şöyle tanımlamışlar kendilerini, "nedir" sorusuna cevaben:
"Korkak ve meraklı birkaç çocuğun büyüklüğüyüz biz.
"Ben ne yapacağım şimdi?" çaresizliğinin sadece çocuklukla müsemma olması rahatsız eder bizi. Bu çaresizlik, insan içindir, bu çaresizlik bir erdemdir zamanı gelince. Çocukluk bir ilk defa karşılaşmalar zinciridir, hayret ve hayranlık ve korku ve coşkunluk, mayasıdır bu zamanın. Gençliğe ve yetişkinliğe giderken çeşitli yollar çıkar insanın önüne:
Gördüğü şeyleri öğrenmeye / kabullenmeye ve yordamı neyse ona göre davranıp keyfini gıcır tutmaya eğilimli kişilerin seçtiği bir yol vardır, evet. Hayatta kalacak kadar şey biriktirilmiştir çocuklukta çünkü. Misal, karşıdan karşıya nasıl geçileceği, nasıl okunup yazılacağı, ıspanağın nasıl pişirileceği, sigaranın zararı ile bol egzersizin yararı bilinmektedir.
Hâlbuki dünya, o kadarcık değildir. Bazı insanlar için tüm bu birikenler yan yana geldiği hâlde bir türlü "dünya" etmemektedir. işte bizler, yani onlar, başka bir yol seçmişiz.
"Ben" denen şeyi tanımayı, doğumu, ölümü, acıyı, sevinci sadece "atlatmayı" değil, esasen "anlamayı" dileyen kalplerimiz var. Ölmeden evvel mutlaka anlamamız gereken bazı şeyler var. Sevdiğimiz bir yazar / şair / yönetmen / müzisyen de bu yolda giden kişidir. Kitap / film ve şarkı ise onunla hiç edemediğimiz sohbetlerin yarısıdır; yarısı bizde. Okur olmak, bizce, "el veren" bir oyun arkadaşıyla tanışmak demektir.
Bu site, bizim bazı cümleleri okuduğumuz zaman hissettiğimiz korku yüzünden, bir "bir şeyler yapma" girişimidir.
"Ya birilerinin daha benim kadar ihtiyacı varsa bunu duymaya?"
"Ya hiç haberdar olmasaydım?"
Mesela biz, Tutunamayanlar ı okumamış, "Arizona Dream"i izlememiş yahut "Mad World"ün Gary Jules yorumunu dinlememiş olmak istemezdik.
Bu yüzden, bir site yapmak ve kalbimizi hızlandıran şeyleri olası ihtiyaç sahiplerine sunmak istedik. Ayraçlar ve not kartları hazırlayıp istanbul un çeşitli yerlerinde oraya buraya dağıttık. Okumayı seven bazı çocukların bulunmayı tercih edeceği yerler tahmin etmeye çalıştık. ihtimal ki sen, sevgili misafir, başımızın üstüne bu vesileyle geldin. Birazdan gözlerin, bize türlü sırlar vermiş "söz"ün tezahürleri ile karşılaşacak, ne mutlu gözlerine. Birazdan belki de sayemizde senin için toprak yollar, belki ışıl ışıl asfaltlar, belki gidilecek uzak diyarlar belirecek, ne mutlu bize."
henüz buraya entry si girilmemiş olduğuna şaşırdığım; kıraçın yeni albümü. en son lise yıllarımda dinliyordum. bu albüm ile o yıllara dönecek miyim bakalım. evet albümdeki ilk dinlediğim parça: (bkz: dönemem)
Beni sev denizkızı, beni gözle, tanı,
kurgula, kendine çevir ve aç, bir de
beni ıslat, düğümlerimden çöz, bırak
uzaklaşayım açıklara doğru, bana ulaş
ve dokun, bana dik dalgaların verebileceği
özgürlüğü ver, içine al, içinde tut ve sal,
el değmemiş bir kıyı bulursam, kimsenin
ayak basmadığı bir ada, döner seslenirim.
Ben ve sen: Bir ten karmaşası kuralım,
tuzundan kaskatı kesilsin dilim,
hızımdan tutuş ve alevlerin ucundan uç,
gece gökyüzünde bir anlığına ağalım,
sessizliğimizden tiz bir boşluk kalsın:
Beni sev deniz kızı, beni bağla, bağışla.
dîvanım dîvaneliklerle dolu
diyordunuz, indim ağır ağır
dimdik merdiveninden zamanın,
bir ses verin bana, diledim,
bir başlangıç sesi verin dedim
ve dinledim: Bir tüy düşürün
kanadınızdan bu ülkeye, başka
ülkelere uçup gitsin ince usul
kurduğunuz nakış, dediydiniz,
bir tüy ki değdirsin şehirleri
birbirilerine, açsın sesleri
seslere bağlayan giz kilidini,
dağıtsın anlama bürünmüş tüm
anlamsızlıkları, sırrınız size
kalsın, sizde kalmasın sakın,
yaptığınız resimden artık sakının.
Kan kokusu, demiştiniz yüzünüz
yorgun hem dingin, işte bana verdiğiniz
son ses, son anahtar, son korkusuzluk;
söyledim ve hiçbir şey elde edemedim,
doğru; sustum ve kazandıklarımı
ayrı bir güneşe, ayrı bir geceye sakladım;
doğru: Benden kopan tüyün savrulduğu
ağır ağır çıktığım dimdik merdivenden
aşağı doğru. Yıkılacak bütün şehirler,
silinecek harflerim, parçalanacak taş
tabletlere kazılmış yüzüm, simsiyah
kalacak dîvane dîvanımın kâğıtları:
Kavruk, okunaksız, boşlukta şimdiden
külliyen külüm.
"Bu sarı, tok tütünü senin için
ayırdım: senin için soydum
domatesin kabuğunu, senin için
dildim, tuzladım."
"Senin için perdaha çektim içimdeki
hayvanı; gövdemi yaya, burguya
aldım senin için. Bu koku, bu kor,
bu gemsiz istek senin açlığın için."
"Toprak suya doydu bu yıl, ben sana
daha doyamadım," diye sürdürüyor
kadın, içinden. "Yüzündeki gururlu
umutsuzlukla içimdeki doludizgin
kısrağa katıl."
sevgilim beni geçmiş yazlara sal
ılık yaz akşamlarına
denizin ve göğün ritmine sal
dalganın ve günün beyazına.
sen de kıyısında kal dalgaların
gülümse.
sevgilim beni geçmiş yazlara sal
küçük ve kırık aşklara
limanların plonje çekilmiş fotoğraflarına sal
aylaz çiçeklerine evlerin, bakımsız sokaklarına.
sen de bir ucunda kal balkonların
gülümse.
sevgilim beni geçmiş yazlara sal
uzun mendireklere, akşamın alacasına
yorgun dönülen pansiyon odalarına sal
sen de kapı aralığında kal odaların
gülümse,
anı oluyor fotoğrafların.
2
ben senin için gökyüzü oldum
fırtına oldum
geldim ve gittim
kanat çırpmazsan olmaz
anlamadan deniz nedir,
huzur mudur, durur mu öyle?
kim bilir akşam nedir,
yüzüm kavuşur mu?
ben senin için kanlı ırmaklar oldum.
yüzümün akşama kavuşması ol
kanat ol, dinginim denizim ol
fırtınada duranım ol
tekrar ol
tekrar ol,
ellerini unutmadan
ellerini hiçbir yerde unutmadan
tekrar ol
tekrar ol.
3
içimde büyüttüğüm acı
tamamlandı
çalsın şimdi valsler
mumlar hüzün aksın
hazırım
eski bir konakta
aklını yitiren kadının olmaya.
içimde büyüttüğüm acı
tamamlandı
geçsin şimdi trenler
raylardan gece damlasın yüzüme
hazırım
uzak bir şatoda geceleri dolaşan
kadının olmaya.
içimde büyüttüğüm acı
tamamlandı
geçsin şimdi aramızdan
porselen sesleri ve kahya
dışarıda yağmur gümüş ve barok yağsın
hazırım.. rımm.. mm
bu uzun masada, uzak
kadının olmaya.
içimde büyüttüğüm acı
yanıltıyor.
4
yüzünün
kuytuluklarında büyür kadının
sorular
tarifi ve tasnifi olmayacak
aşklar giyinir
öyle çıkar kış sokaklarına,
dışarıda kar usulca söylenir.
her sabah sayarak kendini
acil ve itinalı aşklar biriktirir
sevgilinin koynunda mavi bir deniz
göklerinde kumral olacak kadar,
dışarıda kar usulca söylenir.
kışın
kuytuluklarında büyük kadının
sorular
tarifi ve tasnifi olmayacak
incelikler giyinir
bir hattat edasıyla çıkar
kış sokaklarına,
dışarıda kar usulca söylenir
içimde kirli
kekeme çocuklar büyür.
dışarda kar usulca söylenir
içimde gidilmemiş parklar
dedesi olmamış çocuklar üşür.
suskunluğu ve dilsizliğinde
büyür kadının sorular
içimde yağmurlar boşaltan çocuklar
elimden şeker
yüzümden şaşkınlık düşürür.
kendime de kırıldım az çok
hayatımdan teğet geçen kadınlara
olduğu kadar,
çöle bütün iyiniyetimle girmiştim.
