bir çok insanın hayatı boyunca bir yada birden fazla başına gelen durumdur.
aslında bu durum iki taraflı olarak incelenebilir.
birincisi hak'tan gelendir ki bunun önüne geçmeye kimsenin gücü yetmez. *
ikincisi ise insanı derinden yaralayan, hiç ummadığı anda ummadığı şekilde dost bildiğinin sırtından vurmasıdır.
kişiye kaybetmek ne kadar acı verse de zamanla alışır. zira alışmaktan başka çare yoktur.
Benzetebilir miyim bir yaz gününe seni?
Sen daha sevimlisin, daha sakinsin ondan.
Sert rüzgarlar Mayısın narin çiçeklerini.
Hırpalar ;Yaz ise pek çabuk geçer...Durmadan!
Bazan, kızgın olarak,parlar gözü semanın...
Bir karartıyla sık sık söner altın bakışı ;
Her güzel,güzelliğini kaybeder: Tabiatın-
Sebep olur da bazan bu kararsız akışı!
Fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek,
Dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana.
Ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek:
Sen eşitken ebedi mısralarla zamana
Yaşadıkça insanlar, görebildikçe gözler,
Seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler
Her baktığımda, ilk defa görüyormuşum gibi...
Ama; kendimden bile önce tanıdığım...
Her saniye yeniden doğmak gibi...
Ama, asırlardır süren...
Kışa dönmeyen sonbahar; derin, duygulu...
Yaza dönmeyen ilkbahar; serin, coşkulu...
Ilık avuçlarında, kar taneleri...
Güneş sıcağı, gözleri.
Ve sözleri...
Ve sesi...
Böyle olmalı aşkın tarifi...
Ki, tarif edilememeli...
Resmini çiz deseler...
Bacası tüten bir ev belki...
Belki gece yarısı terkedilmiş bir şiir...
Veya kaldırımların kanına giren...
Aşkın ayak sesleri...
Resmini çiz! deseler...
Her köşe başı ıhlamur kokar...
Yağmur kokar...
Resmini çiz! deseler...
Şehit akıncının dudaklarındaki tebessüm...
Veya...
Gecenin koynuna bırakılan gözyaşları...
Gizli ve mahcup...
Aşk, istemektir belki...
Belki bir ticaret; pazarlıksız...
Bedeli kalbinizdir... Bedeli herşeydir...
Sonrası bir uzun yolculuk...
Sonrası; nasip!
Tarifini sorsalar...
Her baktığımda, ilk defa görüyormuşum gibi...
Az kalsın ölüyormuşum gibi...
'Kaybedenlerin Öyküsü, romancı Hikmet Temel Akarsu’nun başyapıtı olarak değerlendirilen istanbul Dörtlüsü'nün ilk kitabı. ilk yayınlandığı 1998 yılında büyük yankı uyandırdı. Takip eden yıllarda muhalif kültürün temel yapıtlarından biri haline dönüştü. Günümüzde 1990’lı yıllar ekonomik buhranı ve “grunge” akımının anlatıldığı kült bir eser olarak anılmaktadır.
Hikmet Temel Akarsu, bu romanda, istanbul'un bazı bilinmeyen çevrelerini, alışılmadık, çarpıcı, hatta irkiltici bir açıklıkla işledi. 'Rock'n Roman' adını verdiği yeni bir yazınsal biçemle yazdığı dörtlünün ilk kitabı 'Kaybedenler'in Öyküsü', Kadıköy ve çevresine odaklanmıştır. Underground mekanlarda dolaşan, Dekadans Bar'da bir araya gelen, önü alınamaz bir yadsıma duygusu yaşayıp umutsuz bir başkaldırıyı sürdürürken 'Kaybedenler Kulübü'yle özdeşleşen insanların yaşamından bir kesiti anlatıyor roman.*
"kırmızının kirlettiği sarıyı ancak lacivert temizler" şeklinde olan bir fenerbahçe sloganıdır.
sarı ve lacivertin ayrılmaz olduğunun bir göstergesidir.
sırf kalkıp bir küllük almaya üşenen kişinin sergilediği cevherdir. vatandaş aklınıza gelmeyecek şeyleri küllük haline getirebilir. en kötüsü ise özellikle çay bardağını bu işe alet etmektir.
