Efemera
410 (örnek şahsiyet)
dokuzuncu nesil yazar 1 takipçi 52.21 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    nocebo

    1.
  1. kullanıldığında, bizi kötü yapacağına psikolojik olarak inandığımız yiyecek, içeçecek, ilaç gibi maddelerdir.
    2 ...
  2. altüst kimlikler

    1.
  3. - BEN -

    Hava sıcak.Hava sıkkın.Boğucu.
    Işıklar sönük. Çömez bir karanlık gözlerimi aç bırakıyor; tam dalacakken düşüncenin beyaz tüylü yumuşak koynuna, arkamdan seslenen küçük bir çocuk gibi alıkoyuyor beni yolumdan...
    Tül yalnız. Rüzgarsız. Boğuk şehirle aramdaki tek şey bu ince arsız tül; kolsuz, bacaksız, yüzsüz,ikiyüzlü ve ayrıca güvenilmez. Sakinliğinde ortak olurken bana;metresi olmaktan gurur duyduğu hayta rüzgarın, şiir bile denemeyecek iki satır sözüne her defasında aldanacak kadar da gurursuz ve şuursuz. O da yalnız bu gece.
    Duman simsiyah. Duman ağır.Tavandan geri dönüp üzerime çöküyor. Eziliyorum tonlarcasının altında. Neden bu kadar ağır ki? Sanki her nefes duman, içimden çıkarken, şimdi ağırlık bulduğu koyu parçaları da sökmüş benliğimden; beraberce merhaba demişler dünyaya. Aslında, belki de ezmek istemiyor beni, tekrar içime girmek tek amacı... Yeraltı şehrinin giriş yolu kapanmış; girememenin öfkesi ona bu rengini veren.Oysa Atlantis'i vaat etmedim ki... Kayıp şehir değilim ben,hiç olmadım ki..
    Tenim nemli. Ter kokmuyorum. Hiç kokmadım. Günlerce yıkanmadığım zamanlarda bile.Burnumu, bir kedi misali koltukaltıma sokuyorum, belli belirsiz bir ter kokusu giriyor içime.Biraz da olsa yaşadığımı anlıyorum.
    Tül hala yalnız. Yüz vermiyorum.Bir sigara daha yakıp hafifçe sağa çeviriyorum başımı.
    Yattığım yerden bir resim ilişiyor gözüme; hemen karşı binada,aydınlık odanın karşı duvarında.Al yanaklı, yazmalı bir köylü kızı. Gözleri küçük, gözleri kapkara. Gülmüyor kız.Ağlamıyor da. Baktıkça büyüyor gözle-
    ri, odasındaki aydınlık evren bozamıyor bu hedefine odaklanmış kara ışın hüzmesini...Pencereden dosdoğru gözlerime hücum ediyor; geliyor işte;sokağı geçip kahpe tülü deliyor, hemen burnumun ucunda durup yüzüme bakıyor. Her kıvrımımı inceliyor. Sevdiği adamın yüzüne bakan aşık bir kadın gibi. Daha fazla dayanamıyoruz;gözlerimiz birleşiyor...Sevişiyoruz...Boşalıyorum.Dudaklarımın kenarından ağzıma tuzunu bırakana kadar hareketsiz durup silmiyorum boşalmamın tohumlarını, gözyaşlarımı...
    Bir saksofon sesi.Uzun nefeslerin tınısı. Doluyor odaya. Baskın veriyor kulaklarım.Nefeslerin konuşan cümleleri bunlar; bazen hüzünlü bazen sevinçli; at kuyruklu küçük bir kız gibi, heyecanlı ,karanlık ağılından çimenliklere koşturan kuyruğu dik dişi bir at gibi...
    Kimin çaldığını bilmediğim;hangi binanın neresinden geldiğini hiç merak etmediğim bu saksofon sesi; 'ben geldim' diyor, zili çalmadan. Her zamanki gibi aniden giriveriyor hayatıma.Ansızınlığı ve arsızlığı kadar duygusal belirsizliğini de deneyimlemek,kendi odama ortak etmek, gelişi gibi gidişine de dur diyememek! Karanlık bir hücrenin kapısının altından aniden içeri sürülen iki kap yemek gibi..
    Bu şehre,bu sokağa;bize ait olmayan bu ses;artık hiç de çiğ gelmiyor bana..Dünyanın herhangi bir yeri ve veya yerinde olabilirdi bu oda artık.Yeter ki bu ses, bu dekorun müziği olsun.Hep çalsın.Ben yemek yerken, uyurken, sızarken, sızlanırken..Ama o zaman değerini yitirmez miydi? Yititrir miydi,herşey gibi?
    Tül hala yalnız.
    Saksofon ve köylü kız; gözleri,ben ve duman.
    Sokaktan gelen topuklu ayakkabı sesi! Prensesi kıskanan cadının iğnesi gibi batıyor..Tak! Tak! Tak! Tak! Yattığım yerden kalkmadan,göremeden görüyorum kadını.Kırmızı bir ayakkabı,ince uzun topuklu. Tek parça bir elbisenin altında ezilmeden belki ezilmemek için varlığını kusuyor dünyaya, haykırıyor hırsını kendini beğenmişliğinin: Tak! Tak! Tak!
    Saksofon sustu..Aniden..
    Kim bu çalan?