çöle bütün iyiniyetimle ve aptalca girmiştim.
ihanetin sarı ve sonsuz olduğunu
çok sonra öğrendim.
beni çölden geri getirdiklerinde
uykumda pembe köpekler görüp
gülümsüyordum.
dışarıda aşklar ve anılar bıraktım
içerde adımlarım kısa bakışlarım uzak kaldı.
oysa ben soğuk ve sisi sokakta kol kola bıraktım.
kırık havaları nasıl sevdimdi, sizinle tekrar kaşılaşsam
ölürüm gibiydi, oysa her şey paranoya ve şizofreniydi.
olmayacak geri dönüşleri, ayinleri size bıraktım.
yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneşi yoktu
yazların. ben sizi nasıl da ağır, nazlı ve dur bakalım
sevdiydim. ben sizi sahrada yağmurları bekler gibi
beklemedi miydim. bir gülün soluklanma vaktiydi, sonsuzdu,
pembeydi. cam üstüne cam, oradaydım.
beceriksizliğin kumral ve geçici mevsimleriydi,
ben size görkemli ne varsa hepsini bıraktım
ve kendi göğsünde büyüdüydü çocukluğum.
yüzümü yok edecek aynayı buldunuz sonunda
avutun beni, çoğaltın beni, sırrınız oldum.
hep bir şiirin sonu gibi konuştum, her dize
başka bir şiirden geldi, en son yanıtı buldum.
oysa çocuktum, gün gümüştü, sahra sarıydı, belgesel
bir aşktı, her şeyden benzim uçtuydu. çocuktum
şaşkınlığımdan guatrımı yuttuydum,
olurdu böyle şeyler, avuttunuzdu beni
nerenize yerleştim.
yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneşi yoktu
yazların. ağır ve nazlı, ben sizi develer tellal değilken de
sevdiydim.
var ettinizdi beni
hem de yok ettinizdi, bense bir çocuğun rüyasındaki
kartopu kadar gerçek olmak mı istedim.
şimdi durdurun beni, indirin beni tesellimden
ey ruhum sen yola çık,
ben aklımı eski bahçeye gömeceğim.
bu yaylım ateşlerinde yıkanıp
sana geri döneceğim.
soğuktu, ısınamıyorduk. bu kadar yakınken. aramızda
yalnızca o hava boşluklarının dolaştığı odalardaydık.
biriken bütün rüzgarlar işte orada, o deniz kasabasında
o çok köpekli, çok rüzgarlı yerde patladı. ikimizi aynı
gökyüzüne baktıran, neydi o, ışık söndü. sustum.
sustum. sustum. sustum.
bütün aşkların sonunda yaptığım gibi,
konuşmak hiçbir şeyi, hiçbir şeye ulaştırmıyordu.
biliyordum.
rüzgarlar.. pansiyon.. teras
blue cult.
akşam yürüyüşleri. akşamın batısına
meleğimin kanatlarını da oraya götürerek.
metropollerin asi özlemi sonra
ah benim kaçak sevgilim: istanbul
fincanlarda yol görünmedi bana yaz boyunca.
terin ter, gövdenin diğer gövdeyle buluştuğu yer.
kaç sevişme hatırlıyorsun o günlerden. güç. zor.
yitik hafızam: öksüz çocuğum benim
kendini unutma olur mu?
sustum. sustum. sustum. başkalrının ilgili yollarına
adım atan ayaklarına susarak baktım. yanımdayken kalktın.
gövdei gövdemin karşısına, sana ilgili gövdelerin
yanına bıraktın. sustum. seni yabancı olduğun gövdelerin arasından çekip çıkaramıyordum.
bunu yapmayacak kadar büyümüştüm. kendini yormanı
sessizce izleyecek kadar büyümüştüm.
meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm.
yaprağın ağaçsız kalışını
ağacın çıplaklığını
rüzgarın şiddetini ve rüzgarın
onların her ikisine de ne yaptığını gördüm.
meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm.
bu gece ay dörtte bir hilal olacak
ben sana ne olmadığımı anlatacağım.
düşen yaprakların sokaklara vuran gürültüsünü anlatacağım.
yaprağa, ağacından düştükten çok kısa bir süre sonra
ne olduğunu anlatacağım.
senin elementlerin yollara çıkacak
ellerin, gece ve keder.
ve hala akan ne varsa senin iyiliğinden olacak.
..önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık.
sanki yıllardır oradaydık. her şey düzelecekti.
orada doğmaya çabalayarak öldük.
şimdi beni unut sevgilim. tenimi ve alçaklıklarımı unut.
beni kanadı kırık küçük bir yavru gibi bulduğun, çoktandır
sanki birini beklediğin varmış gibi katladığın, o çöplükte
bulduğun beni, baktığın, büyüttüğün beni unut.
şimdi bu acıya ne benim kuş kadar yüreğim, ne senin anaç kalbin dayanır.
sana son kez sarılıp uyuduğum o son gecede tüller ve
silahlar gördüm düşümde.
bugün ayrılığın ilk günü. hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak
kadar kara bir kının içindeyim. kara bir kan içindeyim.
tüller ve silah nedir bilmiyorum.
yaşlı doğuda her şey mümkündür diyorlar:
sonsuz sevgi, sonsuz bağlılık
ani ışık, ani ayrılık.
seni bir boşluğa attım
gövdemi başka gövdeler bilmeyecek artık
boşluk sesi ol..
hoşluk sesi ol..
sonra dönüp üz beni.
yüzüm yüzünü terk edeli kıştı.
yeni yeni kıştı. kollarım kendi
bacaklarımı sarmıştı. fotoğrafta görünmeyen
ışıklar vardı. sandalyenin ucuna oturmuştum.
gözlerim bacaklarıma dolanan kollarıma,
sonra bacaklarıma, sonra daha uzağa, salondan
da uzağa,
o yok yere bakıyordun.
seni boşluğa attım
gitmek üzereydim kalktım
boşluk sesi ol..
hoşluk sesi ol..
gözlerimdeki ay ışığı
gözlerinin körlüğü içindi.
2
hadi benim umarsızım
ben ölmek üzereyim
yorgunluğum da öyle
sabrımın son parçasını da yedim
az önce.
hadi benim suskunum
geçtiğim yılları yaktım ardımda
çocukluğumdan gelirken düştüğüm
o keskin virajdan
sürüklendiğim bu vakte dek
sıkıca tuttuğum
kırık dökük inançlarım bile
ölmek üzere.
hadi benim kırgınım
kışın bana yaptıklarından,
yazın beni öldüren yıldızlarından sonra
yitirdiğim mevsimler değil,
vaktim yok,
baktığım yerleri yaktım
içime ağladığım suları da içtim
az önce.
3
seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana
yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,
hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.
seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?
4
kalbim
ölü mevsimler gibisin
bir şeyin görünmeyen iyi yanları gibi
ama bitti mevsim,
bir başka yolcu yok sana
fark etmez gibisin.
kalbim
demir masanın küfü,örtünün yırtığı
camın kırığı, patlayan freni hayatımın
kalbim, anla, bitti mevsim
bir başka yolcu yok sana.
son derece şukela bir enü batü cep kitabı. klozette okumak için ideal. misal:
"yolcu karanlıkta
bir düşişçisine
kaybolacak
gibi görünecek
karanlıktaN bu her şey
yüzyılda bir
cümle doğdu çünkü senin
yeryüzünde
kurulan anlamının
her cümlenin tek doğru
bir okuru olarak.. "
illa ki lale müldür şiiri: (selam göndermeler serisi'nden)
sen ki safsın/bu yaprak çöpçüleri fırtınasında/
elinde bi kaç pırasa/sarı yapraklarla kuru dallar arasında
siz okuması olanbaylar/-açın okuyun/kitaplarda yazılı herşey
ama kolay değil o kadar/bütün kodları geri bırakıp/şöyle
bi nefes almak/hadi hadi itiraf edin/işleri iyi göstermeye
çalışmak/ayakkabılarınız su geçirirken/kafayı yukarıda
tutmak/bu sefer ama bu sefer tam 12den vurdunuz/yaprak
çöpçüleri hakkında yaprak çöpçülerinden daha çok şey
biliyorsunuz/ne dediniz şimdi n'olmuş/en baştan
anlatsanıza /hiç kimse bişey demedi bana/inin artık o
otobüsten inin diyorum/yalnız yürüyün biraz/bir yaprak
çöpçüsü gibi/tükürün hayatın küçük tuzaklarına/hatalarınızı
süpürün/kendi yaşamını ileriye aldı o/ve dönüp bakmadı
bile size/sırayla önünden geçerken siz/gururla başarının
sıcaklığıyla/ama bunu anlamıyor onlar/senden nefret
ediyorlar/çünkü ağladıkları yere vuruyorsun onları/ve
gülemiyorlar bile/bu kadar/hepsi bu/iyi geceler fukaralığa
kuşanmış Fransisken keşişleri/selamlarım sizi/iyi geceler
leonard cohen/iyi geceler lereler/lou reed, rimbaud,
rousseau iyi geceler/iyi geceler trakli talking heads/iyi
geceler, ingerborg/hölderlin, heidegger dubourg
iyi geceler aziz/sana da Ramazan iyi geceler!/
Belirsiz olan ne? Ölülerden
Boşalan yeri doldurur doğa
Yansır beyaz hayvan kemikleri, taşıllar
Yok oluşun içinde
iri bir yengecin sırtı arasıra.
