son zamanlarda burnumun direğini sızlatan şehirdir. 8 yıl yaşayıp veda etmek zorunda kaldığım ve orada bıraktıklarıma olan özlemimin her gün arttığı yerdir. düzensiz göç kurbanı olan yerleri dışında, büyük şehirlerle kıyaslandığında, ziyadesiyle yaşanılabilir bir yerdir.
Aleni ağlatan ve içine doğru ağlatan olmak üzere ikiye ayrılırlar. ilki, patlama noktasının geldiğini gösterir gibi olsa da aslında ağlanacak ortamın oluştuğunun göstergesidir. Nihayetinde kontrol altına alınması her zaman mümkün olmayan bir durum olsa da ağlamak, herkesin hayatında, asla yanında ağlamayacağı kişiler vardır. Yani eylem gerçekleşmiş ise en azından ortam anlamında uygun koşullar sağlanmıştır. işte bu sebeple ikincisi daha çok yakar. içine doğru ağlamak... Hem taşmıştır için hem de dökecek yerin yoktur. ilk fırsatta bir de buna ağlamalı...
8 yıl büyük şehirde yaşayıp, ardından memleketi olan küçük şehre döneli henüz 2 yıl olan bendenizi, 36 yıllık hayatının en çok sinirlendiği, iletişim kurmakta zorlandığı, üsluplardan yorulduğu, girdiği ortamlardaki muhabbetin seviyesine kahrolduğu, kendisini herhangi bir konuda geliştirecek bir şahıs bulamadığı ve ilerleyebilmek için sanki etraftaki herkesi belli bir düzeye getirmek gibi, tamamlanması imkansız bir göreve talip olması gerektiği şeklinde hissettiren karşılaştırmadır.
utanmamız ve sorgulamamız gereken gereken nice durumun varlığını yüzümüze çarpan olaydır.
Bir öğretmen, yabancı uyruklu bir kişi tarafından öldürüldü. Bir öğretmen, öğrencisi tarafından öldürüldü. Bir öğretmen öldürüldü. Bir insan öldürüldü. Bir canlı öldürüldü...
Maalesef ki sıraladığım cümlelerin her birinin aynı hissi vermesi gerekirken, ülkemizde insanların, siyasi görüş, etnik köken, icra ettiği mesleğe göre cümlelerle kurduğu bağ farklı oluyor. Mesela öldürenin nereli olduğu mu daha önemli? Öldürenin kim olduğu mu? Öldürdüğü kişinin nesi olduğu mu? Yoksa ölenin mesleği mi? Cinsiyeti ya da türü..?
Herkese lazım olacak adalet, bu kez yine sizin dahil olmadığınız bir grup tarafından talep ediliyor diye umrunuzda değil mi mesela? Ya da zaten yeterince itibarı yok edilmiş bir meslekle ilgili her şeyi söyleme haddi, hangi fazlalığınızdandı? Bu defa giden bir can var diye konuşmaya utanacak olan vardır belki. Bir de yine bunlar bir şeyler söylemeye başladı diyenler var. Öğrenci sıralarındayken de yüksek ihtimalle aynı cümleleri kuruyordular. Sahip oldukları, paradan ibaret olduğu için, tüm yaşam kriterlerini ona göre belirleyenler... Ulaşılabilir bir mesleğe dil uzatmak kolay sanırım. Herkesin hayatından geçen ve geçtiğini hissettiren bir meslekten bahsediyoruz nihayetinde. Kimine yoğun hisler bırakırken kiminin kalbine ürkütmeden dokunan bir meslek. Elbette ki kimine göre de olumlu hiçbir etkisi olmadığı iddia edilen... Ancak herkes haddinden o kadar fazla fikir sahibi ki. Oturduğu binanın mimarı, mühendisi hakkında değil, bina çökene kadar. Teşhisi tek muayenede koyamayan, hatta yanlış teşhis koyan doktor hakkında değil, durum kötüye gidene kadar. Arabasını tamire götürdüğü usta hakkında değil, yolda kalana kadar. Adil olmayan yöneticiler hakkında bile değil, kendi canı yanana kadar. Bizler doğruya giden yolu aydınlatmaya çalışanlar olduğumuza göre ve bu kadar işimize karışıldığına göre bu defa yok olan doğrular sanırım. Neden dil uzatmak bu kadar kolay oldu bu mesleğe diyen yok. Tabi öğretmenler eskisi gibi değildir. Öğrenciler ya da diğerleri eskisi gibi mi? Hem eskisi gibi olan da eski kafalı oluyor ya..! Neden bu kadar kolay dil uzatmak? Maddi kazanca göre değil sadece. Çünkü yazarken bile doktorları düşündüm, aynı itibarsızlaştırma onlara da yapılıyor. Keza gururla anlatıyor şantiyedeki ustalar, mühendisten fazla kazanmalarını... Babasının dükkanında para al, ürün ver yapanlar da... Size de lazım olduğunda hakkaniyet, bugün yerdikleriniz sesiniz olacak emin olun!
