Bu benim arkadaşlar. Yok bu tanım olmadı. Bu benim bir arkadaşım, heh şimdi oldu. Otobüs yolculuklarında sürekli uyuyan veya kusan, olmadı uyumaya çalışırken çılgınca kafasını ordan oraya vuran, yani kısacası otobüste kendinden geçen tanıdıklarınızı aklınıza getirin ve 10 kez beterini düşünün, işte öyleeee bir şeeeeey(Erol Evgin'in sesinden).
Üstelik sadece otobüste de değil uçağından tutun da el arabasına kadar hareket eden tüm taşıtlarda bu durum böyle. Kendi söylemesine göre ; tüm taşıtlara binebiliyormuş ama sadece duranlara. Yani otobüse biniyor hareket ettikten 15. Saniye sonra midesi bulanıyor, 45. Saniyede kusmamak için uyuyor. istifrar etmek mi diyeydim ne bakıyorsunuz? bence kusmak kesinlikle daha açıklayıcı bir kelime. kimse istifrar diyip milletin kafasını karıştırmasın. kibarlık mibarlık anlamam, zaten söylemesi de zor kelimenin. Bu kelimeyi söylemeye çalışırken insanlar can çekişiyor caan(ibrahim tatlıses gibi yanık bir sesle). Neyse bizim adama dönecek olursak 'Mide bulantısı için sakız çiiğne, olmadı haplar var kendine boşuna eziyet etme' dediğimizde de ağzını geverek 'bana etki etmiyor yaa o ilaçlar, ben ve yolculuklar hep ters yöndeyiz' diyor angut. senin gerekçene tüküreyim , beter ol.
Otobüsteki uyku hali yüzünde kaçırdığı duraklar mı dersiniz, metronun son durağında uyandırılmak mı dersiniz her şey bunda var, tam bir şuursuzluk hali. Geçen 2 saatlik otobüs yolculuğunu kız arkadaşının omzunda geçirdi. Kızın omzu koldan boyna felç, bi de kafası kocaman koyduğu yeri eritiyor, kızı fizik tedaviye başlattık. Bir yolculuğunda kusmadı diye sevindik eve dönerken kaldırıma kustu, fırsatı değerlendirdi. Affetmez yani illaki şovunu yapar. rahatlar çünkü, öyle alışmış.
aynı dili konuşmadığın biri ile aynı odada kalmak çok zor . hele bide anlaşabildiğin ortak bi dil yoksa ayvayı yedin yani.
ben odada bi polonyalı bir arkadaşla kalıyorum. kendisi ingilizce bilmiyor. biraz fransızca biliyor. ee benim fransızcamda "bonjour matmazel"den ileri gitmez. ortak konuştuğumuz bi dil yok yani.
biz bu arkadaşla yaklaşık 3 haftadır aynı odayı paylaşıyoruz ve google translate aracılığyla anlaşıyoruz. bilgisayar başında birbirine bişiyler yazan bilgisayarı çevirip karşısındakinin görebileceği bi açıya getirip sohbet etmeye çalışan iki insan hayal edin.öyleyiz işte.
yani çocuk bilgisayarı kapatınca tüm iletişim kopuyor bitiyoruz biz o an. bi kere bilgisayarı kapatıktan sonra konuşmaya çalıştık yeminle iki maymunda farkımız yoktu. hayır google translatede düzgün bi çeviri yapmadığı ortada. biraz uzun bi cümle yaz herşeyi birbirine sokuyor. kaç defadır diyorum oğlana şuna kısa cümle yaz çeviremiyor google translate diyorum (bunuda yine google translate aracılığıyla diyorum oda ayrı bi olay) anlamıyor bildiğin kompozisyon yazıyor.
böyle belli başlı kelimelerle anlaşıoruz cümle kurma yok mesela clean dediğinde odayı temizlemek istediğini anlıyorum. shop dediğinde markete gitceğini filan anlıyorum.
geçen bana bi sürpriz yaparak "do you prefer ketchup or mayonnaise" dedi yeminle o an eksen kayması yaşadım cevap veremedim çocuğa bi süre sonra "yes of course" dedim.sonra düzelttim mayonez dedim ne bilim yes no question bekliyorum ben ondan böyle birden restaurantta çalışan garson tadında soru sorunca çocuk şaştım kaldım. hayır yani nerden çıktı bu soru diye düşündüm sonra hani çünkü bizim dolapta ikiside yok farketmez ki. he bide direk ketçap mayonezden girince 2. seviyeye ilginç oldu önce bi "ekmek" de " tuz" de temel gıdalardan gir ne öyle hemen ketçap mayonez filan ne bu burjuva tutumu.
gerçi o ekmek yemiyor fazla ama alıyor yinede kendine. geceleri ben yiyorum oğlanın ekmeğini, uyanık olursa soruyorum "bread" diyorum anlıyor hemen heralde sürekli ekmeğini yememden bıkmış olcak ki geçen bana ekmek almış.bi sevindirik oldum o an hatta sevindğimi anlasın diye "i love you" dedim çocuğa oda" i love you" dedi. o dakikadan beridir çıkıyoruz, mutluyuz!! filan oha bu nelan gay muhabbeti mi yapmaya başladım şimdide ayıp ayıp.şakaydı bu kısım sonra özel mesajlara maruz kalmayayım.
ayrıca kendisi acaip temiz titiz biri sabah kalktıktan sonra yatağını bi topluyo zannedersin ki bidaha uyumuycak artık o yatakta.