şimdi kıllı adam iki arada bir derede kalmıştır. aldığı tepkilerden rahatsızdır ancak kıllarını aldırınca karşılaşacağı tepkileri düşünmektedir.
-lan hasannnn... lan sen kaşınımı aldın. erkek adam kaş alır mı? *
-hasan be agdamı yaptın *
örnekler çogaltılabilir.bu nedenle adamcağız kıllarıyla yaşamaya mahkumdur.bu da bu model bir insandır.
düşük bel pantolanların azizliğine uğrayan bünyenin etraftakiler tarafından uyarılmasıdır. yt: yaşlı teyze ug:uçmuş genç
yt: evladım donun görünüyor...dicem ama yavrum sen donda giymemişsin ki.... ug: tabi teyze artık donsuz moda oldu, işinize gelirse. yt: daha neler gelecek başımıza. eskiden hiç değilse donları görünüyordu.şimdi bütün mal meydanda!!!
falcı camiasının palavra hususunda sınır tanımadığı, klasikleşmiş söz öbeğidir.
zira hangi falcı fincanı açsa, direk olaya bu noktadan girer. hepimiz insanız, sıkıntısız insan var mı?
(bkz: at yalanı öpeyim inananı)
yatak yorgan çarşafa dolanmış, ağzı tavana doğru açık kalmış, ilginç sesler çıkaran, ara ara kaşınan, aksıran, tıksıran, bazı bazı konuşma eğilimi gösterip sonra horultu moduna gecen camış modelidir.*
toplum olarak küfür yeteneğine oldukça fazla sahip olduğumuzun göstergesidir.zira dikkat edilirse her cümlenin sonuna yada arasına mutlak bir aq eklenmektedir. tabi bu ne kadar anlamlıdır tartışılır.
esasen daha farklı bir şekilde kullanılan, ancak terbiye açısından daha uygun düşen cümledir.
içeriği "sen istediğin kadar yalan söyle,sana kimse inanmaz, inananın aklına şaşarım" dır.
onu tanımakta güçlük çekersiniz. bayansa muhtemelen fazlasıyla değişmiştir, hatta evrim geçirmiş sanabilirsiniz.erkekse de aynı durum söz konusudur. artık bakımlı bir delikanlı olmuştur.
-aaa..sen misin 1-a dan inanmıyorum yaaa...ne kadar değişmişsin.
+sende öyle ya zor tanıdım.
-ay ne iyi oldu ya seni gördüğüm
+evet ya
-mutlaka görüşelim ama ya....
not:kız delikanlıya hasta olmuştur. ilkokul falan bahanedir.
bazı ailelerin nedense oğullarına kimseyi layık göremediği durumlarda kullandığı söz öbeğidir.
-anne ben nermin'i seviyorum
+asla olmaz
-neden?
+o kız bize layık değil
-niye?
+anneye cevap verme
-????
ilginç bir bölümü şöyledir;
feriştah - erotik yayınevi değil mi orası? telefonunuzu komşumuzun oğlunun elindeki kitaptan aldım... bakın ama ne olursunuz şu son fentezimi dinleyin bari... çünki bir daha benim gibi diri vicutlu bir kalem erbabını bulamazsınız... sağolun... okuyorum... uyandirma servisi fentezisi... ben uyandırma servisinde çalışan orta yaşlı, vicut hatları had safhada muntazam olan ve kocasından nefret eden nefis bir kadınım... o gün servise gelen bir telefon her şeyi birden bire değiştirdi.. telefonun öbür ucundan gelen ses adeta bana bazı edeleleri müjdeliyordu... adının mükremin çıtır olduğunu yine edeleli bir ses tonuyla söyleyen genç bana, sabah altıda uyanmak istediğini ve bekar olduğunu söyledi... sabah altı olunca servisimizde adet olmadığı üzre gidip genci küçük öpücük darbeleriylen bizzat ben uyandırdım... ve uyanır uyanmaz, ikimiz azgın bir nehrin üstünde su kayağı yapmaya çalışan bir insan kadar heyecanlı, fakat aynı zamanda bulutların üstünde uçan bir otomatik pilot kadar paraşütsüz ve rahattık... *