önce huzur verip, etrafına ışık saçan, sonrasında ise uğrayacağı hayal kırıklığı nedeniyle 180 derece dönüp herşeyin boş ve anlamsız olduğunu düşünecek insandır.
Jan Peter Balkenende 22 temmuz 2002'den bu yana Hollanda başbakanıdır. 4 dönem boyunca partisi CDA (Christen Democratisch Appèl) seçimleri kazanmıştır. doğum tarihi 7 mayıs 1956 olan Jan peter balkenende Amsterdamın Vrije Universitesinde * tarih ve hukuk okumuştur. 2005'te Hollanda'da balkenende-norm (balkenende-oranı) diye bir kanun çıkmıştır. bu kanun diğer kamu yöneticilerinin yıllık gelirinin balkenendeninkinden daha fazla olmaması gerektiği düşüncesinden yola çıkılarak gündeme getirilmiştir. 2005'te 120.000 euro civarı idi bu yıllık gelir sınırı, şimdilerde 10.000-20.000 euro ile yükselmiş olabileceğini düşünüyorum. balkenende 1996'da kendisi gibi hukukçu olan Bianca Hoogendijk ile evlenmiş, sonra bir süre ayrı yaşayıp, kızı Amelie 1999'da dünyaya geldiğinde tekrar eşiyle birlikte yaşamaya başlamıştır. her ne kadar partisi CDA 4 dönem boyunca liderliğini korumuş olsada, hollandalılar sevmezler pek başbakanlarını. Harry Potter'a benzetirler adamı.
onu göremesende, duyamasanda, varlığını her zaman hissettirebilen, 1- 1 bucuk seneye yakın zamandır tanıdığım halde bu güne kadar hiç ters bi hareketini görmediğim, nickini "wake yamuk yapmaz" olarak değiştirmesi gerektiğini düşündüğüm, dünyalar tatlısı, sıcak kanlı, pırlanta değerindeki yüce varlık.
Sana her zaman için müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni...Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim.
Baba, biz Türkiye'nin ikinci Kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da... Tıpkı Birinci Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi... Ama bu topraklan yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları...
Düşün baba; Bugün hükümet işini, gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor. Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda. Ve hepsi Kemalist çizgiden sapmışlar. Ve tarih önünde hüküm giymiş durumdadırlar. Biz çoktan onları tarihin çöplüğüne atmış durumdayız.
28 Ocak 1971 Deniz Gezmiş
(2)
baba;
mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar ölürler, önemli olan çok yaşamak değil,yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın. oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum.sadece senin değil, türkiyede yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacağına inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrıca savcıya da bildirecegim.ankarada 1969 ölen arkadaşım taylan özgürün yanına gömülmek istiyorum.onun için cenazemi istanbula götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir, son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.
'Doğu Arkadaş, "Bildiğin gibi tahliye olamadım. Bu ayın 22'sine kaldı bizim tahliye işi. Yeni cezaevine de taşındık. Sing sing'ten farkı yok burasının. Sana uzun süredir mektup yazamadığım için kusura bakma. Öte yandan üniversitenin bizim için açmış olduğu tahkikatın sonucunu bekliyorum. Öyle zannederim ki 2 sömestr uzaklaştırma kararı verecekler. Benim öteki davaların durumu berbat. Ceza yeme ihtimalim kuvvetle muhtemel. Bugünlerde tek üzüldüğüm konu 6. Filonun gelişinde dışarda bulunamamak. "Yusuf Küpeli'nin başkan seçilmesi beni fazlasıyla sevindirdi. Fakat yine de bu oportünizmin tasfiyesi anlamına gelmez. Yalnız bu bizim için iyi bir fırsat olmalı. Benim burada kimseyle temasım olamıyor. Sen istanbul'a gelip te bizim çocukların FKF'ye giriş işini bir düzene soksan çok iyi olur. Cumhuriyette çıkan bir seri röportaj var. Bilmem okuyor musun? Bir işgal sonrası diye. Doğu Avrupayı anlatıyor. Anladığım kadarıyla revizyonizm bütün haşmetiyle gelmiş oturmuş. Doğu Avrupa'daki bu revizyonist gidişin kaynağını yani nedenini bir türlü bulamadım. Şimdilik bu kadar. Bütün arkadaşlara selam. Deniz