bu son kısmıda yazıyı gay muhabbetiyle kapatmıyayım diye yazdım. böylesi daha iyi gibi.
bebeklere konulan çok çeşit isimler var.hele bu aralar kişiler isim koyma konusunda yaratıcılıklarını epey konuşturur oldular. halbuki küçükken böylemiydi.
küçükken böyle etrafımda hep berk,canberk, mertcan gibi isimli çocuklar görürdüm, halada görüyorum.ama berk,canberk adında hiç amcaya ya da irem adında teyzeye rastlamadım. hani bunun nedeni sonradan keşfedilen isimler olduklarından olabilir.ama hiç mi büyümez bu tipler arkadaş. benm karşıma canberk amca diye biri çıksa tüm saygımı yitiririm. en fazla abi olur onlardan amca çıkmaz hocu.
çünkü; canberk diyince böyle süt çocuğu, yaşıtları ergenliği "orangutan" olarak geçirirken onun ergenliğe girdiği bile anlaşılamayan bi tip geliyor aklıma.öyle yer etmiş beynimde zaar.bana göre berk, canberk,mertcan türü isimlerdekiler hiç büyümüyomuş gibi geliyor , en fazla 18 yaşındalar.
mesela kızlarda da dilara'lar ece'ler böyle. ben dilara teyzeden hanife teyzeden korktuğum kadar korkmam ki dilara teyze diye biri de hiç görmedim ayrıca.
yukarda verdiğim örneklere karşılık "beim berk amcam var, irem teyzem var" diyenler elbetteki çıkcaktır fakat çok nadirdir. he ben burdan sözlükteki tüm berk,dilara,ece isimli yazar dostlarımı tenzih ediyorum.
mesela berk, canberk, mertcan gibilerini küçükken mahalle maçlarnda hiç oynatmazdık .onlar kendi hallerinde sarı hafif uzun saçlarını sallandırarak takılırlardı. hepsinin saçları sarı değildi ama sallanan cinstendi. yani bi hüseyin saçını 5 yıl uzatsa bu kadar sallanamaz saçlar o derece.bide böyle çocuklar hiç terlemezdi lan. o da var mesela ahmet kan ter içinde kalırdı ama bunlar böyle süt süt gezerlerdi. gerçi kulvarlar farklı ahmet'le berk arasında.
mesela, ben şuanda facebook da 5 tane berk adında kişiye arkadaşlık gönderdim.onlarını büyümelerini takip edicem bakalım büyünce nasıl bi tip olcaklar, yoksa bunların göbek adımı var mesela; "hasan berk" gibi. ergenliğe kadar berk adını kullanıp sonra berk kriterlerinden çıkınca "hasan" ismine devam ediyolar.sonra hasan amca oluyolar, bu yüzden hiç berk amca görememeşimdir belkide. bence gayet mantıklı galiba benim aklıma geldiği için bu kadar mantıklı geldi.
her insan hayatının belli bi döneminde çok yakuşuklu ya da çok güzel oluyor ben buna inanıyorum.bakmayın başlığa yakuşuklu yazdığıma güzellik de öyle bence.
sadece bi dönem mütüş yakuşuklu mütüş güzel oluyosun ama o dönemin ne zamana, hangi yaşa denk geleceği şansa kalmış dostlar.çok belirsiz.
mesela benim 7. sınıfta olmuştu o dönem daha ergenliğe girdim girmedim arası ne olduğunu anlayamadan geçip gitmişti o güzelim dönem.
o yakuşuklu dönemimde kızların ilgisini çocukça ve utangaç davranışlarla karşılıyor.akşam eve gidince pişman oluyordum. klavyemin başında saatler geçiriyor ama yinede yazacak bişe bulamıyordum. gözlerimin beyazlığı gitgide yerini kırmızılığa bırakıyordu.derin bi uyku çekmeyeli 15 belkide 16 gün olmuştu. ulan neyi okuyosunuz orda saçmalıyorum konudan saptım hala okumaçta okumaç bi uyarma yok ne diyo bu çocuk diyen yok peh neyse ne diyordum.
bana ters bi zamanda geldi o dönem o yüzden şansızım mesela bazısına 20 sinde geliyo ne güzel herşeyin farkında kan deli akıyor damarda o zamanlar tam en verimli çağında hobaaa. bazısına 40 ından sonra geliyor. sonra diyolarki "40 ından sonra azanı tebeşir paklar" bende diyorum o tebeşir değil teşekkür .tamam bu sefer sapıtmıycam konuyu.
kaldığım yerden alıyorum. bazısına 40 ından sonra geliyor o güzelim dönem. sonra diyolarki "40 ından sonra azanı teneşir paklar" ayıp ama o ademcağıza o yakuşukluluk dönemi 40 ından sonra gelmiş naapsın adamcağız hayır naapsın yani.
bazısına 5 yaşında geliyo mesela," yok artık devenin kar botu" dediğinizi duyar gibiyim ama öyle görüyoruz videolardan genç kızların göğüslerine,totosuna bakan bacak kadar çocuklar evet evet.
bakın bazısına hiç gelmiyor evet hiç gelmiyor o dönem.görüyorurz sonra onları evlilik programlarında ben kimsenn elini tutmadım, elim kimsenin eline değmedi diyenleri.çünkü o güzel dönem hiç gelmemiş o kişiye ya da gelmişte farkında olmamış zaaaaaaar.orası karışık bi kuple, oradan pek emin değilim.
hep bu sebebten o güzelik ya da yakuşukluluk döneminin farkında olmak çok önemli dostlar.çalışın çabalayın farkında olun.
bu arada bu yazıda kaç kere "bazısı" kelimesini kullandığımı bana özel mesaj yoluyla olur, msn isteyerek olur, moderatöre 10 boş mesaj atıp rahatsız ederek olur bi şekilde ulaştıran 17598 şanslı kişiye birebir cebipden parasını verip güzellik yakuşukuluk dönemi testi yaptırcam.söz hadi hobaaa...
batmakla sonuçlanması muhtemel olaydır.
