hemi heci'nin sesiyle can verdiği çok güzel bir şarkı.
sözleri şöyledir;
tu dibi dayka şeran
tu dıbi güla kaniyan
dawxaziyame xelasbunate
te şin daye bı xuna şehidan
gülamın gülamın gülamın
tu rıhanamın dozamın dozateye
tu negri bese gülamın
dıjmın hatiye tev bıkebtine
bıra dızanbın em ne tenene
gelemın hemu rabu ser piya
em jıbonate tev yekitine
gülamın gülamın gülamın
tu rıhanamın dozamın dozateye
tu negri bese gülamın
sözü ibrahim karacaya ait olan mehmet gümüş'ün hayat verdiği parça. sözleri tam da şu şekildedir;
Sen gidersen
Ayrı telden çalar rüzgar
Şarkıların düzeni bozulur
Sen gidersen
Yalpa vurur güvercinin kanadı
Akşam iner omuzlarıma
ÖRSELENMiŞ DAL GiBiYiM SAR BENi
SEN GiDERSEN KÜLE ÇEViRiR KOR BENi
BUNUN ADI AYRILIK DEĞiL GÜLÜM
ELE DEĞiLYERE VER BENi
Sen gidersen
Bir çocuk çığlığı düşer
Keskin derin kayalıklara
Sen gidersen
Bir barikatta bulurlar ölümü
Yağmurlar dolar üstüme.
Son kırlangıçlar da bırakacak bu kenti
oluk oluk akacak can sıkıntısı, yaşlılıklar
yazı sırtında duymaktan yorgun
bankları ve renkli çubuklarıyla solacak
Demetevler Parkı.
Sarsak ve beceriksiz adımlarım
utanır gibi kadınlığından
- sahi neden tek başına yürürken biz
hafifçe çatıp kaşlarımızı
yere bakarız ki...
Zaman öğleye yakın
geç uyananların boş saatleri
okul tatilleri, işsizlikler
çabucak işportaya düşmüş
mevsim başının gözde giysileri
- bütün göstergeleriyle tüketen bir toplumun -
geçiyoruz asfaltı.
Ardımda
hüznü yürek atışlarında taşıyan bir kız
buzu parçalayan tomurcuğun gülüşü
sanki bir geyikten bugüne kalan.
Karanlık bir gergefi dokuyor kadın
-taa en tepeden ayak uçlarına-
onbirinde satılmış bir kızın çığlıklarıyla
bozulmuş kanlı çarşafları dokuyor
kutsanmış savaşları ve mezarsız çocukların
yaşanmamış yıllarını dokuyor.
Göğe savrulmuş balonlar ve davul sesleri
ulaşmasın diye kulaklarına
boşalıp giden bir sancıyı dokuyor kadın
-taa en tepeden başlayarak-
titrek sakallarına bir ihtiyarın
inciler dizen yeniyetmenin aç
ve ağlamaklı gözlerini dokuyor.
ilkel tezgâhlarında çağsızların her an gerili
dün gibi bir şeyleri dokuyor kadın
-taa en tepeden ayak uçlarına-
soluksuz bırakılmış güllerin şaşkınlığını
bilmezliği, aymazlığı dokuyor
doymazlığını güdümlü akşamların.
Koptu kopacak bir iple -kırk yerden düğümlü-
koptu kopacak... dokuyor kadın...
Yüzünü biriktiriyorum şimdi
çünkü ben, bir ardıç kuşu gibi
kendi ölümüyle beslenen
güncesi ayrılıklarla dolu
ve teni her yaz
ayrı güneşlerde yanan bir çocuğum.
Ne kadar alışkınım bilsen
yazılmayacak mektuplar için adresler alıp-vermeye
yılların yorgunluğuyla sararan
silik, umarsız, gizini saklı tutan
ve bir daha yaşanmayan resimlere.
Yüzünü biriktiriyorum. Çünkü yüzün
bir sevda tohumu şimdi.
Geçerken ürpertilerle karanlıklar içinden
tutsak ve ağzımıza sığmayan dillerimizle
geçerken gecenin pususunda bir ırmaktan
bütün özlemleri tadan, bütün romanlarda
yeniden dünyaya gelen o çocuk
ağlıyor arkamdan
beni bırakma... Bırakma beni...
Kaç kişinin gücü yetmiştir
yasaklanmış bir aşkı savunmaya...
Yüzünü biriktiriyorum şimdi.
Soyları kocalarının adında eriyen
göçmen kadınlar gibi, hüzünlü ve sesim titreyerek
ne kadar alışkınım bilsen
bütün kanamalara... gülümseyerek.
Bir ardıç kuşuyum ben
toprağa düşeceğim bir gün
içimde çimlenen tohum çatlatıp yüreğimi
ağaca dönsün ve yüzyıl yaşasın diye
hiç ardıma bakmadan öleceğim.
Biri var, nasıl konuşursa, herkesin
öyle düşünmesini ister
Sfenks demiştim daha önce
yanıldım
bir soytarıydı
her nasılsa tarihe sızan
Beklesem
unuturdum uçurumların dilini
ve ömrümün bütün karşılığı
ödünç alınan bir umut olurdu
ki şimdi onu da yitirmiş
kurtuluş parkında bekleyen biri
Biri var, kurtuluş parkında ordadır akşamları
birini bekler gibi durur, üşümüş gibi biraz da
Acemidir, ikide bir kaçırır bakışlarını
ve korkuyla harelenen gözleri
haylaz çocukların kırdığı sokak lambasıdır
Tedirgin, solgun, ikircikli sesiyle ses verir
-Yerin varsa iyi olur, bir de çok hırpalamazsan
suyu kurumuştur kuyunun çıkrık boşuna dönüp durur
unutmuş sevinebilmeyi, gülümsemeyi unutmuş
biliyor seçtiği adın kendine hiç yakışmadığını
sımsıcak sarılmayı unutmuş, bilmiyor öpmeyi
Kenti bir uçtan bir uca yürüyebilmek
sevdiğinin kolunda bulutlara bakarak
-Boşver bunları diyor, karşılığı yok yaşamda
Biri var, kurtuluş parkının oradadır akşamları
bir söz bulunsa eskimemiş, sessiz bir söz
sabaha kadar konuşulsa yine de hiç bitmese
yalnızlığını unuturdu belki, üşümeyi unuturdu
bir yıldız gibi gülerdi şafak sökerken
söylediği türkünün kıvrımlarında bir yangın
tutuştururdu bütün kenti, kül ederdi
Beklesem
bütün öyküsünü alırdım
eskimemiş bir sözün gülümseyişiyle
Biri var
bütün gün lunaparktadır ve kenti
götürüp koyar aynaların karşısına
Beklesem
bütün soytarıları görürdüm
her nasılsa tarihe sızan
Diyelim
ki sessiz gecede poyraz;
Sis çökmüş o heybetli dağlara;
yurdun
da kar altında, gözlerin gök-
yüzünde bir dolunay.
Diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini.
Seslere çarpmış sesin,
ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin;
Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik,
bu hayat seni bir oyuncak sanıyor;
Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
yasak, yarın yasak, düş yasak sana.
Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında;
bir çay bile ısmarlamıyor hayat!
Diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık;
sis çökmüş güvendiğin dağlara;
Kederli bir süvari ol,
Orda, sen orda!
Bıkma atını mahmuzlamaktan,
bıkma bu puştlar panayırında
berrak nehirler aramaktan;
Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt;
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.
Çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler;
çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın;
Kimi kanıyor şahdamarından,
kimi bozgununda yetim, dervişan,
kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan;