annem ile babam ayrı. annem aldattı diye babam ayrılmak istedi, tazminat için dedektif tuttu ama o esnada babamın da bir ilişkisi çıktığı için annem tazminatı kazandı. üvey annem ile üvey babam lisede takılmışlar asdfh.
ben de nafakanın yattığı ilk 15 gün annemle diğer 15 gün babamla yaşadım falan.
ablam da 3 kere boşandı. nikah masasını yemek masası sandı zaar.
benim de bir oğlum var ama gayrımeşru o yüzden velayeti aldı şerefsiz karı.
insanların vücut ile gösterim yapmaları aslında yeni olan bir şey değildi. insanlık dünyaya çıplak gelen, sonradan düşüncesel ahlaki yasalar ile bu vücudunu kapatan canlılardır. kadın ve erkekte estetik gelen noktalar zamanla kapatılmış (üreme organları, kadın göğsü, saç, omuzlar gibi) ve bunlar tamamen ahlaki çerçeveye uydurulmuştur.
ardından dünyada din kurma akımları başlamış ve kendinden olmayanları lanetleyen belli başlı kitaplar yazılarak, bu konular daha da keskinleşmiştir.
vücut teşhirciliği rönesans döneminde fransa ve italyanın varoş ve burjuvazi mahallerinde fahişe ve jigololar tarafından yapılmış ve kendilerini bir vitrindeymiş gibi yıllarca pazarlamışlardır.
reformsal dönemlerde din ve siyaset tekrar güç kazanmış ve vücutlarını teşhir eden kişiler devlete vergi vermek zorunda kalmıştır. (kazan- kazandır sistemi) buna karşı gelen her insan ise idam ya da ibret cezalarına tabi tutulmuştur.
türk kültüründe ise vücut teşhiri olmamakla birlikte, cinsel farkındalık da yoktur. türk kültüründe bu dönemlerde zihinsel birliktelikler yaşanmakta ve bireyler cinsellik üzerine cinsel temas değil, birlik üzerine cinsellik yaşamaktadır. islamın da getirdiği ağır şartlarla birlikte saray dışı yaşamda teşhir kesinlikle idamlık bir cezadır.
bu noktada ise dünyada büyük bir yönetimsel ve fikirsel değişiklikler olmuştur. batı dünyası daha fazla değişmiş ve türkiye de yönetim olarak onlara uymuştur. fikirsel olarak ise osmanlıdaki ahlaki kurallara bağlı kalarak batılılaşma başlamıştır.
amerikada bulunan karmaşık milletler birbirleri ile yüksek etkileşimi sayesinde ahlaki açıdan büyük bir bozulma yaşamıştır. milenyuma girmeden önce bile her çocuk uyuşturucu ile tanışmış oluyor, 14 yaşında anne olan kızlar avrupa ve orta doğuda tv haberlerinde tek tek anlatılıyordu.
milenyum ile birlikte "geri kafa" cümlesi de dünyamıza girdi. milenyumdan sonra insanların aşırı davranışlarına tepkicilik "geri kafacılık" olarak adlandırılsa da kültürel olarak bağlı toplumun bozulmamasına karşı bir uyarıydı. bundan dolayı sürekli bir kültür çatışması yaşandı ve türkiye'de cinsellik yaşı 15'e inmişken sanal seks adlı iğrenç eylem ise 12 gibi yaşlara düşmüştü. türkiye'de belli bölgelerde her ne kadar 15 yaşında çocuk gelin görüyor olsak da kendi rızası ile kendi evinde hamile kalan, ilişkilere giren kızlar da çocuk gelinlerin ailesi ile zıtlık gösteren bir ailenin çocuğuydu.
2006 yılında çıkan uludağ sözlük, 1999 yılında "kutsal bilgi kaynağı" mottosu ile çıkan ekşi sözlük'ün klonu olarak başladı. kimi yazarlarla oluşturulan bu oluşum büyüdü ve zamanında okan bayülgen gibi programlarda konu bile oldu. sözlük her zaman gerçek bilgiyi vereceğini temin edemese bile subjektif doğruların tartışılacağı bir nokta oldu.