Nereyi eleştireyim ben şimdi. Muallimden fazla maaşı olmayan mebuslardan buraya gelişi mi? itibarın tek kriterinin para üzerine kurulu olduğu düzeni mi? Cehaletin cesaretle olan ilişkisini mi? Sanırım en önemlisi yapılan yanlışın, yapanların yanına kâr kalmasını dile getirmek lazım.
Dünyamızda yıllardır farklı aralıklarla felaketler oluyor ve her birinde ihmalden, yapılması gereken ama yapılmayan şeylerden bahsediliyor, bu işleri yapması gerekip yapmayanların kim olduğuna hiç dikkat edilmiyor yani sorumludan hesap sorulmuyor ve olayın sıcaklığı kaybolunca herkes yine bildiğini yapmaya devam ediyor. Herkesin bildiği, zaten durumu felakete götüren şey olsa da... Yani apaçık belli ki herkesin bildiği diye bahsettiğimiz, doğru olan değil... Bugüne kadar yaptığı yanlışlarına ya da yapmadığı doğrularına ses çıkarılmadığı için aynı şeyleri yapmaya devam etmeleri, en masum tabirle, alışkanlık ya da başka bir bakışla pek âlâ arsızlıktı. Oysa meselenin çözümü için gerekeni, sorumlu olan her merci biliyordu. Birçok sorumlu merci de sorumlu bir diğer mercinin, bu olaydan daha sorumlu olduğunu iddia etmeye çalışıyordu. Çünkü buna, ötekileştirme deniyordu ve olayı, başkasına daha çok mal ederek kendinden uzaklaştırmaya; kendini ya da en azından olayla ilgilenenlerin bir kısmını, buna inandırmaya çabalıyordu. Olay, ötekiyle ilgiliydi en çok. Onunla değil. Çünkü öyle olsa hesap vermesi gerekirdi, önce kendine, hala çalışıyorsa vicdanına, sonra sorumlu olduğunu hissettiklerine, sonra da olayla bağlantısı olduğu söylenebilecek herkese...
Ötekileştirerek önce kendini durumdan uzaklaştırmak ve atılması gereken adımların neler olması gerektiğini biliyor olmasına rağmen önce başkalarının atması gereken adımlara odaklanmak ve ilgili herkesin dikkatini de o yöne çekmek, tüm sorumluların, hesap verecek kişinin kendileri olmasını engelleme yoludur...
