğer dostluklar da anayollara atılan bir çiçek demeti gibi hüzünle ezilirmiş
meğer sevgili kardeşim bu resimde oldukça mutlu görünmeliymişim ben
yanağımı bir kaynağa yaslarcasına tutmalıymışım karımın omuzuna
elim sana ait bir çaya şeker atar gibi tereddütsüz ve işlek olmalıymış
gözlerimde birşeyler infilak etmeliymiş; bir yıldız kayarcasına, bir suna
uçup gitmeliymiş ben gülünce(dudaklarımın genişliğince olmalıymış gülümsemem)
saçlarım itinayla öne düşecekmiş; yarlardan dökülen akarsuyun hızınca
karıma kırmızı güller sunacakken durup kalbimi dinlemeliymişim
avcısı bol bir ceylana yol gösterir gibi onurla durmalıymışım mesela.
bu fotoğrafta alnım kırışık olmayacak, ceketimin astarı çekmeyecekmiş kolumu
kişiliğimden, geçmişimden birşeyler yansıyacak, tıpkı kanımla suladığım
bir somun ekmeği gibi olgunlaşacakmış bu fotoğraf; bileğimde ödünç aldığım saat
yaban durmayacak ve elim bir kuğu boynu gibi zarifce inecekmiş aşağı doğru
oysa sen bilirsin sevgili kardeşim sen bilirsin kolumun birinin kesik olduğunu
saçlarım ne çok acılarla tarandılar kederden başka bir şeyler sığmıyor, sıkıntılar
hangi gözle çıkışsa yüzüm sonyaz gülleri gibi sararıp dökülüyor
ve yüzüm çocukları ölüme koşturacak kadar dokunaklı coşkulu değil.
karımın gözlerinden güvercinler havalanıyor, sırtımı dönüyorum duvara
tanrım! benim gözlerime ilişen karanlıklar! karanlıklar! karanlıklar!
karımın gül takacağı tutmuş karanfil diyorum ilk ağızda.
ve bu fotoğrafta süt satan bir adamın ilenci, kilim dokuyan bir kızın aşk pusulası
yer alacakmış bir öğretmenin yıkadığı çocuğun kızıl saçlarına taktığı kurdela.
sen düşte bir insanın aşkla sevildiği sahilleri anlatıp
dururdun, bayram yerlerini, peri kızını
toz torbasının altında iki büklüm bir hamalın kangal bıyıklarını
onlar da yer alacakmış sıtmadan ölen sevgili kızkardeşimin çığlıkları da.
karımın saçlarını örebilirmişim özgürlüğe kavuşmuş bir ülke gibi sakin.
ve konuşkan görünmeliymişim kıpır kıpır durmalıymış dudaklarım, omzum
ama yandaki masaya bir öfke koyuyorum görmelisin mutlaka.
sırılsıklam bir sevinci damıtarak yüreğimde damıtarak sevdiklerimi bir bir
ayağımın altında kayıp gidiyor hayat, değişiyor yeryüzü farkındayım
soluduğum hava göğsüme çarpan kötümserlik ve dünya, korkunç değişiyor biliyorum
değişiyorum değişiyorum konuk olduğumu herşey hatırlatsa da.
sevgili kardeşim bir ateş yalımı bir utanç yalımı sarıyor damarlarımı
sen bu hallerimi çok gördün yeleğine sarındım, ellerini tuttum, evinde yattım
sanki bu fotoğraf için konuşmaya çağırıyorum seni, mutlu olmanı ister gibiyim
bir mahkemede durur gibi durma, hüzünle bakarak alnıma, göz yaşlarıma ve dinle
şimdi beni hatırlayarak ilk kaçak tütün sardığımız o savruk ve güzel günleri
"bugün hangi çiçeği ayartacağız bu kahpe hayata karşı" diyerek geçtiğimiz yollardan geçip
"bugün hangi kuşa özgürlük verelim" şarkısıyla yürüyüp yanyana.
ve herşeyi hatırlayarak daha dinç durmalıyım bu fotoğrafta değil mi?
topluma aidiyeti kaybetmek. daha çok kendinle vakit geçirmek. karanlığı sevmek. yalnızlıkla atışmak.
sürekli başka bir hayatın peşinde koşmak. özgün yaşayışı aramak. paranoya ile yatıp yabancı odalarda uyanmak. sessizlik büyütmek. harikalar diyarına inanmak. sessizlik büyütmek. gölgelerle oynamak. fotoğraflarla sınanmak. sessizlik büyütmek.
"keskin ustura ağzında yaşamaktan * ", "yurdumsun ey uçurum *", "intiharlara küstüğünü/gördün mü hiç/bir uçurumun*" ve benzeri bir çok dizenin durak noktası 'tedirginlik'.
kefis bir vazgeçme kokusu. yılana sarılmaktan kayganlaşmış eller. puslu bir bilinç ve sınırsız bir algı. algının sınırsızlığından kaynaklanan rahatsizlik devinimi. küflü çarşaflara sarılıp sabahı beklemek.