evet insanlar diyorum, çünki aldatmak sadece erkeklere özgü birşey değildir. kadınlarda aldatır vesselam, zira onların aldatmaları yapılan toplumsal baskı nedeniyle daha sık gizli tutulur, ve bu nedenle "kadınlar erkeklerden daha az aldatır" gibi saçma sapan şeyler söylenir. erkeklerin ve kadınların aldatma sebepleri birbirinden farklı mıdır? evet diyenler olacaktır muhakkak. aldatma sebepleri her ne olursa olsun, her aldatmanın başında merak gelir. insanoğlu yeniliklere o kadar çok merak sarmış durumda ki, tutabilene aşk olsun. diyelim ki hayatınızda biri yok, kendi yolunuzda ilerliyorsunuz. gün geliyor, ve siz bulunduğuz durumdan sıkılmaya başlıyorsunuz. hayatınızdaki eksiklikleri doldurabilmek için çaba sarfetmeye başlıyorsunuz. bir gün iş ortamında veya okul ortamında vs birini görüyorsunuz. "allahım ben cennettemiyim" dercesine onu izlemeye başlıyorsunuz. kafanızda o kişi hakkında binbir tane soru işareti oluşuyor. "kimdir, neyin nesidir, adı nedir, kaç yaşındadır, sesi nasıldır, acaba benden hoşlanır mı, saçlarını yıkarken hangi şampuanı kullanır, zenginmidir vs.." gibi soruların cevabını bulmak için öylesine hırslanırız ki. yepyeni birşeydir o gözümüzde, pırlanta değerindedir, hakkında merak ettiğimiz şeyler olduğu sürece bizi heyecanlandırır. aradan biraz zaman geçer, ve bu zaman içerisinde bir yolunu bulup tanışmışızdır o gizemli şahısla. onunla konuştukça, onu zamanla tanıdıkça o kafamızdaki soru işaretleri birer birer cevaplarını bulur. zamanla, onunla ilgili merak ettiğimiz hiç bir konu kalmaz. onu o kadar iyi tanırız ki, "t" dese "tuvalet kağıdı kalmamış hayatım, peçete kullan" diyebilecek duruma geliriz, anında çözeriz ne demek istediğini. ona öylesine alışırız ki, diş fırçalamak gibi rutin birşey olur o bizim için. sıkılmaya başlarız biraz. "eskiden sanki daha çok seviyorduk birbirimizi" deriz. halbuki.. eski ile şimdi ki zaman arasındaki tek fark, artık hakkında merak ettiğimiz birşeyin olmamasıdır. bu monotonluk dayanılmaz olur bir süre sonra, "yenilik lazım" mantığı ile, "bir kaçamaktan ne çıkar" deriz ve hakkında pek birşey bilmediğimiz, bizde uyandırdığı merak sayesinde, bizi heyecanlandırabilen bir insana odaklanırız. bu merakımız yüzünden aldattığımız kişiyi kaybederiz, 1-2 gün umursamaz tavırlarla "zaten eskisi gibi sevemiyorduk birbirimizi" diyip kendimizi avuturuz. zira gün gelir onun eksikliğini öylesine hissederiz ki.. düşüncelerimzde fazlasıyla var olan "keşke"lerimize bir yenisini daha ekleriz.
sihirli lambadan bir cin çıksa, sadece bir tane dilek hakkın var, dile benden ne dilersen dese, gel şunu iki yapalım diyen çıkacaktır eminim. elimizdekilerle yetinmesini bilmediğimiz sürece, nankörlük edip fazlasını istediğimiz sürece ardımızda bıraktığımız izlerimiz kalıcı olmayacaktır.
Amsterdamın 2 üniversitesinden biridir. Diğeri Universiteit van Amsterdam'dır (Amsterdam Universitesi). Vrije Universiteit'in anlamı Türkçede Özgür Üniversite olarak geçer. bu ismin verilme nedeni, universitenin salt tanrı yolunda ilerleyeceğine, devletin ve kliselerin etkisi altında kalmak istemediğine bağlanmaktadır. Bu üniversitenin aynı adı taşıyan ve akademik araştırmalar yapılan bir hastanesi vardır.
VU 20 ekim 1880'den bu yana eğitim vermektedir, kurucusu Abraham Kuyper isimli hristiyan bir şahıstır.
