denetimsizlikten kaynaklı siklenmezlik veya aslında bir format olmaması gerçeğidir.
olum burada format diye kasan tek kişi ben miyim lan. her iki yazıdan biri format ile sevişiyor. inci sözlükte buradakinden daha fazla tanım var aq. formatı kimse siklemiyor da kek gibi boşa kasıyorsak bi mesaj atın da bilelim.
edit; vay aq. millet ayar derdine düşmüş. sözlük-te yi niye ayırmadığıma ayar verenler felan... töbe yarabbim. birincisi "te" bağlaç değil. ikincisi kesme işareti başlıkta görülmüyor. "ben de olanı sana verdim" ile "ben'de olanı sana verdim" iki farklı şeydir. ikisini aynı başlıkta gösterirsem kim hangi başlığa gireceğini nereden bilecek. yada ikisi için ayrı başlıkları nasıl açacağız. kısacası ekleri ayırmak bir format gereği değildir sevgili arkadaşlar.
onu bunu bırakın da hakikaten lan. tanım yapmadığı gerekçesi ile silinenler felan oluyor mu? o'na gelin.
edit-i daim; bir de eksilemişler. demek ki sebep bu aq. adamlar formatı bırak türkçeyi bilmiyor ki daha. özür dilerim modlar, ben çok yanlış gelmişim...
kör milletlerin demokrasiyi hak etmemesidir. demokrasi eğitimli, erdemli toplumların yönetim biçimidir. cahiller ise yönetemez, yönetilirler.
biz virüs kapmış bir toplumuz. bu virüsler yüz yıllardır toplumumuzu içten içe yiyor. gün geçtikçe de güçleniyor. her nesilde bir başka maskeyle çıkıyor karşımıza. ancak dünya görüşü, amacı hep aynı.
yıl; ms1600
yer; anadolu
imam görünümlü amip; askeri, teknolojik açıdan gelişmeye lüzum yoktur.
gelişmek lazım adamı; ancak avrupa gelişmekte, ilimde bizi geçmektedir.
imam görünümlü amip; istemezük. bak eğer matbaa kurarsan din elden gider, askere yanaşırsan ocak elden gider. hiç bişeye yanaşma.
yıl; ms2011
yer; anadolu
solcu görünümlü amip; askeri, teknolojik, açıdan gelişmeye lüzum yoktur.
gelişmek lazım adamı; ancak avrupa ve hatta dünya gelişti, her konuda bizi geçtii... gitti.
solcu görünümlü amip; istemezük. bak eğer nükleer kurarsan çevre elden gider, askere yanaşırsan cumhuriyet elden gider, türbana yaklaşırsan laiklik elden gider, teröristlere yaklaşırsan basın özgürlüğü elden gider, ekonomiye yaklaşırsan devlet elden gider... otur oturduğun yerde.
yurt dışında yaşanan her depremde, selde orada hayatını kaybedenleri umursamaz bir şekilde kurtulan türklerle sevinileceğini sanan türk medyasıdır.
-ilk olarak amerika kıtasını vuran kıyametten son durumu bize pıtırcan veriyor. evet, pıtırcan sendeyiz...
+...ıııhh.. evet mitozcan, ııı... şu an burası mahşer günü gibi. ehehe... ironi oldu biraz ama...
-son durum nedir pıtır can? orada kıyamet ne durumda?
+ııı... lavlar bir yandan, yıkılan binalar diğer yandan, fırtına felan... çok fena yani. büyük felaketler yaşanıyor burada.
-peki can kayıpları ne durumda?
+herkes acı çekerek öldü mitozcan. yananlar, ezilenler bağıra bağıra gittiler. yaklaşık beş yüz milyon insan hayatını kaybetti. fakat bir türk ailesi son anda felaketten kaçmayı başardı.
-teşekkürler pıtırcan eğer ölmezsen seninle daha sonra bağlantı kuracağız tekrar. evet sayın seyirciler, gördüğünüz gibi amerikadan gelen haberler olumlu. bir türk ailesi kurtulmayı başarmış. şimdi sevimli tavşanlarla ilgili haberimiz var. izleyelim. ehehe.
sanayi ve bilgiye dayalı bir endüstri'nin gelişmesiyle tarım ve hayvancılığın önemini kaybetmesi sonucu köyden kente yapılan göç.