Ben ki yengeçleri bilirim daha çok. Birini
Yıllar var unutamadım
Dönüp duruyordu bir taşın etrafında
Sanki bir hırçınlıktan damıtılmış ya da bir sıkıntıdan
Ve geçer gibiydi tekrar bir başka sıkıntıya
Gömüldü kumlara iyice, şöyle bakındı
Gördüm kendi büyüsüyle keserken kıskacını
O gün bugündür anladım ağrıyı, taşıdım da.
Büyüdür ölüm, külrengi harcıdır sonsuzluğun
Bir vahşet gibi yaratılır orda umut
Gerer kayalar kaburgalarını
Katırtırnakları arasında
Arabalar biter, atlar birikir
Bir tanrı gelir belli belirsiz, ne kadarlık bir tanrıysa
Büyüdür çünkü ölüm
Külrengi harcıdır sonsuzluğun.
Gerçi kurnazdır doğa, alımlıdır da
Her gün biraz olsun geri verir aldıklarını
Sızar kentlere, evlere, dölyataklarına
Bir gün ki ölü bulmuştum kendimi, korkmuştum
Öyle bir yok olma saatinde, bir kuytuda
Sanırım boynumdaki bu yara izi ondan
Kaplanır sabahları göğe uzatsam
Geceden kalma bir yıldızla
Buz rengi bir yıldızla. Ve uykum
Yeni bitmiştir daha, üstelik
Geri veriliyordur bana
Düşlerimin o karmaşık mimarisi
Dalgalar susmuştur çoktan, denizse gümüş sikkeler gibi harcanıyordur.
Aşağıya yukarıya
Yukardan aşağıya
Nedense her başlangıçta bir acı vardır. Sabah
Kuşatır bu acıyı önce
Eskiyip gider sonra da
`Ve yengeç batırır göğsünün ortasına kıskacını
Tam göğsünün ortasına.` Artık
Görüp göreceğiniz ölü bir yengeç kabartısıdır
Her gümüş sikkenin üstündeki
Yalnızca bir kabartma. Derken
Kaskatı kesilir gök, fırlatıp atar bir kırlangıcı
Ürperir yosunlar, deniz şakayıkları, batık gemiler
Yaşlı balıkçılar sandallarında
Kayalar, balık sürüleri ve fenerler
Ve hayalet gemiler türer çıkarak kınlarından
Yonulara döner tayfalar, çarşı
Camlara, aynalara yapıştırılmış bitkiler
Yoktur ki görünsün bir intihar anının gölgesi
Ölü bir şeyin gölgesi yoktur ki
Fışkırır kazılarından birbiri ardısıra yengeçler
Sütunlar, kemerler, eski çağ mozaikleri üstünde
Posta kurşunları üstünde, kandiller ve çanaklar
Armalar, tapınaklar, yüzük taşları üstünde
Ve yengeç ki onca dönüşten sonra geriye
Yetişir kendi ölüm törenine yeniden
Ve ölüm, o gözüpek savaşçı
Bir yandan kendi büyüsüyle çizerken yazgısını
Yazar bir kelimelik tarihini de.
Belli ki bir yol bulmuştur yengeç
Kumlardan değil, kendinden gidilen bir yol
Ne var ki, rüzgar ileri olduğu için külden
Ölümden önce geldiği içindir ki sezgi
Duyar insan bu gereksiz yüzgeçleri
iki gök arasında kımıldayan
Tanımazsa da kendini bir başkasının düşü gibi.