geçtiğimiz seçim döneminde 3 seçim üst üste en kısa sürelerde yaşanmasına rağmen, teröre yakın bir parti milliyetçi bir partiye fark atıyorken, ülke rejiminin değişilmesi konuşuluyorken, bombalar patlıyorken, komşu ülkelerden hiçbiri ile dostluk kurulamıyorken uludağ sözlükte insanlar vücutlarını teşhir edip, kendilerini pazarlama derdine düşebiliyorlar. safi fahişelik ve jigololuk kokan bu harekette ise bunu yapan kişiye cinsel teklif ve para karşılığı cinsel birleşim sunmak yasak. bunun sebebi ise ahlaki yozlaşmayı başarmış olan bir sözlükte yönetimin o teşhirciyi yani bir bakıma romada vergisini veren fahişeyi savunmasıdır. burada vergi bittabi biraz daha fazla reklam gösterimi ve daha fazla ziyaret çekimidir.
yönetim fahişeleri desteklemeye elbette devam edecektir. ama bu fahişelere para teklifleri üzerinden kendileri pay almayı kabul ederlerse kendilerine bu konuda esneklik teklif edeceğim. ben şuanda bu sözlükte kendini pazarlayan bir orospuya para teklifi edebilmeli ve sözlük de bu noktada kazanç sağlayabilmeli, bu teklif suç olmamalıdır.
ek: şaka bir yana fiyat makuldür. geceyi 7 saatten sayarım, 2100 lira verebilirim. daha fazlası çalışmaz. ben uyuduktan sonra isterse siktir olup gidebilir.
ek2: fiyat konusunda anlaşılmıştır. konu kilit lütfen.
Ahmed Arif, 21 Nisan 1927'de Diyarbakır'ın Hançepek semtindeki Yağcı sokak 7 no'lu evde dünyaya geldi. Diyarbakır Lisesi'nden mezun oldu. Ankara ÜniversitesiDil ve Tarih-Coğrafya FakültesiFelsefe Bölümünde okudu. 1940-1955 yılları arasında değişik dergilerde yayınladığı şiirlerinde kullandığı kendine has lirizmi ve hayal gücüyle Türk edebiyatındaki yerini aldı.
toplumcu gerçekçi şiirimizin ustalarındandır. yaşadığı coğrafyanın duyarlılığı ve halk kaynağındaki sesini hiç yitirmeden, lirik, epik ve koçaklama tarzını kusursuz bir kurguyla kullanarak, özgün, tutkulu, müthiş ezgili çağdaş şiirler yazdı.
ilk ürünlerini, türk şiirine "garip" akımının egemen olmaya başladığı dönemde veren ahmed arif bu akımın dışında kalmaya özen gösterek nazım hikmet etkisinde gelişen "toplumcu gerçekçi" şiir anlayışı içinde kaldı. daha sonra "40 kuşağı" olarak adlandırılacak olan bu topluluğun h. i. dinamo, rifat ılgaz, ömer faruk toprak, şükran kurdakul,arif damarve enver gökçe gibi şairlerin arasında, "şiire doğu motifleri taşıyan; meydanlarda okunacak yüksek sesli bir şiir"in şairi olarak öne çıktı. sert ve acımasız bir doğanın, yöre insanının hayatına taşıdığı zorluk ve sıkıntıları, bölgenin "geri kalmış - geri bıraktırılmış" gerçekliğiyle birleştirerek öfkeli bir muhalefet, giderek de "isyan"ı dile getiren şiirler yazdı. bu şiirlerinde, yaşadığı yöreyi bilinmeyen bir coğrafya olarak şiire taşırken konularında olduğu kadar söyleyişinde de yörenin efsane, destan, masal, türkü ve ağıt gibi folklorik özelliklerinden yararlandı. toplumcu dünya görüşünün bire bir yansıdığı şiirlerinde işçi ve emekçilerin egemen güçler karşısındaki mücadele ve direnişinin yanı sıra sevdayı, umudu, insan sevgisi ve insanlığa olan inancı işledi. şiirlerinin yüklü içeriğine uygun olarak ses öğesini öne çıkaran bir dil, yapı ve dize düzeni; yinelemelerle sağlanan bir ritm geliştirdi.