çünkü farkettim ki bu iskandinav ülkelerindeki erkeklerin çoğu köse. adamlar sakal traşı olmuyor. misal bi berbere gidiyosun saç şu kadar yazıyor sakalın fiyatı yazmıyo neden çünkü gerek yok, sakal yok ki adamlarda.
sakallı biri gelince anlıyolar ki diğer ırklardan. onların ayırt etme yöntemi böyle.
traş makinesi işine girersen belki saç traşından kurtarırsın satışları. kendi saçını kendi kesmek isteyenler almak ister belkim. çünkü adamların çoğunun saçı 3 numara. yani kısacık. 3 numaraya vurdurmak için berbere mi gidilir aq diyen uçuk zekalılar olabilir mesela.
belediye otobüslerinde kitap dergi veya gazete okuyabilenlere hep özenmişimdir.çünkü hiç beceremediğim bi durumdur.otobüste kitap okumaya çalışınca direk başım ağrıyor,baş ağrısını umursamayıp okumaya devam edersem baş ağrısına mide bulantısı ekleniyor.hala inatla okumaya devam edersem ki hiç denemedim büyük ihtimalle yanımda oturan kişinin üstüne kusarım.yanımdaki kişi büyük ihtimalle "teyze" olur. çünkü benim öyle bi kara talihim var. belediye otobüslerinde genelde oturamam ama oturursamda büyük ihtimalle yanıma otobüste otururken cam açtırmayan teyzelerden biri oturur. büyük kara bi büyü yapılmış bana galiba. neyse, ben yanımdaki kişinin üzerine kusarsam bu kişi de teyze olursa berbat bi sonuç ortaya çıkar. teyze önce "ayh" diye bi çığlık atarak ayağa kalkar, otobüste büyük bi kaos ortamı oluşturur.bende ilk durakta inmek zorunda kalırım. ben ilk durakta insemde teyze olayla ilgili yüksek sesle konuşmaya devam edip tüm otobüstekilerin beynini yer, sonra otobüstekilerde bana ağız dolusu küfür eder,bense üzerimde kusmukla salak gibi eve gitmeye çalışırım.gördünüz mü otobüste kitap okumaya çalışmam nelere mal oldu?
ama gerçekten otobüste kitap okuyabilenlere çok şaşıyorum. lan hiç mi başınız, gözünüz ağrımıyor? vay anasını. otobüsün ani fren yapması da etkilemiyor ha bu gibileri konsantre olmuş bi şekilde kitap okumaya devam ediyorlar, çok özeniyorum yahu.
mesela ben yine aynı sebepten sınav sabahları otobüste derste çalışamıyorum. çünkü çalırsam biliyorum ki sınava girecek beyin kalmaz akar gider otobüse. ben final dönemlerindeki başarısızlıklarımı buna bağlıyorum sevgili dostlar. bakıyorum etrafıma herkes deli gibi ders çalışıyor otobüste ee tabi başarılı olurlar çünkü otobüste öğrenilen bilgi kalıcıdır.çünkü böyle sallana salllana okuyosun ya bilgiler beyin kıvrımlarına iyice yerleşiyor asla unutulmuyor o bilgi.
son olarak otururken kitap okuyanı anladım da belediye otobüsünde ayakta kitap okuyanı da var lan,geçen gördüm.o abiyi gördükten sonraki yaşadığım eksen kaymasını hala düzeltebilmiş değilim.ben ayakta zor duruyorum adam ayakta kitap okuyor yuh ulan yuh.kendisine burdan saygılarımı iletiyorum.
şunu söyleyebilirm ki; otobüste kitap okuyabilen kişiler benim gözümde klimayı icad eden willis carrier dedem kadar kıymetlidir şu sıcaklarda hatta ayakta kitap okuyabilenler parnak farkıyla öndeler o derece.
ev arkadaşı çeşitlerinin en korkutucusudur.yani en azında benim için öyle. sürekli uykusunda konuşan anlamsız sesler çıkaran bi ev arkadaşı düşünsenize. ya da düşünmeyin boşver.o gün ne yaşadıysa gece uykusunda anlatıyor. hayır anlatsın, dertleşelim bi şey demiyorum ama uyanıkken, yemek yerken filan anlatsın. böyle uykuda kendisini dinlemek çok zor oluyor. hem bazen böyle küfür filan ediyor,o ara kulağımı tıkıyorum,yoksa terbiyemi bozacak ibne. en son dedim "dışardaki işlerini eve getirme olmuyor böyle". tabi anlamadı,uyuması lazım anlaması için.
ilk başlarda arkadaşımın sayıklamasından korkuyodum, sonra alıştım dememi bekliyosunuz dimi hayır öle bi şey demiycem, hala korkuyorum lan arkadaşımın sayıklamasından abari.
geçen gece böyle ayı vari, inek vari horoz karışımı bi sesler çıkartıyor uykusunda. bide balkonda yatıyor .tüm mahalleliye rezil etti bizi. (bu arada mahalleli yazmak da ne zormuş arkadaş bak bidaha yazdım.) neyse o gece tüm mahalleliye hayvanat bahçesi ambiyansı yaşattı resmen çıkarttığı seslerle hıyarspor.gece arkadaşımın çıkardığı bu güzide sesleri duyunca hemen tanıdım zaten koşa koşa gittim uyandırdım kendisini.