    -- O VE AYNA --

    Gece sıkkın..Hava gibi.
    Sanki,bu gece dünyanın geleceğini değiştirecek birisi doğacak..Keşke!!Saksofonu yerine koydum;her zaman elime aldığım gibi;aniden ve tereddütsüzce..içimde haykıracak nefes kalmamıştı...Nefesler, nedense söz olmaktan uzaktı bu gece...
    Sokaktan gelen takırtıyı duyan başka birisi var mıydı? O halde;''Bir selam ona gönül dağlarından''...
    Gardrobumu açtım..ilk beğendiğim elbiseye uzandı elim.Kırmızı.ince askılı.Giydim...Rujumu sürdüm.
    Bir bardak daha koydum masaya.Şarabım bir tek bana yeterdi oysa...
    Aynada uzun uzun kendime baktım...Deli dolu şarkılar mırıldandım...
    Sarhoş oldum galiba ;çünkü ağladım..
    Bütün kızlar da benim gibi miydi acaba..Ağlamalarına bahane olsun diye mi içerlerdi..
    'Ayna ayna güzel ayna; söyle bana! Benden daha kederlisi var mı bu dünyada?''
    Ayna konuştu;
    --çok kederlisin...
    --Sağol.
    --Ama en az senin kadar kederli biri daha var bu dünyada!
    --Olamaz! Olamaz! Bana onun kim olduğunu söyle! Ellerimle ciğerlerini parçalamak tek arzum...
    --Dur! Sakin ol biraz! Sen cadı değilsin ki! O da pamuk prenses değil!
    --Haklısın.Biran kaybettim kendimi.Ama benden daha hüzünlüsü varsa eğer,neden evde geçirdim ki bütün vaktimi bu gece? Bilsem çıkardım, eğlenirdim, tutmazdım bu şehrin hüzün nöbetini. Şimdi ağlayacağıma sabah ağlardım,herhangi birini evden yolladıktan sonra...
    --Ah bitanem ah!! Öyle güzelsin ki;çatlamak istiyorum orta yerimden.Eskiden daha kolaydı işim.Güzellik sorardı hüzünlü güzeller.Şimdiyse hüzün sorar oldu,güzel hüzünlüler!
    --Ayna ayna;söyle bana,sen kimsin! Kimsin ki beni yargılıyorsun! Sen ben misin yoksa? Yok musun aslında.?Yoksa çok mu içtim ben?
    --Haydi git,uyu biraz..Battaniyenin altına gir;üşüme sakın! Sabah herşey daha güzel olacak...Güven bana...
    --Yalan söylüyorsun!
    --Belki.Ama uyuman lazım şimdi.Sakın kimseyi arama..Hiçbir erkeği....Anneni bile!Yat ve uyu sadece!...
    --Peki...Peki...Ama söz verir misin bana, sabah herşey daha güzel olacak diye?
    --Yalnızca yat ve uyu...
    --Bak söz veremiyorsun işte..Hepiniz yalancısınız..
    --Yalan senin içinde...Gerçekleri neden yalan olarak görüyorsun...
    --Bana güzel birşeyler söyle bari...
    --....
    --hadi;bekliyorum
    --...
    --Bak! Artık yalan bile söyleyemiyorsun..
    --Haydi;git uyu! Uyu artık! Uyu... Yoksa bitmez bu hikaye...

    edit:imla.
    0 ...
  4. kocasına içkime karışamazsın diyen kadın

    1.
  5. dini inançlarından dolayı, neden içki içen kadına evlendiği sorulası adamın durumu...
    1 ...
  6. okan bayülgen in gözlüğü

    1.
  7. 30 kupona gazeteden alınmıştır.
    0 ...
  8. en uzaktaki kitabın son cümlesi

    1.
  9. bulunulan yere en uzakta bulunan kitabın son cümlesidir.mesela;son...
    4 ...
  10. cin con con

    1.
  11. galatasaray spor klübünün diğer adıdır.
    edit:ovvvv, amma cin con lu varmış, eksileri uçuca eklesen buradan çemişkezek'e ulaşır.
    7 ...
  12. misantrop

    1.
  13. insanoğlunu sevmeyen insandır. Ama, içindeki bu soğukluğu dışarıya şiddet olarak sunmaz. açıklamasından çok daha derin anlamları ve iç dünyada evrilen bir görüş olması açısından, buna görüşe sahip insanı kolayca yaftalamanın ve kalıba sığdırmanın haksızlık olacağı aşikardır.bu düşünce ve davranış şekline sahip insan, asosyaldir. Kendi iç dünyasında, çoklu bir evren yaratır. diğer insanlardan kaçar. kendinden bildiği duygu ve düşüncelerin yozluğu, buna sebep olabildiği gibi, kendini temiz tutmak güdüsünden kaynaklı gizli bir kibir de bunun sebebi olabilir. 3 cilt kitap yazılabilir bu konuda.
    1 ...
  14. düşler dedeler ve fareler

