vimeo üzerinden devam etmekte olan küçük çaplı amatör bir müzik projesi. dışardan bir müzik grubu olarak görünse de aslında sadece bir akustik gitar ve bir sesten oluşuyor. kendilerine ait şarkıları söylüyorlar. videolarda yüzlerini göstermiyorlar. bunun için kasıyorlar mı bilmiyorum ama sanırım belli bir standarta yerleştirmeye çalışıyorlar işi. şu ana kadar sadece iki şarkı yayınlanmış. belki ilerde kişi sayısının çoğalmasıyla bir grup haline gelebilecek bir proje olduğunu da belirtiyor bu işin arkasındaki insanlar. ve yayınlanmış olan iki parça da oldukça samimi. çayla, kahveyle beraber alındığında her türlü gideri var yani.
yıllar önce çalıştığı grubun bir şarkısını dinlediğimde bestenin kime ait olduğunu merak edip ismine rastladığım 1992 doğumlu genç yetenek. kasdav liseler arası müzik yarışmasında en iyi beste dalında ödül almış. sadece müzik değil, pek çok farklı konuda bir şeyler üretmekteymiş. müziğin yanı sıra edebiyat ve fotoğraf konusunda da zevkle takip edilesi çalışmaları var. aynı zamanda Yüzyüzeyken Konuşuruz isimli bir projenin yaratıcısı.
bir çok grupta çalışmış, son olarak da dediğim gibi Yüzyüzeyken Konuşuruz isimli olayda devam etmekteymiş.
muazzam bir büyük ev ablukada parçası. "en güzel yerinde evin" ile "en çirkini güzellerin" parçası yüzünden yeni keşfettiğime üzülür hale geldim.
ahan da sözleri;
benden iyi benden uzak bir ben olamam
ne kadar kaçsam o kadar iyi
ama hiç engel olamam
ben iyi ben kötü
ben çirkini güzellerin
benden iyi benden uzak
bir ben bulamam
benden iyi benden uzak bir yer bulamam
ne kadar yoksam o kadar iyi
ama görünmez olamam
ben iyi ben kötü
ben çirkini güzellerin
benden iyi benden uzak
bir yer bulamam
michael haussman'ın senaryosunu yazdığı fransız - ingiliz ortak yapımı film.
an itibariyle kanal d'de yayınlanmaktadır. filmde nick cave'in de ufak bir rolü vardır. ***
bahçelievler'de bulunan, anasınıfı ile birlikte 9 yılımı geçirdiğim okul.
dayak eksik olmuyordu abi, hayatımın dayaklarını yedim orada.
lise'ye başlayınca spor salonu yapıldı, şimdi de a binasını yıkmışlar, yeniden yapılanma var.
cem yılmaz'da o okuldan mezun'dur. ama genele vurursak, militan yetiştiriyor gibi. nerede serseri varsa bu çevrede, kazım karabekirden çıkmadır.
rusya'da kendilerini "transhümanist" olarak adlandıran bir grubun, klinik ölümü gerçekleşmiş fakat beyin hücreleri henüz ölmemiş kişileri para karşılığı, canlandırıcakları ana kadar, özel kapsüllerde saklaması durumudur.
bu para karşılığı olayı da biraz kıllandırdı beni, ölmüş insanların arkasından kazanç sağlamaya çalışmak gibi de geliyor biraz.
tabi kontrat filan olayı vardır. okumadan yorum yapmamak gerek.
neyse ayrıntılı bilgi http://haber.ekolay.net/h...olumsuzlugun+pesinde.aspx
bir zamanlar, şahan'ın dikkat şahan çıkabilir programının içinde bulunan, ufak ama komik dizi.
kurtlar vadisinden, the godfather'dan esintiler taşıyan dizi; yağız, sert beydur'la
tutkulu, çekici çimen'nin arasındaki aşkı ve ihanetleri anlatıyor.
doğru bir tespittir.
ilk dinleyenler için bir ön yargı yaratır bu ağlak ses. dinledikçe alışırsın, sonra bir bakmışsın hayranı olmuşsun. garip bir etki yaratır bünyede. zaman ister alışmak.
uzun zamandır beklenen, gelmiş geçmiş en sevilen kötü kahramanın türkiye ye gelmesidir.
o kadar ki sevilme derecesi, odada ki darth vader ruhu gitmesin diye, bitmiş oda spreyimi kaldırmam. o sönük pufu severim.
tom waits kadar farklı olmasa da, elinizi kolunuzu sallayacağınız harkulade bir parça
şöyle ki,
liar liar with your pants on fire
gamblers reevaluate along the dotted line
you'll never recognize yourself on heartattack and vine
doctor lawyer beggar man thief
philly joe remarkable looks on in disbelief
if you want a taste of madness, you'll have to wait in line
you'll probably see someone you know on heartattack and vine
boney's high on china white, shorty found a punk
don't you know there ain't no devil, there's just god when he's drunk
well this stuff will probably kill you, let's do another line
what you say you meet me down on heartattack and vine
see that little jersey girl in the see-through top
with the peddle pushers sucking on a soda pop
well i bet she's still a virgin, but it's only twenty-five 'til nine
you can see a million of 'em on heartattack and vine
better off in iowa against your scrambled eggs
than crawling down cahuenga on a broken pair of legs
you'll find your ignorance is blissful every goddamn time
you're waiting for the rtd on heartattack and vine ha **
insanın içinde bir şeyleri depreştiren tom waits şarkısı
şöyle ki,
Grapefruit moon, one star shining, shining down on me.
Heard that tune, and now I'm pining, honey, can't you see?
'Cause every time I hear that melody, well, something breaks inside,
And the grapefruit moon, one star shining, can't turn back the tide.
Never had no destination, could not get across.
You became my inspiration, oh but what a cost.
'Cause every time I hear that melody, well, something breaks inside,
And the grapefruit moon, one star shining, is more than I can hide.
Now I'm smoking cigarettes and I strive for purity,
And I slip just like the stars into obscurity.
'Cause every time I hear that melody, well, puts me up a tree,
And the grapefruit moon, one star shining, is all that I can see.
Facebook da şu tanım dolayısıyla başlık açtığım grup.
"Diğer 5 nesile karşı kurulan birliktir"
"altıncı nesil aşağı , altıncı nesil yukarı, altıncı nesil bilmez, altıncı nesil uçamaz vs gibi horlamalara başkaldırıştır." *
1983 yılında Karabük' ün Safranbolu
ilçesinde dünyaya gelen Çağrı Sertel' in
müzik yaşantısı, 12 yaşındayken ailesinin
ona aldığı küçük bir oyuncak klavye ile başladı.
Ortaokulu istanbul/Tuzla' da okuyan Sertel, bu sırada piyano dersleri aldı. Lise çağında istanbul Avni Akyol Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi' nin müzik bölümünü kazandı.
Kompozisyon çalışmalarına başladı.
Birinci ve ikinci sinifta "piyano ve orkestra" için müzikler yazmaya başladı ve kompozisyonlarını, kurduğu orkestralarla okulda yapılan konserlerde seslendirdi.
Liseden hemen sonra istanbul Bilgi Üniversitesi Piyano-Kompozisyon bölümünü tam burs alarak kazandı. Burada Ricky Ford, Tuna Ötenel, Donovan Mixon, Can Kozlu, Cengiz Baysal, Onur Türkmen ve Selen Gülün ile çalıştı. Caz müziğinin yanı sıra farklı tarzlarla da tanıştı.
Üniversite süresince aldığı projeler arasında; "Bad Hair Day", "Çesn-i Dem" , "S.O.S" , "Monofoniks", "Silent Project", "Flat Five", "The Ricky Ford 3+1 Quintet", "Süreyya Dogrular & Çağrı Sertel Group" , "The Clown" ve halen çeşitli caz festivallerinde de performanslar sergilediği "Çagri Sertel Trio" , "Pluma Band", "FOURinthePOCKET" grupları var.
Bunların yanı sıra, popüler müzik piyasasında da yer alarak, Buzuki Orhan Osman (konserleri ve albümünde), Keisa Brown, Tony Jones, William Cardosa, Cem Adrian (konserler ve albümünde), Yasar, Zuhal Olcay, Demir Demirkan, Sabri Tuluğ Tırpan, Sertab Erener gibi isimlerle çalisti. Bu isimlerden William Cardosa, Yaşar, Sabri Tuluğ Tırpan ve Sertab Erener ile halen birlikte çalışmaktadır.
