ekşici enteller kendisini puslu bir gecede rehin almış, önce aşırı dozda nutella vererek kan şekerini yükseltmiş, kendisine yüzlerce entry yazdırarak geçmişin intikamını almışlardır.
eksisozlukteki ssg, şu an hometown'unda şukusuna şuku katmakta, adeta ikinci bir author, ikinci bir kont olma yolunda çabalamaktadır.
aylar boyunca çok süfer dostluklar kazandığı uludağ sözlük'e ise, fırsat buldukça, vefa ziyaretleri yapmaktadır.
aksini iddia edeni odunla kovalayabileceğim bir savım daha.
şunu iddia ediyorum; zevk, ihtiyaç, sevgi gösterisi, şu bu herneyse bir yana, seks en çok özgüven update etme ihtiyacıyla yapılır. hatta, ekşından sonra taraflara çöken bir boşvermişlik hali, bir at yarışı izleyen padişah rahatlığı vardır. 10 gün önce "ulan keşke bi saçımızı düzelttirseydik" ya da "ya bunla terlerim ben şimdi, çocuğa rezil olurum, daha mı ince bişey giyseydim" gibi kaygılarla yanına gittiğimiz kız/çocuk/hanım/adam/partner, ekşın sonrasındaki özellikle birkaç saatte gayet önemsizdir.
peki bu neden kaynaklanıyor? neden insanoğlu olarak böyle kaypakça bir sürüklenişe gidiyoruz?
türk dilinde, "işini bitirdi, döndü g.tünü uyudu" dediğimiz olgu da işte tam bu noktada ortaya çıkıyor. erkeklerde daha fazla bu sanırım. olay anında, insanoğlu, karşı tarafa delicesine ilgili, sevgi dolu, adeta peşinde bir köpek olabilecek kadar aciz bazen. ya sonrası? sonrasında, sanırım insan bazı şeyler vücudunda çok yükseldiği için, diğerlerini s.ktiredip, "muhteşemim lan ben" gibi bir hisse kapılıyor. zira insan hayvanı olarak karnının doyması, güvende olması gibi ihtiyaçlardan sonraki en büyük ihtiyacı karşılanmış. artık önündeki daha spesifik maçlara bakıyor. hani karnı aç olan bir insanın, matematik ispatları, kavramları umrunda değildir ya, onun gibi bişey.
neyse, evet, kapılmayalım tabii bunlara, hoş değil. ama ekşından sonra birçok insanın daha dik yürüdüğü, daha volumlu bir sesle derdini anlattığı da yadsınamaz bir gerçek.
demek ki neymiş? seks, insanın özgüveninde yadsınamaz bir yükselişe yol açıyormuş. "ne verirsen elinlen, o da gelir seninlen" diyerek, son derece alakasız bir deyişle kapatıyorum bu entry'yi. esen kalın.
1 yıldan uzun süredir, belli kriterlere sahip yedinci nesil yazarlara ödenen maaş, bu gece enflasyona müteakiben %11 artarak ortalama 1640 liraya çıkmıştır.
yalnız bu artıştan kaynaklanan vergi dilimi değişimiyle, yazarlar kesintiden sonraki meblağı net 1619.2 tl olarak çekebileceklerdir. zall reyizle yapılan uzun pazarlıklar sonucu kendisinin yedinci neslin başarısını taçlandırırcasına yaptığı bu artış, şüphesiz ki yazarların evlerinde coşkuyla kutlanmış, kimi araba taksitlerine, kimisi çılgın aksaray gecelerine yönelmiştir.
neredeyse bir ikinci nesil yazar maaşını yakalayan 7. nesil yazar maaşı, bu artıştan sonra birinci ve ikinci nesil yazar maaşlarından sonra üçüncü sıraya yükselmiş, hemen ardındaki sekizinci nesil yazar maaşıyla arasındaki farkı biraz da olsa arttırmıştır.
ramazan pakedi dağıtmayarak bilgi içerikli entry'lerde gözle görülür bir düşüşe sebep olan sözlük yönetimi ise, yazarların gönlünde eski yerine kavuşmuştur.
