Adana Ortaklığın Giderilmesi Davası Avukatı Ortaklığın giderilmesi davası, mülkiyeti birden fazla kişiye ait olan taşınır veya taşınmaz malların, ortaklar arasında paylaşılamaması durumunda, mahkemeye başvurarak ortaklığın sona erdirilmesini amaçlayan bir dava türüdür.
Adana’da da sıkça karşılaşılan bu davalar, paydaşlar arasında uzlaşmazlıkların giderilmesi için son derece önemlidir. Bu dava, halk arasında izale-i şuyu davası olarak da bilinir ve özellikle miras yoluyla edinilen taşınmazlar üzerinde oldukça yaygındır.
Adana Ortaklığın Giderilmesi Davası Avukatı Ortak mülkiyete konu olan malın paydaşlar arasında rıza ile bölüşülmesi mümkün olmadığında, herhangi bir paydaş mahkemeye başvurarak ortaklığın giderilmesini talep edebilir.
Bu durumda, mahkeme malın bölünerek paylaştırılması veya satılarak bedelinin paydaşlara dağıtılması kararını verebilir. Adana’da, özellikle miras kalan gayrimenkuller için sıkça karşılaşılan bu davalar, taraflar arasında anlaşmazlıkların çözümü için önemli bir yoldur.
Behzat Ç. karakteri, Erdal Beşikçioğlu tarafından canlandırılmış ve izleyiciler tarafından büyük bir beğeni toplamıştır. Behzat Ç. karakteri, Ankara Emniyeti Cinayet Büro Amirliği'nde görev yapan sert, mizahi ve bazen kuralları esneten bir polis memurunu temsil eder. Dizi, suçluları yakalama sürecindeki maceralarını ve kişisel yaşamındaki zorlukları ele alarak izleyicilere polisiye bir hikaye sunar.
Behzat Ç.'nin başarısının ardında, güçlü senaryosu, karakter derinliği, gerçekçi diyalogları ve Ankara'nın sokaklarında geçen atmosferik çekimleri bulunmaktadır. Ayrıca, dizinin toplumsal konulara da değinmesi ve karakterler arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı, izleyiciyi ekrana bağlayan unsurlardan biridir.
Dizi, altı sezon boyunca devam etmiş ve geniş bir hayran kitlesi kazanmıştır. Behzat Ç., Türk televizyonculuğunda suç ve polisiye türündeki dizilere öncülük etmiş ve Türkiye'de bu türde birçok projenin kapısını açmıştır. Özellikle karakterin karizmatik ve anti-kahraman özellikleri, dizinin popülerliğini artırmış ve izleyiciyi ekrana çeken etkenlerden biri olmuştur.
Ancak, dizinin özgün yapısı ve karanlık tonu nedeniyle, bazı eleştirmenler ve izleyiciler arasında tartışmalı olmuş ve dizi zaman zaman sansürle karşılaşmıştır. Yine de, Behzat Ç., Türk televizyon tarihinde kendine özgü bir yer edinmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.
Kelimenin kökeni. 1400'lü yıllarda Türklerin kahveyle tanışması sonrasında zaman içinde kahve bu renge adını vermiştir. Japonlar aynı renge, çay rengi anlamında "chairo" (Cha:çay, iro:renk) derlermiş, Osmanlıda "Fındıki" diye adlandırılmıştır. ingilizcede de adını fındıktan (hazel) almıştır. Kahve Osmanlı'ya gelmeden önce kahverengi yerine bu rengi tanımlamak için fındıkkabuğu rengi anlamına gelen bir kelime kullanılırmış. Fındıki denilirmiş. Fındığın kabuğunun rengi anlamına gelirmiş.
Roma Hukukunun Günümüze Etkisi
Tarih kitaplarında Frank King Charles the Great, Almanya Otto I ve Batı Avrupa'daki diğer birçok ülkenin Büyük Roma imparatorluğu'nun hayalini kurduğu sık sık dile getirilir.
Bu bilgiler ışığında, Roma hukukunun kendi hukuku olduğunu savundular ve bunu genel hukuk olarak kabul ettiler.