"oğlum napıyosun tüm mahalleyi ayağa kaldırdın" dedim.
"o da hırsız kovalayıodum" dedi
"lan polis okulunda filan da okumuyosun ne bu kahraman olma sevdası "dedim. annemin hep dediği şeyi de söyledim.
"yatağında ekmek kırıntısı mı var, 3 gulhu 1 elham okudun mu?" dedim ben cümleyi bitirene kadar geri uyumuş zaten bizimkisi.
bide artık sadece sayıklamıyor gezerlik durumu da başladı. uykusunda ayağa kalkıyor, duvar saatini yerinden çıkarıp saate bakıyor sonra geri yatıyor deli mi ne!! "sabah böle böle yaptın lan dediğimde de" hatırlamıyorum diyor. bi gün uykusunda ağzımı yüzümü dağıtsa kalktığında bi şey hatırlamayacak demekki.işte bu düşünce korkutucu.şu zamana kadar böyle bi şiddet eğilimi göstermedi ama ya gösterirse nerden bilcez dimi. bende bu gidişle zaten paranoyak olurum.zaten bayadır merak ediyodum paranoyaklık nasıl bişe diye uygulamalı öğrenmiş olurum,ne güzel.
son olarak eğer bu yazıyı okuyosa arkadaşım, ona burdan seslenmek istiyorum.canım dostum, bi doktura görün bence iyice ilerlemeden, tedavi masrafları benden, ne gerekiyorsa yapılsın, gerekirse uçakla amerikaya yollarım seni şaka şaka nerden bulcam lan o kadar parayı hem türk doktorları ne güne duruyor. neyse, yeter ki iyileş yeterki gece gece evde deli gibi sesler çıkartıp gezinme .öpüyorum gözlerinden.
hayatta önemli işleri başarmak için bazı şeylerden fedakarlık yapması gerektiğini bilmeyen ya da bilsede uygulamayan insan modeli.* ama hor görülmemesi gerekir zira mutluluğu uykuda bulmuş olabilir.*
öğrenci üşendiği işi yapmamak için kendini ikna edecek bahaneyi mutlaka bulur .bu bahaneyi bulmak için ise kendini ikna etme mekanizmasını kullanır.
mesela; dersi ekecekse "ya bidahaki derse giderim zaten girsemde anlamıyorum, notları alır çalışırım" deyip içinde en ufak bi endişe kalmadan yatar, uyur.
bi gün sonra vizesi olduğu halde oturup çalışmaz. bahanesi hazırdır;
- olum vizeyi pek sallamıyo hocalar, önemli olan finaller oturur finallere hayvan gibi çalışırız.(bok çalışırsın afedersin)
+ he ya ben zaten bi kaç derse girmiştim ordan bişiler yaparım.
- bende okulda biraz bakarım.hallederiz yahu.
alttan bi tonla ders kalmasının sebebi de bu.
ya olum çalışsam da en fazla "cc" düşer seneye ben alttan alıp "ba" filan düşürürüm. allll düşürürsün.(şuan malum hareketi yapıyorum) neyi düşürüyosun lan sen üçün birini düşürürsün ancak. o ders "dc" anca düşer. hayır kendimden biliyorum.
sonra yaz okuluna kalır, sıcakta totosu pişe pişe okula gider, gelir.öğrencilik işte, klasik öğrencilik halleri.
emre aydın 'ın bu zamana kadar çıkarmış olduğu albümlerdeki sözlerden anlaşıldığı üzere verilen tavsiyedir.fena aşk acısı çekiyor bu çocuk, unutamadığı biri var belli.
"unut artık onu olum sana kız mı yok allasen elini sallasan ellisi"
üniversiteli öğrenciler arasında geçen "bizim bölümdeki hocalar daha psikopat" konulu tarışmanın anlamsızlığı. genelde herkes kendi bölümündeki derslerin diğer bölümlere oranla daha zor olduğundan , hocaların daha psikopat olduğundan, göte giren şemsiyenin daha büyük olduğunda yakınıp dururlar ve herkes kendi bölümün en zor bölüm olduğunu düşündüğü için birçok kez diğer bölümdeki arkadaşlarla tartışmaya girilir. bu tartışmalarda çok uçuk örnekler çıkar;
- olum bizim hoca varya kimseyi geçirmiyor lan 1953 yılından beri dersini alanlar var adamın düşün artık.