vatana, millete hayırlı olması, bereketli olması dileğiyle,
uludağ sözlük ekonomi servisi, eksisozlukteki ssg.
magosa'da askerlik yapanların vazgeçilmez hediyeliğidir. genelde beyaz olur, 5'er 10'ar akrabaya, komşuya getirilir.
hatta geçerli bir genelleme olduğundan biraz şüphe duyuyorum ama, bunların üzerinde ekseriyetle kıbrıs fiziki haritası olur. zira bu bir siyasi harita olsa, tepside de olsa bölünmüş bir kıbrıs görmek pek hoşa gitmez.
+gözetmenlik falan yoksa, haftasonu mesaisi yoktur.
+kemiksiz 2 ay yaz tatili vardır.
+günde en fazla 7-8 dersi olacağı için evine zaman ayırabilir.
+çocuk yetiştirmeyi bilmese de belki, eğitmeyi bilir.
+kendisini kıskanmanız gereken bir ortamda çalışmıyordur*.
-dahil olamadığı bir muhabbete "komik bişey varsa söyleyin de biz de gülelim" şeklinde çıkışabilir.
-yazılı kağıtlarını okuma dönemlerinde akşamları ondan mahrum olunabilir.
-her telefon ettiğinizde, biraz mesleğine saygısı varsa, telefonunu açamayabilir, derstedir.
-şevkat eşiği yükselmiş olacağı için çocuklarına karşı diğer annelerden daha katıdır.
yıllar, yıllar boyu mesaisinde lojistik-tedarik ilmine kafa yormuş bir iktisatçının, hasretini çektiği gülyüzlü yarine haklı seslenişi.
"elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak, ikimizin de saçları ak, öyle durup bakışacağız, belki bir deniz kenarında, el ele maziyi konuşacağız, benim içimde yanan ateş var, sevgilim ne zaman buluşcağız" demeye çalışıyor adamcağız, ama anladığı-konuşabildiği dil bu. tıp çaresiz.
güzel dilimizde, birden çok merveden ziyade, içinde merve bulunan bir topluluğu belirtmeye yarayan bir zamir.
ayrıca, "kalabalık kız arkadaş grubu" olarak da bir kullanımı mevcuttur. içinde merve olan bir topluluk, kim ne derse desin, "merveler" olarak anılmaya mahkumdur, ki zira, bu homojen toplulukta daima merve baskın gelecek ve o grubun ortak kaderinin yazılmasında isim tedarikçisi olarak yadsınamaz bir görev üstlenecektir.
yıllarca istatistik ilmine kafa yormuş bir iktisatçının, hasretini çektiği gülyüzlü yarine haklı seslenişi.
"haydi gel benimle ol, oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize, ordaki sevgililer özenip birer birer, gün olur erişirler ikimize" demeye çalışıyor adamcağız, ama anladığı-konuşabildiği dil bu. tıp çaresiz.
kitleleri peşinden sürükleyebilecek müzik yeteneği, almancı tarzı kırmızı adidas tişörtü ve saç bandıyla, günümüzün fuat saka'sı olma yolunda bir müzisyen. kendi tabiriyle mc doğa.
ilk parçasından, yürekleri dağlayan chorus;
rüya içinde rüya, sanki inception
bu böyle olmaz, son ihtimal liposakşın
bir iktisatçının, hasretini çektiği gülyüzlü yarine haklı seslenişi.
"iki gözüm seneler geçiyor, gönül ektiğini biçiyor, bi selam lutfet, bu ne çok hasret, gel barışalım artık" demeye çalışıyor adamcağız, ama anladığı-konuşabildiği dil bu. tıp çaresiz.
hadi bu adamlar hakkında uzun uzun yazalım, kızlarımız nasiplensin, hayırlı birer koca bulsunlar;
sevgili kızlar;
yukarıdakilerin tamamına yakınını okudum. isteyene özet geçiyorum.