Roma hukuku eski çağların yasal düzeni olmasına rağmen, birçok bakımdan gelişmeye ve yeni durumlara dahil edilmeye elverişliydi ve Orta Çağ'da Roma hukuku bölgesel ve ulusal hukuku aştığı için öncelikle italyan üniversiteleri tarafından araştırma konusu olmuş ve daha sonraki dönemlerde Avrupa ülkelerinin ilgisini çekmiştir.
Roma hukukunun günümüz hukukuna etkisi batı kanundan esinlenerek hazırlandılar ve iç hukuk düzenine verilen ilham, Roma hukukunun gücü olarak adlandırılır.
Avrupa hukuku, bu ülkenin kanunlarının Roma hukukunun üstünlüğü ile uyumlaştırılması sonucu oluşturulmuştur.
Boşanma davaları günümüzde çok yaygın olarak yapılan davalar arasında bulunmaktadır. Herkesin ilk aklına gelen ve en çok merak ettiği sorulardan biri boşanmalarda babanın çocuğu görme süreleri ne kadardır?
Soruları olmaktadır. Boşanma davaları anne ya da babanın evliliklerinin sonlanması halinde çocuğun velayetini hakkını bir şekilde beraber kullanılması anlamına gelmektedir. Bundan dolayı anne ya da babanın velayeti kendi üzerine alabilmeleri için muhakkak yasal durumlarda bulunmaları gerekmektedir.
Evlilik sonlandıktan sonra hakim mevcut durumdaki çocukların ya da çocuğun velayetini babaya ya da anneye verebilmektedir. Evlendikten ve ayrıldıktan sonra velayet davalarında en çok meydana gelen olay boşanmalarda babanın çocuğu görme süreleri ne kadardır? Bu süreçte ortak velayetler mümkün olmadığı için her türlü boşanma davalarının sürecinde belli süreler biçilmektedir. Hakim bulunan durum ve mevcut kararlar doğrultusunda genel anlamda hafta sonları ya da ayda 2 gün çocuk görme sürelerini belirleyebilmektedir.
Ziynet Eşyası Nedir? Eşlerden Hangisine Aittir?
Ziynet eşyalarının kime ait olduğu sürekli olarak tartışma konusu olmaktadır ve özellikle evliliklerde ve bu evliliklerin sona erdirilmesi aşamalarında karşımıza çıkan ziynet eşyası problemi gün geçtikçe artmaktadır.
Boşanma davalarında en çok görülen konular arasında ziynet eşyaları gelmektedir en çok sorulan sorulardan biri Ziynet Eşyası Nedir? Eşlerden Hangisine Aittir? sorusu olmaktadır.
Ziynet Eşyası Nedir?
Ziynet eşyası; genel olarak altından yapılan takılardır ama sadece altından yapılması şarttır denilemez ve altın, gümüş gibi değerli maddelerden yapılan ve takı olarak kullanılabilen ve maddi değerleri olan eşyalardır.
Ziynet Eşyası Nedir? Eşlerden Hangisine Aittir? Tabii sadece takı olarak günlük kullanımı olmasa bile düğün, nişan gibi törenlerde geline ve damada düğün takısı olarak takılan her şey olabilir.
Takılan takılar hem evlilik sürecinde hem de boşanma sürecince eşler için büyük önem taşımaktadır.
Özellikle boşanma davalarında takılan takılar tartışma konusu olmaktadır.
Örf ve adetlerin her yörede farklı olmasından dolayı dava sürecinde farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.
Son zamanlara kadar düğünde takılan takıların tamamı kadına aitti ve takıları kimin taktığı, kadına veya erkeğe takılmış olması önemli değildi. Bu eşyalar kadına bağışlanmış sayılıyordu.
Ancak Yargıtay bu konuda önemli değişiklikler yapma yoluna gitti. Bu durum da dava sonuçlarını etkilemeye başladı.
Peki düğünde takılan altınlar kime aittir? Takıları erkek tarafının ya da kadın tarafının takmış olması neyi değiştirir?