    1.
  15. 'Önce sola, sonra sağa ' dedi ses... 'Şimdi dur, bekle, şimdi sola devam et, hah gördün mü? işte orada.'
    Dedesinin sesiydi bu. Açlığını doyuran, karanlık gecelerde anılar anlatan, büyük büyük dedeleri Şahbaz'ın tam dört eşkiyayı alt edip tepelerine işediği efsaneyi kelimesini değiştirmeden onlarca defa ezberinden okur gibi hafızasına işleyen de bu sesti.
    Karnını doyurup odasına döndüğünde, abisinin yüzüne bakmadı. Köşesine gitti ve her zamanki gibi duvara dönüp yattı. O bunları yaparken, yaptığı işe birkaç saniye ara verip onu izleyen abisi tekrar işine dönmüştü bile.
    --Eee, doyurdun mu karnını bakalım?
    diye sordu , cevap gelmeyince kendi kendine cevapladı sorusunu büyük kardeş.' Her zamankindendi, ne eksik ne fazla. Ama yedikçe daha da açıktırıyor kahrolası.'... Sonrasında ise ,saman saplarından yaptığı örgüye bir halka daha ekledi. Saman işlemeyi dedesinden öğrenmişti. Dedelerini, onca hikayenin anlatıcısı, bazen kahramanı olarak duyan kardeşinin aksine, henüz hayattayken kanlı canlı gören bir tek o kalmıştı. Henüz kardeşleri doğmadan önce ölmüştü dedesi;bir sabah aniden öldüğünde, anne ve babası da hayattaydı o zamanlar. Babası günlerce yemek yememiş, annesi kırk gün kırk gece tek kelime etmemişti. Sonrasında, annesi kanserden , babası aids'ten, diğer kardeşleri ise ne idüğü belirsiz bir hastalıktan öldüğünde o bakmıştı dedesinin adı verilmiş küçük kardeşine. Dedesinden dinlediği hikayeleri anlatmıştı her gece ona. Can sıkıntısıyla başetmeyi, boyu bir karışı geçmeyen duvarlarla çevrili yollarda yönünü bulmayı öğretti sonrasında. Dedeleri gibi hayatta kalmanın yollarını aktardı diğer kuşağa. içinden gelen bir sesle, öğrendiklerini öğretti küçük kardeşine.
    Dedeleri, aralarında dışarıyı gören tek kişiydi. Üç fare ömrü yaşamış bu koca ihtiyar, öldüğünde tam 23 çocuğun ve 155 torunun dünyaya gelmesine vesile olmuşken, gördüğü onlarca doğum yanında bir o kadar da ölüme şahit olmuştu...Dedeleri kördü. Buraya düştükten sonra kaybetmişti gözlerini. Öz tecrübesini, sayısız dölünden hayatta kalan bu son birkaç torununa,'Bu kadar çok yaşamı ve ölümü siz de kendi gözlerinizle görseydiniz, kör olmak sizin için de bir lütuf olurdu' diyecek kadar bilgece aktarmaya çalıştı. Gençliği, özgürlüğün rüzgarında geçmiş biri olarak, hapis hayatının canı boğazdan çıkaracak kadar ruh sıkan durgunluğunda, sıkıntısını altlarına halı niyetine serilmiş saman tanelerini işleyerek bertaraf etti. Büyük oğlunu kaybettiğinde, saman çöplerinden kocaman bir kedi yaptı. Ortanca oğlunu kaybettiğinde içinde uyunabilecek kadar büyük, iki penceresi ve giriş kapısı olan kocaman bir kulube yaptı... Gözlerini kör eden hastalık bacağına yayılıp da bacağını tam orta yerinden kestiklerinde ise bu yoksunluğu bastırmak için küçük bir atlıkarınca yapıp koymuştu orta yere. Dönerken ses çıkarmayan gerçeğinden hiç bir farkı olmayan tamamı samandan devasa bir çark ise, ölen son kardeşinin acısını dindirmeye ancak yetmişti. Son şaheserinin yarım kalmasına sebep olan ölümü, ona birkaç gün sonra uğramış olsaydı, tarihin görüp görebileceği en büyük (saman) heykel kendi ayakları üzerinde dikilmiş olacaktı. Talihsiz bir kararla, heykelin kafasını ve ayaklarını sona bırakmış olması, onun ani ölümünden geriye kalan heykelin bitmiş gövdesine bakan herkesin, bu şaheserin tamamlanmış olsaydı alacağı son şekli anlamasına engel oldu ne yazık ki....