Üç kişiyle başka türlü konuşulur, bir kişiyle
Kendini açıklar insan
Bir vahşet gibi de olsa yaratılır orda umut
Hızlı bir ibreye döner yürekse
Yaşamını içerirken bir yandan
işler ölümünü de.
sen burda bekle kapılar da beklesin
bi beş dakika
bi beş dakka daha uyusam bu rüya bitecek
saatler çalmasa bu satıcılar bu zil sussa
her yarığı hayra yorsam her yarımlığı
her yanımı hayra
bu her şeyler gerçekten gerçek
kendimi bildim bileli yani sözüngelişi
bildim mi hiç kendimi bu gelişi gidişi
gitmek dediysem hep odalara
kaç kıymık kaç çentik kaç kaçmaktan yapılmış
o eve kaç basamakla çıkılmış
odalarda kaç gece ne güzel bekledim
çok ayakkabı eskittim çok çanta
bana bunu öğretseydin
bana bunu öğretmedin
deliklerde gözgöze gelmek ne demek
kaç basamaklıdır gitmek kaç yatçaz kalkçaz
geldiysen önce bunu
geldiysen kapıyı üç defa
yaramı örtmedim halka açık alanlarda
havayla sürekli havayla ki hava aşktan sonra
ellerimi hohlayıp ısıtmaya derinlerimi ortalığa
içlerim çok üşüdü ççoçok üşşüyorum
susmak bağışlamak değil alışmak da
bu bilicilerin ayrılık sosyologların göç dediği
kısmen öğrendiğimiz aslında çaktırmadan ezbere
annelerin ben sana dedim dediği düzen belki gereği
eğitim sistemimizden bu.. Devlet nerde peki
ya sen sen misin yorma boşuna beni
güneyliyim
enliyim desem kafiye sanılacak
bu kapıyı açsam aşk gülsem keyifli
Allah'ın hakkı bir her kadın bir defa terk edilir
bazı kapılar açılmamak içindir dışa kilitli
dikkatim dağılıyor şu zile basıp basma
ben kirazlardan küpe kulağıma
sar sar sar makara / çöz çöz çöz makara
ben hala her şimşek çaktığında
sar sar sar makara / çöz çöz çöz makara
pozlar veririm göğe.. hadi gülümse
çok zorda kalınca kendime darılınca
bu rüyayı anlatmama izin ver
böyle büyük bir çukura iniyormuşum da
çukurda su çukurda su
su ferahlık ama su çukurda
sen uzaktan bakarken bana
çukurdayım çok çabuk kalkamıyorum
çukurlarımdan terk ediliyorum
objektif kalamıyorum
eskiden buralarda evler yoktu bu çukurlar
eskiden her şey eskiydi şimdi hayat çok kolay
şimdi sen yoksun mesela hayat çok kolay
eskiden bu aşk şiiri sayılabilirdi çok kolay
artık uyumam lazım yarın mesai var
şimdi bu merdivenlerden inişinin sesi
telefonun cezbeden ertele tuşu sesi
kilosu 1 YTL diye bağıran adam bu domates sesi
asansörün yağlanmayan halatları
çay kaşıklarının beynimi sinirlendiren sesi
çocuğunu uyutamayan beceriksiz annenin
uyumayan çocuğunun sesi
şimdi bu her şey rüyaymış meğer ha'siktir sesi
şimdi kornalar şimdi Allah belanı versin şimdi e mi
içimdeki acaba sesi bu amin bu cümlemizin sesi
telefonun cezbeden ertele tuşu sesi durdur sesi
şimdi bu zil şimdi ekmek alcak mısınız şimdi nasıl yani
ha'ssigara içmem lazım ha hepsi geçti mi
bu bir rüyaysa ben rüyada rüya
rüya bu ya bi'makara paso makara
sar sar sar makara / çöz çöz çöz makara
fevkalade bir uğur polat şiiri imiş; iyi ki rastlaştık..:
Gürültülü bir gülü Wittgenstein zannetmek mi
Çapraz bir kadın'ı Yuhanna bilmek neden
Zannediyor matematik işte kötürüm kimya
Kar yağıyor diyelim kim üşüyecek bilmeden?
Önce insan sonra sen bu ne kadar tedirgin
Bana bak insana da surat asmak yaraşır
Her şair bir kurbanı yontabilir bilirsin
Ha ABD ha abd ne fark eder memeşim.
iki kere çarpıldım diye iki kere anladım
insan'ı anladım beyaz peynir ve barut
Anladım insan'ı beyaz peynir çarpıldım
Ben şairim sen şair böyle demişti tarot
Her sokak lambasına babam diyerek bakma
Lütfu çöl grekler sana minnet eder mi
Hem senin mayanı bilir zannetme sakın
Sen sokağa sap sokak sana, bitsin şiir sanatı
Mademki 21. asırda simit yalamak günah
Ben gidiyorum tarih sen gel benim arkamdan
Dedim yine de derim ben şairim sen insan
Ey beyaz peynir ey barut ey cinsel ve insan.
