adama neden küfredildiğini anlamadığımdır. ulan diyelim ki vahşeti, merhametsizliği yüzünden bunca küfrü ediyorsunuz. be cehalet çocukları osmanlı padişahları kardeşlerini kundakta öldürmüyor muydu? kendi oğlunu cellatlara vermiyor muydu?
adamın yaptığı çoğu katliam politik değil mi? be götveren aynı küfürleri tarihteki kişilere de edebiliyor musun?
adamın dehası su götürmez. jon snow'un fantastik bir edebiyat karakteri olarak azor ahai olması ve ölmemesi savaşta yenilmesine neden olmuştur. gerçekte böyle bir savaş olsa jon snow'un götünden kan alırlardı kan.
gördüğüm en mükemmel karakterdir. var olsun kendisi!
eski türklerde "vatan" kavramı yoktur. pastoral hayvancılıkta vatan zaten olamaz. nerede su kaynağı, nerede otlak varsa orası o için kendi bölgesidir. orayı sabah olduğunda terk ettiği için hiçbir zaman toprağa bağlı toplumlardaki gibi bir vatan yoktur. her klan, her uruk üç dört ailenin bir araya gelmesiyle oluşur. bunlar da birbiriyle kadın, otlak, su ve at için savaş hâlindedir. yani ortada doğal olarak birlik de yoktur.
coğrafya onlara şans eseri büyük bir yetenek bahşetmiştir. bunlar profesyonal savaşçıdır. bu yüzden çin'e, hindistan'a, iran'a, bizans'a, araplara paralı askerlik yapmışlardır. bundan da asla gocunmamışlardır çünkü işleri ve meslekleri budur. türklerin birbirlerine karşı çoğu meydan savaşında cephe alması da bu yüzdendir. her zaman etraflarındaki yerleşik uluslarla işbirliği yapmışlar onların emrine asker olarak girmişlerdir. bunu vatan hainliği diye bir kavram olmadığı için yapmışlardır.
Yüzlerce soğuk namlu
Üzerime çevrildi.
Yüzlerce demir tetik
Aynı anda gerildi.
Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular.
Öpmeye kıyamadığın,
Dal gibi oğlun yere serildi..
Üşüştü birer-birer
Çakallar üzerime.
Üşüştü dört bir yandan,
Göğsüme, ciğerime.
Anne, beni bir leş gibi
Yiyip talan ettiler.
Teşhis edilmem için,
Parçamı koydular önüne...
Ben bu acılar ülkesinin
insana reva görülen
Bütün acılarını tattım.
Aç yattım, ekmeğime sabır kattım.
Beni milyon kere dövdüler üst-üste!
Ben bu yolu, kendim seçtim anne,
Ben ömrümü kendim kanattım...
Suçüstü yakalandım,
Bölüşürken kalbimi.
Suçüstü kelepçeyle yardılar bileğimi.
Anne, ben diyar-diyar, umudun savaşçısı..
Bir tutam sevgi için
Dağladım gözlerimi..
Prometheus'tum zincire vurulurken dağlarda,
Ciğerimi kartallara yedirdim.
Spartaküs'tüm köleliğin çığlığında,
Arslanlara yem oldum, tükendim.
Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum,
Kerbela çölünde Hüseyin.
Zindanlarda Cem Sultan,
Sehpalarda Pir Sultan.
Ve Madımak'ta otuzyedi can...
Kaçıncı yok oluşum,
Kaçıncı var oluşum bu?
Tanrılardan ateş çaldım
Yüzyıllarca tutuştum, üst-üste yandım.
Bir anka kuşu gibi anne,
Bir anka kuşu gibi;
Kendimi külümden yarattım..