+ sen ne diyosun bizim hoca kendi cevap kağıdına 50 veriyomuş. bide bi sınav yapıyo kitap, defter, göt herşey açık yine kimse bişe yapamıyo 7 günde süre veriyor o derece kimse kalem oynatamıyo.
sanki en psikopat hocalar o öğrencinin okuduğu bölümde olunca ona ödül veriliyor;
+işteee en psikopat hocaların olduğu bölümden 8 yılda mezun olan mehmet yereyakın'ı sahneye davet ediyoruz.(şakşakşak)
bu üstün başarısından dolayı kendisini kutluyor ve iyi şeyler hatırlatması dileğiyle bu kazığı kendisine armağan ediyoruz (şak şak şak) kendisinin düşüncelerini almak üzere kürsüye alıyoruz.(şak şak şak)
- ben zaten her yerde söylüyodum "en çok bize giriyodu" diye kimse inanmıyodu böylece kanıtlanmış oldu bütün kazıkçı hocalara teşkürlerimi iletiyorum. ayrıca vedattt nooldu lan en göt hocalar bizdeymiş gördün mü eheheheh..
evet kendisine teşekkür ediyor ve yerine alıyoruz (şakşakşak) evet kazığını almayı unutma mehmet o önemli kazığını unutma evet. programımıza "her sınavda kopya çekebilen öğrenci" dalındaki adayları tanıtarak devam ediyoruz...
bu durum derslerden kalındığında "önceden mazaretim hazır olsun" mantığıyla yapılıyor galiba. "zaten biliosun bizim hocalar psikopattı çalışsam da geçemezdim" mantığı yerleştirilmek isteniyo karşıdakine. tembel olduğu için değil hoca taktığı için geçemedi o öğrenci o kadar. ama yinede değişik bölümdeki öğrenciler kendilerinde daha manyak daha deli hocaların olduğunu kanıtlamak için birbiriyle tartışması gayet saçma geliyo bana.her bölüm kendine göre zordur bu kadar basit.
en zor bölüm tartışması da bu "tembel değilim" durumunu kurtarmak için çıkıyor galiba. "ben tembel değilim bölüm çok zor" mantığı var bunda da.
annenin yazın balkon yıkaması sırasında o sıcağın alnında harıl harıl çalışan karıncaların annenin döktüğü suya kapılaması sonucu birçok karınca boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. bu karıncaları kurtarma görevi evin çocuğuna düşer.ele bir çıbık ya da kürdan benzeri ince şeyler alınarak karıncanın çıbığa tırmanması sağlanır.küçükken yaptığım zamanlarda 2 ya da 3 karınca kurtarırsam benden mutlusu olmazdı. koşa koşa arkadaşların yanına gider lan 3 tane karınca kurtardım olum" derdim. çok güzel günlerdi be.
beatles dinlemenin yeri ve zamanı olmaz. beatles şarkıları her zaman güzeldir. beatles şarkılarını dinlerken insan ister istemez şöyle düşünür "lan adamlar tee 60'lı yıllarda yapmışlar vay anasını" bu düşünce beatles'a duyulan saygının kaynağıdır bence. lakin gece yatarken beatles dinlemenin ayrı bir tadı ve huzuru olduğu kesindir. hafif uykulu ya da uykusuz halinizde kulağınızda ki beatles 'ın o hoş melodileri sizi hayal dünyasına sürükler. tabi bu hayal dünyasında gezinirken kapanan gözler uykuya geçer. çok huzurlu bir uykudur. siz uykuda olmanıza rağmen kulaklık hala kulağınızda olduğu için sabah kalktığınızda kulağınızda hafif bi acı hissedebiliisiniz, doğaldır. ayrıca müzik çalarınızda çalmaya devam ettiği için sabaha kadar tüm şarjı bitebilir, olsundur. beatles için feda olsun.
maçlarda hiç bir varlık gösteremeyen sadece havadan gelen toplarda sırtını rakip defansa yaslamayı bilen bi adamın halen beşiktaş'ta tutuluyor olması çok saçma. guti'li quaresma'lı güzelim kadroda nobre'nin hala ne işi olduğunu anlamış değilim. bide yıllık 1 milyon 400 bin avro para alıyor. bu para'ya ligde en az 15 gol atması lazım.ama ne yapıyor hiçbir şey. hepimiz gördük nobre'yi plzen maçında hiç bi varlık gösteremedi.tek yaptığı iş hakan'ın avut atışlarında yalancıktan kafaya çıkmaktı, he bide delgoda'yu penaltı golünden sonra ilk kutlayan kişiydi.geçen sene sadece 1 gol atmış kendisi. bu senede hiç umut vermiyor. gönderilsin de bari 1.4 milyon avro yıllık ücretinden kurtulsun beşiktaş. az buz değil 1,4 milyon euro lan.beşiktaş o parayı golden sonra delgado'yu tebrik etsin diye mi veriyor nobre'ye.
bir an önce beşiktaş yönetiminin nobre'yle konuşması ve şuana kadar yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür edip dostça yolları ayırması lazım.her iki taraf için de en hayırlısı bu olur.
kuzey kore milli futbol takımı teknik direktörü'nün dünya kupasında aldığı başarısız sonuçlar nedeniyle idam edililebileceği ihtimalinin ortaya koyan cümle. haberi gördüğüm anda dumura uğradım yok daha neler dedim ama sonra "kuzey kore'yse normal" dedim .çünkü başarısızlığı kaldıramıyor adamlar.
bu nasıl bi sistem lan adam 50 yıl sonra kuzey kore'yi dünya kupasına götürdü,halkı sevindirik delisi yaptı,sonra sen tut adam dünya kupasında başarısız oldu diye zorla işçi yap,olmadı ama. tamam portekiz'den 7 gol yediler ama olsun yani hangi takım 7 yemedi ki.unutulur zamanla kasmayın bu kadar . he ben burda portekiz'e de kızmıyor değilim olum ne vardı 7 tane atacak biliyonuz kuzey kore psikopat bi ülke daha az atsanız olmuyo mu?