    Işık yandı. Zil çaldı. Büyük kardeş kapının önünde yerini aldı. Kapı açıldı,büyük kardeş uzun koridorda koşmaya başladığında, arkasından kapanan kapının sesi yankılandı duvarlarda.
    Aynı ses, Küçük kardeşi uykusundan uyandırdığında vakit akşam olmuştu... kıvrıldığı köşeden ayağa kalktı. Biraz önce gördüğü rüyanın etkisiyle başını iki elinin arasına alıp düşünmeye başladı.'Yemek yemeyin. Elele, sıkıca destek olun birbirinize...kurtuluş, çok yakın size...' demişti yüzünü daha önce hiç görmediği dedesi; uzun beyaz bıyıkları gözlerinin karasını gölgede bırakırken aynı zamanda kocaman bir peynir dağının tepesinde dikilip arkadan vuran dolunayın aydınlığından uzanan gölgesi ufaklığın gözlerini körleştirmişti.
    'Ümidim yok. Dışarısı uzak bir cennet, Hiç varolmayan bir dünya. Ümit etmek, açlığın ta kendisi zaten ' demişti ufaklık kocaman kara gözlere bakamadan, korkarak başı öne eğik bir halde.
    'Ümit nedir anlatamadım size hiç. Ümit kediyi aslan yapar, adamı şah, çocuğu kahraman..' demişti dedesi altında yatan peynir dağı göklere doğru yavaş yavaş yükselirken...
    'Peki' demişti ufaklık sadece 'peki.'; kendinden daha büyük daha anlam dolu bir cevap verdiğinden bihaber.
    Kapı açıldı, abisi girdi içeriye. 'her zamanki boktan peynir' diye söylenerek.
    'dedemi gördüm. rüyamda'
    'Yine mi.' dedi abi. Gitti oturdu orta yere.
    Başını kaldırmadı küçük kardeş. Abisinin sesindeki bu alaycı vurguya alışmış olsa da, her zamankinin aksine bu kez herhangi bir mücadele isteği duymadı. Abisi de şaşırdı bu duruma, kardeşini kırmış olmanın endişesiyle konuyu değiştirmek istedi ve koca göbeğini yattığı yerden sıvazlarken anlatmaya başladı;
    'Bilir misin ufaklık. Şahbaz dedemizin birinci kuşak torunu, Tengir ağa la-
    kaplı Obur dedemiz, tam tamına bin iki yüz kırk üç peyniri işlemiş aile defterine. Bunun tam bin elli üç tanesi, ulu heyet tarafından kabul görüp imza altına alınıp mühürlenmiş. Velhasıl, rahmetli dedemizin de öldüğü büyük tufanda kaybolmuş bu kara defter. Hey gidi be. Damarlarımızdaki kanın asaletine bakar mısın?En ala, en paşa insan dediğin mahluk bile ömründe bu kadar çeşit peyniri ömrünce yemezken hem de. '
    Abisinin anlattıkları, uyuşmuş beyninde, peynir kovuklarında yankılanan
    ağız şapırtıları gibi yankılanırken, bütün bedeninin gözlerinin ağırlığı altında ezildiğini hissetti. Yemek ve uykunun bedava olduğu bu yerde en ucuz alışverişine çıkıyordu yavaş yavaş. Ucuz rüyalarının bedeli ise guruldayan bir mide ve rutinin kölesi olmuş bir benlik ile uyanmak oluyordu.
    Dedesinin karşısına oturdu muğlak düşünde. Dedesinin elleri bir saman balyası üzerinde gözle takip edilemeyecek kadar hızlı hareket ederken, her zamanki korkaklığıyla sordu;.
    --ne yapıyorsun dede?
    Cevap gelmedi.
    --Ne yapıyorsun dede?
    Dede suskunluğunu bozmazken, hızla hareket eden elleri durdu aniden. Bu ani duruş, ufaklığın gözlerini, dedesinin ellerinin altında samandan şekil bulmuş kocaman peynire kaydırdı.
    --Bu da nereden çıktı. Samandan peynir mi yaptın?Ama bu gerçek gibi duruyor.
    Elini uzattı ufaklık, aynı anda sert bir şaplak indi elinin tersine.
    --Sen haketmedin bunu. iradeni ispatlaman lazım. Sabrını göstermelisin bana.
    --Ama nasıl?
    --Yemeyeceksin. Denileni yapmayacaksın. Asil bir soydansın sen. Soyuna ihanet etme...
    --Ama ölürüm o zaman.
    --Ölmezsin. Ölmeyeceksin. Hem ölsen de, ölmek kurtuluştur bazen!
    Bir el dürttü ufaklığı sırtından. Aynı anda açılan gözleri, her zamanki noktasıyla buluştu tavanın. Başını çevirdiğinde, abisini gördü.
    --Dedemizi gördüm. Rüya değil sanki gerçekti.
    dedi abisi heyecanla.
    Samandan yapılmış peynirin, ne kadar gerçekmiş gibi göründüğünü anlatan abisine, aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü söylemedi asla.
    Abi ve ufaklığın, aynı rüyayı görme durumu günlerce devam ededursun, birkaç gün sonra karnını doyurup odaya girdiğinde, uzun uzadıya düşündüğü şeyi dile getirdi ufaklık;
    'Yememeliyiz!'

    ---------

    ( birkaç sene sonrası, bugün)

