From : Fırat Isık <service@BirthdayAlarm.com>
Reply-To : Fırat Isık <quaresma440@hotmail.com>
Sent : Friday, January 19, 2007 7:23 PM
To : yunus_kurt1987@hotmail.com
Subject : Birthday Book
| | | Inbox
Hi
I am building a birthday book for myself and would appreciate some quick help
from you. Just click on the link below and enter your birthday details. It's
easy and you can keep your age secret!...
şahsiyetine ne kadar çirkeflik ve insalık dışı suçlamalar yapısa da o "nereye gideyim ermenistan hayır başka bi ülke hayır ben vatanımdayım" dedi. türkiye için çalıştı. türküm dedi. yetimhaneler açtı. iyiklerle geçti kısa ömrü. ne soykırmı derlerse desinler. ama türkiye'nin geleceği gerçekten düşündürücü.
hep cennetin nerde olduğunu, nasıl gidileceğini araştırıp durduk. ansiklopedileri karıştırdık belki de yada sahteden namaz kılmaya başladık. ama uzaklarda ulaşılmaz yerde olduğunu sandığımız cennet çok yakınımızdaymış. 9ay boyunca cennetin yanındaymışız. ne diyor bu adam saçmalayamaya başladıdiye bir hisse kapılmayın. merak etmeyin size yalan yanlış fetva da vermeyeceğim. cennet denilen o esşiz , hiç bir dünyevi pisliğin olmayacağı, rabbinin eşsiz güzellikleriyle donattığı rüya alemi annelerin ayaklarının altında. kimilerinin hadi bea dediğini duyar gibi oldum. hiç kusura bakmayın onların rızası olmadan hiç birşey olmuyor.
türk sinema dünyasında dublaj hatalarında kullanılan kelimedir. yabancı bir film de fotoğraf çekme sahnesinde; peynir diyin seslenişiyle başlayan saçmalık tüm türkiye'yi sarmıştır.*
iti atsan evin içine mutfaktaki yemek lekelerini yalasa 6ay yemek yememekle beraber, banyoya girdiği anda kokudan zehirlenme tehlikesi geçireceği evdir.*
sonradan pişman olsam da oldukça sıradan bir hayat yaşadım. gözlerden uzak bir kasabanın tren istasyonunda bilet satıcısıydım. bütün gün "bilmemkaç trenine bir bilet alabilir miyim?" diyaloglarına yüzümde olabildiğince gerçekçi, ama sahte bir tebessümle karşılık verip bilet kesiyordum. sıradan yağmurlu bir gündü. önümdeki gazeteyi okuyordum. birinin "bilmemkaç trenine bir bilet alabilir miyim?" dediğini duydum ama bu seferki biraz farklıydı. alıştığım seslerin aksine dibi görünen billur bir şelale gibi kulağımı okşamıştı. açık kahverengi bir pardösü giymişti ve biraz daha açık renkte şapkasından sarı dışa doğru kıvrılmış saçları özenle çizilmiş bir portreyi andırıyordu. titrek ellerimle bir bilet kestim ve sanırım o gün, yani son gün hayatımda ilk defa yaptığım işten utandım. daha farklı bir işte çalışıyor olmak isterdim ya da onunla beraber o istasyonda tren beklemek ama gişe memuruydum ve kendim için bile sıradan ve dikkat çekmeyecek biriydim. trenin nereden kalkacağını sordu, ikinci perondan kalkacağını söyledim. peronun en sonuna kadar yürüyüp oradan karşıya geçmesi gerekiyordu ama tren raylarının üzerinden yürüyerek geçmeyi tercih etti. karşıya geçerken rüzgar şapkasını uçurup rayların üzerine bıraktı. o sırada gişeden dışarı çıktım. benim için iyi bir fırsattı, yaklaşan trenin önünden koşup korkusuz ve cesur bir şövalye gibi şapkasını rayın üzerinden alıp karşıya geçebilirsem belki bu sıradanlıktan kurtulup gözünde bir kahraman olur, aşkını kazanmabilirdim. karşıya doğru koşmaya başladım. son hatırladığım acımasız bir çelik parıltısı.