1998'de Ömür Gidel ile müzik çalışmalarına başlayan Recepoğulları, Amerikalı caz müzisyeni Ricky Ford ile emprovizasyon çalışmaları yaptı. IACF (izmir Avrupa Caz Festivali) kapsamında gerçekleştirilen workshop sonucunda bir burs kazanıp Siena'ya gitti.
Pietro Tonolo ve Claudio Fasoli ile çalışma fırsatı buldu, konserler verdi.
Aynı zamanda Maria Rita Epik Royal School of Music de dersler verdi. de istanbul'a taşınan sanatçı, Kerem Görsev, imer Demirer gibi Türkiye'nin önemli caz müzisyenleriyle bir çok projede yer almakta, konserler vermektedir.
Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü mezunu olan Barış Ertürk, müzik dünyasının önemli isimleri Lawrence "Butch" Morris, Ricky Ford, Can Kozlu, imer Demirer ile çalıştı.
Mezuniyetine kadar başta istanbul, Ankara, Samsun, Bodrum ve Val de Jazz (Paris) Festivali olmak üzere çeşitli yurtiçi ve yurtdışı organizasyonlarda görev aldı.
istanbul Dans Tiyatrosu ve Vertex Pro tarafından 15. - 16. istanbul Tiyatro Festivali'nde sahnelenen Altüst, Çıkış ve Yüzleşme adlı eserlerin müziklerini besteledi.
2008 yılında Fransa'nın Blenau bölgesinde gerçekleştirilen workshop'lara stajyer eğitmen olarak katıldı. 2003 yılında Serhan Erkol ile birlikte kurdukları Teneffüs adlı grubu ile birlikte halen çalışmalarını sürdürmektedir.
Ricky Ford Orchestra, TRT Hafif Müzik ve Caz orkestrası, Crr Big Band, istanbul Superband, Önder Focan Purple in Blue, Ornette Ornette, Sattas, AS Latin All Stars, Friendly Fire yer aldığı gruplar arasındadır.
1979 da Bursa'da doğdu. 2000 senesinde istanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümünü (Trompet) tam burslu olarak kazandı.
4 sene boyunca imer Demirer, Ali Perret, Can Kozlu, Ricky Ford, Donovan Mixon, Butch Morris gibi önemli müzisyenlerle çalışma fırsatı buldu.
2001 senesinde Butch Morris istanbul Project ile konserler verdi. 2002 de 100 Derece ye dahil oldu ve başta H200 (2003), Rock istanbul (2005), Cake istanbul konseri (2005) olmak üzere birçok konserde performans sergiledi.
Murat Taner'in "Ornette Ornette" projesinin, 15.Caz Festivali (2005) ve Babylon daki (2005) performanslarında yer aldı.
Bunun dışında Balans, Balans Tonique, Hayal Kahvesi Beyoğlu, Manhattan, Vox, Bronx, Jazz Stop, Balo Stage, Nayyah, Peyote gibi mekanlarda çeşitli gruplarla bir çok kere sahne aldı.
Şu an Dubacoustix, Sattas, Scool, 100C ve Onor Bumbum (Electronic) ile sürekli olarak sahne alan Mert Alatan, nu jazz, funk, electro, ambient, idm, hip hop etkileşimli kendi projesini hayata geçirmek için çalışmalara devam etmektedir.
