yuksek gerilim enerji nakil hatlari proje ve enerji nakil hatlari adli iki kitabiyla alaninda otorite kabul edilen elektrik muhendisi. bahsedilen iki kitap ise konuyla ilgili calisanlar icin referans kitaptir, basucu kaynagidir.
hala var mi bilmiyorum. insallah bu zihniyet emekli olup gitmistir de yurdum gencligi de rahat etmistir. ozellikle universitelerde, cogunlukla da sayisal bolumlerde gorulen bir uygulamadir. hoca soru kagitlarini dagitir, standart yazilan kurallar ve cogunlukla son maddede "no partial credit" notu ogrencinin daha sinav basinda gerilmesine sebep olur.
bu notun dusuldugu sinavlarda az bilenler kaybeder. hani iki formul yazayim, bir iki birseyler karalayayim belki hoca puan verir dusuncesi burada iflas eder. iyi bilenler icin ise islem hatasi yapma riski vardir. cunku hoca gidis yoluna degil sonuca puan vereceginden, onemli olan sonucu bulmaktir. tabii sonuc dogruysa hoca bu sefer gidis yoluna bakar. yani oyle sonuc budur diye yazmak ogrenciyi kurtarmaz.
teknolojinin gerisine dusmeyen yurdum insani davranisidir. bunun alt versiyonlarinda kagit paraya, sigara paketine vb. not almak ve daha sonra harcayip veya paketi atip aldigi notu kaybetmek vardir. sozlukte boyle bir tehlike yoktur. alinan not entry formatina uygun oldugu surece moderasyon dokunmaz.
burada alacagi notla ilgili baslik acmak sorun olabilir ama bu da tamamen yazarin yaraticiligi ile ilgilidir...
nevi sahsina munhasir bir durustur ve taklit edilemez. birbirine eslik eden iki sinusoidal dalga sekline donusmus dudaklari ve kirli sakaliyla adeta bir fenomene donusmustur artik. the good'dir, the bad'dir and the ugly'dir...
cuma namazi cikisinda camii icin yardim toplayan emmi'nin de dahil oldugu gruptur. basta the imam bulunur. cami yaptirma ve yasatma dernegine uyelik adi altinda yikici faaliyetlerde bulunur, cemaati haraca keserler. namaz kildiklari bile gorulmustur.
bunlar genelde emeklilikten sonra isbirlikci olurlar. muhabbet cogu zaman, hac kayitlari, kuralar, emekli maas kuyrugu ve zamanenin cok bozuldugu; edeb, hayanin kalmadigi uzerinedir.
mahallenin kahvesine sadece bahcede oturmak kaydiyla girerler. kislari ise imam odasi karargaha cevrilir. semaverle felan derken geyigin dibine vurulur. ta ki iclerinden biri, "vakit geldi ben bir ezan okuyayim" diyene kadar...
muslum baba'nin mukemmel yorumladigi bir eserde gecen can alici cumle *. devaminda icten gele gele "olmadi yar" denilip, son nokta koyulur ki tadindan yenmez.
kisa adi "elektrobank" olan ve elektrik muhendisi zafer urguplu'nun hazirladigi kitap. kitap klasik bir ders kitabindan cok, uygulamaya yonelik pratik bilgilerden olusuyor. icerik olarak dusunuldugunde bir nevi hatirlatma amacli hazirlanan kucuk bir bilgi bankasi.
hangisi derdimi daha iyi ifade ederdi bilmiyorum. yani basliktaki gibi "yanlis sorulan soruyu dogru cozmek" mi, yoksa "sorulan yanlis soruyu dogru cozmek" mi? sorunun cevabi netry'nin tanim icerme zorunlulugunda beliren tarifte olmali.
sekil itibariyle yanlis olan bir soruya dogru cevap vermek belki mumkun ama esas itibariyle soruda hata varsa verilen cevap tamamen oznel bir yaklasimdir ve cevap olmaktan ote bir yorum kabul edilir. mesela elma mi uzundur kavak mi? sorusuna dogru cevap nedir?