öncelikle kimse kafasında demogoji yapıp, "köylüyü aşağılayamazsın" demesin. öyle bir amacım yok. amaç ortada duran gerçekleri irdeleyip, insanların bilgisine sunmak.
efendim, malumunuz son iki asrımızı bir imparatorluğun devrilmesi, yeni bir devletin kuruluşu olarak geçirdik. cumhuriyet öncesi sanayileşememiş olmanın getirdiği fakirlik ve sürekli sanayileşmiş devletlerle girilen savaş bizi geri bırakan en önemli sebeplerden. cumhuriyet kurulduktan sonra ise elinde hiçbir şey kalmamış bir toprak sahibiydik. ülke genelinde okuma yazma oranı yok denecek kadar az'dı. okuma yazması olanlar, genellikle şehir insanıydı. haliyle genel anlamda köklü bir eğitim, medeniyet, şehirlilik kültürümüz yok.
istanbul, ankara, konya... gibi belli başlı şehirler geçmişden gelen bir şehirlilik kültürünü devam ettirmekte ancak kırsal kesimde fakirliğin, eğitimsizliğin de etkisi ile yeni gelişen devlete ayak uydurmak, sanayi ile gelen bilgi toplumuna entegre olmak bir hayli zordu. cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda büyük seferberlikler başlatıldı. köy enstitüleri gibi köylüyü eğitmeye yarayan pek çok kurum açıldı. okuma yazma oranları yükseltildi. fakat 1950'ler sonrası demokrasinin gelişi ile birlikte bu uygulamalar unutuldu.
tarım ve hayvancılıkta gelişen teknoloji daha az iş gücü ile daha fazla üretimi ortaya çıkarttı. pek çok köylü, çiftçi işsiz kaldı. ayrıca komünikasyon ve gelişen medya şehirlerdeki durumu fakir köylünün evine getiriyor, fakir köylü de bunlara sahip olmak istiyordu. işte bütün bunlar göçlere zemin hazırladı.
peki göç kötü bir şey midir? hayır, aslında gelişmek için gerekli bir unsurdur diyebiliriz. fakat göç köyden kente olmalıdır. kısaca kendi kentine, kendi kültür bağdaşığın olan yerleşim merkezine göç edilmelidir. işte bizim başarısızlığımız burada ortaya çıktı. insanlar binlerce kilometre öteden hiç tanımadıkları kültürlerin arasında yaşamak için göç etti. haliyle kendi kültürlerini de beraberlerinde götürmek isteyince olan oldu.
bizler yeni tanıştığımız demokrasi ile bocalarken, insanların rahatlıkla yerleşebileceği, altyapısı hazırlanmış, şehir planlaması yapılmış şehirler yapmayı unuttuk. zannetmeyin ki bir şırnak köylüsü, bir artvin köylüsü kendi şehrine yerleşmek istemedi. aslında tam tersine ilk yerleşmek istedikleri yer buralar oldu fakat bütçe yalnızca batıya ayrıldığı, kırsal kesim görmezden gelindiği için insanlar bu şehirlerde kendilerine yerleşecek ev, yapacak iş bulamadı. bu sebeple ankara, istanbul, izmir alması gerekenden çok daha fazla, ve olması gerekenden çok daha hızlı göç aldı.
bugün diyerbakır'a gittiğinizde bir kültür karmaşası görmezsiniz. bunun en büyük nedeni kendi köylüsü ile şehirleşmesidir. şehirleşmeyi beraber öğrenmeleridir. nitekim şehirli olmak beraber yaşama bilincidir. özünü kaybetmemek süretiyle herkes kendi kültüründen biraz feragat ederek şehirli olabilir. fakat istanbul, ankara gibi şehirlere insanlar geldiğinde hazır bulunan kentli insan bu değişimin aciliyetini istedi. buna karşın ne yapması gerektiğini bilemeyen yeni kentli en önemli sorunu doğurdu. doğulu mu batılı mı olduğu belli olmayan yeni bir nesil. işte günümüz türkiyesinin gerçeği.
hemencecik not; hayvan gibi yazmışım aq. kim okuyacak lan bunu. içine smiley felan mı gizlesem acaba. mod bile okumaz bunu nasıl olsa. ahaha
gençliğin halini görmesiyle kahr olması muhtemel atamızın, gençlikten ümidini kesmesi.
gelişmekte olan bizim gibi ülkelerde her yeni nesil bir öncekini geçer. onlara göre daha uçtadır. çünkü toplumda entellektüel insan sayısı artmaktadır. ülkeye daha fazla, daha farklı fikirler gelir.