Aç kalmak asra tekabül her ihtilal oyuncak
Artık bol paçalı gençler hiç Sartre okumuyor
Ne 'düzenbazmış' oldu günahsız evliyalar
Hakkıdır Keynes'e tapan şirketlerin izmihlâl
"Yolunu arayan bir yolculuksa çıkılacak olan, heybeni
doldurmak değildir yapacağın. Olabildiğince boşalt heybeni : Ben'i.
Sende ne çok fazla şey var şimdi. O yüzden gidemiyorsun
belki. Tıklım tıklımsın sen; ellerin ana baba günü. Bırak,
sıkı sıkı tutmadığında seni bırakıverecek sesleri.." *
her şey aşk olsun diye bir şiir imiş; yine küçük iskender tabii, yazmasam ölürdüm; yazdım, yine..:
Vücudumun yüzde doksan dokuzusun; sular
hayatı bırakmış sana geliyorlar dikine uzun.
Büyük elbiseler dikiyorum: Ya sen giy ya da
aşk durmasın boşlukta hepimizi korkutsun.
Bu bir telaş kaydıdır, her an kirle silinebilir
Bu, bir etin atıl yalın hali; kendi kendine
rüzgârdan beton kesilmesi zarif kumun
iyi bir tercümeyle sen oluyorum bütün
bütün güzel graffiti lisanlarında,
ben yalnız seni seviyorum yüzde doksan dokuz
büyük bir omurga gibi ruhumda yokluğun
büyümek belki sana, doğru meyve vermektir
Bu, bir savaş taktiğidir, her an ölümle silinebilir
tutku, en berbat yanı uygunsuzluğun.
Zorunlu adres değişikliği:
Ben yalnız seni seviyorum yüzde doksan dokuz
kalan yüzde bir ise
sadece Katliam, sadece Öfke
sadece Mürekkep ve Zakkum
söylemez; cinnet, bir serzeniş bahçesidir söylemez
sökülür takılarak
sökülür takılarak bütün kenarlarından şehr.
'oybirliğiyle yalnızız'
der
demez
kuşu
birdenbire şaibe, birdenbire huşu;
-söylemez; bu akşam birlikte uyuyalım
- ama sonra birbirine nüfuz eder rüyalar
- cereyana kapılır kalp, yalpalar
- vücut: tunç yalım. uyuyalım. Beklemez;..
" edip? bu şehri adımlamak kaç yılını alır edip? yorulduğun yerde uyumak, acıktığın yerde yemek? ama bütün sokakları geçmek, ev ev, ışık ışık, ezbere bir takırtı tutturup sakin, edepli adımlamak tüm bulvarları? kimse sormasa nereye gidiyorsun, bir yere mi gidiyorsun sonra!. keder olmasa kaça patlar bu döngü, bu yollar boyu yolculuk.
son uykuyu nerde çekersin, son bedeli kime ödersin, en çok sen bilmesen. yüzünde şehrin tırnak izleri, bir sokaktan diğerine aksan. ürpertsen yeryüzünün ipek mavisini. geçmiş uykulardan kalma bir yorganı havalandırsan. açılsan, esnesen uğurlu tarihinin önünde.
...
söylemeye ne gerek, evini bıraksan hepsinden önce. evin, ancak sen dönmedikçe senin kalabilse. kapıyı boşluğa açacağın tutsa bir gün. bir apartman, bir evren, bir zaman boşluğuna. ve eli belinde huzursuz bir girdap gibi çıksan evinden edip? şehirle büyüyecek minik bir hortum kadar olsan önce. kaldırımlara serpilmiş çocuk bakışlarından başlasan, gazete parçalarını, bisiklet izlerini alsan içine. adım adım büyüsen, çukurlaşsan, tepeleşsen. yoruldukça, tir tir sokulsan otel odalarının beyazı eprimiş, sarısı kaşınmış çarşaflarına. uyuyamasan, uyunamasan.
...
tekinsiz bir tüneldir bu şehir edip. hem de ne biçim bir tünel! aydınlık desen değil, karanlık desen bir sonu var sezebildiğin, ürperebildiğin. kapandıkça açılabildiğin, durdukça yürüyebildiğin, savaştıkça terk edemediğin öykülerinin şehri!
...
bu şehri adımlamak kaç yılını alır edip, yorulduğun yerde uyumak, acıktığın yerde yemek? ama bütün sokakları geçmek, ev ev, ışık ışık... ezbere bir takırtı tutturup sakin, edepli adımlamak tüm bulvarları. sonra sağaltmak insanlığını, el sıkışmaya yeltenmek ömrünle. barışmadan yaşamayı göze almak.