şunu da söylemeden geçemicem, kuzey kore' nin amerika'ya karşı "hadi len ordan" tavırlarını ve kendi başlarına onurlu mücadelelerini her zaman takdir etmişimdir ama bu "sizin yüzünüzden tüm dünya'ya rezil olduk, idam edileceksiniz" tavırları da çok uçuk yani.
özellikle sınav dönemlerinde birçok öğrencinin başına gelmiş olaydır. saat kaç olursa olsun hiç uykun yokken dersin başına oturunca otomatikman uyku gelir. öğrenci bilgisayar başında olsa ya da sevdiği diziyi izliyor olsa sabaha kadar uyanık kalır ama gel gelelim bu öğrenci dersin başına oturunca ağırlık çöker, göz kapakları ağırlaşır.zaten " bi bahane çıksada ders çalışmasam" diye dua eden öğrenci için gelen uyku ders çalışmamak için kaçırılmaz bir fırsattır. "şimdi yatayım da sabah erken kalkıp çalışırım." düşüncesiyle uykuya dalar ve sınava ucu ucuna yetişecek bi saatte anca uyanır.bu yüzden güzeldir ya öğrencilik.*
aynı hammaddeye sahip bu iki kağıt tipi hayatın hep içindedir. fakat bir çok farkları da mevcuttur.
çizgisiz kağıdın kullanımı oldukça yaygınken, çizgili kağıt genelde ilkokul bebelerine hitap eder. çizgili kağıt bir türlü sırtını devlete dayayamamıştır. çizgisiz kağıt ise tüm resmi yazışmalarda yer almış, üstün görevlerde aracılık yapmıştır. bu yüzden çizgisiz kağıt köşeyi dönmüşken, çizgili kağıt hala kıt kanaat geçinmeye çalışır.
çizgili kağıt zaten hep ikinci planda kalmıştır. mesela; okullarda çizgisiz kağıda düzgün yazı yazamayan bebeler çizgisiz kağıdın altına çizgili kağıt koyarlar. hep arka planda kalmıştır yani. çizgili kağıda yazılan yazının fotokopisi yine çizgisiz kağıda çekilir. ama alışmıştır bu duruma çizgili kağıt, genelde defter olduğundan takım çalışmasını çok iyi bilir. ama çizgisiz kağıt hep bi zorlamayla diğer kağıtlarla bir arada tutulur. ataçla çok direnirse zımba basılmak suretiyle bağlanır diğer kağıtlara.şımarıktır yani çizgisiz kağıt "parayı buldu kudurdu" cinsindendir.
bu durum bundan sonra da sürüp gidecek, çizgisiz kağıt hegemonyası devam edecek ama çizgili kağıtta her zaman varolacak.
beşiktaş'ın yaptığı guti ve quaresma gibi iki süper transferde schuster'in etkisi büyüktür. geçen sene beşiktaş'ın başında mustafa denizli varken yine quaresma ile görüşülmüş fakat gelmek istememişti. bu sene de tıkanan quaresma görüşmeleri mustafa denizli'nin ayrılıp bern schuster'in beşiktaş'ın başına gelmesiyle çözüme kavuşturulup quaresma ikna edilmişti.
aynı şekilde schuster guti'nin beşiktaş'a gelmesinde de büyük rol oynamıştır.zira guti açıklamasında "bu transferde Schuster'in katkısı çok büyük" demiştir. he ben burda mustafa denizli'yi kötülemiyorum. hatta beşiktaş'tan ayrıldığı duyulduğunda en çok üzülenlerden biriydim. fakat yabancı ve biraz da kariyerli hocanın yabancı transferinde büyük katkısı oluyor bu da bi gerçek.
şuana kadar yapılan tüm romantik komedi filmlerinin aynı düzen ve yapıda olmasıdır.
özellikle kadınlar (bakın sadece kadınlar demiyorum) özellikle kadınlar diyorum, romantik-komedi filmlerine bayılıyorlar.tabi zevkler ve renkler tartışılmaz ama aynı şeyleri izlemekten sıkılmıyo mu bu romantik komedi izleyenler anlamıyorum. konu aynı oluyor sadece başroller değişiyor bazen oda değişmiyor hep julia roberts oynuyo gibi geliyor bana. ama konusu aynı bakın size bundan sonra çıkacak tüm romantik komedi filmelerinin konusunu söyliyim.
kadın var. bide adam var malumunuz, önce hiç anlaşamıyorlar sürekli kavga ediyolar filan, ama bu sırada çok uçuk tesadüfler sayesinde karşılaşıyorlar, komik gibi bazı olaylar yaşıyorlar, filmine göre yan rolden adamın şapşal bi arkadaşıda olabiliyor. sonra gitgide yakınlaşıyorlar, filmin sonuna doğru birbirlerine aşık oluyorlar, filmin finalinde de uzun uzun öpüşüyorlar. budur, şaşmaz hepsi bu tekdüzede.
benim diyeceğim; bu romantik komedi filmlerinin başrol oyuncularına o kadar para verileceğine, o paraya bilim-kurgu macera filmi çekilsin.daha iyi olma mı? bakın avatar çıktı. bilim kurgu, ne güzel heyecanla izlemedik mi? heryerlerde gişe rekorları kırmadı mı? bakın para aktarılınca bilim kurguya ne güzel filmler çıkıyor gördünüz mü? bakın size romantik komedi izlemeyin demiyorum yine canınız istediğinde izleyin ama şu bilim kurgu filmlerini de göz ardı etmeyin lütfen!!!
her pikniğin vazgeçilmezi olan mangal babadan oğula geçen bi durumdur. baba artık mangal yakamayacak yaşa geldiğinde en büyük oğlu durumu devralır. büyük oğul, sabırla mangalı tutuşturabiliyorsa ve etleri çiğ bırakmadan iyice pişirebiliyorsa artık ailede "mangalı yakmaktan sorumlu kişi" ilan edilir. baba, "mangal yakarken gerekli replikleri" oğluna itinayla öğretir.