+ bu adamlar kindar oluyor. ahlarını almayınız. bir gün, "sen bana 4 sene önce şunu şunu demiştin ya, al bu da onun cevabı" diye karşınıza gelirlerse şaşırmayın. unutamıyor efendim bu adamlar, iyiliği de kötülüğü de.
+ saçma sapan kuralları, takıntıları vardır bu adamların. üzerine gitmeyin bunların, he gülüm he güzelim deyip geçin.
+ sakın ha her an aynı modda olmalarını beklemeyin. akrep burcu insanı zaten genel olarak anı değil, düşündüğünü, kurduğunu yaşar. siz ona birlikteliğinizden, kendinizden bahsederken otomatik cevaplar vermeye başlarsa anlayın ki bambaşka bir dünyada o. "ben bi lavaboya gaçhayım" diye kalkın ordan, eve gidin. o da zaten düşündüklerini bitirince sizi arayacaktır.
+ sıkıcı bir hayatınız varsa bunları aptal yerine koyun, sonra da siz çok akıllıymışsınız gibi davranmaya devam edin. olacakları idrak edebilmeniz bile yoğun mesailer gerektirecektir.
+ herhangi bir konuda usandırmak, yıldırmak genelde zordur bunları. bu adamı kendinizden usandırabildiyseniz, yine aynı taktik, "ben bi lavaboya gaçhayım". yeterince usanmadıysa eğer o sizi arayacaktır.
+ parayla aralarında bi sempati, bi bağ vardır bunların.
+ yukarıda sekse düşkün oldukları yazılmış bolca. sabahlara kadar nefes aldırmaz, on kaplan gücündedir falan gibi bir sürü tatsız, örfümüzden, ananemizden, geleneğimizden uzak laf. sekse düşkün olmayan erkek var mı lan? saçmalamayın sevgili kızlar, yo yo bunu yapmayın bebeyimler.
h: işyerindeki evde kalmış hatun
p: patron
e: eksisozlukteki ssg
konu, irsaliye basmak için yeni bir printer'a olan ihtiyacımız minvalinde dönmektedir. printer yine kağıt sıkıştırır, patron küfretmeye başlar.
e: x bey ben bi tane baktım internetten, fiyatı da uygun, çok takmayalım kafamıza bence garantisi bitene kadar kullanalım yeter
p: artık öyle yapıcaz baksana yürümiycek bunla
e: * bi de 12 taksit yaptırıp bi ps 3 alalım, mesai bitince turnuva yaparız pes'te, sinir stres kalmaz kimsede
h: aa bi de kocaman televizyon alalım şuraya ya
e: bağlarız 102 ekran televizyona da play steyşını, ohh ondan sonra
h: hem siz oyun oynarsınız, hem de ben gündüzleri desti izdivaça falan bakarım arada, kısmetlerimi kaçırmam ya :(
patron ve eksisozlukteki ssg mavi ekran verir. şoku üzerlerinden atmak için sigara molasına çıkarlar..
h: işyerineki evde kalmış hatun
e: eksisozlukteki ssg
e: şimdi x hanım, bi de benim account'umla bakalım, ordan daha net görücez.
h: tamam ssg bakalım, söyle şifreni bana girelim
e: *çok zekice bi şifrem var, *ssg1989
h: aa 89 doğumlu musun sen
e: evet
h: ayy ne güzel ya
e: :S
----5 dakika geçer, iş halledilir, herkes masasına döner----
h: peki söyle bakalım sence bizim aramızda kaç yaş var?
e: * ııı bi düşüneyim
h: düşün bakalım
e: 4-5, en fazla 6
h: ayy ne güzel ya bana hep sen en fazla 25-26 gösteriyosun diyolar herkes şaşırıyo ayy ne güzel ya
e: * ehhehe evet tabii
h: 78 doğumluyum ben
e: * aa valla hiç göstermiyosunuz ama gerçekten
o dakikadan sonra kral ilan edildim ben ofiste. hangi şartlar altında olursa olsun, ofisin teyzeleriyle aranı bozmayacaksın hocam. hesabı çok ağırdır bunun.
