1. dönemim. Ankaradayım. Soğuk bir salı günü, arkadaşla buluşup Nedjima'da dertleşmek üzere evden çıkıp durağa gidiyorum. Durak, Antaresin yanındaki geniş düz yokuşun başında. Hemen karşısında da ivedik istasyonundan gelen otobüslerin durağı. Neyse efenim size bu şehri anlatacak değilim ya. Konumuza dönersek. Genellikle siz o durakta otobüs beklerken, istasyondan gelen otobüsü görseniz de o dönüp dolaşana kadar, ondan önce çıkmış olan otobüse binersiniz. biraz geç kalmış olan otobüsü beklerken, istasyondan gelen otobüs önümüzde beliriyor, yolcularını bırakıyor. Şoförü de kafasını çevirip bize bakıyor. Bundan son derece eminim çünkü o kara, zayıf, hasis surat hala gözümün önünde. Otobüsü görünce, "heh şimdi bizim bineceğimiz otobüs geliyordur" diyerek* rahatlayan biz saf yolcular beklemeye devam ediyoruz. Gittikçe gerginleşen ortamı "otobüs aşağıdan geçiyor" diyen bir adam bozuyor. yol yapımı varmış, otobüsler bir kaç gün aşağıdan, antares'in hemen önündeki yoldan geçecekmiş. sinirleniyorum. o yoldan aşağı inene kadar etmediğim laf kalmıyor. soğuğu beynime beynime yedikçe de düşünmeye başlıyorum ve en sonunda suçluyu buluyorum: "karşıda durup bizi gören şoför". hala nedenini bilmiyorum ama aşağıdaki durakda da yaklaşık yarım saat bekliyorum. hesaplıyorum, evden çıkalı 1 saatten fazla olmuş.yürümüş olsam çoktan varmıştım metroya.kendi kendimi tembihliyorum, sakin sakin sorumu sorucam, mantıklı bir cevap beklicem soförden diye.otobüs geliyor, nefes kesen maceralarıdan sonra sağ kalmayı başarabilmiş kahramanlar gibi 3 kişi biniyoruz otobüse. tabi diğer ikisinin sesi çıkmıyor. ben kartı basarken soruyorum, olaylar gelişiyor;
+ (gayet sakin bir şekilde) şoför bey, bi şey sorucam?
- ( cevap vermeden, kafayla olur işareti)
+ yukarıdaki durakta bizi gördünüz. otobüslerin aşağıdan geçtiğini biliyordunuz. niye bize söylemediniz?
- (celallenerek ve elini kaldırarak)ya git gardeşim ya bi de senle mi uğraşcam ya.
+(zaten sinire kesmişim, hönkürüyorum) indir ulan o elini!!!
ne dediğimi ve ne dendiğini hatırlamadığım 10-15 saniyeden sonra arka tarafa yürümeye başlıyorum ama o da ne, soför yerinden kalkmış benim üzerime yürüyor. dönüyorum geri, ben de onun üzerine yürüyorum. araya giriyorlar. otobüslerde, tam orta kapının karşısında genişçe bir bölüm olur ya, yanları demirle çevrili. şoför tarafa sırtımı vererek köşesine - ringe geçiyorum. boksör gibi duruyorum kenarda. yüzümü ateş basmış. ama meğersem bu ilk raundmuş, bilememişim. benim için kulakları sağır eden sessizliği, kaloriferleri harlanmış otobüsün yumuşak koltuğunda bilmem kaç dakikadır yolculuk eden başı kapalı bir hanım bozuyor.
+ ya ablacım, sen rahatsın tabi bizim soğuktan elimi....noluyo lan?
yakama yapışmış dört tane el görüyorum. "in ulan aşağı" diye bağırıyorlar bir yandan. arkalardan bir kaç kişi "atın şunu aşağı" diyor.
orta kapı açılıyor. itiyorlar beni aşağıya. halk seçimini yapıyor bir anlamda. sivil darbe. düşmüyorum ama hızlıca iniyorum aşağıya. duraktan hareket eden otobüsün kapısı kapanırken adam bağırıyor "ayı!" diye. ben de aynı şekilde cevap vermek istiyorum ama ... atalarımıza bir kere daha hak veriyorum: nush ile uslanmayanı etmeli tekdir. kötekte başka bir sefere inşallah. ama ben yok mu ben
bu olaydan sonra; o şoförü bulup sürdüğü otobüse binmek - bir ring otobüsünde nasıl olacaksa - en son durağa kadar gidip herkes indikten sonra yüzüne göz yaşartıcı sıkmak ve kafasını gaz pedalının altına sokmak gibi salakça bir plan yapmış olmakla, bu olayı kuzenime anlatarak tüm ailenin duymuş olmasına ve benimle "anlatsana hadi bi daha nasıl oldu nihohahah" diyerek dalga geçmelerine sebep olmakla kalıyor ve "ayı!" diye bağıran adama "koyun!" diye cevap vermemiş olmamın pişmanlığını yaşıyorum. biliyorum bu trajikomik olayda çeşitlki bünyelere zarar iletişim bozuklukları hatta çatışmaları içeriyor. Kim bilir belki de yürüyerek gitmem paralel evrende olayları daha farklı bir mecraya çekebilirdi. Tıpkı Star Trek'deki gibi. Şöyle ki efenim.