ülkenin haline şöyle bir baktım. vaaah vah canım ülkem. üniversite öğrencisi gazete okumaktan aciz. ve bu cahilliği ile ülke sorunlarını düşünebileceğine dair bir fikri var. bu fikir bir önceki neslin, yani cahil neslin kahvehane muhabbetleri görüşü idi. ancak bizimkiler bunu devam ettirebiliyor. adama tıp hakkında soru sorsan bilmiyorum diyecek. ancak daha bırakın gazeteyi, televizyonda haberleri bile seyretmeden siyasi fikir savunuculuğu yapabiliyor. bunu gayet doğal bir hak görüyor. ve bu cahilliğinden hiç utanmıyor. belki de cahilliğinin farkında değil.
siyaset de kimse uzman olmak zorunda değil. anlatmak istediğim çok daha başka bir şey. mesela daha yakın zaman önce alkol ile ilgili bir yönetmelik çıktı. bu yönetmelikte gençlere yönelik alkol reklamları 24 yaş ile sınırlandı. ancak bugün türkiyede üniversite öğrencisiyim diyen nice insan alkol satın alma yaşını 24 zannediyor. ve siyasi fikrini bunun üzerine kuruyor. saçmalığı görebiliyormusunuz. tüm siyasi ideolojisi yanlış bildiği şeylerin üzerine kurulu bir adam mı bu ülkeye fayda sağlayacak. bu ülke bu adama mı emanet edilecek. yazık ki yazık.
çok daha önemsiz bir konu. dün ankara büyükşehir belediye başkanı twitten birine esprili bir şekilde "nasıl inandırayım tuzlu olduğuna tatsan mı acaba" şeklinde bir şeyler yazmış. ulan ne melih gökçek yandaşıyım ne karşıtı. ancak bir yalama muhabbetidir gidiyor. insanlar, "melih gökçek hakaret etmiş insanlara, biz de ona oy vermeyeceğiz o zaman" diyor. bak şimdi bildiği şey yanlış. ve yanlış bildiği şey üzerinden siyasi fikir üretiyor. ya hu melih gökçeğe oy verme. ama doğru sebeplerle verme. oku, öğren, bir fikir edin sonra verme. yoksa zeki bir adam çıkar düşer önünüze, hepiniz de koyun gibi takip edersiniz. koyun musunuz siz? atatürk koyunlara mı emanet etti ülkeyi? akşama kadar atatürkçüyüz yazmaktan başka ne yaptınız bu uğurda?
peki bir ülkede koyun gençlik olduğu nereden anlaşılır. kısaca sağlamasını nasıl yaparız. şöyleki;
efendim o ülkenin komünistleri, solcuları çay ocaklarında solculuk öğreniyor, sırf ortam olsuın diye takılıyorsa o ülkede koyun gençlik vardır.
bir ülkede milliyetçi cephe karı kız muhabbetinden, kavgadan kafasını ülke meselelerine kaldıramıyorsa o ülkede koyun gençlik vardır.
bir ülkede siyasiler bilgi verme endişesine düşmeksizin, geyik muhabbeti yaparak "yok efendim sen merdivene ters bindin, ben attan düştüm" ile günleri geçiriyorlarsa o ülkede koyun gençlik vardır. (kime bilgi versin ki yukarıda anlattığım koyun sürüsüne mi)
bir ülkede siyasiler icraatları ile değil de başkalarının geleceğe yönelik kehanetleri sonucu eleştiriliyorsa o ülkede koyun gençlik vardır.
peki şimdi soralım, biz koyun muyuz?
edit; eksileyin aq, eksileyin. -süfersiin kızıım-cıların hepsi atatürkçü, -herkes faşist hıh-cıların hepsi solcu, -hanugoyum herif güpe takmış-cıların hepsi milliyetçi ama ülke benim yüzümden bu halde. kimseyi eleştirmeyeceksin. herkes kendine göre doğru. yanlış hep karşı taraf. vay aq.
david lynch tarzı filmlerde sıkça rastlanan, sonuçsuzsuz kalan eylemlerin korkutuculuk durumudur.
aslında bizi korkutan şeylerin belirsizlik olduğu kanaatindeyim. mesela gece vakti nereden geldiği belirsiz bir ses buna en iyi örnektir sanırım.
bir arkadaşınızın bir anda sebepsizce bir şeyler söylediğini düşünün. hatta söylediği şeyler komik olsun. "ben bir fareyim" diye sürekli tekrar etsin. ve yüzünde yine anlamsız bir sırıtış... oha! beni korkutur lan.
david lynch filmleri örneğini aslında rabbits adlı kısa filminden dolyı verdim. filmin aslında baya bir açıklaması varmış. yok hollywooda göndermeler felan. ama bunları bir kenara bırakıp filmi olduğu gibi izlerseniz. acayip huzursuz edici bir şeyler var. bilmeyenler için de kısaca anlatayım. (spoiler'e gerek yok zannımca)
film bir oda'da geçer. bu odada evli bir çift ve anneleri vardır. tabi bu üç kişi de tavşan kılığındadır. hani bildiğiniz mağaza reklamı kostümlerinden. filmin büyük bir kısmı sessizlikten ibarettir. bazen anlamsızca bir şeyler söylerler ve filme gülme efekti verilir. fakat herşey öylesine anlamsızdır ki bu anlamsızlığın yarattığı karamsarlık hissi çok ürkütücü işte. neyse anladım ki film örneği veremiyorum. daha doğrusu izlenmeden anlaşılamayacak. filmi canlandırma kabiliyeti de yok ben de kesiyorum bu bölümü.