Düğünde Kadına Takılan Takılar Kime Aittir?
Erkek tarafının kadına taktığı tüm takılar kadına aittir. Kız tarafı ve erkek tarafının taktığı takılar genellikle ayrı ayrı ele alınmak istenmektedir.
Medeni Kanunu’na göre boşanma sebepleri iki ayrılır. Gene ve özel boşanma sebeplerinden özel boşanma sebepleri dışında bulunan bütün davalar evlilik birliğini temelinden sarsma sebebi ile açılan davalar olarak kabul edilir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebi ile açılan çekişmeli boşanma davaları, aile mahkemesi tarafından görülür.
Kanunlar kapsamında bulunan özel boşanma sebepleri dışında bulunan sebeplerin hepsi şiddetli geçimsizlik olarak değerlendirilir. Boşanma sebebi özel sebepler dışında bulunan taraflar şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma dilekçesi örneği doğrultusunda dilekçe hazırlayabilir. Özel boşanma sebepleri kanunlara göre şu şekildedir;
alemlerin sevgili peygamberi kendisine inananlar oldugu gibi inanmayanlarda olacak zira şeytanın da kendince haklı olduğu düşünüldüğünde bu gayet normal bir durum. herkesin görevi zamanı dolana kadar sürecek. sonraki gelişmeleri beraber izleyip göreceğiz. eldeki süre boyunca herkes işini yapacak yazar yazarlıgını orospuçocugu orospuçocuklugunu.
ayet ve hadislere aykırı hareket ederek kafasına göre hüküm veren ve memleketi parselleyerek iman hırsızlığı yapan tüm cemaatlere savaş açmıştır. fetullah gülen gibi kişilere bizzat uyarılarda bulunmuş yaptıklarının ayetlere emri ilahilere ters düştüğünü hatırlatmış fakat cemaatin para ve nefis hırsı bu uyarıları görmezden gelmelerine neden olmuştur. fetullahçılar özellekle polis kadrosundaki yapılanmalarıyla zatın adını lekemek ve öc almak adına hayali bir belgeye ortaya atıp taraf gazetesindeki maşalarına olayı etrafa yaymaları için planlı programlı komplo girişime kalkışmışlar ve fetullahçı piç maşalarca karalama hareketine geçilmiştir. gayesi sadece allah-resulü ve kuran dır. ve bunlara aykırı hareket edip ilahi hükümlerden halkı saptırmaya çalışan yol kesicilere karşı kesin olarak mücadele etmekte bunuunla birlikte tamamen gönüllüeri tarafından konu ile ilgili kitaplar halka duyrulmak üzere tanıtılmaktadır. kitapların fiyatlarının çok cüzi olmasından kasıt halkın kolaylıkla alıp okumalaraı içinidr. gaye para kazanmak değildir. vakıf işidir. bu yüzden kimi zaman vakıf malına gözdikip bunu elde edemeyenler maskeleri düştüğünde işi çirkefliğe döküp türlü iftralara başvurmaktan çekinmezler.
hakkında:
muhterem müellif 1927 senesinde yugoslavyanın yenipazar şehrinde dünyaya gelmişlerdir.
babaları muharrem efendi, anneleri çelebiye hanımdır. resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizin neslinden olan medine-i münevvereli şeyh ahmed -kuddise sırruh- hazretlerinin torunudurlar.
şeyh ahmed efendi -kuddise sırruh- hazretleri bir sebeple geçici olarak yugoslavyanın yenipazar şehrine geldiğinde vefat etmiş, çocukları ise orada kalmışlar, daha sonra torunları medine-i münevvereye değil de 1936 yılında türkiyeye gelerek düzceye yerleşmişlerdir.
müellifimiz, şeyh muhammed esad erbilî -kuddise sırruh- hazretlerinin hulefasından şeyh halil fevzi -kuddise sirruh- hazretlerinin hizmetlerinde olmakla kemal bulmuşlar, 1950 senesinde ahirete intikallerinden sonra ise irşada başlamışlardır.
