17 Ocak itibariyle iTunes'ten yayınlanmış albüm. Diğer mecralara birkaç gün içinde gelecek. Sezen jübilesini yaptı. Hepsi birbirinden değerli, kıymetli 16 şarkı daha bıraktı bize. Kıymetini bileceğimiz, üzülüp eğleneceğimiz, kendi deyimiyle hayatın kendisi gibi bir albüm olur inşallah. Hayırlı olsun.
sezen aksu'nun uzun bir aradan sonra çıkaracağı 2017 model albümünün ismi.
içinde 16 şarkı olduğundan ve bir şakının soner sarıkabadayı imzalı olduğundan bahsediliyor. yıllardır murathan mungan, yelda karataş, meral okay gibi isimlerin şarkılarını seslendiren sezen aksu için bu albümde genç bir ismin şarkısını seslendirecek olması, sanırım yine gençlere verdiği büyük destekten kaynaklanıyor.
albüm, 2016 aralıkta beklenirken sanıyorum ki onno tunç'a bir selam göndermek adına onno'nun ölüm yıldönümü olan 14 Ocak'ta çıkarılacak. üstelik içinde onno tunç'un yayımlanmamış bestelerine söz yazıldığı da konuşuluyor.
şimdiye kadar türk pop müziğini tek başına sırtlanmış, ekolünde onlarca sanatçı yetiştirmiş sezen aksu'nun bu jübile albümü hepimize ilaç gibi gelecek.
gün boyunca türk telekom, turkcell, vodafone ve diğer servis sağlayıcıları internet hizmeti sağlayamadığı için şehirde hayat durma noktasına gelmiştir.
bankalarda işlem yapılamamış, atm'lerden para çekilememiş, pos cihazları çalışmamış ve sadece nakit para akışı sağlanabilmiştir.
tarih ve kültür meraklısı olarak uzun araştırmalar sonucunda gittiğim, yapılabilecek her şeyi yaptığım ancak doldurulamamış tuhaf bir hisle döndüğüm şehir.
öncelikle hatay'a 4 gün ayırdım ve 2 günü bu şehirde geçti. ilk gün harbiye'deydim. ikinci gün eski antakya, st. pierre, habib-i neccar ve çevresindeki kiliseler, şehir merkezindeki tüm enstantaneler. sabahtan geceye kadar.
3. gün samandağ (titus tüneli, vakıflı köyü, çevlik plajı, hz. musa ağacı vs.), son gün de iskenderun.
öncelikle bu toprakların tuhaf bir büyüsü olduğunun farkındayım. ayak bastıktan sonra kesinlikle sıradan türkiye izlenimi almıyorsunuz. suriye etkisi altında, binlerce yıllık geçmişin heybetini barındıran bir ortadoğu şehri burası. ülkedeki 60 ile giden biri olarak ve kendi kulvarındaki (mardin, gaziantep gibi) şehirlere defalarca gitmiş biri olarak şunu söylemeliyim ki, o şehirlerden çok farklı bir lezzeti ve büyüsü olmasına rağmen onlar kadar etkilenmediğim şehir olmuştur.
bunda şehri yönetenlerin payı var mı bilemeyeceğim ama, harbiye'de yediğiniz yemekte lezzet kalmamış. fastfood ürünü gibi tüketim odaklı bir sistem kurulmuş. şehirde çevreyolu haricinde yol yok. geri kalan tamamen oyuklarla dolu tarla görünümlü asfalt. üstelik şehir merkezinde en çok dikkatimi çeken şey, merkezî yerlerde trafik ışıkları yok! tam bir karmaşa. herkes kafasına göre.
şehri ikiye bölen asi nehri, cazibe merkezi olacağına çöplük ve pislik yuvası olmuş. tam bir rezillik. ayakkabıcılar çarşısı ve çevresindeki eski çarşı sanki hâlâ bin yıl önceye hizmet veriyor. bu iyi mi kötü mü anlayamadım.