    'işte burası' dedi şöför, 'Siz de mi dava açacaksınız' diye sordu, aynadaki gözlerini arkada oturan kadının gözleriyle buluşturarak.'Bir saat önce baş-
    ka bir çifti daha getirmiştim de.'
    Cevap gelmedi. Arkadan uzanan elin sahibi sinirlice uzattı parayı.
    --Üstü kalsın!
    Önce adam indi sonra kadın.
    'Geçmiş olsun' diye seslendi şöför kapı yüzüne hızlıca kapanmadan hemen önce.
    'Patavatsız herif' diye söylendi adam, 'şu insanlar özel şeylerini şöförlere neden anlatırlar ki...'
    ikisi birlikte, hatıra fotoğrafı çektirir gibi önünde durdukları levhayı okudular seslice: 'Dost Hukuk Bürosu. Kat 2'
    Bekleme salonunda, bir çift daha bekliyordu. Ayakta duran diğer başka bir çift ise, sekreterin masasında bazı evraklar imzalıyordu.
    Bach'ın ardı ardına çalan eserleri eşliğinde, okunmaktan kenarları kıvrılmış dergilere daldılar her ikisi de, böylece sıranın onlara gelmesi için gereken tam tamına otuz beş dakika kırk üç saniyenin nasıl geçtiğini farketmediler bile.
    Kadının ismi söylendiğinde önce adam kalktı ayağa. Adam, karısı bir adım gerisinden onu takip ederken odaya ilk adımını attığında, kendileri için sıradışı ve önemli olan geliş sebeplerinin , geniş ve derin masanın arkasında oturan avukatın gözlerinde gördüğü yorgun sıradanlıkta kaybolduğunu ve dahası evden çıkarken içinden fışkıran coşkunun birden bire önemsizleştiğini hissettiğinde, bir an duraksadı...Dahası, buraya gelmeye karar veriklerinde, kapıda karşılanacaklarını, en azından bekletilmeden görüşmeye alınacaklarını da ummuştu adam. Onu bu karar anında, eve geri dönmekten vazgeçiren tek şey ise , bekleme salonunda okuduğu dergide gördüğü on altı metrelik yelkenli olmuştu. Adını bile koymuştu alacağı gemiciğin, 'umut'.
    'Hoşgeldiniz'dedi avukat, tüm yorgunluğuna ve sıkılmışlığına rağmen içten bir sesle; ayağa kalkarak ve gülümseyerek ellerini sıktı.
    --Hemen konuya girelim. Sizin de anlayış göstereceğiniz üzere bir hayli yoğunuz.
    Evden çıkmadan önce anlaştıkları üzere, adam başladı konuşmaya. tüm konuşmayı kendisinin yapacağı ve muhatap alınması gereken gerçek kişinin kendisi olduğu mesajını veren bir ses tonuyla konuşmasına giriş yaptı.
    --Bizim tek kaygımız ve şartımız, gizlilik. Eşimin adı kesinlikle basına yansımamalı. Eşimin işi çocuklarla ilgili. Yani, insanlar çocukları söz
    konusu olduğunda oldukça evhamlı oluyorlar. Zaten toplu bir dava olmasaydı asla başvurmazdık. Gazetedeki toplu dava ile ilgili ilanınızı
    görünce karar verdik.
    ''Amacımız da bu zaten' dedi avukat, bütün gün duyduğu buna benzer kaygılı sözlere refleks halini almış cevabını verirken. Bu arada mimiklerini de ustaca kullanmayı ihmal etmedi; önce kaşlarını yukarı kaldırdı sonra hızlıca ait oldukları yere indirdi onları;'Amacımız, aynı mağduriyetten muzdarip insanları biraraya getirip herbirinin tekbaşına yapmaya cesaret edemeyeceği ve tekbaşlarına elde edemeyecekleri hukuki başarıyı kazanmak.'derken de ağzını büzüp başını sallayarak inandırıcılığını perçinledi. Sonra başını hafifçe yana çevirip adama baktı, devam etti konuşmasına;'' Bu süreçte davacıların kimlikleri kesinlikle gizli tutulacaktır. Bunun için ayrıca mahkeme emri çıkardık sayılır. Ben ve bu davada vekalet alan birkaç arkadaşım bütün bu dava sürecini bizzat ele alıp her aşamasını kendimiz yöneteceğiz. Sizin ve diğer davacıların mahkemeye gelmesine gerek bile kalmacak. Zaten, davalı firmanın anlaşma yoluna gitmesini büyük bir olasılık olarak görüyoruz.''
    --Anlaşıldı.
    dedi adam. Karısına baktı bir müddet. Kadın, gözlerini, ardına kadar açık
    pencereden görünen mavi gökyüzüne dikmiş, konuşulanları duymuyordu bile.
    -Yalnız daha öncesinde, size sormam gereken şeyler var. Prosedür gereği.
    --Tabii ki dedi adam.
    Avukat ilk defa kadına doğru dönerek konuştu. Kadının bakışlarını ve da-
    hası ilgisini üzerinde toplayabilmek için birkaç kez kuru ve boş bir sesle öksürmesi gerekti sonrasında.
    --Ne zamandır bu ilacı kullanıyorsunuz ?
    'Bir sene' dedi kadın,'geçen ay itibarıyla tam bir sene oldu.'
    Avukat, biraz geriye çekilip kadını süzdü. Karşısında oturan, ince yüzlü,
    narin sesli, omuz başları giydiği elbiseyi delecek kadar sivrilmiş bu zayıf kadına baktı.
    --Tam olarak kaç kilo verdiniz?
    --elli sekiz. Ve hala veriyorum.
    --ilacı ne zaman kestiniz.
    --Geçen ay.
    Bir süre sessizlik oldu. Sessizliğe sebep, kocasının çoktan alıştığı ama
    avukatın ve yanında dikilen yardımcısının duyar duymaz içini acıtan ağla-
    maklı ses tonu oldu. konuşmayı bir angarya gibi görüyordu sanki.
    konuşmak için öyle isteksiz ve yorgun görünüyordu ki bu kadın, onun sesindeki bu çaresiz acı, sanki hemen oracıkta can verse, son sözleri gibi çıkıyordu ağzından.
    --Biz çocuk yapmak istemiştik. Ama kilom buna müsaait değildi. Sonra bu
    ilaç çıktı. Bir iki arkadaşım kullanmıştı. Birkaç ay içinde oldukça kilo verdiler. Halbuki onların tek derdi biraz zayıflayıp daha güzel görünmekti.. Benimse tek dileğim bir çocuk sahibi olmaktı.
    --Reçete ve ilaç küpürleri?
    ''Yanımda'' dedi adam, avukatın tekrar kendisine dönmesini sağladı böylece;çantasından, özenle hazırlandığı belli, kahverengi karton kapaklı,gıcır gıcır bir dosya çıkardı.
    Avukat hızlıca bir göz atıp incelemesi için yanında dikilen kişiye verdi.
    --Peki şikayetleriniz ne zaman başladı.
    Kadını, süzüldüğü göklerden tekrar odanın ortasına çağırdı bu soru.
    --Altı aydır.
    --Ne tür şikayetler?
    --Uyuyamıyordum.
    --Uyuyamamak mı yoksa uyumak istememek mi?
    --ikincisi
    dedi kadın, kuru bir sesle.
    --Lütfen biraz daha ayrıntı verin