George R. r. Martin'in benim en iyi fantastik karakter olarak gördüğüm elric'ten esinlenip yarattığı, brandon stark'ın meşhur üç gözlü kargası. bir ters köşe daha gelmiştir Martin'den. büyük adamsın vesselam.
vurulduk ve yeniden doğduk acılardan
bir arada biledik silahlarımızı
atlarımıza bunun son olmadığını söyledik
oklarımız ıslık çalarken dört nala şaha kalktık
sıçradık kanların arasında çeliğin şarkısını söyledik
dansımız Azrail'in gözlerini büyülerken kan, acı ve çığlıkların güzelliğinde canlandık
ölüm Tanrı'nın yaşaması gereken bir sondur ölümü veren ölümü bilmelidir
parıltılı ayı görür görmez
haykırışlarımız dehşetin ta kendisidir
meleklerin sırtında ulunun arşına çıktık
tahtında tedirgin tek cümlesi var "hepsini katledin!"
kükrediler saçları dalgalandı
çekik gözleri yalnız ileri baktı
yıldırımdan kılıçlarla öldürdüler
ölümü verene ölümü getirdiler
o günden sonra her gün tanrılar ölmektedir
yaşanılası dünya için...
Dört kanatlı kuştur kendisi...Kuşun bir dinozor olduğunun kanıtı olmakla beraber dinci saçmalıklardan biri olan tonla ara formu reddeden embesiller için basit bir araformdur da aynı zamanda.
zengin* ve* yoksul* anlamına gelen Osmanlıca tamlama.garip olanı Bu tamlamadaki bay sözcüğü öz Türkçe bir sözcük olup,ta orhun yazıtları'nda bulunabilir.geda ise farsça fakir demektir.*
Ahmet Taşağıl hocamızın, taptazecik, alınması farz olan yeni kitabı.
Arka Kapaktan:
"türkler... esir düştüler, savaştılar, barıştılar... uzak asya'dan akdeniz'e kadar uçsuz bucaksız bir coğrafyaya yayıldılar. devletler kurdular, devletler yıktılar. çin'e aman vermediler. birçok farklı isimle anıldılar, farklı dinlere inandılar. çok büyük bir medeniyet yarattılar. başka medeniyetlerin yükselmesine katkıda bulundular. hepsi de masmavi gökyüzünün (gök-tanrı'nın) altında buluştular.
türkler kimdir? nereden gelirler? hangi dinlere inanırlar? tarihleri ne zaman başlar? nasıl teşkilatlandılar? ve en önemlisi nasıl bu kadar başarılı oldular?
prof. dr. ahmet taşağıl, bu kitabında yukarıdaki soruların ışığında orta asya'dan avrupa'ya kadar yayılan türklerin islamiyet öncesi tarihlerini bütüncül bir şekilde okuyucuya sunuyor. karmaşık gibi görünen bir tarihi yalın şekilde anlatan, örneği az rastlanır bir çalışma..."
Cengiz Han'ın en büyük atası börte çine(bozkurt ya da mavi kurt)'nin karısı.Beyaz dişi geyik anlamındadır.Ancak bu, Moğolların gizli Tarihi'nde kişileştirilmiştir.
Cengiz Han'ın Tayciutlarla yaptığı bir savaşta kampta bulup annesine hediye ettiği ve annesinin onu evlatlık olarak aldığı ileride büyük bir şaman olacak ünlü moğol.
not:zamanının diğer bilinen kişileri gibi Türk olma olasılığı da vardır.
Cengiz Han'ın,Tuğrul ve Camuka'yla birlikte Börte'yi geri almak için savaşıp yendiği Merkitlerin kampında bulduğu bir çocuk.Çocuğun giysileri çeşitli hayvanların derilerinden yapıldığından ve gözleri ateş gibi olduğundan dikkat çekmiştir.
(bkz: Höelün) Ana'ya hediye olarak verilmiş o da bu çocuğu evlatlık almıştır.
Cengiz Han'ın en ünlü ve en önemli kardeşidir.Savaşlarda okçuluktaki hüneriyle gösterdiği yararlılıklarla ünlenmiştir.Aynı zamanda belli bir dönem için cengiz han'ın elçisi görevini yürütmüştür.
Cengiz Han'ın annesinin adı.Yesügey bu büyük hatunu,Merkitlerden bir adamın karısıyken kaçırmış ve karısı yapmıştır.Merkitler bunu unutamamış daha sonra Cengiz Han'ın karısı Börte'yi bu nedenle kaçırmışlardır.