Hollanda'da toplam 13 üniversite vardır, VU bu 13 üniversite içerisinde 6. sıradadır. Zamanında Hollanda başbakanı Jan Peter Balkenende'nında 2 ayrı bölüm (tarih - hukuk) okumuş olduğu, 12 fakülteye sahip bu üniversitenin amblemi mitolojik bir ejderha'dır.
en güzel örneği, bir yakınımızı, sevdiğimizi kaybettiğimizde görülür. verilen sözleri yerine getirme çabası içerisine gireriz. "o benim üniversiteyi kazandığımı duyunca çok sevinmişti" diyip, daha sıkı çalışırız derslere mesela. aslında içinde bulunduğumuz durum her ne olursa olsun.. bize birbirinden farklı 2 seçenek sunmaktadır. biri, diğerinden her zaman daha olumludur. az önce de örneğini verdiğim gibi, bir yakınımızı kaybettiğimizde yapabileceğimiz 2 şey ne midir? ya yaşayan bir ölü olarak hayatımıza devam ederiz, hiç bir şeyden zevk almayız, sürekli ağlayıp sızlarız ve çevremizdekilere kendimizi acındırırız, ya da sahip olduğumuz değerlere daha sıkı sarılıp, eskisinden daha güçlü ve kararlı adımlarla yolumuza devam ederiz. yaşanılan herşey, "yaşanılması gereken" şeydir, tecrübedir, bilgidir. bu düşünceden yola çıkılarak alınan kararlar bize önce güç verir, sonrasında hayata geçirdiğimizde ise gurur...
kendine özgü bir tarzı olan, "akıntı beni nereye sürüklerse oraya giderim" mantığı ile yaşamayan kızları pırlanta değerinde kılan bir moda saçmalığıdır.
Seni 9 ay karnında taşıyan, bugünlere getiren. seven, okutan, ne halt yemiş olursan ol affeden, karnını doyuran, kendinden önce seni düşünen, seni en önemli yaşama nedeni olarak gören, senin kötü olduğunu duyduğu an altındaki bmw x5i kontakta bırakıp koşarak yanına gelen, alışverişe gittiğinde market sahibi Şaban usta'nın köşeyi dönmesine neden olan ve o yaptıgı alışverişleri apartmanın bilmem kaçıncı katına senin çıkarmanı bekleyen, odandaki bilgisayarının üstüne bile işlediği dantel örtülerden koyan, "anne bu ne" dediğinde ise, "tozlanmasın diye koydum" diyip seni güldüren, desenini çok beğendiği yeni koltuktakımının üzerini çarşafımsı birşeyle örten "misafir geldiğinde çıkarırız, şimdi kirlenmesin güzelim koltuk" diyen, seni her an kaybetmekten korkan değerli yüce insan şeysi..
buna inanan dişi varlıkları yalan söylemeye iten sözdür.
örnek:
adetli bir gününde ayşe erkek arkadaşının evine gider, erkek ayşe eve gelir gelmez soyunmaya başlar, bi güzel kaynaşırlar. iş bittiğinde çarşafı hemoglobinli gören erkek "bana bakire olduğunu neden söylemedin" dedikten sonra "merak etme aşkım, gül kokulu ayşem, seni ortada bırakmiciğim.." diyip, hayatı boyunca sevgilisinin daha önce başkası tarafından hoplatılmamış olduğu düşüncesiyle övünür. halbuki ohooo... sonbaharda rengi solan yaprak sayısı kadardır ayşemizin cinsel aktiviteleri.
bir de fatma vardır, fatma daha önce biriyle cinsel ilişkiye girmiştir. ve bir sonraki erkek arkadaşına bundan bahsedince, ayarı yemiştir..
Beğenilmek ister, sevilmek ister. Iltifatlar karşısında dili tutulur, kendini ölümsüzmüş gibi hisseder. "Ya bu adamda beni çok seviyor, ne kadar vazgeçilmezim Allah'ım" diyip sadece kendine odaklanır. Gün gelir, erkeğin aşırı ilgisinden sıkılır, dengesiz hareketlerde bulunur. Adam ağızı ile kuş tutsa yaranamaz. Derken.. ilişkisi biter erkekle, zamanla başkasını bulur. Bu yeni oğlan yaramaz çıkınca "Gidenin yeri dolmuyor" gibisinden şiirimsi yazılar yazar anı defterine, veya msn başlıklarına. Bir de hemcinslerine karşı pek sevecen değildir, içlerinden bir çok arkadaş edinir, gezer, tozar eğlenir onlarla ama içten içe.. "aslında ben daha güzelim, çekiciyim, komiğim vs" gibi antipatik megalomanlıklarda bulunur. Ama hoştur kadın vesselam... Görsel açıdan erkeklerden daha zengindir.