okur-yazar olmaktan başka herhangi bir zahirî tahsilleri bulunmamaktadır. mânen yetişmeleri hususunda şöyle buyurmaktadırlar:
tarikat-ı aliyyeye alındığımızda şeyh muhammed esad efendi -kuddise sırruh- hazretlerimize karşı sonsuz bir muhabbet uyandı. alındığımızın haftasında tecelli ettiler ve bir daha da bırakmadılar. geceleri hep onlar meşgul olurlardı. gündüzleri ise zaten efendi hazretlerinin huzur-u saadetlerinde idik. bu suretle her iki pîrin himmet ve tasarruflarında bulunduk. bugün dahi her ikisinin himmetleriyle yürüyoruz. ve gelenleri de onlara havale ediyoruz.
sohbetleri esnasında bir sual veya rüyâdan mevzu açılmakta; bazen de vakte, zamana, hâle ve istidada göre kendileri mevzu açmaktadırlar
son derece fasih, az ve öz, içten ve derinden, açık ve külfetsiz söz söylerler; herkesin seviyesine inerek, herkesin rahat anlayabileceği sadelikte konuşurlar. kendilerine has apayrı bir sohbet üslupları vardır.
gelenlerle engin bir hoşgörü içerisinde ayrı ayrı ilgilenir, dertlerini dinler, sıkıntılarını giderir, dünyevî ve uhrevî meselelerde yol gösterirler.
gaye ve hedefleri; allah ve resulünu sevdirmeye, allah ve resulünde birleştirmeye, nûr-i muhammedînin yayılmasına, kalpleri hakktan gayrı her şeyden kurtarmaya ve arındırmaya çalışmaktır.
en büyük iltifatları mahviyet ve istikamettir. sohbetlerin büyük bir bölümü mahviyetten geçmektedir. müşâhede mahviyeti içinde nice esrar ve hikmetlerin kapısını açmışlardır.
sohbetlerinde rüyâlar da ayrıca bir hususiyet arzetmektedir. anlatılan rüyâlardaki rumuzlara verdikleri cevaplar, her türlü takdirin üstündedir. soran da dinleyen de alacağını alır, yoluna koyulur.
kuran-ı kerimin ifâdesiyle edğâsu ahlâm = karmakarışık rüyalara bile kalpleri mutmain eden cevaplar ve öğütler vermektedirler. bu vesile ile nice ulvî işaretler, kudsi hakikatler, rabbânî sırlar ortaya çıkmaktadır.
muhterem müellifin, insana yaratılış gayesini öğreten, yaratanını tanıtan, ebedî saâdet ve selâmete yönelten, düşündüren, gönül üzerine, mâneviyat üzerine, iman, islâm, ilim-irfan, ahlâk-fazilet, aşk-şevk üzerine söylenen sözlerle dolu, bilhassa erbâb-ı sülûkün çok istifade edeceği eserlerinde islâm hakikatleri, iman letâfetleri, tasavvuf sırları âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin ışığında selis bir üslupla anlatılmaktadır.
daha geniş kitlelerin istifade edebilmesi için bu eserlerin neşri yanında, bölümleri de kitapçıklar halinde yayınlanmaktadır.
tasavvuf; esrar odasının ilâhi sırlarına insanı mazhar eden bir yoldur, ilim-irfan mektebidir.
her zamanda olduğu gibi bugün de tasavvuf aynen mevcuttur. asliyetinden hiç bir şey kaybetmemiştir. ve bu yol kıyamete kadar bâkidir. bilhassa tarikat-ı nakşibendiyyede kıyamete kadar pir eksik olmayacaktır. o has oda; odadan odaya, halkadan halkaya geçmiş ve hiç bozulmamıştır. hazret-i allah dilediğinin devrini kapatır, dilediğinin devrini açar.
aşk ehli gitti, muhabbet şehri boş kaldı deme,
cihan şems-i tebrizî güneşi ile dolu isteklisi nerede!...
hazret-i allah zâhirî ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi, bâtınî ilimleri öğretmek için de tasavvuf ehlini eksik etmemiştir.