gençliğinde karşılaştığı yasak, baskı ve hapislik gibi yaşantıların etkisinden, sonraki yıllarda da kurtulamayan ahmed arfi, kendini bir tür sessizliğe yargılayarak uzun yıllar sanat ve edebiyat çevrelerinden uzak, "kendi köşesinde" bir ömür sürdü. ancak bu sessizliğe rağmen, tek kitabı olarak kalan "hasretinden prangalar eskittim", yazıldığı dönemde kendi kuşağından şairleri etkilediği kadar, özellikle 1960 - 80 arasında "toplumcu gerçekçi" anlayış doğrultusunda yazan bir dizi başka şairi de etkileyerek, kitapla birlikte ahmed arif adının da efsaneleşmesine yol açtı. mehmet fuat, ahmed arif şiirini bu etki bağlamında değerlendirirken şu saptamayı yapar : "halkın sözlü gelenekte yaşayan şiir birikimini ilerici bir anlayışla değerlendiren bu çoşkulu, öfkeli, çarpıcı şiirler, derin bir insan sevgisiyle yoğrulmuş olduklarından okurlarda köklü etkiler yaratır." cemal süreya' ya göre ise ahmed arif, "özellikle imge konusunda yaptığı sıçrama"yla "bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri olmuştur."
Halkı ve sevdasından gayrısını övgüye layık görmeyen Ahmed Arif “Ben soyumla değil, ancak halkımla övünebilirim. Halkımdan gayrısını da övgüye layık görmem. Bir de sevgiliyi elbette… ille de sevgiliyi…” diyor ve ona alçakça yöneltilen ayrımcı yaklaşımı en sert şekilde cezalandırıyordu.
"Aklıma gelmişken burada Afyon Lisesi’nde başımdan geçen bir olayı anlatayım. Lisede bir oğlan var. Bulgar göçmeni… Bizim sınıfın en yaşlısı taş çatlasa 20 yaşındadır; bu 30 yaşında… Bir gün sınıfın kapısındayız. Ya yatakhaneye gideceğiz, ya yemekhaneye ineceğiz. Kitaplarımızı, çantalarımızı topluyoruz. Dönüp de bana “Eşek Kürt” demez mi? Ben sobanın yanındayım. Sobanın pik kapağını kaptığım gibi suratına indirdim. Alnının ortasından, göz kapağından yanağına kadar indi kapak. Satır gibi… Ve oğlan düştü oraya. Hemen hastaneye götürdüler. Adı da Bulgar Hasan… Başmuavin Cemal Hoca, Cemal Tunaç beni çağırdı. “Nedi oğlum?” diye sordu. Dedim “ Bunun ne hakkı var bana hakaret olsun diye böyle şeyler söylüyor.” “Ben,” dedim, “ailemle, memleketimle onur duyarım.”
--spoiler--
“ahmed arif, yanağında şark çıbanı olan, esmerce biri. belki de durmadan sigara yaktığı için olacak, elleri dikkatimi çekiyor hemen: ince kemikli, upuzun parmaklar; işaret ve orta parmakları nikotinden kahverengileşmiş. giyimi tertemiz. bendeki temizlik hatta ‘şık’ giyinme merakı da galiba ondan edinilme. çünkü sonraları şu öğüdü veriyor: ‘bir gömleğin olsun, ama her zaman yıkanmış ve ütülü olsun.’ kahvenin, arnavutkaldırımlı sokağı gören ön masalardan birindeyiz: bir iki sırt hamalı, gazi lisesi öğrencileri ahmak ıslatandan kaçışıyor. beni son derece etkileyen bir vurgulamayla okuyor ahmed arif: “temsil bir akşamüstüdür şarabi/ bahçeler ve dağlar üzre hükümran/ tam dünyayı dolaşmak saatindesin/ ay ışığı su içer birazdan/ kızarmış kalçalarını çanlar/ alabildiğine vurur/ sen çocuk tulumunda matbaa mürekkebi/ rüsva olmuş ellerinin emeği/ manşetlerde kilometre kilometre yalan/ sallanır durur/ bir akşamüstüdür katil muhteşem…” “ama içimde ukdedir: yazmadan edemeyeceğim. 1969’da yayımlanan hasretinden prangalar eskittim adlı kitabını ‘taşaklı kardeşim oktay’a diye imzalayan ahmed arif, bana dargın öldü. ahmed arif’in şiirini çözümlemeye çalıştığım karanfil ve pranga diye bir kitap yayımladım 1990’da. ama ahmed arif, âdeta bir mit haline geldiği yıllarda yönelttiğim bu eleştiriyi çok duygusal bir biçimde kendisine karşı düşmanca bir saldırıymış gibi algıladı ve adımı bir daha anmadı." (ahmet oktay)
--spoiler--
--spoiler--
"orhan kemal'in önce ekmek öykü kitabını basan yeditepe, türk dil kurumu öykü dalında yarışmaya katılmış ve orhan kemal kazanmıştı.
orhan kemal, ahmed arif, nevzat üstün keyifle gittik ödül verme töreninin yapılacağı türk dil kurumu'na.