Efenim hikayemizin külminasyon noktasına kadar herşeyi biliyorsunuz. Keşke demek bazen, hatta bazen değil hep zehir gibidir derler. Keşke şu tıpı 2-3 sene önce görseydim de(en azından iletişim derslerini) bu süreç hiç yaşanmamış olsaydı. Kim bilir, belki o zaman bilirdim empatiyi, hoşgörüyü, alternatif düşünceyi ve birsürü zzırvalığı. Ve daha kibar bir dille anlatsaydım derdimi. "Arkadaşım da bekleye dursun" deseydim veya "Kasım soğukluğu dediğin nedir ki, millet Sibirya'da görev yapıyor" deseydim kendi kendime. Şöför de, Yolcular da böyle davranmazdı belki.
Hani derler ya
"Hoşgörü dünyanın en içi boş kavramıdır. aslolan hoşgörmek değil, görmemektir çünkü."
Asıl şöföre değil bunu diyen filozofa dalmak lazım.
Yazım fazla uzun oldu ama fazla oldu sanırım. Sürçü lisan eylediysem affola : )
bir trajedinin üzerinden ortam yaradarak fiyaka yapmaktan başka amaçları olmayan yazarımsıların kafasını kurcalayan tek şeyin kendilerinde bıraktğı vahim durumun yarattığı soru cümlesine aranılacak cevaptan başka birşey değildir. bırakın bu işleri. işiniz var gücünüz var. ya da yok. yine de bırakın.
aşkla veya herhangi bir duyguyla daha doğrusu hayatı nasıl zannetmekle zekayı ölçebileceğini zanneden yazarların yapmış oldun pardon sıçmış olduğu tespittir.
ki gerçeklik payı var mıdır tabii ki vardır.
ama yanlış payı daha da çoktur.
hayatı yaşadıklarımızdan çok hatırladıklarımızdır der gabriel. insanımız yani duygusal insanımızın tek yaşayıp da hatırladığı aşk olduğuna göre aşk ta kimilerine hayattır, kimilerineyse ölüm.
sevişmeyi ahlaksızlık diye nitelendiren sözde ahlak kurtarıcılarının saptamaya çalıştığı ve yaftaladığı kız çeşididir. duygunun bir zihinsel ve fiziksel faaliyet olmadığını bilmeyen bir yazarın kendi kendine yarattığı bir başlığımsıdır.
kızılcık sopasıyla dahi dövülmesi gereken gerzek çocuktur. ya da süper bir beyindir ve tecrübesi doğru yerde doğru zamanda bulunmasından dolayı tavan yapmış bir liselidir.
zengin görüşü
zengin sıçışı
zengin yoğurt yeğişi
ooo ne bu böyle her yaptığımızı yapacak mısınız arkadaş. gülüyoruz çünkü züğürtlerin çenesini eğmek keyfimizin en alası.
dincileri çok sevdikleri için çocuklarının adını şeriat koyan hayatımı kurataran asker arkadaşımın hala askerden gelmemesi halinde her sabaha karşı veryansın edilen cümle. ve de hergün için ona yazılan şiirimsiler.
yazamamayı geçtim bakamamaktır dert vay arkadaş. dert ki ne dert. keşke tek derdimiz bu olsa şekerler.
malum bu başlığı görürseniz sol framede önce bir irkilirsiniz ulan demokrasi de demokrasi, söz azadlığı da söz azadlığı hep dillerde. sizin de diyecekleriniz vardır belki. ki vardır. olmasa bile vardır. vardır, vardır. kesin vardır. siz de entari kasarak bir şeyler saçmalamak istersiniz belki. ama di gel ki, şahadet parmağınızın tıklamasından az sonra gözleriniz sözlüğün gri sayfasını aniden kırmızı bir backgrounda dönüştürüldüğünü beyine iletir. beyinden cevap hiç eksilmez ve hep aynıdır. hassiktir.
neymiş efendim bu da, siteye de, giriş de, engellenmiş de. olur mu canım öyle şey. hadi diyelim oldu. ha benden başka herkes yazıyor biliyorum ama yazamıyorum !!! çünkü yazdıklarını görüyorum. parantezdeki sayılar hızla artıyor ama ben o artışın içeriğini göremiyorum. yoksa cem yılmaz demişken siz bir tarikat, ben bir zavallı mıyım. amaaan her ne haltsa gece gece niye bu kadar saçmaladım onu da bilemiyorum.