ben sebepsizliğe deyineyim biraz daha. mesela bu sebepsizliğin korkutucu olması bir şeyleri ruhlara felan bağlıyor olmamızdan da ileri geliyor olabilir. örneğin, tam kafanızı yastığa koydunuz ki musluktan su damlıyor. o da öyle iğreti bir sestir ki gidip kapatmasanız sittin sene uyuyamazsınız. hemen kalkılır banyoya bir bakılır. fakat ses banyodan gelmiyor. bir de mutfağa bakarsınız ama tam o anda ses gider. buraya kadar hiç bir korku öğesi yok. ancak yastığa kafanızı koyduğunuzda o ses yeniden başlarsa... işte sebepsizliğin verdiği yusufcuk hissi ile muhattaplığınız başlıyor demektir.
bu da benden bir tespit olsun dedim. muhakkak bu korku meselesi özneldir. yani kiminin korktuğundan bir başkası korkmaz. ama olsun en azından benim korktuklarımdan korkan insanlar için olsun bu yazı da.
uyku tutmamış bünyenin saçmalamasından mütevellit kendi veya ikinci bir şahıs tarafından söylenen övgü dolu argo deyim.
aynı zamanda, an itibariyle kendime söylediğim özlü sözdür. "deli mi sikti olum seni. takmışın kulaklığı country müzik dinliyon. müzik kovboyları çağrıştırdı diye sözlüğün ebesi ile kaynaşıyon felan. siktir git yat, zıbar hadi" hıı oldu.
tarihi, örfü, adeti olmayan amerikan toplumunun uydurma halk oyununun kovboylarca oynanmasıdır.
oyunun; kasaba meydanında, çatısında dev bir saat olan belediye binasının tam önünde oynanması büyük önem taşır. bu oyunda birbirini sevmeyen iki kovboy kıçlarını birbirlerine bitiştirir ve her adımları ayaklarına bitişik olacak şekilde birbirlerinden uzaklaşırlar. bunu yaparken de "aldım, verdim, ben seni yendim..." tekerlemesini söylerler. tekerleme bittiğinde birbirilerine yüzlerini dönüp ateş ederler. ilk ölen oyunu kaybeder. kazanansa kasabanın yeni deluanlı kovboyu olur. bu hergün böyle devam eder.
bu halk oyunu, teksas'a kumarhanelerin kurulmasına kadar bir teksas kültürü olarak devam ettirildi. poker ve bilekcek'in keşfedilmesi ile zaten orjinal bir tarihe sahip olmayan amerikalılar hepten örf, adet bilmez oldu ve bu folklör de tarih oldu. yazık lan.
metroseksüel kovboy'dur. kemerinin her yerini 9mm mermiler ile doldurmuş, silahı ile birlikte görüntüyü pekiştirmiştir. mermi, silah, saat ve çizmesindeki jan janlı yıldızı metalik renkleri ile bir bütünlük sağlamıştır.
artık kahverengi yeleğini, şapkasını ve yine kahverengi, yılan derisi çizmeleriyle renk ahengi sağlayan mavi kot pantolonunu giymiş, kasaba barına gitmeye hazırdır. yakıcı teksas güneşinde pırıl pırıl parlayan mermileri ile kasabalının gözünde bir red kit, bir kalamiti ceyn gibidir. vışş.
herkesin belinde bir silah, dilediği gibi takılıyor, posta trenlerini soymak, 2010 istanbulunda kapkaç yapmaktan daha kolay, her akşam yapılan mahalle düelloları kasabalının tek eğlence kaynağı. şerifdi, kanundu kimsenin siklediği yok. ne işe yaradıkları meçhul. yaa! işte öyle.
90'lı yıllar'da, pazarları trt takılan çorumlu bir gencin fazla western filme maruz kalması ile yaşadığı dram yüklü yaşam. kah eşeğine binip nohut tarlasında kementiyle koyun yakalamaya çalışır, kah dedesinden kalma, artık çalışmayan tüfekle mahalle çocuklarını kovalar. hüzünlü bir anadolu hikayesidir.
hayatın gerçeklerini görmüş, idealleri uğruna yapamayacağı şey olmayan kız'dır. kimileri yaşlı işadamlarına verir, kimileri de ulvi kişilere. sonuçta; öss, kpss cevaplarını önceden alır. iş başvurularında %100'lük başarı sağlar. kısacası istediği herşeyi elde edebilecek bir konumdadır.
ekonomi ve statü bakımından üst sınıf insan. kendini bilgi konusunda yeterince geliştirememiş, entellektüalite seviyesi düşük insanlar, dünyanın en zengini dahi olsa bu sınıfa giremez. tam tersi de geçerlidir.