çok da iyi bir hayat sürdüğüm söylenemez dünyada. bu benim seçimimdi, içkiyi ve müziği severdim. tren istasyonunda çalıştığım sürece tom waits şarkıları dinler, en alt çekmecemdeki metal cep şişesindeki viskiden kimseye farkettirmeden bir fırt çekerdim. bir defa da meteliksiz işe dönerken kendime hakim olamayıp tekel bayiinin camını kırarak bir şişe köpeköldüren şarabı çalıp kaçmıştım ama param olduğu bir gece şarabın ve camın parasını kapının altından içeri atmıştım. cehennem garanti gibiydi anlayacağınız.
kendimi psikolojik olarak sıcağa ve ateşe hazırlarken beyaz giyimli bir görevli yanıma gelip kendisini izlememi söyledi. arkasından giderken nereye gittiğimizi sordum, "cennete" dedi. "kayıtlarınıza göre cehennemliksiniz ama aşk için öldüğünüzden cennete girmeye hak kazanmışsınız".
neyse girdim bi şekilde cennete. beyaz giyimli hatunlar karşıladı kapıda, sanırım bunlara "huri" deniyor. sonra bir ağacın altına oturduk. güzeldi herşey ama bir süre sonra oldukça sıkıcı gelmeye başladı. cennetliklerin isteklerini yerine getirmek için bekleyen görevlilerden birine usulca "dostum burada tom waits dinleme imkanımız yok mu?" dedim. cevap vermedi, sadece başını sağa doğru anlam veremediğim bir şekilde salladı. sonra "birşey daha sorabilir miyim, aramızda kalsın buralarda tekel bayii ya da ona benzer birşey var mı?" dedim. bu kez kaşlarını çattı ve hızlıca uzaklaştı.
bir kaç dakika sonra bir kaç görevli gelip beni kollarımdan tutup dışarı çıkardı. kapıda kırmızı elbiseli boynuzlu biri bekliyordu. gülümsedi ve "sigara ister misin?" deyip davidoff tuttu, bir tane aldım. sanırım ateş aramama gerek kalmayacaktı.
sonradan pişman olsam da oldukça sıradan bir hayat yaşadım. gözlerden uzak bir kasabanın tren istasyonunda bilet satıcısıydım. bütün gün "bilmemkaç trenine bir bilet alabilir miyim?" diyaloglarına yüzümde olabildiğince gerçekçi, ama sahte bir tebessümle karşılık verip bilet kesiyordum. sıradan yağmurlu bir gündü. önümdeki gazeteyi okuyordum. birinin "bilmemkaç trenine bir bilet alabilir miyim?" dediğini duydum ama bu seferki biraz farklıydı. alıştığım seslerin aksine dibi görünen billur bir şelale gibi kulağımı okşamıştı. açık kahverengi bir pardösü giymişti ve biraz daha açık renkte şapkasından sarı dışa doğru kıvrılmış saçları özenle çizilmiş bir portreyi andırıyordu. titrek ellerimle bir bilet kestim ve sanırım o gün, yani son gün hayatımda ilk defa yaptığım işten utandım. daha farklı bir işte çalışıyor olmak isterdim ya da onunla beraber o istasyonda tren beklemek ama gişe memuruydum ve kendim için bile sıradan ve dikkat çekmeyecek biriydim. trenin nereden kalkacağını sordu, ikinci perondan kalkacağını söyledim. peronun en sonuna kadar yürüyüp oradan karşıya geçmesi gerekiyordu ama tren raylarının üzerinden yürüyerek geçmeyi tercih etti. karşıya geçerken rüzgar şapkasını uçurup rayların üzerine bıraktı. o sırada gişeden dışarı çıktım. benim için iyi bir fırsattı, yaklaşan trenin önünden koşup korkusuz ve cesur bir şövalye gibi şapkasını rayın üzerinden alıp karşıya geçebilirsem belki bu sıradanlıktan kurtulup gözünde bir kahraman olur, aşkını kazanmabilirdim. karşıya doğru koşmaya başladım. son hatırladığım acımasız bir çelik parıltısı.
