insanı, ölü bir akvaryum balığı gibi hayatın yüzeyinde bırakır.
Genel bir güvensizlik içinde olan insanların çıkış kapısı yalnızlıktır. -buna bir Çıkış kapısı demek doğru mu bilemiyorum.-
yalnızlık gereklidir elbet, lakin fazlası hastalık yapar. -çoğu şeyde olduğu gibi.-
insanlarla etkileşimde ilk temas zamanlarında ne güven ne de güvensizlik gereklidir. ikisi de absürd durabilir.
şöyle ki: insanların geneline fazlaca güvenirsen, aptal ve çabuk kandırılır hale gelirsin ve dosteyevski'nin 'budala'sından farklı biri olmazsın. kurnazların tanımıyla ''kolay kandırılır, aptalın teki'' olursun. pek de kızmamak gerekir onlara, hayat, kavga gerektiren bir oyun ve kavgayı hilesiz oynayanlar ateşle barut icad olmadan önceydi... lafın özü: her önüne gelene koşulsuz güvenmemek lazımgelir.
sürekli bir güvensizlik içinde olmak ise belki de diğerinden daha berbat bir durumdur.
beyin sürekli bir endişe ve rahatsızlık duyar, en sevdiğiniz insanla olan ilişkinizi dahi yüzeysel yaşar, sevginin, paylaşımın derinine nüfuz edemezsiniz. kim bilir? paranoya olmak için gün sayıyorsunuzdur belki de.
yazmaya başlarken kısa ve öz yazayım dedim demesine de, olmadı. cümle cümleyi doğurdu, uzadı.
buraya kadar okuduysanız, en azından aşırı güvensiz olmadığınızı söyleyebilirim.
aptalca bir öngörü diyebilirsiniz buna, fakat aşırı güvensiz insanın bir özelliği de fazlaca aceleci olması ve uzun yazıları okumamasıdır.
sonlandırmak gerekirse:
her şeyden önce güvenmeye güvenmek gerekir.
zihniyetini kavrayamayan yetmelerle kahrolmuş müzik kültürü. daha doğrusu ''rap'' diye bir şeyin altında hip hop yaptığını sananlarca...
hip hop muhalif bir kültürdür. entellektüel adamların/kadınların harcıdır. çoğu kendini hip hop'cu sananlar da ''diss, flex, kadını zevk durağı olarak görmekten'' başka bir şey yok. bu sadece rap'tir. hip hop ayrı bir kültür.
türk televizyonunda önemli bir yere sahip kanımca. ya da 'olmalı' yayına girip çıkmış binlerce sıkıcı diziden farklı olarak hayal dünyasına hitap eden ve farklılığı seven bir kamera arkası var. bunu hissetmek seyrederken iştahı arttırıyor. ''işler güçler, leyla ile mecnun, ben de özledim'' miktar çok az. zirve leyla ile mecnunda'dır.
enver aysever'in deneme kitabı -edebiyat ölmelidir'in- bir bölümünde ''insan neden yazar, neden yazar olmak ister?'' konusu üstüne yazısı vardır ve bunu söyler. 'yazmak eksikliktir.' ilk okuduğumda verdiğim tepki ''siktir lan'' oldu. fakat sonrasında ikna oldum denebilir. 'tarih boyunca yazar insanların yaşantılarına bakıldığında, yazmanın bir eksiklikten doğduğu, zamanla kişiye göre değişen:terapi, rahatlama, hobi, kendini ifade etme şekli vs vs. olarak oluşan bir olgu olduğu çıkar. hayatta her şeyi yolunda olan insanlar yazmaz. bir şeylerin yolunda olmaması gerekir, yazarlık eksiklikten doğan bir olgudur.' der. tartışılabilir.
bazı insanların tam olarak idrak edemediği mizahını sevdiğim ve okurdan dikkat talep eden yazar.
nitekim bir gün birisinin net adresinin kişisel bilgisine şunu yazdığını gördüm: tutunamayanları okudum ve gülmeyi unuttum.
düşünebiliyor musunuz? bu bir beğeni cümlesi. çok acayip.