"ilk önce biberleri getirin", "bak bu etleri çok sık dizmişsiniz, olmaz.", "kızım arabanın arkasından şunu getir" "ooo ateş baya harlandı" gibi mangal yakanın mutlaka kurması gerken cümleler öğretilir. eğer evin en büyük oğlu araba alırsa mangalı arabanın bagajında gezdirmek zorundadır.
fakat mangalın iyi ve kötü yanları da mevcuttur.faroe adalı bilim insanları hiç üşünmeyip araştırmışlar ve sonuç olarak mangal yapmanın bel ve boyun kaslarına iyi geldiğini bir nevi spor olarak da görülebileceği yönünde görüş birliğine varmışlar. ayrıca mangaldan çıkan gri dumanın göze iyi geldiğini ve gözdeki mikropları öldüremede önemli rol oynadığına dikkat çekmişler.
farelerde yapılan testlerde mangal dumanı yiyen fare gözü 3 gün kıpkırmızı gezerken mangal dumanı yemeyen fareler ise diğerleriyle; "kırmızı göze bak ehehe " şeklinde dalga geçmişlerdir.
bir başka araştırmada tabikide isviçreli bilim adamları mangalın kanserojen madde içerdiğini ve biriken bu maddelerin ilerde herhangi bir hastalığa ya da düğüne davetiye çıkaracağından bahsetmişlerdir.
bu durum halkın arasına karışıp sorulduğunda da "atın ölümü arpadan olsun bizimki de mangaldan ehehehe" şeklinde gayet sulu bi cevap alınmış.
neyse mangalın yararı zararı kimin umrundaki, önemli olan pikniklere ve damağımıza kattığı tat. *
demokratik açılım kapsamında kandil ve mahmurdaki mağaralarından türkiye'ye gelen pkklılar mağaralarına geri dönüyor. tutuklananların dışındakiler mahmura geri dönecek.
burdan anlaşılıyor ki; ayılar, kış uykusu için inlerine çekiliyorlar, yani ait oldukları yere.
yıllardır alış-verişlerde ilgi çeken hep eşantiyonlu ürünler olmuştur. çok cazip geliyor insana hediye olduğu için.eşantiyon ürün kişinin kararını önemli ölçüde etkiliyor.
marketlerde gidip üstüne bantla bardak tutturulmuş kolayı almamızda bu yüzden.çünkü hediyesi var. "ee fiyatı daha pahalı" 'olsun hediyesi var.' yine aynı sebepten yanında minyatür şampuan hediye verilen 10 kiloluk detarjanları alıyoruz. çünkü 2 alıp tek ödemiş gibi hissediyoruz. halbuki tek tek alınsa belki daha ucuza gelir.
özellikle çocuklar bu durumdan çok etkileniyor. çocuklar için ana ürün önemli değil önemli olan yanındaki eşantiyonu. "baba baba!! baksağa 750 milyonluk benzin alırsan, yanında çikolata veriyolarmış" babanın bu cümleye cevap vermesini kimse beklemiyor dimi. evde parayla alınmış 50 tane çikolata olsa bile çocuk için o çikolatanın yeri başka, eşantiyon malın tadı ayrı oluyor tabi .
anneler bu konuda hiç bi zaman tongaya düşmezler. çünkü anneler eşantiyon ürünün gerçek fiyatını bilirler ve toplam fiyattana çıkarırlar yani ürünün gerçek fiyatını hesaplarlar direk, bu yüzden kandırılamazlar. "bu ayçiçek yağı normalde 10 milyon bak bak yanında hediye makarnanın fiyatınıda eklemişler daha pahalıya gelmiş 11 tl olmuş milleti kandırmaya çalışıyolar, yazık yazık!!"
uzun yolculuk otobüslerinde de yaptığımız şey de bu durumdan farklı değil sanırım . "kola, eşantiyon. bilet aldık vermek zorundalar!" diye bardak bardak kola içiyoruz, meyveli keki sevmesekte yiyoruz, yemesek bile alıp çantamıza atıyoruz, sonra yeriz mantığıyla. marketlerde ürünün tanıtımı yapmak maksadıyla sucuk pişiren çalışanların yanına gidip hiç sucuk alma niyetimiz olmasa bile tadına bakma çabamıza ya ne demeli. hep bu bedeva ürünün çekiciliği yok mu ah ah. *
evli çiftin hastanede, deprem sırasında geçirdikleri anlardır.*
erkek:mert
eşi:leyla
evet zelzele oluyordu. herkes ne yapacağını şaşmış bi şekilde ordan oraya şurdan buraya koşuşuyorlardı. hastanede panik havası hakimdi. mert aniden önlerinden geçen sedyeyi durdurdu ve üzerine atladı. hasta bakıcıya "öndeki sedyeyi takip edelim" dedi. fakat leyla'yı arkada unutmuştu. karısına dönerek "atla gız atla" dedi. leyla zar zor atladı sedyeye. sarsıntının siddetine rağmen mert'in hasta bakıcıyı "olum en hızlı sürüşün bu mu lan eheheheh" şeklinde gaza getirmesi sonucu oldukça hızlı gidiyorlardı. sedyenin üstünde kısa saçlarından bikaç tel havaya kalkınca, mert leyla'ya "bak bak saçım nasıl süper kalktı vuuuhuuu" şeklinde yüksek sesle haykırdı. mert iyice havaya girmişti.leyla ne derece kafadan kontak bi adamla evli olduğunu şimdi tam olarak anlamıştı...