Biz de yanlışlar yapıyor ve yıkımlara sebep oluyoruz. Doğal afet olmasa da kaynağı biz olan felaketler oluşturuyoruz, bir kısmının farkında olmasak da. Kendimize, atmamız gerektiğini biliyor olmamıza rağmen atmadığımız adımların hesabını soruyor muyuz peki? Cevabımız evet de olsa hayır da olsa biz adımları atmadık diye bizi uyaranlara karşı hırçınlaşıyor muyuz peki? Cevabımız evet ise bu da bizim, sorumluluğu üzerimizden atma, ötekileştirme yolumuz mudur acaba?( Bir önceki soruya cevabımız evet ise buna da cevabımız evet olmak zorunda.) Olay hakkında söz sahibi olabilecek olanların yorumlarına, "sen karışma, bu benim işim" derken ya da bunu en azından içimizden söylerken, zaten işimizi yapmış olsaydık, kimsenin karışmasına gerek kalmayacağını da biliyor muyuz peki? Aslında evet, eminim biliyoruz. Ama gereğini yapmıyoruz ve yanlışımız olmasına ya da bunun fark edilmesine ya da bunun hesabının sorulmasına tahammül edemiyoruz değil mi? Gerçekçi olalım lütfen. En azından içimizden... içimizden başlar çünkü her şey... Mahkemeyi önce içimizde kurup, önce kendi kendimizi hesaba çekecek olursak, o mahkemede kendimizi suçlu bulsak dahi kazanan biz oluruz çünkü. Kendi yanlışlarımızın farkındalığını, olayı bizden öte hale getirme çabası yerine, olaya çözüm bulma çabasına dönüştürmek, atılabilecek adımların en anlamlısıdır.
Biz, sorumlusu olduklarımız için ötekileri öne sürmezsek, herhangi bir "öteki", bizim sorumlu olduklarımız için beri gelme hakkına sahip olmaz. Sorumlu olduklarımızı içselleştirmek, sorunları öteye götürmenin ilk adımı olsun. içimize bakalım ki işimize "doğru" bakalım...
Cevabından kimsenin emin olamayacağı sorudur. Tartışılması gereken kısım sadece bu mudur muhalefet açısından, emin değilim. Hatta eminim, çok daha fazlası var. Her seçimde kaybedip, iktidar seçmenine gerizekalı demekle bir yere varılmadığı konusunda uzlaşması gerekir önce sanırım o kesim. Ya da bu kadar "gerizekalı" seçmeni ikna edemeyecek zeka boyutu da tartışmaya açılabilir. iktidar tarafı da keşke ülkenin yarısı bizim neyimizden memnun değil acaba diye merak etse mesela çok iyi olur. iki tarafı da körü körüne savunanlar çok yoruyor partilere oy verip, taraftarı olmayanları. imamoğlu meselesi, KK aday olmadan önce, gerektiği kadar gündemde tutulmalıydı bence. Şimdi bunun üzerine yapılan her yorum boşa. Bu da dahil.
"bir güçlükle beraber bir kolaylık vardır. muhakkak ki bir güçlükle beraber bir kolaylık vardır. bir işi bitirdiğinde, daha zor olanına koş. sadece rabbine yönel."
takdir edilenin değil taklit edilenin başarılı olduğunu destekleyen, kötü niteleme sıfatlarıyla anlatılmayı hak eden, akıl tutulması ürünü bir kampanya.
başkalarına söyleyemedikleri için kendini hırpalayan tipleri olan insandır. söyleyeceklerinin faydası olmayacağını fark edip, olay anında karşı tarafı bozmayıp, sonra kendiyle cebelleşen tipten bahsediyorum. elbette ki herkesin yüzüne karşı iyi olup arkasından giydiren çeşitleri de mevcuttur. bir de herşeye olumlu bakabilen ve sanki dünyadaki hiçbir şeyi sorun etmeyecek yapıda olanları da vardır ki onları henüz anlayabilmiş değilim.
binadaki doğalgazı olmayan tek daireyi, sadece uyumak için kullanıyor olmasına karşın, otel ücretine yakın aylık bedel ödeyerek kiralayan kişinin, soğukların bastırması sonunda hasta ve beraberinde de agresif olması sebebiyle, çok da umrunda olmayandır.
normalleşmesi durumunda, düşünebilen bireyler için, hayattan alınacak zevki azaltacak şeylerdir.