    ---------------------
    'Yememeliyiz!'
    Kardeşinin her yemekten sonra sunduğu bu öneriyi, tokluğun verdiği cesaretle reddeden abisi, kardeşinin ısrarcılığını önceleri onun hapis hayatını kaldıramamasına bağlasa da, ancak çok sonraları anlayabildi bu sözün ardında yatan gerçeği.
    'Yememeliyiz.'
    --Sen ne saçmalıyorsun!
    diye sordu birgün ciddi ciddi; ufaklığın bu kararlı tutumuna içten içe duyduğu saygının etkisiyle.
    --Anlamıyor musun? Çözüm oldukça basit, buradan kurtulmak için tek yapmamız gereken bu!
    --Yememek?
    --Evet!
    --Ama o zaman ölürüz şapşal!
    -Ölüm en güzel kurtuluştur bazen.
    --Saçmalama, yaşamak bizim türümüzün tek amacıdır. Biz yemek için yaşarız.
    --Tamam işte, ben böyle yaşamak istemiyorum!
    O gece, dedelerinin dedesinin dedesi olan Şahbaz Ağa'yı gördü her ikisi de. Aynı anda, aynı şekilde göründü ak bıyıklı, kömür gözlü, uzun kuyruklu Şahbaz.
    ''Yemeyin! El ele tutuşun! Ümit edin!Asla yemeyin! ' dedi, ardından birer tokat çaktı her ikisine de, fırtınalı havada kara bulutlardan çakan şimşek gibiydi bu tokat.
    Onları uykularından ve yaşadıkları hayattan uyandıran bu tokat, şiddeti açısından her ikisi için aynı olsa da, yansıması her ikisi için de farklı oldu.
    ''Burası bir fare kapanı. iki ucu boklu değnek gibi burası. Yedikçe tembelleşiyoruz. Tembelleştikçe köleleşiyoruz. Köleleştikçe yine yiyoruz. ' dedi büyük kardeş sıradan uykunun basitliğine ters düşen bir bligelikle.
    Ufaklık boş boş bakarken abisine, biraz önceki cümlelerini kelime kelime tekrar etti abisi;''Burası bir fare kapanı. iki ucu boklu değnek gibi burası. Yedikçe tembelleşiyoruz. Tembelleştikçe köleleşiyoruz. Köleleştikçe yine yiyoruz. '
    'Bu dediklerinden birşey anlamıyorum . Tek anladığım ve söyleyebileceğim şey, Büyükbüyük Dedemizin dediği gibi yemememiz gerektiğidir...' diyebildi küçük kardeş.
    'O halde! Yemiyoruz! Sakın yeme kardeşim!'
    Ertesi gün zili çaldığında, her zamanki gibi ilk önce büyük kardeş çıktı kapıdan. Kapıdan çıkar çıkmaz durdu, bekledi. Zil çalan midesi, ayaklarına -yürü- emrini verdiği halde, yürümedi. Bilindik duvarların çevrelediği yolun başında öylece durdu. Ve kapı ,o karnını doyurmadığı halde tekrar açıldı. içeri girdi. Meraklı gözlerle bakan kardeşine güven veren gözlerle baktı.
    Zil çaldı, sıra kardeşe geldi..Yürümedi duvar boyunca. Yemedi.
    Bu iradenin dışavurumu, tam on gün boyunca devam etti. Aç geçirildiği için diğer eski sıradan günlerden çok daha uzun ve yavaş geçen sonraki on gün; her gece gördükleri rüyanın verdiği irade gücünün, hayat felsefeleri olan yemek dürtüsüyle midelerinin engin meydanlarında kıran kırana muharebesiyle geçti. On gün boyunca birbirinden nefis birbirinden lezzetli peynir parçaları yenmedi.
    Onbirinci gün, odanın kapısında el ele tutuşan kardeşlerin üzerine bir insan eli uzandı..
    Ertesi gün, beyaz gömlekli, kel kafalı, gözlüklü bir adamın kucağındayken, flaş denilen onlarca ışık patladı kara gözlerinde kardeşlerin.
    Bir sonraki gün, her gazetenin kapağını aynı manşet ve aynı fotoğraf süslüyordu; gülen bir bilimadamı ve omuzunda iki fare.
    Fotoğraftaki adamın gömleğinin beyazlığı, farelerin gözlerinin karalığını bastırırken, sevinci yüzünden okunan bilimadamının aksine ,gözü kara olmanın zaferini kutlayan farelerin sevinci farkedilmiyordu bile. Onlar sadece ve sadece iki fareydi, o kadar. Bilimadamının insanlık için yaptığı bu büyük buluş için kullanılmış iki adet fare; iki adet ayrıntı.
    Manşet ise okuyan herkes için çok net ve anlaşılırdı: ' Obezite bitti. Yemek dürtüsü, isteyen için artık tarih oldu.'