Cengiz Han'ın babası Yesügey'in yanına,Yesügey ölüm döşeğindeyken,Yesügey'in boydan herhangi birini çağırması üzerine gelen,bir şamanın oğludur.Yesügey'in ölmeden önce söylediği son sözler üzerine Timuçin(Cengiz Han)'i damat olarak kaldığı kongratlardan almaya gitmiştir.
Türk tarihi, içimizdeki yabancıların ihaneti ile doludur. Tarihimizin biraz aydınlanmaya başladığı çağlardan beri aralıksız süregelen bu ihanetler, yabancı kan taşıyanlara güvenmenin, onlara devlette üstün değil, en aşağı bir yer bile vermenin ne büyük yanlış olduğunu anlatan ebedî bir derstir. Tarih bir bilim değildir. Fakat tarihin konusu olan hâdiselerin belli kanunları vardır, Türk tarihi için bugüne kadar öğrendiğimiz kanunların en başta geleni yabancı kan taşıyanlara güvenme! buyruğunu vermektedir. Bu buyruk büyük geçmişimizin, ırkımızın, atalarımızın buyruğudur. Bugün yaşayanlara bu büyük gerçeği iyice anlatabilmek için Orkun'un her sayısında, içimizdeki yabancıların ihanetine dair tarihî bir vaka göstereceğiz. Bunlara birer numara vermemiz kolaylık olsun diyedir. Birbirinin ardından gelen iki numara arasında bizim bilmediğimiz, hattâ tarihin bilmediği bir çok ihanetlerin daha geçmiş olması muhtemeldir.
Birinci ihanet
Milâttan önce 78 yılında, Orta Asyada o zamanki Türk devletini yaşatmakta olan Kunlar, Çin sınırına bir akın yapacak oldular. Kun Elinde, nesillerden beri yurttaş olarak yaşayan Çinliler bunu Çin imparatoruna bildirdiler. Böylelikle 4.000 kişilik Kun akıncı kolu pusuya düşürüldü. Ancak birkaç yüzü kurtulabildi.
Düşün ve unutma!..
iKiNCi iHANET
Milâttan önce 68 yılında Kunlar Çine bir akın yapacaklardı. Kun ordusundan üç Çinli seyis kaçarak bunu Çinlilere bildirdi. Bu yüzden akın yapılamadı.
Düşün ve unutma!..
ÜÇÜNCÜ iHANET
Kunlardan sonra Türkeli hakimiyetini alan Siyenpi-Tabgaçların zayıfladığı bir sırada hükümdar olup devleti kuvvetlendiren ve eski büyüklüğüne kavuşturacak gibi gözüken cesur yabgu Ho-pe-men (maalesef asıl Türkçe adını bilmiyoruz) milâttan sonraki 235 yılında kendi ordusunda bulunan Çinli bir askerin suikastıyla öldü ve devletin kuvvetlenip yükselmesi işi bir anda durdu.
Düşün ve unutma!..
DÖRDÜNCÜ iHANET
Gök Türklerin hâkimiyeti çağında ve 580 yılında Çang-sun-çing adında bir Çin kumandanı Türk kağanına zevce olarak bir Çin prensesi getirmiş ve bir daha memleketine dönmemişti. Ertesi yıl kağan öldü. Yeni hükümdar işbara Kağan, ok atmadaki ustalığından dolayı bu Çin kumandanının beğenerek nedimleri arasına soktu. Türk beğleri de kağanın buyruğu ile onunla sıkıfıkı konuşuyorlar ve büyük avlara birlikte gidiyorlardı. Çang-sun-çing herkese sorular sorarak Türk boylarının ayrı ayrı kuvvetleri ve devletin durumu hakkında bilgi ediniyordu. Gök Türk devletinin iç durumunu iyice öğrendikten sonra Çin imparatoruna bir rapor verdi. Bu raporda Türklerin hepsini birden yok etmek imkânsız olduğu için aralarına ayrılık sokarak yenmek gerektiği belirtiliyordu. Türklerden yılgın olan Çin imparatoru büyük bir sevinçle Çang-sun-çing'i çağırttı. Onu iltifatlara boğdu. Çinli casus Türklere karşı neler yapılması gerektiği hakkında birçok şeyler söylediği gibi imparatora Türkeli'nin bir haritasını da verdi.