pes 2010 oyununu bir çok genç beğenmedi evet. nedeni olarak da oyunda çalım atılamadığından, oyuncu ayağından topu çok açtığından gibi şeylerden yakınılmış. he şimdi diceksiniz ki "ee bunları yeni mi öğrendin mal." öncelikle ağzınızı bozmamanızı öneririm sonra "evet yeni öğrendim" derim.
şöyle bi durum var ki gençler kollektif futboldan anlamıyor. pes 2010' da çalım atamıyorsan pasa dayalı oyun oyna kardeşim tek pas yap o kadar söylüyor ömer üründül "kollektif futbol, alan daraltmaca, kanat varyasyonları" filan diye hiç mi dinlemedin hiç mi aklında kalmadı. sen bi kereden bi kereye oyunu kanatlara yaydın mı, bi kere olsun pas trafiğine girdin mi ki oyuna laf ediyosun güzel kardeşim. ömer üründül bu uğurda saç koymadı beyazlattı. siz böle güzel oyun gelmiş kollektif futbolu benimseten beğenmiyorsunuz. yapmayın, etmeyin...
edit: konami firmasında işe başladım.*
2. edit: ömer üründül de amcam olur.*
annelerin birçok konuda sözünü dinlemek gerekir, bu bir gerçektir. özelliklede hava durumunun nasıl olacağı konusunda dinlemek gerekir zira meteorolojiden sonraki en yetkili kişilerdir anneler. örneğin; sabah okula giderken günlük güneşlik olan havada anneniz: "hırka giy yavrım akşama yağmır yağcakmış" diyorsa mutlaka dinleyin. "ya anne hava 35 derece ne hırkası allasen " demeyin. hem nasıl konuşma o anneyle "ya" lı filan. eğer anneyi dinlemeyip yarım kollu, anne tabiriyle "artist" şekilde evden ayrılınırsa akşama ıslanarak ya da üşüyerek dönmek kaçınılmaz olur. çünkü anneler t.v kanallarında yayınlanan tüm hava durumlarını izler sonra kendi içlerinde bi durum değerlendirmesi yapar, en son annelik hissiyatınıda ekleyerek bizlere hava durumunun nasıl olcağını söylerler. anneler çok fedakar yahu!
genelde gecenin bi vakti odaya yatmaya giderken olan gayet sinir bozucu olaydır. evde yanan son ışığı da söndürdükten sonra gözün karanlığa alışmasını beklemeden yürümeye çalışan kişilerin başına gelmesi muhtemeldir. yürürken kapının kapalı olduğu farkedilemeyebilir. bu sebepten ötürü kapıya omuz ve ya kafa "çtongggg" diye can yakıcı bi şekilde çarpılabilir. bu anda ani bir sinir fışkırması olabilir, bu gayet normaldir. acının vermiş olduğu bu sinir sizin kapıya küfür etmenizi de yol açabilir, bu da gayet normaldir. önemli olan bu sürede hedeflenen yere başka bi kaza olmadan ulaşmaktır.
bir de kapı açık olduğu halde karanlıkta virajı alamayıp duvara çarpmak vardır ki bu da gayet üzücü bi kaza şeklidir. burda vucudun daha farklı yerleri hasar göreceği gibi kapıya çarpmaya oranla daha yaralayıcıdır . diyeceğim o ki; kafa gözü yarmak istemiyorsanız; "gözün karanlığa alışmasını beklemeden yürümeyin, yürütmeyin." *
gece geç saatlerde eve dönerken ıssızlaşan yollarda sadece köpeklerin ve azgın kedilerlerin dolaştığını rahatlıkla görebiliriz. bu yollarda duyulan ses sadece "çat çut " şeklinde çıkan ayak sesi ve bacakların birbirine sürtmesi sonucu çıkan "fışıtt fışıtt" şeklindeki sesdir. bu sırada karşınıza çıkan köpeklerin yanından sakince ilerlemek geyet akıllıca bir seçim olabilir. fakat karşınıza çıkan köpek havlıyor ve koşuyorsa bunu yapmanız pek mümkün olmuyor. böle bi durumda halk arasında "tabanları yağlama" dediğimiz hareketi yapmaktan başka çare kalmıyor.aynı durumda "allaahh gaç olum gaççç" şeklinde bağırmanız gayet doğal bi davranıştır.ayrıca köpek kovalarken ilk bulduğunuz duvara tırmanmayın sonra orda mahsur kalabilirsiniz (hayır kendimden biliyorum) benden sölemesi bide kostugunuz yöne dikkat edin yagmurdan kaçarken doluya tutulursunuz mazallah. "sen bunlari söylüyosun ama zaten panikle bunlar aklımıza mı gelcek allasen" diyosanız da gayet haklısınız. *