toplumun adı üstünde ''tutunamayan'' kesimini sivri dille anlatmış, döneminin aydın kesimlerince ödül alsa da tartışma konusu olmuş. sebebi çok basittir; tutunamayanları yazarken, aydın kesimini de keskin mizahla alaya alıyor. yepyeni bir dil oluşturuyor. o zamanın abileri, babaları da yahu bu mühendis bozması yazar da kim diyorlar. malumunuz; hayattayken 2. basımını bile bulmamış kitapları öldükten belli süre sonra kitlesini buluyor ve şuanda okunan, bazı mizahını,ironisini anlamayanlarca tamamen yanlış yorumlanıp edebiyat zehirlenmesine yol açan ''tutunamayanlar'' bu adamı hissetmek için ilk okunması gerekenlerdendir. bir okuyucu olarak yüksek seviye ister. aman dikkat.
bunun bir çeşidi; karnından ağzına doğru hücum eden kahkahayı, suratında olmadık zamanda patlatınca:''ay güldüğüme bakma, sinirden gülüyorum!'' diye zavallıca kıvırma çabasıdır. öbür çeşidi de nefretle aşk, mutlulukla hüzün gibi birbirleriyle içleşmiş duygudur. karşındakinin gereksiz ve yersiz laf sokmasına sinir olsan da, gülerek tepkilenirsin ve bunun muhteşem bir cevap olduğunu düşünürken, dikkat etmen gereken bir şey vardır: karşındaki bu cevabın güzelliğini anlayacak mı? cevap olumsuzsa, küfürler anlaşılır olmakla birlikte etkisini kısa sürede gösterecektir.
zeki olmak için ateist olmak gerektiğini düşünenlerce işgal edilmiş, saygınlığını türkiyede kaybetmiştir.
nitekim bügün aile büyükleri buluşup sohbete karıştığında ''naber lan ateist?, oğlumuz ateist oldu hahaha'' esprileriyle eğlenirler. ateizm bizim yörelerde espri konusu arkadaşlar.
bu adam resimle şiiri, şiirle öyküyü harmanlamış, kitaplarında pasajlar halinde sunmuştur. kalıpları zorlayan ve kendine has tavrıyla kalemini kullanmıştır. türk edebiyatında öykü dalının babasıdır.
sunay akın'ın geyikli park isimli kitabında da anlattığı, 2.abdülhamit döneminde baskılara başkaldırıp 300 adamla dağa çıkan dağda ise bir geyikle karşılaşan ve bu geyikle aralarında bir bağ oluşup ''o nereye geyik oraya'' olunca bu geyiğin yaradanın bir lütfu sayıp sahiplenen, 2. meşrutiyeti körükleyen dolayısıyla öncüsü olarak kabul edilen isim. 1913 de yanına verilen bir koruma tarafından göğsüne atılan 3 kurşunla öldürülür. ve o çok sevdiği geyiğin heykeli taksim gezi parkının hemen karşısındadır. ''hürriyet kahramanı'' olarak anılan resneli niyazi'nin 100. ölüm yıldönümünde olan gezi parkı olaylarına, ''geyiğin yanından baktım ben'' der sunay akın...
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz.
günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. sizin için kötü olacak. benden hikayesi.
buyrunuz, ilk hikayesinin sonu. bu adam yarım yy. önce bizlere böyle sesleniyor. sezinleyen, hayatı anlamlandırmak, içinde bulunduğu devrin sancılarını, olaylarını yaşayarak,yaşatarak yazan, ve bir ''derdi'' olan yazarlar da kalıcı oluyor. olmasın da ne olsun abi?
enver aysever'in deneme ile öyküleştirdiği kitap adı. nietzsche'nin ''tanrı öldü!'' lafındaki gibi, çarpıcı ve ironi barındıran bir isim koymayı tercih etmiştir,-nietzsche tanrı öldü derken ciddiydi orası ayrı- sebebini tahmin etmek pek de zor değil.
insanlar 'popüler edebiyat' denen bir safsata altında; bir iki güzel cümleler kurulan, özünde pek bir şey anlatmayan, kitabı entellektüel işi olarak görenler tarafından sömürülme altındadır. bunu fazlaca can yakan bir çiban olarak gören aydınlarımızdan bir tanesidir. dolayısıyla yahu şu adı koyayım da bare kafalarını boş kitaplardan çevirip bana baksınlar demiştir zannımca. haklıdır da, bir kaç bölümünü okudum ve roman yazmak isteyen insanların ve yazmayla şöyle böyle uğraşanların uğrayacağı alternetiflerden biri olabilir.
kafasında insanları sadece statü olarak değerlendiren, zavallı az gelişken.