Düşün ve unutma!..
BEŞiNCi iHANET
işbara Kağan 582'de 400.000 kişilik bir orduyla Çine saldırdı. Çin seddini aştı. Çinlileri her yerde bozdu. Türkler yalnız bir noktada durdurulabildiler. Diğer yerlerde Türk orduları Çinin içine doğru ilerlediler. Bu sırada yine Türkelinde bulunan Çang-sun-çing, işbara Kağanın oğluna haber göndererek Türk devletinin en yaman boylar topluluğu olan Tölüslerin isyan ettiğini, işbara Kağanın karargâhının düşmek üzere bulunduğunu bildirdi. Bu korkunç haber, korkunç Türk akınını durdurdu. Hızla çekilerek Türkeline döndüler.
Düşün ve unutma!..
ALTINCI iHANET
603-609 yılları arasında Gök Türk kağanı olan Türe Kağan'ın içing adında Çinli bir zevcesi vardı ve bu prenses Çin'in Sui Hanedanına mensuptu. Türe Kağan ölünce yerine geçen oğlu Türgiş Şipi Kağan (609-619), Türk âdeti gereğince üvey anası olan bu Çinli prensesle evlendi.
Türgiş Şipi Kağan muktedir bir adamdı. Türklerin arasında sokulmak istenen mutad bozgunculuklar bu sefer sökmeyince Çinliler, kendilerine en çok aleyhtar olan Türk beğlerinden birini hediye vereceğiz diye sınıra çağırıp öldürdüler. Kağana da: Sana isyan için gelip bizden yardım istemişti onun için öldürdük diye haber yolladılar. Fakat Kağan hakikatı anlamakta gecikmedi ve öç almak için, o sırada Çinin kuzey sınırlarını teftişe çıkmış olan imparatoru yakalamaya karar verdi. 615 yılında 100.000 atlı ile imparatorun geçeceği yolları tuttu. Çin imparatoru mutlaka yakalanacaktı. Fakat içing Katun bunu imparatora bildirdiğinden Çin imparatoru kaçarak teşebbüsü boşa çıkardı.
Düşün ve unutma!..
YEDiNCi iHANET
Gök Türk Kağanı Türgiş Şipi Kağan (609- 619)'ın Çinli zevcesi içing Katunun ihaneti yüzünden 615 yılında esir olma tehlikesi atlatan Çin imparatoru güneye kaçarak bugün Tay-yuen denilen Yen-men şehrine sığındı. Kağan da önüne gelen bütün koruganları birer birer düşürerek Yen-men'i kuşattı. Durum ümitsizdi. imparator ağlıyor, son bir gayret daha göstermeleri için subayları kucaklıyordu.
Çinliler, Türk kuşatma hattını yarıp çıkmayı düşündülerse de kıyışamadılar. imparator teslim olmaya hazırlanıyordu. Son çare olarak yine kağanın Çinli zevcesi içing Katuna baş vurdu. Bu hain kadın, Gök Türk ülkesinin kuzey bölgesinde isyan çıkmış olduğuna dair bir söylenti çıkararak Çin imparatorunu ve imparatorluğunu kurtardı. Türgiş Şipi Kağan mevhum ihtilâli bastırmak üzere bütün ordusunu alarak çekildi.
Düşün ve unutma!..
SEKiZiNCi iHANET
Gök Türk Kağanı Türgiş Şipi Kağan da ölünce yerine kardeşi Çuluk Kağan (619-621) geçti. O da Türk göreneğince dul yengesi içing Katunla evlendi. O sırada Çin'de, içing Katun'un mensup olduğu Sui Hanedanı devrilmiş, yerine Tang Hanedanı gelmişti.
Çuluk Kağan ustalık ve cesaretle Çin'i yıpratıyordu. içing Katun'un tesiriyle de Çin'de Tang Hanedanını devirip Sui Hanedanını tahta çıkarmak fikri ve bahanesiyle 612 yılında Çin'e bir sefer açtı.
