hurriyet daily news köşe yazarı, güya gazeteci. hemen özelliklerini sıralıyorum:
- cahildir. dünya ve ülke gündemini takip eden ortalama bir üniversite mezunu herhangi bir yazısından onlarca bilgi hatası, hatalı yorum çıkartabilir. örneklemeye kalksak her yazısını ele almak gerekir.
- kendisini zeki zanneder ama değildir. zekice çıkarım yaptığını zannederek kurduğu mantıklar kendi dar gerçekliğinde kendi sığ görüşüne göre çok zekicedir ancak çoklu açılardan bakınca genelde gülünçtür. gerçi genelde yaranma amaçlı yazdığı için kendisinin de yazılarının içinde dahi bir bütünlük inancına sahip olduğunu zannetmiyorum.
- yalancıdır ve cımbızla habercilik yapar. atıyorum patriot füzelerinin ülkeden çekilmesiyle alakalı şapkadan tavşan misali fikirler çıkartır, size gerçeğin minik bir kısmını sunar, sonra kendi yorumunu tek olasılık gibi yutturur. ona göre esad'ın artık tehlike olarak görülmemesinin açıklanması füzeleri geri çekmek için yeterli bir sebep değildir (bu açıklamadan bahsetmez) ama işin arkası iranla alakalıdır vs.
- yazılarında kullandığı kaynaklar genelde onedio, zaman, bugün falan olur. oradaki haberleri yazısına kaynak gösterir. mesela mit tırlarının al nusra'ya gittiğini bugün bu zekasızlar hariç herkes bilmektedir ama kendisi yazısında islamists erdoğan o silahları islam devletine gönderdi der.
- yılmaz özdil'in ingilizce yazanıdır. http://www.hurriyetdailyn...D=25203&NewsCatID=398
"Meanwhile, we must explain to the international community in stronger words why our airplane was momentarily in Syrian airspace."
ucuz bir ironiyle yazdığı bu satırlar utanç vericidir. uçaklarımızın nasıl düşürüldüğü, uluslar arası hava sahasında vurulduğu resmen açıklanmış, ispatlanmıştır.
- ayrıca kendisi middle east forum -promoting american interests- ve US weekly Defense yazarıdır.
- hükümet hürriyet gazetesine saldırdıkça kendisi daha da köpürtmektedir vatan düşmanlığını. aksi ispat edilmiş zırvaları yazılarında kesinlik belirterek, böyle olmuştur, inkar edilemez konumdadır gibi insan algısına tecavüz etmeye kalkan bir üslupla kullanmaktadır. http://www.meforum.org/5317/turkey-isis
kendisini türkiye'de okuyan yok da zaten, bakın işte bu ülkenin bazı evlatları nerelerde neler yazıyorlar. türkiye için ve türk halkı için yazamayacakları şeyleri başka yerlerde nasıl kaleme alıyorlar. bakın hangi dangalak cahillere kimler nasıl köşeler açıyor. kimler nasıl irin akan nefretleriyle gazeteciliğin bile onuruyla oynuyor. unutmayın.
Victor Hugo'nun vefat eden kızına, mezarını ziyarete giderken yazdığı şiir.
demain, dès l'aube, à l'heure où blanchit la campagne,
je partirai. vois-tu, je sais que tu m'attends.
j'irai par la forêt, j'irai par la montagne.
je ne puis demeurer loin de toi plus longtemps.
je marcherai les yeux fixés sur mes pensées,
sans rien voir au dehors, sans entendre aucun bruit,
seul, inconnu, le dos courbé, les mains croisées,
triste, et le jour pour moi sera comme la nuit.
je ne regarderai ni l'or du soir qui tombe,
ni les voiles au loin descendant vers harfleur,
et quand j'arriverai, je mettrai sur ta tombe
un bouquet de houx vert et de bruyère en fleur.
(la contemplations'dan çeviri, 1967 sadık saral ) aynen türkçe'ye böyle çevirmiş:
yarın şafak saatinde,niye beyazlanacaksın kır ?
gör sen,gideceğim; beni dinlediğini biliyorum..
olacağım orman içinde,dağlar arasında olacağım.
sonra; artık uzun zaman senden uzak kalacağım...
gözlerim tayin edecek düşüncelerimi,yürüyeceğim,
bakmaktan başka hiçbir şeysiz,hiçbir gürültüyü duymaksızın.
yalnız, tek başıma belim bükülüp ellerim kavuşacak.
ve, gün kederle dolup; benim için gece olacak...
ne, bakacağım akşamın kaybolup gidişine
ne de, uzaklarda şiirimsi yelkenlerin inişine.
ve, geldiğim zaman; bırakacağım sana dalgalı
bir yeşil buket ki; çiçekli ve fundalı....
