başarının sporcunun başarısı değil de, başarısızlık durumunda sporcuyu hiçbir tarafına takmayan birtakım siyasilerin başarısı gibi halkın önüne sürülmesinden ileri gelir.
ailecek utanmamıza, sevincimizin kursağımızda kalmasına sebep olan, aslında tam da trt'den beklenen harekettir.
orada gurur kaynağımız iki genç kadın birincilik ve ikincilik alıyorlar, spikerin sorduğu ilk soru: "başbakan ne dedi?" telefonun ellerine tutuşturulmasına, rezil bi şekilde telefon kulağındayken çağırmasına değinmedim bile.
iltifatların kalitesine göre can sıkıcı olamayabilecek erkektir.
sırf ilişkinin başı olarak görülmeyip, ilişkinin heyecanı korunabilirse, erkek ''hiçbir şey yapmamaya'' başlamazsa hiç sorun çıkmayacaktır belki de.
ne demiş yılmaz aslantürk?
''cafede, sokakta çiftler görüyorum, kadın adama bağırıyor, adam da 'ne yaptım ben?' diyor. sorun da o ya, erkek hiçbir şey yapmıyor.''
dünyanın en güzel yeri olabilir, hiç abartmıyorum.
bu kadar huzur, mutluluk dolduran başka bir yer görmedim ben.
sahilde yürürken, otururken, biramı içerken sanki başka bir dünyaya gelmişim, olumsuz olan her şey diğer tarafta kaldı gibi hissediyorum. çok seviyorum.
iki gün önce izlemeye başladığım, tam benim sevdiğim tarzda bir yapım olmasına rağmen nasıl daha önce izlemedim diye şaşırtan dizidir.
o kadar yakın geldi ki yaşananlar, sanki ekranda kendi ailemi izliyormuşum hissine kapıldım. hayır babam mafya değil - ona rağmen işte.
hiç tutacağı düşünülmeden yapılabilir, ardından tuttuğu görünce hafif tırsmaya neden olabilir.
bundan yaklaşık 10 ay önceydi, o zamanki sevgilimle aramız limoniydi, hatta limoniden de öte, ayrılık aşamasındaydık. artık hareket ve tavırlarına dayanamayan ben, öğlen 2 surlarında arayıp ''gel, konuşmamız lazım.'' dedim, ''bir işim var sonra geleyim'' dedi, tamam dedim. evinde su borusu patlamış - veya ona benzer bir şey, tam hatırlamıyorum. hem onu halledeceğim diye, hem de korktuğu konuşmayı ileri atmak için bunu bahane olarak kullanarak akşam 10'a kadar gelmedi. geldiğinde de yanında iki arkadaşını getirdi. artık bende hat safhada olan sinir, arkadaşlarını gönderip ayrılık konuşmasını yapıp malum kişiyi de gönderdikten sonra, ''şu evin su konularında da başın rahata ermesin emi!'' şeklinde kendini dışarı vurdu.
artık ne kadar haklı konumdaysam, gelip yalvarıp kendini affettirene kadar su konusunda gerçekten de inanılmaz sorunlar yaşadılar. malesef benim de çok yakın arkadaşım olan ev arkadaşının da başı yandı. her gördüğümde ''boruyu hala halledemediler, yine her yer su içinde'', ''bu sefer de apartmanı su bastı'', ''sifon bozuldu amk!!'' tarzında şeyler dinledim, hem de sadece 2.buçuk haftalık bir süreç içerisinde. nitekim büyük aptallık olan barışma olayından sonra evine ilk gittiğimde apartman girişi su ve çamur içerisindeydi. diğer sakinlerin ilgisizliğinden dolayı bir türlü yaptırılamıyordu, defalarca söylemiş olmalarına rağmen.
ben tabii artık çoktan ayıkmış olarak bedduamı geri çektim - nasıl oluyorsa. 2 gün sonra tekrar gittiğimde apartmanın girişi tertemizdi, kimin yaptırdığını da bilmiyorlardı.
yani bu hikayeden öğreneceğimiz; gerçekten haklıysanız ve bedduanız canına kast edecek bir şey değilse, tutma ihtimali yüksekmiş. yine de evde denemenizi tavsiye etmem, haksızsanız geri tepme ihtimali de var biliyorsunuz. kendi adıma konuşacak olursam böyle bir şeyi tekrar yapmayı düşünmüyorum.
80 öncesi seyyar bira satıcılarıyla insanların nasıl barış içerisinde yaşadığını bilmemektir.
herkesin kendi doğruları ve ahlak anlayışı doğrultusunda hayatını devam ettirmek zorunda olmadığını bilmemektir.
faili meçhul ve meşru bir sürü cinayet varken ortada, aksi halde iki hayatı birden yok edebilecek kürtaja cinayet demektir.
kendisine uyguladığı politikalarla ölümüne neden olduğu çocuğun çerçeveli fotoğrafını hediye olarak kabul edip utanmamaktır.
parasız eğitim isteyen öğrencileri hapse atıp iki gün sonra harçları kaldıracağız demek, bunun samimiyetine inanmaktır.
18 yaşından küçüklerin zaten alınmadığı bir festivalde alkolü yasaklayan zihniyete sahip olmaktır.
taksinin toplu taşımadan uygun olduğu durumların olmasıdır, toplu taşımacılığı özendirmemek, üstüne bir de kendi yarattığı trafik facialarını ülkenin mühendis ve mimarlarının karşı geldiği 3.köprüyü yapmak için gerekçe göstermektir.
sit alanı olan çamlıca tepesine ''buralar benim akıllı olun'' manasında bir camii dikmektir.
yüksek mimar belediye başkanının kaçak kat çıkılarak yapılan alışveriş merkezine göz yummasıdır.
bir taraftan ''döverken eli incindi'' diye vatandaşı darp eden polisleri savunanlar varken, diğer taraftan tartıştığı polisi bulmak için hepsini sıraya dizdiren insanların olabilmesidir.
bir olimpiyatlardan diğerine kadar ''spor için ne yapmalı, bu gençler nasıl motive edilmeli, olimpik havuz mu eksik, sahalar ne durumda, ne yapmalı'' diye düşünmeyen, her seferinde ''3 tarafımız denizle çevrili yüzücü çıkmıyor yeaa'', ''75 milyonluk ülkeyiz madalya yok!!!'' diye çığrınan ülkedir.
ilk olarak, benim için geçerli olmayan önermedir.
ikincisi, suçun tamamının rehber öğretmene atılması saçmadır.
aile, öğretmen ve evet, lise çağındaki bir insanın kısmen kendi sorumluluğundadır.
kendi adıma konuşacak olursam, bölümümde oldukça mutluyum, doğru mesleği seçtiğimi düşünüyorum. nasıl mı oldu?
1. sayısal derslere yatkınlığımdan dolayı babamın matematik - fen alanını seçmemi tavsiye etmesiyle,
2. çizim, tasarım ve hayal gücü olarak avantajlı olduğumu bilen, beni iyi tanıyan annemin bu yönde bir bölüm seçmemi söylemesiyle,
3. son olarak da benim ilgi alanımı arayarak mimarlığı seçmemle.
yani bilinçli bir aile bu konuda oldukça yardımcı olabilir, bu konuda bizim yapabileceğimizse kardeşlerimizi ve ilerde çocuk sahibi olduğumuzda çocuklarımızı tanıyıp, yetenek ve becerileri doğrultusunda seçenekler sunmak.
1. çirkin, antipatik, çekici olmayan kız uludağ sözlük'ten iş çıkar belki diye erkek yazarlara iş atmaya başlar.
2. okul, iş, arkadaş ortamından sevgili yapamayan erkek kişisi bu kızları teşhis eder, mesaj atar, ardından sosyal ağlardan ekleme / buluşma gibi durumlarda kızın dünya güzeli olmadığı ortaya çıkar.
3. bunu yediremeyen yazar bu şekilde bir sonuç çıkarır, başlık açar.
bu oyuna rağmen 1-1'lik beraberlik aldığımız maç.
hep söylerim, ilk yarısı golsüz geçen fenerbahçe maçından korkarım. yesek de bir gol olacak. zira bu maçı da ilk golden önce ve ilk golden sonra olarak ayırırsak, ne demek istediğim anlaşılacaktır.
umutluyum ben takımdan, her şey oturacak, anlaşmazlıklar ortadan kalkacak ve başarılı bir sezon geçireceğiz inşallah.
edit: her şeyin oturmasını ve iyi sezon geçirmemizi istemediği için eksileyen arkadaşa selamlar. oysa ben sağlam rakipler isterim. allah allah, insanlar değişik.
2 yüzücü ablası olarak bu konuda olimpiyata gidip madalya alamayanlara laf söyleyenlere inanılmaz sinirleniyorum.
1. şu olimpiyatlar gelene kadar kaç kişi yüzme diye bir spor dalının olduğunu hatırlıyor? yüzmek, en fazla tatilde denizde yüzmektir işte, oysa başarılı yüzücülerin çıkması için ilk öncelik yeterli olimpik havuzlardır ki ülkemizin bu konuda eksik kaldığı ortadadır. ancak ne zaman insanlar bu spor dalını önemsemeye başlar? bir kişi kıçını yırtıp, imkansızlıklara rağmen başarılı olabilirse, o zaman. 10 sene öncesine kadar türkiye'de futbol dışında önemsenen spor dalı var mıydı? yoktu. önce dev adamlarla basketbol, sonra sultanlarla voleybol önemsenmeye başladı. o yüzden derya büyükuncu ve diğer yüzücülere gösterilen tepki çok üzücü.
2. ciddiyet eksik. yüzmede disiplin, program, zaman çok önemlidir. maalesef kulüplerimizde de, yüzen gençlerimizde de bu konuda büyük eksik var. çünkü özellikle aileler tarafından yüzme bir hobi olarak görülür, çocuğunun profesyonel olarak bu spor dalıyla uğraşmasını isteyen - çocuk ne kadar başarılı olursa olsun - aile çok azdır. tatil için ön rezervasyon yaptırmıştır, yarışlara 2 hafta kala yine de gider tatilini yapar, antrenman aksar; uzaktan akrabanın düğünü vardır, süslenmek için götürmez çocuğu, antrenman aksar; her türlü aksar. aksamamalı.
3. sınavlar. çocuğun son senesiyse sınavdan önce, yüzmeye ara verir. en iyi ihtimalle 6 gün antrenman yapacakken bu 3 güne düşer. sbs, lgs, her neyse artık, bu konuda çok büyük engel teşkil ediyor. eğitim sistemi zaten başarılı sporcu çıkarmaya izin vermiyor.
bir de üstelik ülkemizde hepimiz adeta bir hıncal uluç'uz, her konuda her boku biliyoruz, bu da genel olarak tüm sporcular için inanılmaz moral bozucu bir durum. ya bi durun, susun, destekleyin allah aşkına.
fenerbahçemizin gol yemeden, tahminen iki farkla alacağı maçtır.
bu takımın geçtiğimiz sezon hangi şartlar altında ne galibiyetler aldığını biliyoruz. şimdi moraller daha iyi, desteğimiz, güvenimiz her zamanki gibi tam, hadi bakalım.
bir süredir kendi kendime çok fazla vakit geçirdiğim için, düşünecek çok şey buluyorum ve çıkardığım sonuçlardan hiç memnun değilim.
öncelikle beni ben yaptığını düşündüğüm birkaç yanım aslında ben değil sanırım. örneğin kıskançlık. sevgili konusunda, arkadaş konusunda, kıskançlıktan hoşlanmıyorum. çok incesi olabilir tabii, ama gerçekten çok incesi. kısıtlanmayı sevmiyorum, o yüzden kısıtlamıyorum. ''oraya gitmeni istemiyorum'', ''o kız sana karşı bir şeyler hissediyor'' bunlar çok uzak laflar. eski sevgilimin etrafında olmasından hoşlanmadığım kızlar oluyordu, ama mümkün değil bir şey demedim. çünkü bunu güven duygusuyla bağdaştırıyorum. güven de değil aslında, kıskansak ne olacak oluşacak herhangi bir gönül kayması durumunu engelleyebilecek miyiz? hayır. zira çok kıskanç çok yakın arkadaşımın eski sevgilisinin yediği bokları biliyoruz. benimki de yedi aynısından, o ayrı.
şimdi mesele benim kendimi fazlaca kontrol ediyor olmam. o an ne hissedersem söylemeli miyim? sinirliysem illa ki bağırmalı mıyım? şarkıları, mekanları bile kıskanırken arkadaşımı, sevgilimi kıskanmam ben diye ortalıkta gezmem doğru mudur? ben olmadığım biriymişim gibi mi davranmaya çalışıyorum, yoksa zaten olduğum kişi benim tercihlerim midir?
benim 22 yaşına gelmiş, olgun olduğunu iddia eden biri olarak bunları irdelemem normal midir? nedir?
not: kimine göre bu bir itirafa benzemeyebilir, ancak benim en büyük itiraftır. etrafımdaki kimseye bunlardan hayatımın herhangi bir bölümünde bahsedeceğimi sanmıyorum.