Fakat hain Çinli zevcesi içing Katun, bundan önce yaptığı iki ihanet yetmiyormuş gibi, bu sefer de Çin'in ağır bir darbe yiyeceğini anlayınca Kağan'ı öldürdü. Sefer durdu. Çin kurtuldu.
Düşün ve unutma!..
" Hüseyin NiHAL atsız "(var olsun)
Kurtuluş Savaşı ve daha önceki ihanetler herkesçe bilinen bir şeydir sanıyorum.
Hüseyin Nihal Atsız'ın yürekleri titreten,biraz hüzünlendiren,biraz sinirlendiren,hele hele sonuyla öldürme derecesine kadar sürükleyen makalesi.börk ve çizme giymiş,bellerinde kılıç,sırtlarında sadaklarıyla çelikten perçinlenmiş tek bir yürek olmuş türk gençlerinin,kür şad için dikilen anıtın önünden geçtiğini düşlediğimde,keşke diyorum sadece...Neden olmasın ki neden?..
Şöyledir:
Türk tarihi, dünyanın en hamasî şiiri, Türk kahramanları da o şiirin berceste mısralarıdır. Bir zafer şehrâhını dolduran heykeller gibi 26 asrı süsleyen bu ölmezler tümeni arasında bir teki bir millete şeref verecek ne büyük faniler gelip geçti. Tanrının Türk Tanrısı olduğuna, mavi gökle kara toprak arasındaki insan oğullarının yalnız Türklerden ibaret bulunduğuna, kendi ırklarının başkalarına hâkim olarak yaratıldığına inanan atalarımız için kahramanlık bir tabiat, fazilet bir huydu;
Şimdi büyük adını saygı ile andığımız Kür Şad işte o kahramanlıkla faziletin şahlanmış örneği olan büyük Türk kahramanıdır.
Millî ızdırapların şahlandığı ve şahsî ızdıraba karıştığı son yıllarda, ölmezler tümeninin zafer ve şeref şehrâhında hayalen çok dalaştım. Yarı masallaşmış çehresiyle Alp Er Tungadan, kahraman kadın Tomiristen başlayarak Pilevne kahramanı Gazi Osman Paşaya, Edirne kahramanı Şükrü Paşaya ve kurtuluş savaşının meçhul, fakat meşhur şehidine kadar bütün ölmezlerin önünden ihtiramla geçtim. Eskiden olduğu gibi yine Kür Şadı hepsinden büyük buldum. Çünkü o birçok büyüklerde görülen bazı küçüklüklerden uzak, birçok büyüklerde rastlanan menfaat duygusundan sıyrılmış, bazı büyüklerde bulunan yanlış hareketlerden beride kalmış kaya gibi aşılmaz bir devdi.
Kür Şad, tarihimizde alevlerin, ışıkların, mehtapların ve yanardağların yanında gerçi parlamasıyla sönmesi bir olmuş geçici bir şahap gibidir. Fakat o geçici ışık tarihin gidişini değiştirmiş, kısa aydınlığında bize en büyük hakikati görebilecek fırsatı vermiştir. Bu hakikat ezeli ve ebedi kahramanlıktır.
Tarih acayip bir ihtiyardır. Bazılarına tam hakkını verir. Bazı değersizlerden çok bahseder. Bazı büyükleri hiç anmaz. Bazılarından da yalnız bir kaç kelime söyler. Kür Şad bu sonuncularındandır. Onun hakkında bütün bildiğimiz: Türk milletini kurtarmak ve esir olan yeğenini Türk kağanı yapmak için kendisi gibi esir 40 arkadaşıyla birlikte Çin imparatorunun sarayına saldırdığı, fakat pek nispetsiz bir savaştan sonra can ve baş verdiğidir.