isin birde diger boyutu var. mesela electric machinery fundamentals dersinde hoca bir soru sorar. soruda verilen datalar uygun formuller kullanilarak cozulur ve mesela makinanin verimi % 115 cikar. soru dogru cozulmustur belki ama cevap dogru degilse burada olusan ikilemden kime ne pay duser kestiremiyorum. ama soruyu cozen, cevap olarak "soru hatalidir" diye bir not dusseydi belki dogru cozmek tabirinin alti tamamen dolup hic kasis kalmayip ortalik otobana donecekti.
tek entry girilmis basligin yasadigi yalnizlik hissinin yazara dusen bolumunu imler. paylasima acilan her dusunce paylasimin guduk kalmasiyla kisiye bar olur. "beni kimse anlamiyor" serzenisi, bir durum cozumlemesinden cok bir siginistir sadece. birakip gitmek ise mesuliyetten iskat olmanin adidir ama bir anlam ifade etmez.
kime ait oldugunu bilmedigim "hicbir zafere cicekli yollardan gidilmez" sozu ile paralel soz. engelleri "yoksa kaderimin bir oyunu mu bu" arabesk serzenisi ile karsilamak; kaderi tenkit edip, kafayi tasa vurmaktan farkli degil. bunu ornekleyen meshur bir hikaye var:
vakti zamaninda kralin biri saraya gelen yola buyukce bir kaya yerlestiri ve camin onune oturup olanlari izlemeye koyulur. vezirler, kervan sahibi tuccarlar, sarayin ileri gelenleri, askerler vs. gelip gecerler kayanin yanindan. hepsinin dilinde, "ulan o kadar vergi toplaniyor, bir suru ganimet geliyor saraya, ama kral sagolsun su yollara dogru durust bir bakim yapmiyor. suc bu ibneye oy verende tabii" gibi sikayetler mirildaniyorlar.
sonra bir koylu belirir sirtinda kufesiyle. kayanin yanina gelince indirir sirtindaki kufeyi ve kayaya abanir. ikinir, terler ama kayayi da yolun kenarina ceker ve bakarki kayanin dibinde bir kese var. keseyi acar, cil cil altinlar ve bir not: "bu altinlar kayayi yoldan kaldirana aittir".
hayatta karsilasilan engeller de bundan farkli degil. bizi asil curuten kadere atilan serzenis naralari ve geri adimlarimiz maalesef...
bu olay da yine tipik bir turk davranisidir. zaten bir avrupa ya da amerikali boyle bir durumda dogru doktora gider, riske girmez. hatta amerika'da adam tutar devlete dava acar, ustune de tonla tazminat alir. lakin bizde boyle olmaz. vakti zamaninda, istanbul sultanbeyli'de bir vatandas yuttugu sivrisinegi oldurmek icin agzina sprey sinek oldurucu sikar ve maalesef zehirlenip olur. sinegin akibetini bilmiyoruz ama muhtemelen o da olmustur. olmediyse serefsizin onde gidenidir zaten...
turk milletine has bir davranis sekli. zaten boyle seyler baska yerde olmaz. sigara dunyanin her yerinde icilir ama icen adam ates bulamazsa gidip haddehanede 600 tonluk pres makinasinin altindan surunerek gecip 2450 santigrat derecelik firinda sigarasini yakmaya calismaz. icabi halinde icmez, hayatini tehlikeye sokmaz. ama bizde olur ve netekim karabuk demir-celikte calisan bir isci aynen yukarida yazdigim sekilde sigarasini yakmaya calisirken olmustur. olay, sanirim bir kac sene once olmustu...
turk modernlesmesinin [batililasma daha dogru] sembolu olan bir fotograf var. cumhuriyet ve cumhuriyete dair ne kadar kazanim varsa bu fotografla ozetlenir. bir fotograftan ote, bir sembol. bir kareye bu kadar anlam yuklemek elbette kolay degil.