okudukça hayal etmemi, hayal ettikçe de yarılmamı sağlayan hikayedir. sizin için buraya da taşıyorum,
hikaye şöledir;
o sabah uyandığımda kendimi dev bir kıvanç tatlıtuğaa dönüşmüş olarak bulmuştum. saatlerce aynada kendime baktım. gözlerime inanamıyordum. kaşıyla, gözüyle, kıvanç tatlıtuğun aynısıydım. fakat bilincim yine bana aitti. sivasta doğmuştum, sarıyerde büyümüştüm, uykusuz dergisi'nde çalışıyordum. bütün anıları tastamam hatırlıyordum. peki ben bütün bu anıları kıvanç tatlıtuğ olarak mı yaşamıştım? belki hep kıvanç tatlıtuğdum insanlar beni hep böyle biliyorlardı da ben yeni fark ettim tatlıtuğluğumu bunları düşünürsem kafayı yerim diyerek önünü sonunu düşünmeden kıvanç tatlıtuğluğumun tadını çıkardım. hiç önünden ayrılmadığı gardropun aynasının önünde saatlerce dansettim.o kadar mutluydum ki anlatamam. durumu müjdelemek için hemen kız arkadaşımı aradım. sesimi yadırgamamıştı başına devlet kuşu kondu aşkım. yine iyisin haa çakaaalll dedim. ne diyorsun umut sabah sabah sen diye çıkıştı. telefonda anlatılacak gibi değil.tez zamanda buluşalım,gör ve yaşa beni deyip kapadım telefonu. dansıma devam ettim.bir duş alıp, belimde yüz havlusuyla biraz ortalıkta gezdim sonra aklıma bi fikir geldi. dolaptan 2 buçuk litrelik pet şişedeki suyu alıp sudan birazcık dudaklarıma ve çeneme döktüm. çenemden sular damlarken elimdeki pet şişeyi kafaya dikerek içtim diğer elimde belimdeydi. içtikten sonra pozisyonumu bozmadan kafamı sağa çevirip, kameraya söyler gibi tatlıtuğ gücü! dedim. bilinç yine bana ait olduğu için keyfim çok yerindeydi. hayatımdan gerçekten çok memnundum, iyi kötü umut sarıkaya tipiyle bu yaşlara gelmiştim, kendimle barışık bi kişiliğe sahiptim, bu yaştan sonra kıvanç tatlıtuğ olmasam da olurdu ama madem kıvanç tatlıtuğ görünümünde umut sarıkaya oldum, ben hayatta daha ne isterim ki... güzel adamım güzeeelll... diyip durarak evde geziniyordum. saçlarım filan ne kadar yumuşaktı, gözlerim, ağzım, boyum posum.... şükürler olsun allahım, benim temiz kalpli olduğumu, şurda hiçbir kötülük olmadığını gördün de bana bu bedeni 30 yaşımdan sonra verdin diye dualar ettim ve ardından teravileri kaçırmayacağım lan bundan sonra diye karar aldım. sigarayı da bırakıyorum, eski bedenime zarar vermekten gocunmazdım ama kıvanç bedenime bunu yapamam diye kendi kendime bir müddet düşündüm.o sırada kapı çaldı. belime havluyu bağlayıp açtım. gelen kız arkadaşımdı. beni görünce hemen bayıldı, hiç bişey demeden kollarıma alıp yatağa götürdüm, seviştik. göğsümde ayıldığında sigara içip tavanı izliyordum. nasıl oldu umut bu? dedi elini gezdirirken bedenimde. o kadarını karıştırma işte oldu bi kere dedim hem sen onu bunu boş ver de sen sarışın mavi gözlü erkeklerden hoşlanmam diyordun bana diye sordum. umut saçmalama lütfen ben senle eskiden beri sevgiliyim. ne yani başına bişey gelmiş ve ben bu durumu yadırgadım diye ben mi suçlu oldum şimdi diye çok fazla uzun konuşarak kendini haklı çıkardı. aahhh kadınlarrrr diyerek gülümsedim. eski bedenimde olsaydım bu olayı çok uzatırdım ama seçme şansı çok olunca insanın biriyle çok kavga edesi gelmiyor üstümü giyinirken nereye gidiyorsun daha yeni geldim dedi dudağını ısırarak. dergiye gidiyorum. bugün çalışma günü biliyorsun hayatım dedim. ya artık ne dergisi umut! adam kıvanç tatlıtuğ olmuş hala karikatür çizecem diyor dedi kızgınlıkla. biz karikatür yoluna başımızı koyduk kızım, varsın orlando bloom olayım, varsın eştın kaçır olayım ne çıkar, bende bu yürek olduğu sürece, ben karikatür çizecceğim, yazı yazacağım. bu yürek bu beden susmayacak, türkü olup dilden dile dolaşacak diye haykırdım. eskiden olsa böyle mesleğimle ilgili konuşmamı pek umursamazdı ama bu sefer konuşmamı gözyaşlarıyla dinleyip histerik biçimde bravo deli mavi, bravo diye bağırarak alkışladı konuşmamı. odanın ortasında alkış fırtınası kopmuştu, ben de asıl önemli olan sizsiniz dercesine kız arkadaşımı gösterip onu alkışladım. şehir tiyatrolarında oyun bitimi gibiydi yatak odamız. dimdik odanın ortasında durup ellerimi belime koyarak bekledim. yataktan inip sürünerek geldi, bacağıma tutundu, seviştik.