şehrin her tarafı harabe görünümünde. yeni binalar bile antakya'ya yakışmamış o derece. primemall gibi alışveriş merkezleri de bu yüzden sanki eğreti durmuş.
evet, şehre asıl anlam veren şey yemekleri. bu kültüre asla lafım yok ama bu da artık sanki evlerde yaşatılıyor gibi. meşhur denecek yerler, yukarıda da belirttiğim gibi fastfood tarzına geçmişler. tam bir hayal kırıklığı.
kozmopolit kültürüne de diyecek yok. hıristiyanların müslümanlarla, türklerin araplarla ve diğer kimliklerin iç içe bu kadar güzel yaşamaları çok hoş. sizi etkileyen en büyük tarafı da bu zaten.
ama bir şeyler eksik kalmış burada. zaman durmuş gibi. şehrin tadı, tuzu eksik. mardin'de her kareye aşık olan ben, burada vay be dediğim bir an bile yaşayamadım.
hatta samandağ'ı, antakya'dan çok daha etkileyici buldum diyebilirim.
antakya günümüzde halep'ten, lazkiye'den çok çok geri kalmış. kıyaslayabileceğim şehir bunlar olabilir çünkü kültürel yakınlıkları çok fazla. türkiye'de bu konseptte dediğim gibi fazla il yok.
özetle, kendimi yer yer yabancı hissettiğim, binlerce yıllık tarihinden gerekli lezzeti alamadığım, gerekli hizmeti göremeyen şehir.
ama siz yine de bana güvenmeyin. gidin, kendiniz gezin, görün. belki benim tutturamadığım o frekansı siz yakalarsınız.
markalar için hangi kitleye hitap ettiği çok önemlidir. lcw deyince aklınızda bir kitle canlanırken; mavi, zara deyince başka bir tüketici grup muhakkak canlanır.
ancak koton böyle değildir. arada kalmıştır ve orta skaladadır. bu durum da marka kimliğine oldukça zarar vermektedir. çünkü aynı marka hem dar gelirliler için pahalı hem üst gelir grubu için ucuzdur. ortada kaldığı için de işletme stratejilerini gözden geçirmeleri gerekmektedir.
tek başına yapmanın ciddi anlamda zor olduğu, spor salonunda ve sizi iyi gazlayacak bir eğitmenle yapılmasının daha faydalı olduğu etkinlik.
özellikle yağ yakımını hızlandırdığı için uzun vadede karnın incelmesine büyük katkı sağlıyor. zaten bu sporu düzenli yapanlar için neredeyse başka egzersize gerek kalmıyor.
genç yaşta zor yollardan geçtim. hâliyle psikolojim de çok yıprandı. depresyonlardan kurtuldum derken, panik atak kaldı yanımda. 5 yıldır canının estiği her yerde patlayıveriyor. o kadar antidepresan, o kadar psikoterapi... bitmedi, bitmiyor.
bünyem kaldırmıyor artık. kalbim, beynim patlayacak gibi. üstelik o kadar alıştım ki sadece oturup geçmesini bekliyorum. yani her seferinde "kalp krizi geçiriyorum." diyerek hastaneye kaldırılan hastalardan da değilim. ama artık dayanamıyorum. kaç kez ama kaç kez ölümü yaşattı bu hastalık bana.
fizyolojik bir şey olsaydı ve zor bir ameliyatla hâlledilseydi, çoktan bıçak altına yatmıştım. ama öyle bir şey ki ne tahlili var ne tedavisi. evet, tedavi yöntemleri var ancak çok uzun sürmesi gerekiyor ve bu sefer de maddiyat izin vermiyor.
bugün basit ama hayatımda çok büyük etkisi olan bir olay yaşadım sözlük.
bilenler bilir. genellikle güney bölgeler kendi salçasını kendisi yapar. bir de adana'da yaşayınca bu artık mecburiyet oluyor. annem tutturdu salça yapacağım, biber alayım diye. çok sıcak olduğundan sabah 9'da biber pazarına gittik. yaklaşık 250 kilo biber aldık ve arabayla 9 çuval biberi 2 posta hâlinde kapının önüne yığdık.
böyle durumlarda mahalledeki kadınlar toplanır akşama kadar birbirlerine yardımcı olurlar. annem de her komşuya biber temizliğine gitmiş. 6 kadın var. ama biber çok fazla. bir komşu da maddî durumu kötü olan bir kadını önermiş anneme. "o da gelsin, hem parasını da verirsin." demiş.