düşünmeden konuşmak,
amacına ulaşmak için her tür pisliğe bulaşanları eleştirirken, fırsatını bulduğu anda aynısını uygulamak,
haklı olduğundan emin olduğu halde, sırf haksızların sesi daha çok çıkıyor diye sessiz kalmak,
adaletin, sadece ilahi yolla tecelli etmesini beklemek, hakkını aramamak,
empatiyi, karşısındakinin kendi açısından bakma zorunluluğu olarak görmek ve böylelerine tahammül etmek,
etik değerleri oluşmamış ilim sahibi kişilere, hadsizliklerinin farkına varması için müdahale etmeyip, düzenin değişmesi lazım diye boşa konuşmak,
aynı kulvar, branş ya da meslekte rakibimiz sayılacak ve değer yargılarımıza göre ciddi yanlışları bulunan kişilere, makama duyulan yalakalık sebebiyle tahammül edip, (kötü olan) hiçbir şeyin değişmemesine sebep olmak,
baskıcı öğretmenden korkan neslin, mülayim öğretmenin tavsiyelerini dikkate almayıp, barbar öğretmenin ödevlerini harfiyen yapması sonucu, yanlış strateji izleyen öğretmenin haklı çıkıp, doğruyu yapmaya çalışanın haksız olması ve nihayetinde yetişecek neslin, başında amir varken çalışıp amir yokken kaytaracak karaktere doğru emin adımlarla ilerlemesi,
liyakat denilen şeyin uygulamadan kalkmakta olması
gibi örneklerin, farkındalık oluşturması ümidiyle...
sözlük ahalisinin duymaya hazır olmadığı sözlerdir. zira gelebilseydi, her zümre için derin giydiriler içeren uzun bir konuşma yapardı diye düşünüyorum. hele de rotası belli olmayıp onun adının arkasına sığınanlara... hele de bizi hiç ilgilendirmemesi gerekmesine ve aslında cevabı da gayet açık olmasına rağmen onun dinini tartışanlara... kendi görüşünden olmayana asla saygısı kalmamış çok bilmişlere... sosyal medyada bilgi edinmek için kullandığı ortamlardan kendine uygun görüşleri alıp, saygın görünmek için birşeyler yazar gibi göründüğü ortamlara kopyalayan insancıklara...
şu anda kulağımda tıngırdayan bir şarkının küçük bir bölümü büyük şeyler anlatmalı bize aslında.
"...puslu kişilik ayıpları, düşene tekme atan o insan kayıpları..."
bunlarla dolup taştığımızı fark edelim artık. siyasi görüş nasıl bu kadar ayrıştırıcı olabilir hiç anlam veremedim. etnik ya da dini köken de... ateist de hristiyan da arkadaşlara sahibim. üniversite hayatım boyunca 4 yıl kürt oğlu kürt adam gibi adam biriyle aynı evde yaşadım. (muhafazakar bir kesimde doğup büyümüş olduğumu da belirteyim.) siyasi olarak hiçbir partici değilim, olmam lakin oy veririm ve hep bir fikrim vardır ki beynim bende kaldığı sürece de olacaktır. çevremin yarısından fazlasıyla farklı siyasi partilere oy veriyor olmam zerre umrumda değil. dinime çok değer verirken, peygamberimi çok severken, kelime anlamı olarak milliyetçi ve gerçek anlamda da atatürkçü olduğumu kimseye ispat etmem de gerekmiyor... ayrılmak boş vesselam... hangileri güzel geliyorsa size, hepsini kendinizde toplamaya çalışın derim ben.
öğrenci mantığıyla, herkesin hayatına kimse karışamaz felsefesinin hüküm sürdüğü bir memleket olması açısından cazip görünen yerdir. elbette başkent olması münasebetiyle imkanları boldur. bi' denizi yok geyiğine de düzenli bir şekilde maruz kalan şehirdir aynı zamanda. benzer nüfustaki şehirlere göre de trafiği düzenli sayılır aslında. lakin bence en bariz tarafı ruhsuz bir şehir olmasıdır. kimsenin kimseye güvenemediği, sıradan kültürün tedavülden kalktığı bir yerdir ki bu yüzden bence hiç sevilesi olamayacaktır.