fotografta modern giyimli bir baba, kravat degil ama bir fular takmis, uzerinde yelek, utulu pantolon ile kanepede oturuyor. yaninda annemiz var. o da gayet modern bir kiyafetle. etek boyu hafif diz alti ama cok uzun degil. basi acik. evin kucuk beyi kisa pantolonlu, saclar yana taranmis. evin kucuk hanimefendisi ise tek parca bir elbise. fotografin onemli karelerinden biri ise cocuklarin halasi. bu hala figuru resmin can alici noktasi. basi kapali ama simdikilerin turbani gibi degil, daha sade ve boynu ve gerdani acik. etek ise yine annemizin ki gibi dizin hemen altinda. uzerinde gayet sik bir gomlek ve gomlegin uzerinde ise hirka.
fotograf asagi yukari boyle. bu fotograf adeta cumhuriyetin sembolu olmus bir fotograftir. mesela hurriyet gazetesi reklam afislerinde daima bu fotografi kullanir. aslinda sadece bir simge degil ayni zamanda bir ideolojinin resmidir bu fotograf. yillar boyu, ozellikle tek parti donemi yogun olarak, sair donemlerde ise medya ve diger araclar vasitasiyla bu fotografa uygun bir halk olusturulmaya calisildi. tabi ne cumhuriyetin kurulus doneminde ne de daha sonra ki donemde anadolu halki hicbir sekilde bu kareye, fotografa giremedi. aydinlanma veya aydinlatma gayretleri yine cogunlukla geri tepti.
son zamanlarda ise bu bazi cevreler bu fotografi koruma gayretine dustuler. halkin aydinlanmasindan umidi kestikce bu koruma gayreti cogu zaman askeri darbelerde dahil olmak uzere degisik uygulamalarla artarak devam etti. yeri geldi hakaret etmekten de cekinmediler (bekir coskun)vb. oysa bu surec icerisinde turk halki modernlesmeyi doya doya yasiyordu. modern cagin gereklerinden hicbir zaman vazgecmedi, hatta cok cabuk benimsedi (cep telefonu). yillarca yobazliga ornek gosterilen matbaa meselesi bu tutum karsisinda gecerliligini yitirdi. simdi ise bir korku edebiyatiyla bu fotografi susleyen samimi insanlar korku psikolojisiyle bir arada tutulmaya calisiliyor... *
ehlinin eline dusunce kelimeler, adeta bir hammaddeye donusur ve nakis nakis islenir. bazen komur bir elmasa donusur, bazen ham bir ipek nakislar olarak arz-i endam eder. yuklenen anlam, salt bir imgelemler dunyasina bakmaz, o imgelere cogu zaman ruh katilip, hayat verilir. su, fuzuli'nin elinde ask'a; ask, seyh galib'in elinde derd'e ve dertte gider nedim'in elinde o derde dermana donusur.
yunus alir eline kelimeleri ve ete kemige burundurup yunus diye gosterir cumle aleme. kelimelerle oynamak adeta kagittan gemiler yapmak gibidir. bir sabah kus misali dolunca odasina ehli'nin, kendine ait ayri bir huviyet kazanir hepsi. bu isleyen ve dogurgan surecin her safhasinda ayri bir mahiyet takilir o huviyetlere,. ama ne sonu ne basi olan...
mahalle maclarinda macin kontrolden cikip yenilginin kacinilmaz oldugu durumlarda isyanin son kertesine gelip kendi kalesine gol atmak gibidir. kendine ve cevresine hakimiyetin sele kapilmis bir odun parcasi misali kayip gidisi karsisinda beliren bu histerik ruh hali, donulmez bir yola isaret eder cogu zaman, belki her zaman... gogol'un dahiyane yaklasiminda en cok goze carpan hadise belki budur. kaybedeceklerini kaybetmenin korkusunu uzerinden atmak, bir yok olus surecine girmektir aslinda. kaybedilecek seyi kalmamak cogu zaman bir tehdit gibi algilansa dahi, sonuc benden sonrasi talandan biraz daha ileridir...