kadınlar geldi, saatlerce kapının önünde biber temizlediler. üstlerine duvardan duvara çarşaf gerdik gölge olsun diye. ben içeride klimalı evde yiyip içip yatıyorum. ara sıra onlara soğuk su götürüyorum. neyse, sabah 10'dan akşam 6'ya kadar biber temizledi bunlar. kadınlar gitti. ama hepsi pert. sıcaktan kan ter içinde kalmışlar. biberin çekimi ve kurutmak için serilmesi aşamasında yine ben devreye girdim.
bu arada gelelim asıl olaya. yardıma gelen kadın işi bitince önce hiçbir şey demeden gitmiş. yani para bile istememiş. annem de zorlamış "emek verdin o kadar. hakkımız geçmesin." diye. kadın 8 saat boyunca, güneşin altında o kadar emeğe ne istemiş biliyor musunuz? 5 lira. evet sadece 5 lira. akşama kadar onca rezilliğe 5 lira.
bu benim gibi günde starbucks'larda white chocolate mocca'lara en az 10,25 lira veren birinin yüzüne tokat gibi çarpıverdi. zaten her şeyde vicdan muhasebesi yapan ben, kocası olmayan ve çocuklarına bakmak zorunda olan bir kadının o durumunda bile gururlu olmasına, üstelik aldığı o cüzzî miktara bile sevinmesine içim parçalandı.
hayat işte. benim harcarken miktarını bilmediğim bir para, kiminin cüzdanında sıkı sıkı sakladığı ekmek parasına dönüşebiliyor. evet daha doğarken eşit başlamıyor bu yarış. bunu biliyorum. ancak zaten büyük acıların yaşandığı bu dünyada böyle küçücük meblağlar için de insanlar üzülmesin be kardeşim! 5 liranın da derdine düşmesin artık insanlar. alın artık omuzlarından bu yükü. evlerine ekmek götürememenin ezikliğini yaşatmayın bu insanlara.
ilk başta kendi hayatımı düzene koyarak başlayacağım buna. çünkü eminim benim de çok parmağım var bu adaletsizlikte. umarım, bir yerlerde birilerinin ferahlamasına vesile olur.
2011 yerel seçimleriyle (akp ve chp kanadında) birebir aynı sonuçlanan seçimdir.
akp: ahmet davutoğlu'nun akp'yi çöküş döneminde devralarak yeniden zirveye çıkarması akplileri bile şaşırtmış durumda. akp'ye blok hâlinde oy gitmesinin sebebi akp'nin başarısından ziyade muhalefetin de içinde olduğu "sindirilememiş" hükümetsizlik. başkentin merkezinde patlayan bombayı, büyükşehirlerde cirit atan terör örgütü militanlarını halkımız tahmin edilenden farklı okumuş. ciddi manada büyük bir başarı grafiği yakaladı akp. özetle pozitif.
chp: 7 hazirandan beri en ılımlı politikayı yapan parti. hafif oy artışının sebebi de bu politikaları olmuştur. etliye sütlüye dokunmayan bir siyaset anlayışı güttü bu seçimde chp. keskin ve ayrıştırıcı üslup yerine gayet kucaklayıcı bir tavır hakimdi. chp'nin geçmiş dönemlerine göre en ılımlı siyaset son 4 ayda yapıldı. kılıçdaroğlu bu seçimde galibiyeti ve yenilgiyi aynı anda yaşıyor. kısaca nötr.
hdp: saldırılar sebebiyle olağanüstü koşullarda seçime girdiler. oy profili olarak sosyal demokrat tabandan genelde, kürt vatandaşlarımızdan da yerelde yoğun oy aldılar. bu seçimde oyları akp-chp arasında bölündü. (ağırlıklı olarak ap'ye geçti seçmeni.) geçirgenlik oranı en yüksek partidir aynı zamanda. geneldeki sosyal demokratlar da yereldeki kürtler de oyunu chp veya akp'ye kolaylıkla verebilir. kemik tabanı %6,5 civarındadır. seçime hazırlık sadece "barış" teması üzerinden yapıldı. doğal olarak parti programlarını bu seçimde açıklamadılar. (veya açıklayamamış da olabilirler) özetle negatif.