Görüldüğü gibi tamamıyla yanlış bir çeviri. Ben kendimce, kelimelere yeni anlamlar, cümlelere yeni yeni haller eklemeden çevirdim. Kafiye yapacağım diye ağzını yüzünü dağıtmadım şairin verdiği anlamların.
Buyrunuz:
Yarın, şafak söktüğünde,
Kırların ağardığı vakit,
Ben yola çıkacağım.
Görüyorsun.. Beklediğini biliyorum.
Ormandan geçeceğim,
Ve o dağdan.
Bir bu kadar daha senden uzakta kalamam.
Gözlerim,
Düşüncelerime kitli.
Dışarısını görmeden, hiç ses duymadan
Yalnız ve garip, elleri kenetli ve boynu bükük..
Üzgünüm..
Günler benim için hep kararacak.
Ne düşen ayı göreceğim,
Ne de Harfleur'dan çıkan o yelkenlileri.
Ve..
Varacağım..
Bir buket çoban püskülüyle, biraz da funda çiçeği ekeceğim..
Mezarına..
whiskas denen illet aklımdan bir türlü çıkmıyor. bunu bizim lavuklara anlattım, onlar ne olduğunu bilmiyorlarmış. ayşen var dediler, o evvelden ev kedisiymiş, sahipleri hamile kalınca dışarı atmışlar. şerefsiz a.k bu insan denen mahlukun hepsi. şerefsiz dedim de, aklıma cemil geldi. onun da kalemi kırılacak günlük, kulağımı unutmuyorum. neyse, ayşene sorarsak en iyi o açıklarmış bu whiskas durumunu. ayşen genelde yeşil alanlarda takılıyor, parkları seviyormuş. haliylen biz de onu parklarda aradık. ama ne geziydi ha, bu gerizekalı insanoğlunun veletleri, parklarda öpüşüp duruyolar. acaba ayşen de mi yolun yolcusu bir kedi olmuştur, yolda onu ararken, hep bunları düşündüm. hem hamile iken dışarı atılması falan, içim acıdı be günlük. ben sokaklarda doğdum, yerimi hiç yadırgamıyorum. ama ayşen o hamile haliyle ne zor günler geçirmiştir kim bilir.
hızlı geçiyim buraları, ayşen'i bulduk. belki benle yaşıttı yahut bir yaş falan küçüğümdü. yaşımızın artık hafiften ileri olmasına rağmen güzel sayılırdı. bembeyaz tüyleri ve yeşil gözleri vardı. sadece kuyruğunda ve boynunda lekeli kısımları vardı. buradan babasının ankaralı olduğunu anladım. annesi de sanırım sokak kedisiymiş. ayşen sanki kötü günler geçirmemiş gibi mutlu davranmaya çalışıyordu, benimle tanıştığında sadece biraz çekingen davrandı. ben de çocuklarının ne durumda olduğunu sordum, öyle konuşunca kötü bir niyetim olmadığını anladı ve çekingenliği kalmadı. 4 yavrusundan 1 tanesini yaşatabilmiş, yaşayan yavru da onu terk etmiş. sokaklara alışmış, zorluklar kalmamış. üstelik her gün kendisini besleyen bir adamcağız da varmış. whiskas'ı anlattı sonra. kediler için özel üretim bir yemekmiş whiskas. içinde balık filan varmış, vitaminleri bolmuş. düzenli olarak yersen ayı gibi olurmuşsun. bir de yedikten sonra su içmek gerekirmiş. ondan sonra zıkkım midede şişer ve bizi uyku basarmış. meredin bütün hikayesini dinledim, canım çekti yine. canımın çekmesi de içinde kedinin beğeneceği ve sevdiği herşeyin bulunmasındanmış. nerede bulabileceğimizi sordum, marketlerde satıyorlar dedi. meğer insanoğlu evde beslediği kedi için özel alırmış onları. adını daha evvelden çok duyduğum para denen kağıtla alınıyormuş. ulan benim çöplükte bi beş milyon yazılı kağıt var, onunla alınır mı ki günlük? bilemicem neyse, ayşen bunları anlattı. sonra biz mahalleye döndük. aklım çok karıştı. insanoğlu kediler için özel alıyormuş. ulan ben bu insanı bildim bileli şerefsizdir, niye öyle bir şey yapsın ki? yoksa günlük bazı olaylar var da ben mi bilmiyorum? halbuki gazeteleri okuyorum yerlerden. allah allah. acaba bilmediğim yerlerde kediler insanlara üstün mü çıktı? of hiç sanmıyorum, aptallaştım. herhalde şu ev kedileri yesin diye sahipleri alıyordur. bu fikri kabul etmem gerek. mama dedikleri şey işte. ama kabul edemiyorum ki günlük! insanoğlunun eline bakan kediler olduğunu kabul etmek istemiyorum! biz asiliz ve atalarımız gibi vahşiyiz, onlar insanların kedileri değiller! onlar sadece çıkarları için insanlarla takılıyorlar! bizim ev kedisi necmi balkondan öyle anlatmadı mı? iki kuyruk sallıyom sırtımı kaşıyolar demedi mi? yok sözlük, yok. biz gururumuzla ve asilliğimizle yaşarız, o kadar kepaze değiliz. inanmayacağım bu duruma. ademoğlunun mekanı değil dünya, hem onun, hem benim mekanım. o sadece şeklini değiştiriyor, ben de istesem değiştiririm belki. ne var? neyse düşünmeyeceğim daha fazla. ayşen'i ziyaret edeceğim bu akşam. bilmiyorum ama içimde bir his, ona git diyor. haydi hayırlısı.
