yapışmış hayatlarımız, bi türlü ayıramıyorum.
bensiz de yaşamana, şimdilik dayanamıyorum.
karışmış kokularımız, bi türlü çıkaramıyorum.
başkasını koklamana,
şimdilik dayanamıyorum.
niye hep ben unutuyorum? niye hep ben yok oluyorum?
parçalanmış kalplerimiz bi türlü toplayamıyorum.
başkasında aramana şimdilik dayanamıyorum.
tükenmiş sinirlerimiz pek sakin kalamıyorum.
başkasına katlanmana şimdilik dayanamıyorum.
niye hep ben unutuyorum? niye hep ben yok oluyorum?
niye hep ben unutuyorum? niye hep ben kayboluyorum?
bin şey geçiyor içimden kendimi tutamıyorum.
başkasına tutunmana
şimdilik dayanamıyorum.
ufak hayallerim vardı, gerçekleştirilmesi zor olmadığını sandığım.
çok paramız olmasın, ufacık bi evimiz olsun yeter derdim de arkadaşlarım kızardı dilek kapılarının açık olduğu vakite gelir de kabul olur, konuşma öyle diye.
ne bileyim yakışıklı olmasına gerek yoktu, boyunun benden uzun olmasına bile gerek yoktu, olursa iyi olurdu ama önemli olan yanyanayken çok mutlu olmaktı.
güzel sözler söylemesine de gerek yoktu , ben zaten bilirdim beni sevdiğini, önemsediğini.
karakteri düzgün olsaydı bi tek. i̇yi bi insan olsaydı yeterdi.
yetmedi.
karşıma çıkan/çıkabilecek en düzgün insanı sevemedim ben.
sevmek kriterlere bakmıyordu biliyordum da başıma gelmesi kötü oldu işte.
çok yakışıklısı, zengini, v.b geldiğinde karakterini beğenmedim ya da ısınamadım dedim de;
karakterlisi geldiğinde de atmadı ya bu kalbim
ne desem bilemedim, karşımdaki inanırken tüm samimiyetime
en çok şüphe eden ben oldum kendimden.
ne söylesem zayıf kaldı yanında, öyle göründü ama gerçek oydu.
değiştirmeye çalıştım, çalışıyorum.
hem onun için hem kendim için.
biliyorum o çok daha iyilerini hakediyor, en mükemmelerini.
buna rağmen bencillik yapıp çabalıyorum ama çabalamakla olmuyormuş.
o lanet olasıca his, gidip en saçma kişilere hissediliyormuş.
tıpkı onun bana, benim de zamanında başka birine hissettiğim gibi.
artık atmıyor bu kalbim kimseye atmıyor.
zamanında o kadar hırpalamış o kadar tüketmişim ki kendimi, o kadar yanmışım ki biri için, doğamıyorum küllerimden şimdi.
yoruldum artık çok mutlu taklidi yapmaktan.
her şey yolundaymış gibi davranmaktan,
tebessümlerle geçiştirmekten tüm soruları
yoruldum artık uzanan elleri geri çevirmekten.
yeniden sevebilmek istiyorum, yalnızca onu. adını duyduğumda, elini tuttuğumda heyecanlanmak istiyorum..
lise zamanımda dershaneye giderken, felsefe hocam tarafından, bu durum bize şöyle aktarıldı. 5 yıl önceydi, tam olarak aklımda kalmasada şöyle bir şeydi; kişi gün içeriside gerek fiziken, gerekse ruhen yorulur ama bazen fiziksel olarak daha çok yoruluruz ya da tam tersi ruhsal olarak daha çok hırpalanırız. işte gece yattığımızda fiziksel ve ruhsal uyku aynı anda başlamazsa; yani, birisi daha az yorulduğu için geç uykuya daldığında bu düşme hissini yaşarız.
öyle zor ki bayan kişisi için cinsel amaçlı size yaklaştığını öğrendiğiniz an. önceden yüreğinizde yer etmek için yaptığı davranışlarının asıl sebebini öğrenmek. istediğimi alamayacağını öğrendiğinde değişen tavırlarına sahit olmak. seni üzmek istemiyorumla başlayıp, evlenilecek kızsınla devam eden cümleler. sonrasında ardında kimseye güven duymayan biri bırakmak.
Elimden gelen bu ben iki kişiyim.
Çoğalmak neyse ne azalmak zor.
Birisi seni her an bırakıp gittiğim,
Öbürü kan gibi tutulmuş seviyor.
Ağzındaki acı alnındaki çizgiyim.
Gözlerine kirli bir bulut getirdim.
Hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor.
Elimden gelen bu ben iki kişiyim.
Birisi kapadığın kapılardan gitmiyor,
Yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o.
Bir yerin üşüse onun sıcaklığı..
Öbürü en içten çağrını işitmiyor.
Alıp tutmaksa o basıp gitmekse o
Bakışları kıyısız deniz uzaklığı.
Elimden gelen bu ben iki kişiyim...
ikisi birden çıkmaya uğraşıyor...
Bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim?
Birisi yeni baştan serüvene başlamış,
Öbürü silahında son mermiyi sıkıyor.
Çoğalmak neyse ne azalmak zor... attila ilhan
seni arar durur bir körebeyim
çık ortaya nolur, yaralarım iyileşsin.
çok zaman geçti,
çok zaman geçti.
haber vermeden gelme, zor olur.
ürker tenhalığım, kıskanır ağlar belki
ama ben ağlayamazsam gücenme n'olur;
gözlerim bitti,
gözlerim bitti... feridun düzağaç - nadas
bazı tuvaletlerde şifonun deposu duvarda tavana yakın yere asılı durur ya. he işte o şifonu çektikten sonra deposundaki suyun yukarından üzerime dökülmesinde çok tırsıyorum. şifonu çekip koşar adım kapıya yöneliyorum.
sürekli baktığınız için facebook önerilerinde onunla ilgili sayfalar, arkadaşlar görürsünüz. misal herhangi bir futbol takımına hayran ol önerisi çıkar yanda. hemen altında x ve 67 kişi bunu beğendi yazar. siz de sinirden küplere girersiniz neden x. o kadar kişinin arasından neden x in ismi yazıyor? facebook kaderin oyunu musun sen bana? yoksa yoksa o da benim sayfamı çok ziyaret ediyor o yüzden mi onu gösteriyor diye paranoyak düşüncelere yelken açarsınız. halbuki siz onun sayfasını ziyaret ettiğiniz içinmiş bu durum.
birçok türk filminden daha iyi olmuş bir film öncelikle. ay hiç beğenmedim, yarısında çıktım falan diyenleri anlayamıyorum sanki türk sineması birbirinden müthiş filmleri vizyona sokuyor da içlerinden bir bunu beğenmedik. adam anlatmak istediğini bir şekilde anlatmış, filmi izlerken hacıya üzülüyor, bi sempati duyuyorsunuz. kimbilir belki de amaç bu ve amacına ulaşmış oluyor film de. bir kaç ayrıntı var ki olmasa gerçekten hakkını vererek güzel diyebilecekken şimdi havada kalan bir güzeli hakediyor.
yazacaklarım spoiler içeriyor. aman dikkat.
filmin sonunda hacının hiçbir tarikatla alakası olmayan, kendi halinde yaşayan bir birey olduğu ortaya çıkıyor.
ama filmin başlarında hacının sonradan müslüman olmasına vesile olduğu kişi bir topluluğa konuşma yapıyor, eğer hacı götürülürse onu bir daha göremeyiz falan. e madem suçsuz bu korku ne diye. nihayetinde hacı türkiye ye yollanmak üzere havalimanına götürülürken müthiş(!) bir planla kaçırılıyor. zaten o nasıl bir plan aklım almadı. e be adam arabayı deviriyorsunuz. içindekilerin sağ çıkmama ihtimalleri aklınıza gelmedi mi? hacı ölebilir de. o zaman ne olacaktı. hiç mi düşünmediniz ölüm tehlikesini. her neyse geçin bunu da. madem kendi halinde bu adam o zaman şu konuşma niye geçiyor:
fırat: niye dönmedin türkiye'ye
hacı: durgun suları bulandırmamak için.
e sen abd de kendi çapında bir market işleten, mütavizi bir yaşam süren biriysen senin türkiye ye dönmen nasıl bulandıracak bahsettiğin durgun suları? hadi kan davasına verelim bu duran su mevzusunu. be adam koskoca türkiye de seni nasıl bulacaklar gel hasretini dindir sonra gene dön.
ben türkçe dublajlı izledim *, belki bu noktada yanılıyor olabilirim ama şunu anlamadım eğer hacı abd ye genç yaşta gitmiş, uzun yıllar boyunca orada kaldıysa nasıl olur doğu şivesini kaybetmez. bildiğin şiveli konuşuyordu. garipsedim. türkçe dublajdan olabilir deyip devam ediyorum.
bunların dışında alakasız şeyler ya da bir yere bağlanmayan sahneler mevcuttu: polis akademisindeki yemin töreni, ülkücülerin yemin etttikleri sahne gibi.