sandığınız kadar şevkatli bir duygu değil. şarkılarda dinlediğimiz kadar yumoş bir şey kesinlikle değil. karanlıkta, yürünen, ortalıktan insan, kahkaha taşan bir sahil yolunda, cepte sigara olmasına rağmen ateş olmamasıdır yalnızlık. o çok neşeli 6-7 kişilik gruplardan utana sıkıla ateş istemektir.
yalnızlığa asla sevgilisizlik/aşksızlık gözüyle bakanlardan olmadım. aynalara verdiğim, onlardan aldığım selamlarla dostsuzluk gözüyle de bakamadım. yalnızlık, ya onsuzluktur, ya kimsesizlik, başka bir gerçek çeşidi de yok bunun. emre aydın dinleyen 14'lük kardeşlerimi tenzih ederim.
onsuzluğa, hayatımın hiçbir evresinde, o kim olursa olsun, ağıtlar yakan, kendini paralayan bir adam olmadım. özlediğim o'lar oldu, ama bu özlemlerin hiçbiri birer saplantıya dönüşmeden söndü. söndürdüm. üzüntülerimi genelde sinire dönüştürerek yaktığı için bünyem, onsuzluk yalnızlığı, birkaç esaslı kavga, biraz alkol, biraz hayvanlıkla dindi bir şekilde.
kimsesizlik yalnızlığı. bu yalnızlığı yalnız bir kere, çocukluğumda tattım diye düşünüyorum. vurup gittikten sonra farkedilen bir yalnızlık bu. şu anki total yaşamımın daha ortalama yarısındayken, beni önce çevremde gördüğüm en büyük adam, birkaç saat içinde de dalga dalga yayılan bir şekilde, onun da benim de yakınlarımız olanlar terketti bi kere. sabah mutlu uyansın diye kahvaltı hazırladığın sevgilinin, sen ekmek almaya gittiğinde uyanıp evi terketmesi gibiydi. ve bu sefer bakınca onu anımsatacak 36 numara terliklerden çok daha soğuk şeyler vardı çevremde bana onu hatırlatacak.
şefkatsiz-ilgisiz bir aile eşrafı, çok üzgün bir anne, "sözümü dinlemessen..." diye tehditlerine, şu yaşımda hala şaşırdığım postalar koyduğum bir aile büyüğü vardı etrafımda. bir de, kimsesizlik buydu. o zamanlar anlayamadım, daha sonraları da, anlayabilsem katlanamazdım diye düşünmüşümdür hep. bir üst sınıftan bir çocuk beni dövdüğünde, onun ağzına sıçacak bir babam yoktu artık. ya da 95 aldığımda bunu böbürlenerek anlatabileceğim bir annem. bayramda ailecek gidilecek büyüklerin bir çoğu gözümde bitmiş, yaşıtlarımın kaygılarından çoktan tiksinmiş, yarım simit parası kadar olan minibüse binemeyen bir çocuktum şimdi okula giderken. bir gün kolumu kırdığımı hatırlıyorum, bir yakınıma rastlıyorum kendimi hastaneye götürürken, "yok bişey ya, kırıldı heralde" diyorum. hastaneden içeri girerken, babam yaşasa nasıl kızardı bana, onu hayal ediyorum. bir okul kazanıyorum, veli toplantıma kendim giderek apayrı bir ekolün ilk adımlarını atıyorum, müdür yardımcısının bağrışları eşliğinde, "annene söylemedin di mi, hayvan oğlum"...
bu kimsesizlikler, pespayelikler, değil sizlere, yarın bir gün eşime bile anlatmakta tereddüt edeceğim kadar derinleşiyor. derken biraz büyüyüp, önce aynaya selam vermeyi, ardından tekrar gülmeyi, konuşmayı öğreniyorum. kendime sorumluluklar yükleyip, bir hamalın ne kadar yük kaldırabileceğini vahşice ölçen bir psikopatın hazzını yaşıyorum.