sanırım evlâda dayanılmaz bir acı verecek durumdur. anne ister hayatta olsun, ister ölmüş, insanı ağlatır. anne ölmüş ise, onun ağzından dökülmüş, ölümünden sonra okunması için bıraktığı cümlecikleri görmek insanın içini titretir, o sıra annenin yanında olma arzusu oluşturur. peki ya anne hayatta ise? ve henüz ölümün normal görüldüğü biyolojik yaşa 15-20 yaş uzak ise? ve hemen alt katta oturuyor, çayını yudumluyor ise? o zaman ne hissettirir tüm bunlar? ne dersiniz okumadan evvel? gereksiz bir yazı mı olarak göreceksiniz, zamansız açılmış bir mektup mu? yoksa daha yaşanacak günler varken çoktan kaleme alınmış olmasının verdiği rahatsızlığı mı yaşayacaksınız? hangisi? yahut hangisi olabilir ki? bende hiçbiri olmadı. galiba ben, vasiyetin tümünü görmedim. şiir olarak kaleme alınmış bir parçayı okuyabildim. ondan sonra da bilgisayarıma aldım, şimdi ne zaman baksam, şu hödük, şu öküz, şu hayvan halimle ağlamaya başlıyorum. ulan anne diyorum, gidiyorum, öpüyorum, yanaklarını sıkıyorum, hırpalıyorum, güldürüyorum. o da bana gülüyor ve öyle hissediyorum ki ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim beni karşılıksız sevdiğini, öyle biliyorum ki bunu, insanın bencil oluşundan dolayı asla ve asla kaybetmek istemiyorum, canıma basmak istiyorum annemi. çünkü bir daha beni kimse onun kadar sevmeyecek. sonra geceleri bazen düşününce, sancılar giriyor yüreğime. evi terk etmekle tehdit ettiğim, kapıdan beni ağlayarak geri çağırdığı günü hatırlıyorum. yalvarması o gün hem üzmüş, hem hoşuma gitmişti. ama sırf sevildiğimi görebilmek için, biraz da sinirden evi terk etmeye kalkışmam, o kadını bu kadar üzmem, onda halen geçmemiş derin yaralar bırakmam aşağılıktı. kendimi affedemiyorum, annem affetse bile.. hala gözümü kapattığımda, buğulu gözlerini görüyorum, yaş dolu. hala o günkü ses tonunu atamadım kafamdan. sonra aynı gece uykusunda emir gitme diye yalvarışını.. titrek bir sesle, emir gitme.. o gece başına gelip, saçını okşadım. gitmiyorum anne diye fısıldadım ve usulca öptüm. bunları keşke uyanıkken de diyebilseydim. diyemedim. o gün unutuldu, yani herkes unutmuş gibi davranıyor. ama izleri var, can yakan. ben, ah ben ne salak bir insanım ki yıllarca her türlü zorluğa beraber göğüs gerdiğimiz anamı, birbirimizin sırdaşı, dert dinleyicisi, neşe kaynağı ve bilimum herşeyde ne hakiki dostu iken, nasıl beni sevmiyor olarak düşünürüm? benim onu sevdiğim kadar, sevgi beslemiyor diye öfkelenirim ve hiçbir zaman söyleyemediği sevgisinden o derece şüphe edebilirim? lâkin salağım, şayet öyle olmasaydım, o kadını üzmeyecektim. o ne olursa olsun beni seviyor ki. hem de, bir erkek olarak hissedemeyip, anlayamayacağım ölçüde. bunu bilemiyorum, o günkü tatminim bunu anlamamı sağladı. ama ne uğruna? sorduğumda zaten söylerdi ki.. ah, ben..
ve şimdi, önümde içerisinde defalarca adımın geçtiği ve bütün kardeşlerimden ayrı tutulduğum o vasiyet. gel ey yazar, gel de beni anla.