    -------------
    Kadın, ani bir hareketle güneş gözlüğünü çıkardığında kırmızının en asil uykusuzluğu göründü gözlerinin beyaz olması gereken yerlerinde. Bir
    müddet cesurca gözlerini sergileyen kadın, güneş gözlüğünü tekrar takıp başını açık pencerenin ardındaki gökyüzüne çevirmişti ki; avukat saatine baktı ve süreci hızlandırmak için odaya sinmiş drama kokusunu süpüren bir hareketle ayağa kalkıp pencerenin perdesini içeri ışık sızmayacak şekilde bir uçtan diğer uca kadar çekti. Yerine oturup konuşmaya devam etti,
    --Bugün sizin gibi en az otuz kişiyle konuştum. Hemen hepsi şu ana kadar sizin söylediğiniz aynı şeyi söylediler. Yani yaşadıklarınızı ayrıntısıyla bi-
    liyorum ama herhangi bir yanlışlığa yol açmamak için bunları sizden açık
    ve net bir şekilde duymam gerekiyor
    Hiç de ayrıcalıklı olmadıklarını hatırlatan bu son çıkış adamın canını iyice sıksa da, sıradanlığa ve basitliğe ister istemez alışmak zorunda kalmış ki-
    şiliğinin iç sesi, ona yelkenlinn kıç bahçesinden sunduğu görüntüler eşliğinde biraz daha sabretmesi için telkin vermeye başlamıştı bile.
    'Hadi' dedi adam, karısına dönerek. 'Hadi' dedi adam tekrar.'Hadi'.
    Kadın, perdesi çekilmiş pencerenin ardındaki gökyüzüne bakan yüzünü çevirdi sonunda.
    --Uyumaktan korkuyorum. Çünkü;kabuslar görüyorum.
    --Ne tür kabuslar?
    --Büyükdedemi görüyorum. Bazen olduğu gibi
    görünüyor. Bazen de, nasıl desem, yarı insan yarı fare şeklinde.
    Avukat yanında dikilen, küçük hissedarı olmaya aday çalışanına doğru çevirdi başını. Bir kişi daha bulmuş olmanın sevinç dolu bakışıydı bu.
    --Devam edin lütfen.
    --Her gece, görüyorum onu, dedemi. Bana yemek yememem için bağırıyor. Küfrediyor. Bazen dövüyor beni. Her sabah kan ter içinde uyanıyorum. Eskisi gibi yemek bir yana, doktorum bedenimin temel ihtiyacını bile karşılayamadığımı söylüyor. Haytta kalacak kadar bile yemek yiyemiyorum artık.
    --Tıbbi yardım aldınız mı?
    --Bir aydır psikolojik destek alıyorum. Ayrıca ,doktor tavsiyesi üzerine iştah açıcı şuruplar ve başka bir takım haplar kullanıyorum. Bunlar ise acımı daha da arttırıyor. Olumsuz sonuçlanan bir yeme isteğinden başka birşey hissettirmiyorlar.
    --Peki. Bu kadar yeterli.
    dedi avukat kadının sözünü keserek. Ayağa kalkıp iki yana açtığı kollarını
    usta bir hamleyle onları hem uğurlamak hem de hoşçakalın demek için
    kullanıp kapıya doğru sürüklerken.
    --Bundan sonrası bizim işimiz dedi, ilk defa konuşan diğer avukat.'Doldurulması gereken bazı evraklar var. Sekreter hanım size bu konuda yardımcı olacak.'
    Tekrar el sıkıştılar.
    Kadın kapıdan çıktığında, ondan birkaç adım geride kalan adam, avukata
    sokulup kısık bir sesle sordu
    --Eee, son birşey daha...
    --Buyurun.
    --Ne kadar alabiliriz sizce?
    --Şu an için söylemesi zor. Bu biraz da kaç kişinin başvuracağına bağlı. Ama en azından kişi başına 300 bin ile bir milyon arasında bir rakam olacağını tahmin ediyoruz.
    Teşekkür etti adam, ağzının kulaklarına ulaşmasına sadece birkaç santim kalmıştı.
    'Birşey daha! ' dedi, çıktığı kapıdan geri girerek,'şu çocuk olayımız, bizi diğerlerinden daha avantajlı duruma getiri mi? Tazminat miktarı konusunda?'
    --Olabilir
    dedi avukat.
    Tekrar teşekkür etti adam. Kapıdan bu sefer geri girmemek üzere çıktığında, önünde yürüyen karısının, evlendikleri zaman bile bu kadar seksi görünmeyen, vücuduna oranla daha dolgun ve şekilli duran poposuna baktı. Bir taşla iki kuş vurmak bu olsa gerekti.
    Evrak işi bittiğinde, karıkoca evlerine gitmek üzere ilk çevirdikleri taksiye bindiler. Adam, yelkenlisiyle çıkacağı mavi turun rotasını aklında şekillendirirken, kadın başını pencereden dolan güneşe çevirmiş ve ancak bahar aylarında bu kadar berrak görünen gökyüzünün maviliğinde hiç bilmediği limanlara çoktan demirlemişti bile.

    Aynı anda, taksi tekerinin üzerinden geçtiği bir logar kapağının birkaç metre altında, şehrin merkezinde ama şehrin insanlarının yaşamadığı derinliklerdeki bir yerde, bizim ufaklık ,sırtını sıcak bir gider borusuna dayamış, bir elinde tuttuğu armudunu yerken diğer eliyde tuttuğu kitabı okumaktaydı. 'Fareler ve insanlar.'
    Az sonra kitabın kendiliğinden yavaşca kapanıp kibarca yere düşmesi, ufaklığın uykuya daldığının belirtisi olacaktı. her zamanki gibi rüyasında dedesini görecek olan ufaklık, dedesinin bir süredir her rüyasında yaptığı gibi; 'Ye ulan ye! Bir daha mı geleceksin dünyaya. Ye, iç, yat!Kitap da oku ama!ruhunu da doyur !' diye bağıran sesi ve aynı anda atacağı tokadın şiddetiyle uyanıp, karşı konulmaz bir açlık hissedecekti hayata dair.
    2 ...
  16. halil sezai paracıkoğlunu çekememek

    ?.
  17. Çekilecek bir yanı olmamasındandır.
    4 ...
  18. sevgililer günü yalnızlıktan utanıp offline olmak

    1.
  19. Başlığın doğrusu şu olacaktı: Sevgililer gününde yalnız demesinler diye offline görünmek.
    Mahalle baskısının, 'millet ne der, konu komşu ne der' stresinin, sanal alemdeki yansımasıdır..
    0 ...
  20. çok konuşan sevgili

    1.
  21. Atsan atılmaz, tutsan tutulmaz...
    --bıcır bıcır bıcır,bıcır bıcır
    +hıı, hı hııı..evet, evet.
    --bıcır bıcır, bıcır bıcır
    +tabii tabii, hıhıı hıhııı..
    3 ...
  22. allahın sopası yok