üniversite yıllarımda aynı evde kaldığım diyarbakırlı arkadaşımı, çok farklı bir kültüre, medyadan duyduklarımla alakası olmayan bir insana merhaba deyişimi hatırlatır diyarbakır. tereddütsüz olarak, her kürt vatandaşın pkk sempatizanı olmadığını da... bişeyci olan bazı grupların nedense hoşuna gitmez bu. ben bişeyci değilim ama. oy kullandım lakin hiçbir partili de değilim. vatan millet sevdalısı, değerlerini savunan bir vatandaşım ve genellemelere ayarım. vatansever olan tüm diyarbakırlılara selam olsun. vatansever olmayanın da canı cehenneme, nereli olursa olsun...
doğruluğu hakkında fikrim olmasa da hakkında söyleyecek sözlerimin olduğu durumdur. doğru veya yanlış olması aslında önemli olmayan bu mesele için, doğru olduğunu kabul ederek konuşacak olursak, onlarca güzel davranışı örnek alınmayan efendimin, birileri tarafından ortaya atılmış olan ve sırf işlerine geliyor diye birileri tarafından kabul gören bu meselesinin, insanlığın hala karanlığa doğru yürümekte ısrarcı olmasının açık bir kanıtı olduğu aşikardır. duymak istediğini duyan, anlamak istediği gibi anlayan, hak verebilme ihtimali için değil de cevap vermek için dinleyen bir nesil... sonu uzak olmamakla birlikte, parlak da olmasa gerek...
fakirin çenesini yormak için mantıklı bir girişim sayılabilecek eylemdir. özendirme ile başlayıp, yabancı gelen duyguları sıradanlaştırma ve nihayetinde içselleştirilmiye kadar ulaşmış durumla insanları ötekileştirme... amaca uygun çalışan bir proje olsa gerek.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/838947/+
son zamanlarda, hızıyla ilgili olarak, çok fazla capse konu olmuş olan profesyonel futbolcu.
hakkında en beğendiğimse bu fotoğraf oldu.
anlatılabilenleri ve anlatılamayanları olmak üzere ikiye ayrılan anlardır. anlatılabilir olanlar küçük tebessümleri yahut hafif kalp kırıklıklarını hatırlatan anlarken, anlatılamayanları ise büyüten anlardır. bazen yazıktır, bazen keşke, bazen de herşeye rağmen iyi ki... hiçbir zaman tereddütsüz iyi değildir lakin. boğaz düğümleyen, inkar edilmek istenenlerdir...
ilişkinin sonuna geldiğinizi ifade eden sevgilidir. yapılması gereken tek çıkarım da budur. zira sebep konusu sadece hayal gücünüzle şekillenecektir. bitirmeyi kafaya koymuş olan tarafın görüşüne saygı duyulamasa da gidişine sessiz kalabilmeyi gerektirir.
bu aralar var olmadığına inanmakta zorlandığım şey. aslında güzel sayılabilecek şeylerin artık bana teğet geçmekten vazgeçmesinin vaktinin çoktan geldiğini gösteriyor bu sanırım. ne olduğunu bulamadığım birşey lazım bana. tüm saçma durumları ortadan kaldıracak olan şey, sanki tek bir hamle...
neyse şans yok işte. ya gerçekten yok. ya da var ve bende yok...
daha kesin bilgileri seven kişilerden olmayandır. tarih konusunda birçok tarihçinin görüş ayrılığında olması, yıllardır memleketimde kutlanan fetih tarihinin dünya kadar tarihçi tarafından kabul görmeyip başka tarihlerin söylenmesi, kesin doğruluğa ulaştığından neredeyse hiç emin olamamanın verdiği şüphe gibi onlarca sebep, beni tarihi uzaktan sevmeye yönlendirmiştir hep. tv kanallarının haber bültenleri gibi birçoğu. hangisine inanmayı seçersen, senin doğrun o oluyor. o yüzden tarihten ziyade matematikten yanayım. şüphe bırakmayan, kesin çözümler...