dergiye kafamda binbir düşünce içinde gittim. köşeye hiç bişey çizmemiştim, yazı da yoktu. yine programlı olucam bundan sonra diye dergi bitiminde kendime söz vermiş, yine hiç bişey yapmamıştım. bir hafta ne de çabuk geçmişti. o kadar karikatürü öv, çizmenin nasıl büyük bir zevk olduğunu söyle dur, insanların bu hazzı hiç fark edemeyecek oluşlarına üzül, işini yücelttikçe yücelt sonra hiç bişey çizmeden dergiye git. hayatım sürekli kendi kendimi kandırmamla geçmişti, bi de bu kıvanç tatlıtuğ'luk çıkmıştı başıma.eski bedenimi dergiye hapsedebilmiştim, ama yeni bedenim doru bir at gibiydi, sürekli gezmek isterdi.nasıl üç gün boyunca masaya oturup sandalyede uyuyacaktı bu beden? yepisyeni bedenim, hayatta en sevdiğim şeyi yapabilmem uğruna elimde çarçur olacaktı. kıvanç'ın bedenini bizim mahalledeki büfeci namık'a versem daha iyi kullanırdı şerefsizim. neyse olan olmuş diyip ne çizeceğimi düşünüyordum yol boyunca. dergiye geldiğimde hummalı bir çalışma vardı. iş yetiştirmek üzere oldukları için derinlemesine ilgilenmiyorlardı yeni bedenimle. hep benim nasıl oldu da kıvanç tatlıtuğ olduğumu konuşalım istiyordum. sürekli derginin bi orasına bi burasında dolaşıyordum. uğur yanıma gelip oğlum otur şu köşeni çiz bak dergi yetişmiyecek, yine çıkaramayacağız dedi, inci gibi dişlerimi sergileyerek gülümseyip aklıma hiçbirşey gelmiyor uğurcuğum dedim nasıl gelmiyo oğlum otur masaya diye bağırdı. masada oturup biraz düşündüm. boş kağıda bakıp duruyordum. çıkayım biraz hava alayım dedim, kuruyemişçiye gidip kuru üzüm aldım aklım çalışsın diye. kuruyemişçiden çıkarken içeri giren bi kızla çarpıştım.gülümsedi bana, özür diledim. canım hiç dergiye gitmek istemiyordu. galata kulesinin ordaki çay bahçesine gidip biraz oturdum. karşıdaki turist kız kesmese şöyle açık havada espri düşünüyor olacaktım ama benimkinden de mavi bir çift göz beni resmen gözleriyle soyuyordu. biri beni gözleriyle soyarken o hafta ne çizeceğimi asla düşünemem. en sonunda dayanamadı yanıma geldi. biliyor musunuz sevgili okurlar türk olduğuma inanmadı.ülkemizin batıya dönen yüzüydüm resmen. allah aşkına söyle ulrike moderniz değil mi. dışardan göründüğü gibi değiliz dimi? defalarca söyledim. ulrike o kadar çok modernsiniz dedi ki en sonunda dile geldi inanır mısın umut ben türkiye'ye gelmeden önce kendimi modern sanırdım uygar sanırdım. modernliğimden utandım resmen türkiye'yi görünce.arkadaş insanın içinde olacak uygarlık aşkı,içinde!na burasında diyerek masaya çay kaşığıyla vura vura konuştu. olacak ulrike daha da güzel olacak. bütün ülkeyi ingilizce kursuna yazdırdık. hepimiz lisan öğrenmeye çalışıyoruz. herkes ingilizce bilince uygarın şahı değil şahbazı olacağız.sen o zaman gör bizi dedim ulrike'ye.