bir şekilde hepsi geçiyor, inanın bana, insanın kaldıramayacağı bir yük yok. hayatım, yakınlarım yavaş yavaş normale dönüyor. ailem, yeniden bir aile oluyor. 3-4 yıl önceki sokak köpeği, bir şekilde başarı-hırs timsali bir piçirik oluyor eşe dosta. kimsesizlik yalnızlığı, sanki yalnız birkaç kişinin bildiği gizli bir formül gibi, içime bir köşeye saklanıyor. bir örgüt militanının sır saklaması gibi, bir bağımlının torbacısını kollaması gibi, tadını hiç kimseye söylemiyorum onun.
derken, artık herşeyin geçtiğinden çok emin olduğum bir anda, mutluluktan gözlerim şaşı, bir kafede oturuyorum kız arkadaşımla. birden kocaman bir asktir çekiyorum içimden, garson babamın ikizi gibi. ona benzemesi ayrı, ona bu denli benzerken böylesine hassas olduğum bir meslek dalıyla uğraşması ayrı bir hüzün veriyor bana. hareketleri, nezaketi, ses tonu, kaçırdığı bakışları bile benziyor. adamın, benim kendisine hayran bir gay olabileceğimi düşünmesi ihtimaline aldırmadan, onu izlemeye başlıyorum. bakışlarımdan rahatsız olduğunu anlıyorum birkaç dakika içinde. baştan ayağa çok hızlı bir ürperme geçiyor içimden, kimsesizlik yalnızlığımı hatırlatıyor. yarım saniyesi, bu farkındalıkta, bu bünyeye yetiyor. gözlerim doluyor. anlattıklarına sevincimden gözlerimin dolduğunu zanneden kız arkadaşım, başını hafif yana yatırıp gülümsüyor. ben de gülümsüyorum. "gülümsemenin hakkını daha iyi veriyorum" diyorum içimden...
özellikle yaz aylarında bilimum sahil, bar, restorant ve çeşitli mecralarda bolca görünürler. el ele gezmeleriyle tanınırlar. kısa olanları genelde dişidir. daha kıllısına ise erkek denen bu tür, eylül-ekim aylarında kışın kapıya dayanmasıyla doğal bir seleksiyona uğrayarak nüfusunun %40'ını kaybeder.
uzun süre çift görülenler ise genelde bu macerayı evlilikle sonlandırır. çocuk yapmak ve ev taksidine girmekte birbirleriyle yarıştıktan sonra 45-50 yaşlarında neredeyse kardeş olurlar. genelde, erkek olanları daha önce hayatını kaybeder ve artık tek görülürler.
bu atkı, örülen kişi sevgili olmasa bile çok güzeldir lan. hele benim gibi, hatıralara, anılara, geçirilmiş güzel anlardan kalan şeylere alerjili, dünsüz düşünmeye çalışan bir adam için.
bunu ören kadından bahsetmeye gerek bile duymuyorum. o atkıda kullanılan onlarca metre ipin her bir milimetresine, söylediği tatlı sözlerden sonra ısırmak istediğimiz parmakları dokunuyor, dokuna dokuna bir atkı dokunuyor. ve o atkı, aslında hiçbir giysi/aksesuarın yapamadığı kadar güzel bir işlev görüyor, boynunuza sarılıyor, hem metaforik hem de reel olarak bunu takanı soğuktan koruyor.
şimdi, daha yazarken farkediyorum, atkı gerçekten farklı bir şeymiş.onu motosiklete binerken, çantaya sokmak zorunda kalabileceğimi düşündüğüm günlerden, montumdan ve atkımdan ayrı gayrı olabileceğim birçok ortamdan uzak tuttum. onu gerçekten iyi korudum ve sanırım, beğenmememe rağmen teşekkür ettiğim onlarca hediye arasında, o, en beğendiğim ama teşekkür etmek için utanarak gülümseyebileceğim bir güzel yüz, sarılacak bir sıcaklık bulamadığım tek şey oldu.
atkı farklı demiştim, o atkı çok daha bir farklıymış. ***