çok da iyi bir hayat sürdüğüm söylenemez dünyada. bu benim seçimimdi, içkiyi ve müziği severdim. tren istasyonunda çalıştığım sürece tom waits şarkıları dinler, en alt çekmecemdeki metal cep şişesindeki viskiden kimseye farkettirmeden bir fırt çekerdim. bir defa da meteliksiz işe dönerken kendime hakim olamayıp tekel bayiinin camını kırarak bir şişe köpeköldüren şarabı çalıp kaçmıştım ama param olduğu bir gece şarabın ve camın parasını kapının altından içeri atmıştım. cehennem garanti gibiydi anlayacağınız.
kendimi psikolojik olarak sıcağa ve ateşe hazırlarken beyaz giyimli bir görevli yanıma gelip kendisini izlememi söyledi. arkasından giderken nereye gittiğimizi sordum, "cennete" dedi. "kayıtlarınıza göre cehennemliksiniz ama aşk için öldüğünüzden cennete girmeye hak kazanmışsınız".
neyse girdim bi şekilde cennete. beyaz giyimli hatunlar karşıladı kapıda, sanırım bunlara "huri" deniyor. sonra bir ağacın altına oturduk. güzeldi herşey ama bir süre sonra oldukça sıkıcı gelmeye başladı. cennetliklerin isteklerini yerine getirmek için bekleyen görevlilerden birine usulca "dostum burada tom waits dinleme imkanımız yok mu?" dedim. cevap vermedi, sadece başını sağa doğru anlam veremediğim bir şekilde salladı. sonra "birşey daha sorabilir miyim, aramızda kalsın buralarda tekel bayii ya da ona benzer birşey var mı?" dedim. bu kez kaşlarını çattı ve hızlıca uzaklaştı.
bir kaç dakika sonra bir kaç görevli gelip beni kollarımdan tutup dışarı çıkardı. kapıda kırmızı elbiseli boynuzlu biri bekliyordu. gülümsedi ve "sigara ister misin?" deyip davidoff tuttu, bir tane aldım. sanırım ateş aramama gerek kalmayacaktı.
o sırada fonda everything goes to hell çalıyordu. *
evet onu özledik. onun dağın başında yanındaki yalamalarıyla show yaparken onlara, annelerine, ırklarına küfretmeyi özledik. şehitler de onu özledi. hatta hemen yanlarına bekliyor. apo'yla kısa bir hesapları var. belkide helallik alacaklar. belkide apo zebaniler eşliğinde ebediyet yuvasına ağır adımlarla ilerlerken, onlar ona son görevlerini yapacaklar.
edit:özür diliyorum herkesten. apo sıfatıyla şehitler kelimesini aynı cümlede kullandığım için. oyla kardeşim kötü oyla senin kardeşininde kafası bedeninden ayrı gelir merak etme. o zaman sana iğne iplik veririz. dikersn belki ya da imralı ya göndeririz ulu önderiniz diker.
yağmurun kıyısına oturup dalarken geceye, her bir yağmur damlası annen olur. yere düşen her damla kalbine dokunur ve sesiyle uyutur.
yağmur usulca diner sonra ve sis kaplar üstünü,annenin üstünü örttüğü battaniye gibi. sabah uyanırsın sapsarı bir güneş sana gülümser, ısıtır içini annen gibi. butun detaylarını gösterir odanın hayatı gösterir
çıkmak istersin dışarı koşmak isterin, güneşe sarılmak istersin. kalkamazsın yerinden iki adım atıp yere düşersin ve anneni kaybettiğin kazadan hatıra, tekerlekli sandalyen annen olur seni sımsıkı saran.
edit; oy için değil bu hayrıkışlar, sitemler. özlemim bunlar benim. *
türbanlı gezmek türkiyem de günah, medeniyetsizlik olmuş. popomuz açık gezince arkamızda bizi destekleyenlerin olması ne güzel. soyunmak harbiden sanat mış anladığım kadarıyla. belkide onun tamponunu ego tatmini olarak banyo da kullanıyoruz. acaba türban olunca orgazm olunamıyor mu. yoksa türbanlı yarışmacı almadılar mı. buzda dans adlı saçmalığın doruklarına ulaşan yarışmada.