çay için teşekkür edip başka zaman buluşmak üzere cebini alarak dergiye döndüm. tatlıtuğ gücü. haftalardır ağzımdan bu kelimelerden başka bişey düşmüyor. durup durup sölüyorum bu anlamsız kelimeleri.zaten aklı yavaş çalışan biriyim, bi de tatlıtuğluk benim bütün enerjimi alıp götürmüştü. köşelerim ve yazılarım o kadar kötü oluyordu ki, inanamıyordum bunları çizdiğime. dergidekiler benimle fazla samimi olmuyor, dergi dışında pek buluşmak veya evlerinde misafir etmek istemiyordu. hatta cihan kılıç'ın dergide sadece benim olmama rağmen ve çalışma günü olmamasına rağmen telefonda kız arkadaşına ya bugün çok yoğun burası sen gelme, dışarıda biyerde buluşalım dediğini bile duydum bi kere. ender eskiden derdini sıkıntısını anlatırdı, şimdi pek aramaz olmuştu. hoş benim de onlarla ilgilenecek halim yoktu. bir yandan ulrike ile yasak aşk yaşıyor bir yandan da sevgilimin kıskançlık krizleriyle mücadele ediyordum. kadın ismi dolmuştu hayatım.kırk yılın başında kıvanç tatlıtuğ olmuşum bana verilen bu dev tesisi niye bekleteyim ki diye düşünüyordum. resmen kıvanç'ın bedenini hor kullanıyor, tam randıman versin diye önüme gelen bütün kızlara gözlerim gibi mavi boncuklar dağıtarak, herkesin numarasını alıyor, bu naçiz bedeni gün be gün yıpratıyordum. birden aklıma gelen bi düşünce ile irkildim. haftalardır bunu ben niye hiç düşünmemiştim. nasıl bu kadar önemli bi şeyi merak etmemiştim. ben eğer kıvanç tatlıtuğ'un bedenindeysem gerçek kıvanç nerde diye düşündüm. hemen internete girip gazetelerin sitesinden kıvanç tatlıtuğ haberlerine baktım. çıkan haberleri görünce ekran karşısında o kadar çok bağırdım ki içerden bağırtılarıma koşup geldiler. hemen ekranı kapatıp, insanlardan bağırdığım için özür dileyip, önemli bir şey olmadığını söyledim. ortalık sakinleşince yine haberleri açtım. evet ben iyi bir öykücü değilim, tahmin ettiğiniz gibi sevgili okurlarım. kıvanç tatlıtuğ da benim bedenimi almıştı.oksijenle sararttığı saçları ve lacivert lensleriyle eski bedenim dizi piyasasında bi müddet tutunmaya çalışmış, sonra jönlükten yan karaktere geçirilmiş. yan karakterde bir müddet oynaıktan sonra da diziden atılmıştı. eskiden sakin tavırları olan bi insan olarak bilinirken şimdi gazeteci döven bi yaradılışa sahipti.eski bedenimin gazeteci döverken öyle çok resmi vardı ki inanamadım. benim bedenimde kıvanç'ın psikolojisi bozulmuştu. işler kötü gidince islami bir kanaldaki talk şova,şovun komiği olarak çıkmış bi dönem.en son kurtlar vadisi'nin bi bölümünde bi kere oynayıp, yine o bölümde vurulan adamı oynamıştı. bir daha da ekranlarda gözükmemişti. ben ise sürekli sevişiyordum. işlerim bok gibi gidiyor, yazılarımı okurlar da dergideki arkadaşlarım da bir türlü beğenmiyordu.hoş artık doğru düzgün arkadaşım da kalmamıştı ortada.erkekler beni kıskanıyor, kızlar ise sadece sevişmek için yaklaşıyordu. çok mutsuzdum, hüzünbaz sevişmeler dedikleri bu olsa gerekti. yolumu kaybetmiştim, dengemi kaybetmiştim, bilincimi kaybetmiştim, amacımdan sapmıştım. masada saatlerce oturup yazı yazmak çok anlamsız geliyordu.ama işti bu ve yapılması gerekti. kıvançlığımı dizginlemek için eskisinden daha çok oturdum masada.kız arkadaşımla ayrıldım. ulrike'yle arada bi seviştim.