yalnız mustafa sandalın zencilere saldırdığı sahne gerçekten çok igreti durmuş. yani sen tek başına o kadar adama dalmaya cesaret et. güldüm.
herneyse bence bunların dışında güzeldi. izlemeyin diyenlere aldırmayın. eğer oturup recep ivedik izleyip ona harcadığınız vakte üzülmüyorsanız bu filmi izlediğinize hiç pişman olmazsınız.
zaman denilen şey; bazen su gibi akıp geçer bazen de boğazımıza düğümler atarak yerinde sayan ama illaki geçen süre..
beklemek; zaman akıp giderken sizin sabit durmanız, beklediğiniz şey adına değişmemeniz.
peki mümkün mü değişmemek?
önceleri umut doludur yüreğiniz, şarkılar anlamlıdır... acı vermez. beklemeye değerdir çünkü her neyse beklediğiniz. belki eşi, güzel bi' haberi, uzaktaki sevgiliyi, belki plotanik aşkınızın bir gün sizi seveceği günü, ya da hasta yakınınızın iyileşmesini beklersiniz.
günler geçer geçer de nasıl geçer. bir siz bilirsiniz bir de birdesi yok işte bekleyenden başka kimbilir o kasvetli hisi?
boğazınız yanar. göğüs kafesiniz daralır. zaman geçmez. zaman nasıl geçmez? zaman geçiyor herkese geçiyor da bir bekleyene geçmiyor gibi geliyor da aslında ona da geçiyor. beklediğiniz her ne ise kapınızı çalmıyor. içinizdeki umut acıya dönüşüyor. bir süre acı veriyor. sonra acıya alışıyorsunuz sonra beklemekten vazgeçiyorsunuz.
farkında mısınız zaman bekleyeni değiştiriyor. ilk gün ki hislerle bekleyemiyorsunuz.
sevdiğinizi önce aşkla beklerken sonraları kızarak bekliyorsunuz. çünkü beklemek can acıtıyor. önce umutla sonra umutsuzca bekliyorsunuz. gelsin, gelmesin sonuç ne olursa olsun değişmeyen tek şey belkide kırılan kalbiniz. kim ne derse desin beklemek kalbi kırıyor...
kimseye güvenmeyen insandır. çağımızda en büyük özelliği tüketim çılgınlığı olan insanların sevgileri, aşklarıda telefon değiştirir gibi değiştirdiğinden sebep bir gün ona duyulan sevginin, aşkın tükenmesinden korkan, ileride doğuracağı çocuklarına olabildiğince temiz bir geçmiş sunmayı hedefleyen insandır. bu yüzden kimseyi dünyasına almak istemez ya da * hayatında olan insanın o duyguyu gerçekten haketmediğini düşünür.
onsuzlukla başa çıkamazsınız ama onun olduğu bir hayatı da içinize sindiremezsiniz. çünkü üzmüştür, kırmıştır sizi daha kötüsü kandırmıştır. ama çok zordur sindiremediğiniz bir seçimi yaşamak istemek. hala hayal kurarsınız belkileriniz olur bi' sürü. sonra yaptıkları, söyledikleri gelir aklınıza; "allah belasını" diye bir cümle kurarsınız devamını kalbiniz getirir "vermesin."
uzun lafın kısasıdır işte:"allah belasını vermesin."
elimizde midir bir insana aşık olmak. keşke elimizde olsa. keşke herkes kendince düzgün olana aşık olsa. ama olmuyor işte. insan gidiyor acı çektirene aşık oluyor.**** düzgün insana olamıyor. o kişinin ilgisi onu mutlu etmiyor, edemiyor. onunla bir ilişkiye başlasa ne derece sağlıklı olacak? kimi kandıracak kendini mi karşısındakini mi? içinden gelerek mi tutacak elini. arada hep bir soğukluk olmayacak mı? niye bile bile her iki tarafıda üzsün. he aşk zaten üç günlüktür bugün var yarın yoktur. ileride reddettiği için büyük bir ihtimal pişman olacaktır ama sevemiyorsa bırakması bence en mantıklı yoldur karşısındaki insanın iyiliği için.
gereksiz bir eylemdir. sonuçta sonsuza kadar sevmeyebilirsiniz. hayatın neler getireceği belli olmaz. belki ismini yazdırdığınız kişiden hayatınızın en büyük kazığını yiyeceksiniz. illa çok seviyorum deniliyorsa sevdiğini daha farklı yollarla da anlatabilir. bu şekilde olması şekilcilik gibi sanki.