şu patrondur, saygıda kusur yapılmamalıdır. patron olmak onu taşşaklı, temizlikçi adamı zavallı yapar.
var mı böyle bir şey? -tabii var!- diyenler, sizinde mevkii sahibi olunca götünüz kalkmaya müsait. bunun artısı eksisi yoktur. buna pek de şaşılacak bir şey kalmamıştır artık. her ülke bürokrasi üstüne kuruludur ve alt üst ilişkisi neredeyse hayatın heryerinde vardır. ya da ben ülke dışına çıkmadığım için durumu felaket görüyorum. belki uzak ve bilinmedik yerlerde daha gelişken insanlar vardır. ütopyalar güzeldir arkadaşlar.
genelde pek bir şeye sahip olmayan, zamanında hırslanmış ve ezilmiş dolayısıyla insani duygularını köreltmiş insan gurubu. kendinden aşağıda veya az bilgililerin yanında burunlarını felaket tatmin ederler. istedikleri sadece iyi olmaktır, kötüden... dolayısıyla kendinden aşağıda olan insanlarla yaşamaya mahkumdurlar.
yaşar kemal'in ince memed 4. serisinde okuduğumda duraksadığım, tdk,nnd gibi sözlüklerde de anlamını bulamadığım eskice bir orta anadolu kelimesi. homurdanmak, söylenmek anlamında imiş.
19.yy rus edebiyatı kıvamında, geniş kapsamlı, doğa ve halk ansiklopedisi haline gelmiş, 32 yıl gibi bir zaman zarfı içinde 4 seri bırakmış eser adıdır. kitap üstüne konuşmaya ne hacet! zaman zaman süslemeleri fazla bulmuş olsam da, dili yalın ve etkileyici. Nitekim geçenlerde babalar türk klasiklerini seçti, 1. sırayı aldı. şu ana dek türkçe'de okuduğum en iyi roman.
Kabul etmek gerekir ki; ilk çağlarda yaşayan insanlar daha ilerideydi. malumunuz, yürürken cinsel organlar gözükürken duyarsızlık söz konusuydu. milyarca yıl sonra gelinen düzey ise: kızlı erkekli kalınan evdeki pozisyonları hayal ederek, edep adının altında düzenlemeler yapmak. bir de; bu ülkede çocuklara tecavüz ediliyor, mini etek giyen bir kadının bacaklarına, dışlayıcı ve ilk defa görmüşcesine şaşkın bakışlar fırlatılıyor üstelik türban giyen hemcinsler yapıyor bunu. türbana haşa laf yok, saygı duyarım. fakat türbanı takanın daha geniş perspektife sahip olmasını isteme hakkım var. muhtemelen tanrı bu yasalara kıs kıs gülüyordur. çünkü bizdeki bu döllenme isteğini o verdiyse, sex yapmaktan daha doğal ne olabilir? zihniyet altında ezilmeyip, zihini yönlendirebilecek bir halk olmalı. fazla ütopik değil mi?..
bilgilinin diğer bilgiliye, daaha daha bilgili olduğunu gözüne soka soka anlatması sonucu yaşanan bozuk durum. entel diğer entele sevgi pıtırcıklarını açmaz. bir fırsatını arar onu yerlerle haşır neşir etmek, kötürum kahkahalarını ardı ardına sıralamak için. malumunuz, bilgiyi aklıyla yoğurmayıp sırf ''bilgili'' olma uğruna sokunca beyine, aptallaşmaya yol alınıyor. ele geçen iğne ucu fırsatta ise, kafada öylece duran bilgileri ''bööööööööö'' diye kusuveriyorlar. hal buyken diğer yoğrulmamış bilgilerle genişleyen beyin ise; bir utanma, sıkılma pıkılma gibi insani tepkiler verebiliyor.
monteigne'in ismini şuan hatırlayamadığım çevirmenin katkısıyla günümüze gelen sözü geldi an itibariyle aklıma ''sadece kitaptan alınan bir bilgi ne kadar sıkıcıdır! böyle bir bilgi bir süs olarak kullanılsın. temel olarak değil.''