cenâb-ı hakkın lütuf ve ihsanı, sadece ilk devirlerde bulunan müslümanlara mahsus değildir. her devirde ilâhî ahkâma tâbi olan bütün müslümanların bu gibi ilâhî inâyetlerden istifade edecekleri açık bir gerçektir.
hiç şüphe yok ki bu efdâl ümmet içinde, yağmurun toprağa düşmesi ile ölü toprağın nebat fışkırttığı gibi; hakkın izni ile ölmüş kalpleri diriltenler de mevcuttur. bütün engel ve güçlüklere rağmen, yalnız allah için mücâhede ve mücâdele etmektedirler.
dini, bütün tazeliği ile ayakta tutan onlardır. her devirde etraf ve muhitlerine nur saçmışlar, insan yetiştirmişler, yol gösterici eserler vermişlerdir. emin adımlarla gayelerine doğru ağır ağır ilerlemektedirler. hazret-i allahı tercih edenler bunlardır. hazret-i allahın da tercih ettiği bunlardır.
onlar ki; kendi mutluluklarını, mutsuz ve umutsuz insanlara umut, huzur ve teselli aşılamakta aramış ve bulmuşlar, mum gibi kendilerini eriterek etraflarını aydınlatmışlardır.
ümmetim yağmur gibidir. evvelkiler mi daha hayırlıdır, yoksa sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez. (tirmizi)
evvelkilerden murad asr-ı saadettir. bir defa geldi, bir daha da gelmeyecek. sonra gelenler, saadet asrındaki müslümanlara çok benzedikleri için resul-i ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz onlara teşbih buyurmuştur. dilerse, dilediği zamanlarda asr-ı saadet gibi devir yaşatıyor hazret-i allah.
dilerse bütün kâinatın aradığını bir noktada toplar.
bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:
ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar hakk yolunda muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyecektir. (buharî)
bilindiği gibi hakikat, güneş gibi daima zâhir ise de; dünya muhabbeti ve aşırı meşguliyetler sebebi ile, kalp üzerine baskı yapan perdeler insanı hakikatten uzaklaştırıyor, müşâhededen ayırıyor.
hâtem-ül enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizden sonra vahiy kesilmiş, ilham kapısı ise açık kalmıştır. din kıyamete kadar bâkidir. bu devrin karanlık günlerinde bile islâmın nuru gönüllerde parıldamaktadır. insanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. fakat zamanla vesveselere dalıp, arzu ve heveslerine kapıldıkları için; hakikatı hatırlatmaya, ruhları kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.
ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm- resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizin sohbetlerinde yetiştiler. sohbetten aldıkları feyiz ve bereket sebebiyle onlara sahabî denilmiştir. onları medinede yetiştiren medrese cenâb-ı fahr-i kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizin mescidi idi.
bir taraftan islâmiyeti yaymaya ve güçlendirmeye çalışırken, diğer taraftan da müslümanlara dinlerini en ince noktasına varıncaya kadar öğretiyor, maddî-manevi her türlü müşküllerini hallediyordu.
ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm- ondaki fesahat ve belâgatın hayranı idiler. sanki başlarında kuşlar varmışçasına, huzur ve huşu içinde dinlerlerdi.
sohbetin verdiği kemâlât ile, peygamberler hariç bütün insanlardan üstün oldular.
tasavvuf yolunda da sâlike merhaleler aştıran, onu terakki ettiren en mühim âmil mürşidin sohbetidir.
onların sohbeti yakınlık makamından doğar ve âlî makamlardan süzülerek gelir. kalplerinin üzerinde perde yoktur. allah yolunda köprü mesabesindedirler. sohbet ve nazarları feyz kaynağıdır, kalp hastalıklarına şifadır. söylediklerini görerek, bilerek ve yaşayarak söylemişlerdir.
tereddütlü kalplerin itminan bulması, gizli şeylerin öğrenilmesi ancak muhabbet ve sohbet ile mümkündür. mutmain olmayan bir kalp yürü demekle yürümez.