mhp: seçimin açık ara kaybeden partisidir. eleştirdikleri ve muhattap dahi almadıkları parti, mhp'den 18 fazla milletvekili çıkarmıştır. ilk kez türkiye seçim haritasında mhp yer almamıştır. (devlet bahçeli'nin kendi memleketi osmaniye dahil.) bunda bahçeli'nin "tek adamlık" politikasının bariz payı olmuştur. bu politika aynı zamanda akp'nin ani sıçramasına da katkı sağlamıştır. (özellikle iç anadolu'daki seçmenler için) siyasî skala olarak ilk kez milliyetçi türklerin oy verdiği parti olan mhp, milliyetçi kürtlerin de oy verdiği ve oluşum olarak reddettiği parti olan hdp'nin bariz bir şekilde altında kalmıştır. bunda parti programlarının çözüme yönelik olmayışı, bahçeli'nin hükümet kurmaktan yana olmayan tavrı ve genel merkezle taban arasında yaşanan uyuşmazlık gibi nedenlerin payı büyüktür. seçmenin "bahçeli" sebebiyle mhp'ye oy vermediği daha net ortaya çıkarsa, istifa mhp açısından gayet yerinde olacaktır. kısaca negatif.
not: oy verdiğim partinin mecliste karşılığı yoktur.
yazım kurallarına hakim olmakla cehalet arasında ters orantı vardır. yani genellikle dile önem verip doğru okumaya, yazmaya çalışan insanlar kültür seviyesi yüksek ve gelişime açık kişilerdir.
dolayısıyla,
"sexi, sorunsal, birde, giyiyorlarya, içten" gibi sözcüklerin aynı cümlede kullanıldığı bir beyanın fazla da ciddiye alınmaması gerekir.
bu da başarısız bir başlık deneyimi olarak tarihin tozlu sayfalarına gömülür.
hangi vasıfla ve neden bu kadar yükseldiğini anlayamadığım profesör.
şu anda cumhurbaşkanı başdanışmanı olarak görev yapmakta.
tespit ettiğim kadarıyla kendisi başkanlık sistemini körü körüne savunan, siyasî yeteneği olmayan, diksiyonu bozuk, ikna yeteneği gelişmemiş bir hukukçu.
tavsiye olarak da şunu verebilirim ki, özellikle iktidar mensupları burhan kuzu gibi profesörle arayı açmalı. çünkü ciddiye alınmayan bir profil çizerek büyük bir imaj sorunu oluşturuyor.
hızla çoğalması ülkemizdeki bilimin niteliğini düşüren önemli sebeplerden biridir.
nicelik ne kadar büyürse nitelik o kadar düşer, malum.
dolayısıyla kanayan yaralardan biridir aslında.
üstellik fen ve edebiyat bölümleri aynı fakülte altında yer aldığından hiçbir alan kendini çok da fazla geliştiremez. çünkü bu bilimlerin yöntem ve teknikleri birbirinden çok farklıdır.
ancak kapatılmamasında iki gerekçe öne sürülmektedir:
1) "üniversitelerin çekirdeğini oluşturuyoruz."
2) "eğitim alma hakkı engellenemez."
bunları incelediğimizde, fen edebiyat fakültesi olmayan üniversitelerin neredeyse olmadığını görüyoruz. bu da yaygın yanlış kanaate destek oluyor. yeterli fiziksel kapasitesi, arge imkanları olmayan, özellikle ulaşım sorunu olan anadolu illerindeki üniversitelerde bu fakültelerin (hatta üniversitenin) açılması mış gibi eğitim vermekten, kağıt üstüne diploma basmaktan öteye gidemez.
bir diğer konu olan eğitim hakkı meselesiyse, az ve öz olarak açılan fakültelerde yine bu hak engellenmeden tanınabilir.
kısacası, yıllardır sadece kağıt üstünde kurulu olan birçok fen edebiyat fakültesinin bizi bir tık öteye bile götürmediği gerçeğiyle yüzleşmemiz lazım.