    1.
  23. Allahın sopası yok..Ulan sen değil miydin, 'içme şu sigarayı, içme şu zıkkımı, bi de alkol alıyorsun, sağlığına yazık' diyen. Şimdi gözlerime bak ve cevap ver!!
    'Allah'ın sopası var mı?'
    Kansersin ve öleceksin..
    Sen ne rezil, ne vefasız bir adamsın!! Sen ne ikiyüzlü, sen ne acımasız, egoist birisin.. Öleceksin.
    Peki bana sordun mu? Onayımı aldın mı? Ölebilir miyim dedin mi?
    Sen ne ikiyüzlüymüşsün dedim, duydun mu? Kaldır başını, yüzüme bak! Evet, sen ne ikiyüzlü bir adammışsın.
    Bu kadar hayata bağlıyken, küçücük şeylerden mutlu olabilirken, dertlerimizi kıçımıza mantar gibi sokup beni, bizi güldürürken, ölümün kirini üstüne dokundurmayacak kadar temiz bir kişilik çizerken, aha düştü mü şimdi masken,bak sen de ölecekmişsin işte. Sen ne oyuncu, sen ne tiyatrocu, dublör bir adammışsın yahu. Bu şekilde mi görecektik senin gerçek yüzünü. Az bekle ölüm düşürecek senin maskeni, görünecek gerçek yüzün.Ben anlamıştım zaten. Çocukluğumuzdan beri hep sorardım kendime, ' bu adam gerçek mi? ' diye..
    Anlaşıldı senin ne mal olduğun. Bu gülümseyen yüzün sahibi bu şen şakrak adamın, bu cıvıl cıvıl insanın yalancı olduğu güneş gibi aşikardı da ben hep içimde tutmuştum.
    Sen ne yalancıymışsın be dostum.
    Hani, ihtiyarlayınca bastonu kıçıma kıçıma dürtecektin.
    Hani, emekli maaşımı, ben ölünce, devlet uyanana kadar sen çekmeye devam edecektin.
    Sen ne şerefsiz bir yalancıymışsın be !!
    Bu mudur yani..
    Yaşayan bir ölü gibi, gece gibi, buz gibi bakarak söylenen birkaç kelime midir bana söyleyebileceğin şimdi.. 'ben ölüyorum.Seneye bu sıralar ben yokum...'
    Aferin sana. Öl ulan!! Çabucak öl.Şubatın 29 unda öl..Dört senede bir anarım seni böylece.
    Allah'ın sopası yok.
    Ben içtim, sen ölüyorsun.
    Beni bırakıp gidiyorsun.
    Hayallerimle, anılarımla...
    Geçmişimizle.
    Kaçıyorsun sen.
    Hani daha liseye yeni başlamışken, körfeze açıldığımız kayık sürüklenip de gecenin bir yarısı sahile çıktığımızda, arkana bakmadan bıraktığın gibi beni.
    Hani, ziya'nın manavında ben sigara içerken yakalandığımızda suçsuz olduğun halde kaçtığın gibi.
    Şimdi de kaç, git, hiçbir suçun yokken.Çünkü; bu senin kaderin dostum. Hep başkalarının suçunun cezasını çekmek, senin en iyi olduğun konu.
    Sana söz veriyorum, günün ilk sigarasında ve aynı günün sonunda uyumadan önce hep seni anacağım.
    Odunluğa sakladığımız dergilerin birkaçı hala bende.Evet, yanlış duymadın. 'hepsi kayboldu' dediğimde yalan söylemiştim.Ve oğlun büyüyünce, kocaman bir adam olunca, birkaçını ona vereceğim.
    ''bak babanla bunlara bakardık ve sen gökyüzünde sadece bir oksijen atomuydun' diyeceğim.
    Geber ulan, git işte.
    ne yapalım, her koyun kendi bacağından asılıyor; bizim ayaklarımız aynı ayakkabıda olsa da, bizim ayakkabımız zaten birkaç numara büyüktü..
    Hoşçakal. Seni çok özleyeceğim.
    6 ...
  24. diş apsesi

    1.
  25. bir anadolu rock grubunun muhtemel adıdır.
    3 ...
  26. öyle bir başlık açılsın ki dünya dursun

    1.
  27. 23 Nisanda, sözlük moderatör koltuğuna oturan herhngi bir sözlük yazarının vereceği talimattır.
    2 ...
  28. burun karıştırırken sevgiliye yakalanmak

    1.
  29. Hırsızlık yaparken suçüstü polise ykalanmakta beter bir durumdur.
    0 ...
  30. evliliğin en zor yılı

    1.
  31. içinde bulunduğunuz yıldır.
    2 ...
  32. tüplü tv led tv farkı

    1.
  33. Tüplü tv'de, oyunculardan birine gelen cep mesajı, kamera telefona odaklandığında okunamaz.Senaryo da bunun izleyici tarafından okunacağı şeklinde kurgulanmışsa vay halinize. 'Ulan ne yazıyordu ' der durursunuz.
    Led tv, lcd tv sahipleri sms'i okumakla kalmaz, telefonun ayar enüsünü bile görebilirler.
    Senaristler, tüplü televizyon izleyicilerini de düşünmemeliler.
    0 ...
  34. yat yat ahlak şube

    1.
  35. --Yat yat ahlak şuba
    ++Allah korudu amirim, ya kızın gözüne girseydi.
    --Karakolda anlatırsın.
    1 ...
  36. ben konuşursam türkiye sarsılır

    1.
  37. Egonun en yüksek mertebeden dışavurumudur.
    2 ...
  38. köpeğin dalıp dalıp gitmesi

    ?.
  39. ''Ulan reenkarnasyon dediler, ömrümü yediler, ola ola köpek olduk!'
    1 ...
  40. askerde parasızlıktan çarşı iznine çıkamamak

    1.
  41. Şubat tatilinde aynı sebepten eve gidemeyip tatili yatılı kalınan okulda geçirmekten daha kötü olmayan durum.
    0 ...
  42. saygı duruşlarında kendine hakim olamayıp gülmek

    1.
  43. ilk ve ortaokulda, gülersem tokadı yerim korkusuyla, gülüp tokatı yiye yiye, eşek kadar adam olup makam ve mevki sahibi olduktan sonra bile saygı duruşunda içinden çıkan bir kıkırdama canavarıyla yüzleşmek zorunda olma durumudur.
    4 ...
  44. 2 şubat olsa da içinde 1 şubat lı başlıklar bitse

    1.
  45. Yandaş olanlar ya da karşı olanlar sayesinde, ' 1 şubat' geleneksel bir gün olacak bu gidişle..
    0 ...
  46. © 2025 uludağ sözlük