muhabbet ve sohbet ile kazanılan feyiz ve bereketin, vecd ve istiğrakın bir çok şeyle elde edilemeyeceği, ilâhî tecellilerin doğmasına sebep olduğu erbabınca malumdur.
rabbimiz bu taifenin neşesine ve neşvesine ererek yaşamaya muvaffak buyursun
organ bagisi bir sekilde hoş bir davranış gibi gozukse de tibbi açıdan bir cok sakincasi vardir. bir kere vucut ne kadar uyumlu olursa olsun asla alinan organi tanimaz ve bu yuzden saldiriya gecer. bunu nicin organ nakli yapilan kisi omru boyunca antikor saldirisini engelleyici ilac kullanmak zorundadir. antikor saldirisi durduruldugu icin azalan bagisiklik nedeniyle bunye en ufak hastaliklari bile agir bir sekilde gecirir.
ikinci ve sok eden tarafi ise organ bagisinin vucut canli iken henuz ruh bedenden ayrilmaz iken yapilmasidir. zira tamamen ex olan bir kisinin organlari hic bir ise yaramaz. beyin olumu gerceklesse dahi bir sekilde yasamsal surec devam eder. tabi bu demek degildir ki hasta asla uyanamiyacak! bunun en buyuk ornegini yilmaz zafer de gorebiliriz. kendisi bitkisel hayata girmis ve uzun bir aradan sonra tekrar kalkmistir. konusmayi perihan savas sayesinde ogrenmeyeye calismistir. organ nakli konusunda ise ingiltere de bir profesor "biz artik nakil esnasinda narkoz kullanmayi dusunuyoruz!" aciklamasini yapmistir. tamamen olu bir vucuda narkoz anlamsiz olduguna gore, organi alinan kisi aslinda olduruluyor. ve resmen aci cekerek oluyor. bir kisiyi kurtarirken digeri olduruluyor. kafa karıştıran hususda bir ilizyon gibi başkalarının hayatını kurtarma sanırısı oluyor ancak sonuçta çıkmayan candan umut kesilmez kaldı ki bi insan yatalak oldu diye tepki vermiyor diye yaşadığı halde öldürmeye kimsenin hakkı yok. cinayeti başkasını kurtarlım diye meşrulaştırmaktan başka bi şey değil bu.kurtulan kişi sayısı bir yada iki o halde sürüm kazandırmıyor organlarını alalım mantalitesi ters sapkın bir mantalitedir.
tibbi yonu boyle iken kisi organlarini bagislarsa, kendisini oldurttugu icin intihar etmis olacagindan oturu mevzu dini bir boyut kazanmis oluyor. islam dininde cenaze nin sakali yada tirnagi dahi kesilmez. ayrica hz. peygamberimiz "bir olunun kemigini kirmak, onu diri iken kirmak gibidir" diye buyurmustur.
ayrica ahiret inancina gore kisilerin agizlari kapatilip organlari sahid olarak konusturulacak. e boyle olunca kimin organi kime sahitlik yapacak? son olarak ise organlar vucuda ilahi bir emanet olarak verilmistir. bu anlamda kimin organi kime veriliyor. bu konular goz onune alindiginda sevgi pitircigi olmak ve tum bunlar yobazliktir bunlar yanlistir demek bagnazliktir. diyanet zaten bastan bilincsizce fetva vererek kafa karistirmistir.
simdi size bir olay anlatayim da tam olsun: bir kadinin cocugu acile getirilir ve yogun bakima alinir. az sonra cocugun kurtarilamayacagi haberi verilir. anne ye organ bagisinda bulunup bulunmayacagi sorulur. anne bunu reddeder.
hikayeyi bize anlatan anne sozunu ettigi kurtarilamayacagi soylenen cocugu gostererek "ben o gun oglumun organlarini bagislatsaydim, kendi cocugumun katili olurdum, allah sukur simdi cok saglikli ellerinizden oper." diyerek beni sasirtmistir. organlarinizi bagislamayin. hayat kurtarmiyor aksine acilar icinde hayat aliyorsunuz.