şu sinemadan başlasan diyelim edip, kaç yıl sonra bulurlar seni aynı afişin önünde? bulurlar mı seni? sen aynı afişi bulur musun bir adımda, edip?...
edip? " *
yere yakınlaşmak arzusuyla sana suya göğe sarıldım
sokaklardan kalkan sise geceye boşluğa yüzüme bir bak
gelmiş
ve buralarda kalmış
bir at izi
ayaklarım avunur avunmaz yüzüm yetinir yetinmez
öpünce geçmez öpünce geçmez
düşlerimdeki ülkeye uçup kaybolmadan önce
kalbimi tut ve bırak tut ve bırak şimdi
...
enis akın'ın, öpünce geçmez in içine alınmayıp doğrudan arka kapaktan yayımladığı dizelerdir. kalp masajı gibidir, suni teneffüs saatlerinde..
"yabancı,
yerin bittiği yere gidiyorsun.
geri dön!"
sözleriyle başlayan ve ocak 1989 baskısı, edebiyat dostları kitaplarından çıkmış, bu kitapta dizgi hatası yokturla biten, artık sahaflarda bile bulmanın çok zor olduğu enis akın ın her yönüyle nadide kitabı.
'güvenli, belirlenmiş, tanımlı alandan ayağını çekme sen; bu seni korur, kendinden bile.
gölgene çelme taktın, yere kapaklandın; sandın ki becerdin kendine bunu yapmayı. ne ki gölgen yerde sen dimdik ayaktasın. senden habersiz bir şeyler oluyor, sende bile.
örtünüp saklanıyorsun diğerlerinden. ya örtünün içinde kendinden? maskenin arkasında hep ayna vardır.
"neyse ki rüyaymış" diye rahatlıyorsun aslını gördüğünde kendinin. seni yöneten orada oysa.
dilini veya sembolünü bilmediğin şeyi yok sayıyorsun korkundan. varlığın bilginin çengelinde kanıyor. ismini bilmediğinden acınla bile karşılaşmıyorsun.
içeride biri var. o senin isimsiz halin, senden başka kimse seslenemez ona.
dolunayı ısırmaya çalışan birini gördüğünde ona deli demeden niye rahatlamıyorsun ki? bilmediğin bir simge niye canını sıkıyor, bir sürüsü senin içinde gezeleyip dururken gece gündüz?
henüz bilmemen gereken şeyleri öğrenmemiş olduğun zaman kendine ne kadar yakındın. zehirlenmemiş olduğunda hesapsızdın ve tekinsiz alanlarımızda ne güzel oyun oynardık.
sen ve ben asıl ortaklığımızı saklıyoruz birbirimizden; orada yeni anlamalar dururken birbirimizi...' *
... "sindirimi kolaylaştırır; kritik anlarda kan basıncını denetler; uyumayı ve uyanmayı, hem uyardığı hem de uyuşturduğu için kolaylaştırır; yalnız insanlara, daha da yalnız kaldıkları durumlarda eşlik eder; uyarıcı niteliğini koruması, gövdemizde narkotik denge oluşmasını sağlar; mahmurlaşmayı, şapşallaşmayı, gereksiz heyecanı önler; yaratıcı gücümüze kıvam getirir. zehirli olmasının yararı ise, bir sürü boktan herife de bizim için zararlı olduğu ölçüde zararlı olmasıdır."
'Bu Kalem Bukalemun Enis Batur'un, düşle, gündüşleri, librettolar, kuruntular, oyunlar, romanlar, parçabaşı dikişler ve hurufî notlarından oluşuyor. Seksenbeş parçalık bu toplamda, fondaki müzik sürekli değişiyor.
Bazen bir Miles Davis işitebilir, bazen bir sufî müziği ya da bir Erik Satie tınısına denk gelebilirsiniz. Ama önde gelen, esas olan hep bir yazı'yı yoklamaktır..'
"o gece, geç saatte evine döndüğünde, biraz olsun kendine gelebilmek için yüzünü yıkamak istedi. güç bela banyoya girip ışığı açtığında ortalık fır dönüyordu. musluğu açtı, cılız suyu avucunda toplayıp biriki kez yüzüne çarptı. birdenbire hızlandı su, musluğu çevirip gelen suyu azaltmaya çalıştıysa da, tersine, suyun akışını iyiden iyiye hızlandırdığını anladı. her iki yana da son yive kadar çevirdi musluğu, sonuç değişmedi ama: musluk, sarsılarak, çatlayacakmışcasına su saçmayı sürdürdü. kim inanırdı ki, son tufanın o lavabodan başlayacağına?.."