celiskilerin yumak yumak olup onumuzde dagildigi anlardandir. emniyet, serit ve kaza ucgeninde gidip gelen beyine ait salinimlar, bir noktada gecersiz bir islem yurutur ve kapatilir. bu andan itibaren devreye trafik polisi girer. ne isin var emniyet seridinde? "allahtan emniyet seridindeyiz...!"
insana ait zaaflar aslinda sadece bir "kotu"ye karsilik olmaktan cok, fitratin bir yani olarak degerlendirilir. yani insan zaaflariyla insandir ve bu zaaflar ayni zamanda birer sigorta misali islev gorurler, yani zayif noktalar.
basit ve kisitli isleyiste varligi ile yoklugu belli degildir. zaman ve zemine ve de bu zaman ve zeminle ortaya cikan sartlara bagli olarak potansiyel kinetige donusur ve tohum misali nesv-u nema bulur. aslinda bu filizlenmeyi saglayan sadece hakim durum degil, ayni zamanda mahkum durumda olabilir. ama cogu mahkum durum hali vardir ki bu potansiyel durusu aciga cikarmaktan ote gizlemeye meyillidir.
gelelim imtihan vesilesi olmasina. bu oyle bir durumdur ki kisi normal ve bildigimiz hatta kaniksadigimiz durumunun otesine bir vesileyle gecince adeta hulk'a donusur ve taninmaz hale gelir. ve iste burada imtihan sirri aciga cikar. karakterine ve degerlerini icsellestirmesine bagli olarak ya olur ki bunu gayet makul olculerde benimser ve konumunun hakkini verir ya da deli divane gibi kendini kaybeder ve bambaska bir adam olur, cikar. burada aslinda bambaska lafi gereksiz. kisi tam olarak oldugu gibi gorunur demek daha dogru...
vakti zamaninda turkiye'ye gelmis en basarili teknik direktorlerden lucescu'nun soylemis oldugu "kopekler istedi diye atlar olmez" romen atasozunun bir degisik versiyonu olan turk atasozu. kuvvet ve kuvvetin zaafa donusmesi ile bu zaafi dengeleyen yapiya vurgu yapan bir soz olmasi da mumkun...
anadolu'da kullanilan bir olcu birimidir. armut dibine duser versiyonu da siklikla kullanilir ama mum dibine isik vermez sozuyle bir arada kullanilmamasi, illa da kullanilacaksa hekim kontrolu sarttir...
bu cep telefonu 10 yili askin suredir kullandigim ve atmaya kiyamadigim, pil ve ana govdeden olusan ve bu iki parcayi bir arada tutmak icin koli bandi ile sarip sarmaladigim nokia 5110 model telefonudur. zaten sarji konusma yapmadigimiz, mesaj atmadigimiz zaman aksami zor ediyor. diyelim ki konusma yapiyoruz ve konusmanin daha 2. dakikasinda "batery empty" yazisiyla konusma sona eriyor. iki saat bekleyip yeniden actiginizda pil seviyesi maksimumda olarak geri donuyor. bundan sonra senaryo ayni. yani 2 dk. konus, batery empty ve 2 saat sonra yeniden depo full.
bu telefon sayesinde fatura epey bir sekle girdi. buna ek olarak kafamda yeni bir icad yapma fikrinin belirmesini sagladi ama simdilik taslak halinde proje...
beyinin bulasik teline donmesinden bir farki yoktur. alin teri'nin yerini beyin terinin aldigi modern zamanlara ozgu bir rahatsizlik beyanidir. zaman modernlesiyor ve gelisiyorsa, insana ait olan evrim de bir problem var diye dusunuyor bu beynini kafatasina sigdirmaya calisan gariban bunye...