Bu muhteşem saldırışın muhteşem kahramanlarını bilip tanısaydık ne hoş olurdu! Adlarını bile bilmediğimiz bu örneksiz fedailer acaba nasıl insanlardı? Kaç yaşlarında idiler? Hangileri hangi savaşlardan arta kalmışlardı? Anaları, babaları yaşıyor mu idi? çocukları var mıydı? Seviyorlar mıydı? Karıları, sevgilileriyle son defa neler konuşmuşlar, neler düşünmüşlerdi? Yazık, hiçbirini bilmiyoruz. Bildiğimiz yalnız şu:
Yanardağ ruhlu, çelik iradeli kahraman Kür Şad Bozkurt hanedânından yani kağanlar soyundan olduğu halde yeğenini tahta çıkararak Türk milletini diriltmek için kılıca sarılan Kür Şad. Bu nispetsiz çarpışmada zaferi sağlayacak tek yola giderek, yani düşmanın kalbine saldırarak ruh ve irade kuvveti kadar muhakeme gücüne de sahip olduğunu belirten Kür Şad. Başarılamayan bir ihtilâle rağmen düşmanın yüreğine korku ve dehşet salarak ırkı mahvolmaktan kurtaran Kür Şad Sonra onun 40 şanlı arkadaşı.
Bir hareketin değeri, verdiği sonuca göre ele alınırsa Kür Şadın hareketi Türklüğü yok olmaktan kurtardığı için Kür Şad büyüktür. Yapanın fedakarlığı ve kahramanlığı ile ölçülürse Kür Şad yine büyüktür. Velhasıl o çok büyüktür. Hiçbir kıskançlığın erişemeyeceği kadar büyük
Biz, bugünün Türkçüleri bu kaybolmuş güneşimizi 13 asrın karanlıklarından çekip çıkararak başımıza taç ettik. Şimdi o, büyük yarınımızı aydınlatıyor. Onun boşa gitmemiş okları 13 asrın ötesinden bize 41 kahramanın selamlarını getiriyor. Ve onların ruhları kendilerine doğru çelik ve kan tufanlarıyla yapılacak büyük bir yürüyüşü bekliyor.
1300 yıl önce dökülen Kür Şadın kanı ırkımızı yabancılar arasında erimekten kurtarmıştı. Bugün de onun hatırası Türklük ruhunu eriyip sönmekten kurtaracaktır. Vaktiyle onun at koşturduğu yerlerdeki meçhul mezarlardan bize gelen sesler daha ne kadar bekleyeceğiz? diye sorarken bizim yayladan yakında geleceğiz diye yükselen haykırışlar onlara karşılık veriyor.
Sefil ihtirasların ve baykuş seslerinin söndüğü yarınki Türkelinde Kür Şad için ulu bir anıt düşünüyorum. Gösterişsiz, sade fakat metin, kayadan bir anıt O anıtın önünde Kür Şada ve arkadaşlarına saygı olarak börk ve çizme giymiş, kılıç ve sadak takmış Türk gençlerinin, birbirine perçinlenmiş sarp bir yığın gibi dik adımlarla geçit resmi yaptığını düşünüyor ve 1300 yıllık gençler olan Kür Şadla arkadaşlarının da, yaralarından hâlâ dinmeyen kanlar sızdığı halde, kendilerine çevrilen başlara gülümseyerek selam aldıklarını görür gibi oluyorum
the wheel of time serisinin robert jordan tarafından çıkarılan ilk kitabıdır.kitabın geçtiği zamandan daha öncesinde geçen kitaplar olsa da ilk çıkan kitap budur.
bir köylü çocuğu olan Rand'in bilmediği bir sebepten dolayı karanlık varlığın kendi peşinde olmasını öğrendikten sonra Aes Sedai'yle birlikte maceraya atılmasını konu alır.ilk yüz sayfasında sabredildikten sonra muhteşem bir macera sizi beklemektedir.
the wheel of time serisinin 3. cildi.ithaki yayınlarından çıkmıştır.
Aynı zamanda the wheel of time dünyasında,insanoğlunun en ihtiyaç duyduğu anda ortaya çıkıp karanlık varlıkla savaşacak olan tek güçü kullanabilen kişidir.
Bu insanoğlunun beklediği bir şey değildir;çünkü kehanetler ejderin gölgeyle savaştıktan sonra dünyaya yeni bir kırılış getireceğini söylemektedir.