artık hep dergideydim, sigarayı da arttırmıştım. arkadaşlarıma bakmayın benim yeni bedenime, ben yine eski umut'um,yine aranıza alın beni, çözülsün aramızdaki buzlar... ana temalı bir konuşma yaptım ve tekrar onlarla çoşkuyla çalışmaya başladım. eskiden dergide 1 gece sabahlıyorsam artık 4 gece sabahlıyordum. sürekli eskiz yapıyor, bir şeyler okuyor, muhabbet ediyor, çay içiyordum.köşelerim düzelmeye başlamıştı çalıştıkça.ne kız arkadaşımı ne de ulrike'yi özlüyordum. en büyük hazzı komik karikatür çizdiğimde alıyordum. yine bir sabah dergiden çıkıp eve giderken, yolda onu, umut sarıkaya görünümlü kıvanç tatlıtuğ'u gördüm. alkollü gözüküyordu. beni görünce durdu, ben de durdum, şimdi alkollü adam konumayayım diyip iyi akşamlar dileyip yoluma devam ettim. arkamdan baktığını hissediyordum. arkama bakmaya korkuyordum. birden kösele ayakkabıdan çıkan adım seslerini duyunca koşmaya başladım. kara kuru gerçek kıvanç tatlıtuğ tipinden beklenmeyecek bir çeviklikle arkamdan küfrederek bir çita gibi koşuyordu ama benim bacaklarım daha uzundu.bir başkasının bedeninde kendi bedenimdeki bir başkasından kaçıyordum. bilinç yine bana umut sarıkaya'ya ait olduğu için mücadele etmeyi sevmediğim için bi yirmi metre kaçtıktan sonra adeta kaçan yorgun bi tavuk gibi yere çömdüm, gelip beni yakalamasını bekledim. geldi sanki kaçmıyormuşum gibi üzerime kapaklandı, beni yere yatırdı. yüzüme iyice baktı. abi inan bilmiyorum ben de nasıl böyle bişey olduğunu, valla ben bişey yapmadım abi.bi sabah uyandım böyle olmuştum. diye kendimi savundum.kızarak susmamı söyledi. sonra yüzümü bedenimi uzun uzun izledi. ben de onun suratına baktım. belli ki biraz badi çalışmıştı, eski vücudum kendine gelmişti, ensedeki ve yüzdeki sivilcelerden ise eser yoktu. bana sert bi tokat atarak naapmışsın lan sen naapmışsın oğlum sen diye bağırdı.kıvanç'ın neden bahsettiğini anlayamıyordum,şoka girmişti herhalde kafamı kokladı,elini sarı saçlarımda gezdirdi. naapmışsın oğlum sen bu saça neyle yıkadın kiloluk şampuanla mı yıkadın. şu dişlere bak taharet taşı gibi olmuş. ulan böyle mi verdik sana vücudu. üstün başın leş gibi sigara kokuyor. gözlerin feri gitmiş diye veryansın etti. abi dergi sonrası normaldir. bi uyuyayım, banyo yapayım o zaman gör sen beni. akıl alıorum akıl. sen gönlünü ferah tut. bedenin emin ellerde dedim. boşver şimdi onu bunu bu beladan nasıl kurtulacağımızı biliyorum. tut ellerimi ve gözünü kapatıp üç kere tatlıtuğ gücü de benimle beraber, o zaman eskiye döneriz dedi. abi bırak allah aşkına o ne öyle. çocuk gibi yol ortasında yapılacak şey mi o, biraz olgun ol, hiç olur mu öyle şey. dedim. söyleyeceksin ulann diye gırtlağıma yapıştı. yerde boğuşmaya başladık. kıvanç tatlıtuğluk'u geç bulmuştum erken kaybetmeye niyetim yoktu. yerde birbirimize vurarak debeleniyorduk. söyle söyle diye bağırıyordu vurdukça.o sırada gelen bi yumrukla ön dişim kırıldı.dişim kırılınca kıvanç daha çok sinirlendi etimi cimcirerek söylemem konusunda ısrar etti. en sonunda el ele tutuşup üç kere tatlıtuğ gücü tatlıtuğ gücü tatlıtuğ gücü diye bağırdık. kırılan dişim yüzünden güçlükle konuşarak al işte söyledik abi.nooldu gördün bişey olmadı. hala halıfleks gibi sımsıkı sert saçlarınla bana bakıyorsun .olan benim dişime oldu. ben eve gidiyorum. diyerek eski bedenimi sokağın ortasında bırakıp eve gittim. tipim kaymıştı.aynada uzun uzun kendime baktım. bedenim değişse de bilincim yine bana aitti ve gün be gün bedenimi kendisine bezetiyordu. ben eğer kendimi azıcık tanıyorsam o kırılan sapsarı dişi aylarca yaptırmayacak.