aslan'in agzina dusen ekmek, amilaz enziminin cenderesine girince mucadele sonuca direkt goturecek eylemlerden cok, basit ama kararli yururyusleri mecbur kildi. net sonuclar artik iyice siliklesmeye basliyor yasanilan dunyada. bu siliklesme kisiyi tus yerine rakibin arkasindan dolanip bastirarak bir puan almaya yoneltiyor. hatice artik onemsiz, asil olan netice ise sorun yok. ama illa riske girerim, tek kol, kafa kol yada ne bileyim kunde atacam rakibi mindere yapistiracam diyen varsa, buna da itiraz olmaz. en nihayeti favoriyken ucunculuge razi olursunuz olur biter...
nasil bir ruh hali insani boyle bir davranisa sevkeder bilinmez ama bilinen bir sey var ki o da yasananlarin kisinin ruh haline yansimasi ve o yansimadan ortaya cikanlarin da kaynagi ele vermesidir. ozellikle bu minibuscu esnafi -buradan bizi izleyen normal minibusculer lutfen alinmasinlar- bu isin en onde gidenleridir ne hikmetse.
bu insanoglunu anlamak harbiden zor dedirten hadiselerden biri ile daha karsi karsiyayiz sayin seyirciler. lutfen alicilarinizin ayari ile oynamayiniz!
efendim hadise su: new york'ta bir muzayede duzenlenmis ve 130 milyon yillik oldugu iddia edilen -ki ben sahsen inanmiyorum *- bir avuc dinozor diskisi bu muzayede de 960 dolara satilmis. hayir adama sormazlar mi, kardesim ne yapacaksin bu boku? zaten onu sican dinozor simdi arabanda yakit olarak kullanilacak duruma gelmis, sen dusmussun boku'nun pesine. ilerde ikinci el diye satmaya calissan kimse almaz ustune de rezil olursun.
dua kisinin kendisiyle konusmasidir da aslinda. icindeki bosluklari, kirleri, paslari, ozlemleri, hayalleri, eksIkleri, ucurumlari duanin cevheri eyler insan. yani ki, kendisi bilerek cikar yolu. rabbine dua ederken, diplerinde sakladigi incileri kiyilara tasir. dua dudagina degdiginde, kalbin de degsin dudagina. hece hece icindeki sirli tuglalari sokeceksin, icini fisiltiyla disari tasiyacaksin. boylece ozunu sozunun ipine tesbih tanesi gibi dizeceksin. kendini katmadigin yerde, sadece dudagini degdirdigin ezber cumleler, duanin senden istedigini gerceklistirmez, inci mercanini rabbin dergahina tasimaz... bunu soylerken, sakin yanlis anlama ki, duayi rabbe muhatap olmaktan cikariyor, oyle algiliyor degilim. aksine, ne kadar icten olursan, ne kadar icinden gelirse sozlerin, o kadar rabbin ile icten, samimi bir konusma, dertlesme, ic dokme hali yasarsin. sozlerin bir dallari semalara varan bir agac olur, buyur, buyur, buyur, dua ile istediginden ote meyveler verir... **
boyle durumlar icin ogrenmek kelimesi uygun degil aslinda. ne yasam ne de yasama dair butunu olusturan parcalar ogrenilebilecek seyler olamiyor. egitim ve ogretim her ikisi de bir kazanima ya da edinime baksa dahi, bu edinimlerin keyfiyetleri ayni olamiyor. biri daha cok tecrubeler sayesinde bir kabule yani gercege donusuyor; unutulamayan ve yok sayilamayan.
mutlak kabul gerceklestiginde bu kabuller artik birer paradigma olur kisi icin. tasavvufta kullanilan riza makami belki buna benzer bir sey. o yuzden dervisin biri, "lutfunda hos, kahrinda hos" demiyor mu?
sefillik hatta miskinlik ile riza arasinda beliren cizgiyi dogru gormeden de bir tahlil yapmak zor haliyle...
gorunurde gereksiz gibi gorunen eylemdir. zaten "sahip olmak icin tiklayin" diyor, yani kendisi istiyor ama yurdum gencligi icin her kavrama yuklenmis ozel anlamlar oldugundan bu anlamin icerigini bosaltmamak ugruna boyle bir sahiplenmeyi pek kendine yediremez ve zorla sahip olmak ister...