ne dersin dostum, açıklayıcı mı?
hergün kalktığında yatakta tembellikle sağa sola dönerek kıvranırsın. yorgan bedeninin kıvrımlarına girerek bu tembelliğe yardımcı olur. kalkarsın aynada şöyle bir suratına bakarsın, gözlerinin altı hafiften çukurlaşmıştır. gel zaman git zaman insanlar değişime uğramıştır. sense genel olarak sisteme lanet okuyorsundur. haketmediğini düşündüğün şeyler çoğalır, bunların başında ise kendinden daha aptal olarak gördüklerinin senden daha iyi bir yaşama sahip olmasını gördüğün andır. sonra tak eder ve olur olmadık yerlere iş başvurusu bırakırsın, formu doldurduktan sonra bir umutla aramalarını beklersin fakat nafile. hayat işsizliğinde devam ediyordur. insanlara ''ne haber?'' diyemezsin sonra, çünkü cevaplar '' iyi valla, iş güç. senden?'' olur. içine kapanırsın. kitap kurdu olman en güzel savuşturucu olur. yazarsın, düşünürsün. işsiz ve kitap okuyan erkek ortalama bir kadına hitap etmez. dolayısıyla yalnızlığa terk olursun. zaten beklediğin kadın da çıkıverse, karşılamak için onu belli miktar eyvallahın olmamalı. malum, o otobüs kartına 3TL doldurup hesap yapan erkeksindir...
velhasıl; iş zor, işsizlik gani gani zor. fekat işsizken yaptığın birikimle, iş hayatında ani bir sıçrama, adeta bir kanguru misali doğada gezinebilirsin. tabii bunu yapmak ve işsizkenki birikimi sağlamak için kitap okumak, kendini geliştirmek, ve net üzerinden de olsa bir yabancı dil geliştirmek olabilir. internet çağındayız ulen! kullan bunu. bırak artık facebook'tan kız aramaları, porno sitelerinde gereğinden fazla vakit geçirmeleri... işsiz birisi olarak, sellamınallaykum.
romanlarında duyguları, psikolojik çözümlemeleri konuyla birlikte harika ve usta maharetiyle veren yazar. dilindeki yumuşaklık ve yöresel anlatımı tadından yenmez bir hava katıyor. bu adam dünyaya bir şeyler anlatmak için gelmiş.
mesele parti değil halk meselesidir. herhangi bir dini insana dayatmak doğduğun andan itibaren başlıyor, henüz bilincin yerinde değilken. düşünmeye ve sorgulamaya başladığında zaten kendini başı kapanmış ya da camii de namaz kılarken buluyorsun. geçenlerde bir yerde okudum:çocuklarınıza fikirlerinizi danışın, her çocuğu birey olarak görün vs vs.. bunları ebeveynlere dağıtmışlar. -artık durumu ne kadar felaket görmüşlerse...-
türk aile yapısında bir çocuğun ben müslüman olmak istemiyorum dediğinde yaşayacaklarını üç aşağı beş yukarı hayal ettiniz şuan...
yani mesele de bu biraz ''ağzından çıkanları anlarken yargılıyor'' bazı insanlar. dinsizlik suç sayılıyor. hrant dink faşist oluyor. aziz nesin allahsız köpek oluyor. sonra nazım hikmet, ahmet kaya bölücü terörist oluyor...
sonra daha sayamadığım bir çok ayıplı şeyler 'sorgulanmaksızın' suç ve ceza gerektiren şeyler oluyor.
düşünme ve sorgulama yetisinin elinden alındığının farkına varmalısın, aksi taktirde vicdan azabı çekmeye, ''ben n'aptım!'' demeye mahkumsun. artık geçti.
bakınız; nazım hikmet türk vatandaşlığına alındı 2009 yılında. bu bir çeşit yakınlarına karşı ''özürdü''
ne fayda?
insanın insana yapabileceği en büyük kötülük bazen çok basittir: anlarken sorgulamak.
kadınlara karşı 'sex objesi' gözüyle bakan ve saçından dahi tahrik olan hemcinslerime yöneltilen iğneliyici bir sorudur. bir sürü sazan arkadaşımda buna alternetif cevaplar vermiştir. harikasınız.