sadece metropol illere fen ve edebiyat olarak ayrı ayrı kurulacak olan yüksek bütçeli fakültelerle bu iş bir nebze de olsa çözülebilir. ki benim önerim fen fakültesi ve insanî bilimler fakültesi olarak ayrılarak; hatta ileriki boyutlarda daha alt dallarda fakülteler kurarak ( dil fakültesi, matematik fakültesi vb.) daha nitelikli eğitim verilmesi yönünde.
yükseköğretimde yapılcak köklü değişikliklerden birisi muhakkak ki bu fakültelerde olmalıdır. umarım gerçekleşir.
sabun hakkında bilgi almak için yolladığım maile telefonla cevap veren, müşteri memnuniyetinde çığır açarak bana istediğimden de fazlasını sunan harika firma. ilk kez bu kadar iyi bir şirketle karşılaşıyorum. adamlar bildiğin benim için uğraştı şaka gibi.
ülkemizde gelenekleri çok öncelere dayanan, Anadolu'nun imarında büyük katkıları olmuş kadim bir inanç topluluğudur.
inançlı ya da inançsız olmanız, terörist ya da vatansever olmanız, faşist ya da sosyalist olmanız tamamen insan olmanızla alakalı bir durumdur.
insan olmaksa, bu dünyadaki en büyük felakettir belki de. bütün kötülüklerin kaynağıdır.
insan olmak, beyninin %10'unu bile kullanamayan yaratıkların, yarım aklıyla kendini ayrıştırmasıdır.
alevî, süryanî, sünnî, nusayrî olmayı tuhaf bir şey zannetmek, bilinçaltındaki kör noktanın kurbanı olmuş, kendi şeytanını yenememiş insanların işidir.
bu başlık bilgi vermekten ziyade hedef göstermektir. böyle hassas anlarda insan canı üstüne mizah yapılmamalı. her yazar bu başlıkta yazdığı mevkîlerin de sorumluluğunu almalı. bu açıkça suçtur, bilginize.
uludağ sözlük'ün hiçbir şartta gündemi ciddiye almaması durumudur.
sözlük gibi mecralarda "önem arzeden" başlıklara tanımlar girilerek bilgi paylaşımı yapmak amaçlanır. ancak sözlükteki kalitesizlik yıllardır tartışılagelse bile bu hafta zirve yapmış durumda.
türkiye yıllar sonra ilk kez bu kadar büyük çapta askerî operasyon yapıyor. terör saldırıları haberi her gün bir ilden verilmekte. uzun yıllar sonra cidden ilk kez bu kadar zora girdik. ışid, pkk, suriye, ölümler vs.
ancak sözlük ahalisi " bana dokunmayan yılan" bakış açısıyla hâlâ reyting getirecek entry kasma çabasında.
buyrun son birkaç günde açtığım başlıklara bir bakın. ciddiye bile alınmadı:
arkadaşlar evet gezmek, eğlenmek, stres atmak herkesin hakkı. kabul.
ancak herkesi etkileyen çok ciddi konularda da en azından biraz alaka gösterilemez mi?
bu kadar mı uzaksınız ülkenize? bu kadar mı önemsiz sizin için bütün bunlar?
ekşisözlük neden türkiye'de gündem belirler hep hiç düşündünüz mü? uludağ sözlük'ün hiçbir zaman bir ekşisözlük olamayacağının herkes farkında değil mi?
ama asıl sorun da bu zaten. bilinçli ve düşünen kesim yüzde 15-20 civarında.
ha bir de "burada yazacağına yiyorsa savaşa git"çiler çıkacak birazdan. yazık!
bu kadar "interneti etkin kullanan gencin" bulunduğu bir platformun ülke gerçeklerinden bu denli uzaklaşması vicdanımı yaraladı malesef.
eğer sevişirken kıpırdamayan kız başlığından çıktıysanız, şu an ülkenizin savaş uçakları kuzey ırak'ı bombalıyor da bir haber vereyim dedim.
hani olumlu ya da olumsuz da olsa bir tepkiniz olur belki. çünkü hani sizin temsilcileriniz var ya ankara'da, onlar karar veriyor bunlara. sizin de söz hakkınız var yani.
sonuç: düşünmeyen, analiz etmeye yeltenmeyen, bananeci bir türkiye.