Şu mısraları oku bakalım, oku da pişmanlık duy. ve belki de annenin en iyi dostu olamadığını gör, o senin en iyi dostuyken.
"istiridye misali kapandım, öyle kaldım
içimin kuyusunu ancak şiirle kazdım
Kim bildi, kim duydu Çiğdemin feryadını
Vasiyetimi bile şiirle böyle yazdım"
Duymak istemez miydim feryadını? Omuzumdan güç al istemez miydim be kadın? Gülemez miydik tekrar? Neden böyle yazdın buralara?
"Kitaplarım dolapta yıllarca kalacaklar
Kiminin kenarına düştüğüm kısa notla
Hepsi oğlumun olsun, nasılsa solacaklar
Bazısının içinde , kurumuş çiçek , otla"
Öyle hatırlıyorum ki o kitapları, her pazar günü ben henüz oyun oynama arzusu içerisinde bir veletken zorla okutuşunu. senin yatağına uzanıp, yanyana, hafif cam aralık. öyle hatırlıyorum ki.. serin yorgunları ve uyumak isteyişimi. o kitaplar senden bir parça olarak, ömür boyu yüceltilecek ve korunacaklar.
"Küçük oğlum sevmiyor şiiri
Oysa düşkün kitap okumaya
Düşün adamı olacak besbelli
ilkokulda başladı felsefe yapmaya
Ona kalsın desem şu şiirlerim
Sahip çıkar mı acep?
Arkada kalmasın gözlerim?"
Bilmiyorsun ki işte, hepsini okumaya korktuğumu. senin çevrilmemiş, okunmamış, bakılmamış sayfalarına, kendin kadar benim de bakmaya korktuğumu, bir bilsen. o zaman anlarsın. anlarsın, o şiirler ne kadar korkunç geliyor bana.
Ah anne. bin kere, on bin kere, yüz bin kere özür dilesem içindeki yarayı kapatabilir miyim bir nebze dahi olsa? Evet dersen, hemen kapanmak istiyorum ayaklarına.. ama şu yazdıkların, bunlar bize acı verecek anne. ah anne.. burada bile saçmalıyorum sana düzgün davranmaya çalışırken.
diyorum ki, pişman mıyım okuduğum için, keşke okumasa mıydım? hayır. keşke diyorum, herkes bu acı olayı yaşasa. iyi mi olur? en azından kıymet bilinir. sizden evvel göçmesi yakın bir ruha, verilmesi gereken değer bilinir.
annem gibi.
"Paylaşın gümüşlükte bulunan bibloları,
Kavgasız bir bölüşüm yapın hakça, adilce
Dedemden bana kalan komodin Emirindir
Bilgisayarım ise elbette Fatihindir.
Ancak;unutmayın ki içi doludur biraz
Roman, öykü , masallar , hatta bir dolu şiir
Yazdım seneler boyu, onlardır size miras
Özleyince okuyun, seslenen, annenizdir.."
Her geçen gün biraz daha kaybettiğimiz cevherlerdir belki de onlar. Aralarında bir fizik dahisinin olmayacağının garantisini kim verebilir? Bu yönden bakınca, çok şey kaybediyoruz. Üstelik onları okutmayarak toplumun bir kısmının göz göre göre cahil olmasını sağlıyoruz, buna göz yumuyoruz. Peki bir gün türbanlı sayısı, ani bir şekilde artar ise ne olacak? Kadınlarımızın yarısı türbanlı olsa, onları okutmayacak mıyız sırf bunun için? Ağabeyini, küçük kardeşini askere alıp, şehit düşürmeyi biliyoruz. Ama üniversite kapısında geri çeviriyoruz bunları. Şimdi nedir bu? Ağabeyi kahraman, kendisi vatan haini mi? Şeriatçı mı? Tehlikeli mi?
edit: Artık hepsi üniversitelere girebiliyor. Türkiye bu sayfayı da çevirdi iyi yada kötü. Umalım ki eğitimlerini iyi alıp vatana millete faydaları dokunsun.