(...)
orhan kemal, kürsüde(...)konuşuyor.sesş titrek ve neredeyse düşüp bayılacak. heycanlı, hasta...
kazasız belasız iniyor kürsüden.
kutlamalar, kutlamalar...
zamanın içişleri bakanı, orhan kemal'in elini sıkıp kıvançla kutluyor... ve bizlerin de elini sıkıyor ki, eli bir an havada kalıyor. ahmed arif öfkeli öfkeli bakıyor adama:
-ben katillerin elini sıkmam!
ve arkasını dönüyor.
birkaç gün önce öldürülen taylan özgür'ün katilini, katillerini bulamıyordu polis.
(...)
karanlıkta çıkıyoruz.kızılay'a yürüyoruz.orhan alışık değil böyle şeylere.
-yahu ahmet...iyi has...haklısın, ama tam sırasını buldun.hem de benim yanımda...yahu şu ankaralılar bi tuhafsınız.birisi inönü* ile, yakup kadri ile sille tokat diğeri bakana katillerin elini sıkmam diyor.onlar da alışık zaar.
-orhan ağa... emmim dirdi ki sen sen ol parana mukayyet ol. şaar adami bir cindir, çarpar.. para zarfı cebinde duruyor mu ki gardaş, amanı biliyon a... eyi sahap çık, bi yokla hele, zarf yerinde mi ki? malum a kafaları çekmeye gidiyok, mustafa kemal'in kesesinden... bi bakale gardaş, zarf murf cibinde mi?
(arkadaşım orhan kemal ve mektupları, fikret otyam)
--spoiler--
''canım,
astın bizi! iyice. hep düşünürdüm bu başıma gelecekleri. inanamazdım. gene de inanamıyorum. senin için,sana yakıştıramayacağım hiçbir şeye,iki milyar insan juri olup yargıya varsa gene inanmam. vetomu kullanırım! ne güzel şey,sana inanmak! bunu bir anlatabilsem. kızıp çatmayacağını bilsem "sadece sana inanmak" diyecem. ama paparanı yemekten korkuyorum. korkunçsun be...az kaldı ama,sonbahara oradayım sanırım. gitgide iyi günlere girer gibiyiz.
al sana havadis: n.... nişan takmış. fransız uyruklu arap-italyan melezi bir hanımla. allah bir yastıkta kocatsın! i.... ile v.... yüz liradan o işteytmişler. beni ilgilendirmez elbet. hem ben ancak on liralığına çıkabiliyorum -afedersin- o da param olunca tabii. bence yüz lira da pek pahalı değil. canım su kabağının kilosu dört lirayken,aşkın iki saati yahut gecesi yüz lira olursa buna pahalılık denmez...ha, nevzat,haydar ve güner'le arayı iyice bozmuş -tuhaf ama- "o kabil insanlarla hiç ilgisi yokmuş." ne beni de ne de seni ilgilendirmez ama ne de olsa tanıdığımız,vaktiyle dostluk ettiğimiz kimseler. gene de affını rica ederim. senin için kaleme aldığım mektuplarda senden ayrı bir tek kelime bile bulunmamalı. yad kaçıyor di mi?
çok öskedim seni. öskedim,bizim doğu dialektinde özledim demektir. neyini,nereni,hangi halini desem ki? sesini öskedim örneğin. yüzünü,şeytan çocuk gülüşünü,öfkeni,yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. şükür varsın. oturup "nasılsın" diye açabilir insan. sevinebilir,övünebilir,ağlayabilir insan. ne tuzsuz şeydi şu dünya be. geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. yemeyip-içmeyip,yatırmayıp-uyumayıp,seni anlatmalı bu yürek. senden bir ricada bulunacam ama en iyisi şimdilik susmak. madem sen sözünde durmadın ben de süpriz yapıcam! şaşırtıcam seni! hem böylesi şeyler gevezeliğe gelmez,tadı kaçar sonra...gene de ödeyemem. böylesi daha güzel. sana mahkum kalmak güzel. gözlerinden öperim. n'olur yaz. ''
26 temmuz 1955.
"leylim leylim" kitabından (sayfa; 86-87)