Diyarbakır, islam’ın beşinci şerefli şehri, insanlığın manevi başkenti olan hayırlı beldelerden bir beldedir. Kudüs gibi göklerde inşa edilmiş de yere inmiştir sanki. Diyarbakır Ali Emiri’nin neşesi, Cahit Sıtkı’nın esintisi, Ahmed Arif’in onuru, Mehmed Uzun’un düşleri, Ahmet Kaya’nın ciğeri, Yılmaz Güney’in nefesi, Esma Ocak’ın gözbebeğidir. Celal Güzelses’in görkemli sedasının yankısı duyulur taşlarında.
Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından
Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür
82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem
Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi
Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik
Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
imam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının
Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil…
HiVDA
Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında
Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda
Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da
Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
işte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
içerde hep kış mevsimi
LEYLAN
Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
ilkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır
Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca
Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
için için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim
çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı
çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum
ve kederin
ve solgun yüzlü işçilerin üzerine
dağbaşlarının hırçınlığı savruluyor benden.
çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin
çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak
miting afişleri
cesur pankartlar
ve binlerce militan
derin denizlerin aydınlığı
zorlu sabahlar
gökyüzü ve lâle
sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata.
çünkü ben sevdiğim kızı
yaşamak gibi
ki şiirini yazamayan
ve türküsünü söyleyemeyen halkım gibi
binlerce ve binlerce kurşunlanan halkım gibi
zincirlere vurulan
savaşlara yollanan
vergilere bağlanan halkım gibi
felç olmuş yalnızlıklara bırakarak
büyük acıların ve gözyaşının içine bırakarak
şiirlerimin bir bıçak gibi ışıldadığı
devrim türkülerini
ve başkaldırmayı öğreten dudaklarını
bir kere olsun öpemeden
bir kere olsun tutamadan kaygısızca
serin bir yaz gecesi gibi ürperen ellerini
hatta boynunu ve ayak bileklerini
bilemeden bilemeden bilemeden
vurdum yüreğimi şanlı kavgaya
barışın ve özgürlüğün dağlarına yürüyorum işte
yiğitsen uslandır beni
ey yasakların
kahpeliğin
ve soygunların koruyucusu
türkü çağıran kızlarımı sustur
ve kahraman oğullarımı,
mezar kaza kaza kederli, kızgın
tohum serpe serpe hünerli
ve sömürüle sömürüle bomboş
ve açlığın
ve zulmün izlerini
derin uçurumlarında taşıyan ellerimi
nacaklara ve tırpanlara sarılan ellerimi
mavzerlere sarılan ellerimi
zincirlere vur gücün yeterse.
ama adına yaşamak dersen
re-zil-ce
çatlayan tomurcuğun
doğan çocuğun çığlığını duymadan
gül benizli sevgilinin
titreyen göğüslerini öpmeden doya doya
korka korka
yana yana
her gün biraz daha derinden
her gün biraz daha kapkara duyarak ölümü
aç ve arkasız
köpekleşerek
yaşamak dersen
bu yürek
çat diye çatlasın be!
kirsiz passız arı duru özümüz
namussuza kanlı hançer sözümüz
çok uzaktır dostlar bizim yolumuz
bulana yürüyene bin selam olsun
gelgelelim parlayan güneşi
emekçi halkların
kahraman halkların güneşini
şehvetle içine dolduran toprak
şimdi sımsıcak
şimdi ulaşılmaz
şimdi olgun meyvalarla dolu
bahar bahçelerini salmaktadır dünyaya,
ve gül benizli sevgililerin dudaklarında hayat
bizi aşka ve kavgaya çağırmaktadır,
bıçak kemiğe dayandığı
ok yaydan fırladığı için değil
bu bezirgan saltanatı
bu zulüm bitsin diye
ağaran günler için
yeni bir dünya uğruna
yüzlerinde cesaretin onuru
ve imanlı gücü dövüşen dünyanın
emperyalizme karşı dövüşen dünyanın
ve ölüme
gülerek koşan genç savaşçıların
al bayrakları dalgalansın
dalgalansın dalgalansın
kinle boğuşan yorgun yüreği
aydınlansın diye anamın.
felaketler geçirmiş anamın
dişleri dökülmüş kederli ağzı
ağlamaya hazır gözleri
safrası
ve sonsuz
ve dağlar eriten sabrı,
merhameti
yani bir bütün halinde insanlığımız
yunsun, arınsın diye duru pınarlarda
alın terinin namusu kurtulsun diye
kurtulsun diye sıcak somun
acı soğan
ve çiçekli basmalar
ahdettik
vefa ettik
kelle koyduk
ölen ölür dostlar
düşmanlar heyy
kalan sağlar.
ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir
DiLŞA
poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan
ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek
ve bakışlar
çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine
boyunca usul
şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati
Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi
ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya
yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin
gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan aziz toprak
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
yitik insanlık
hangi dağın ardında
RÜMEYSAH
sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen Bereket Han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
raks eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar
kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
ağır çörtenlerden
bin rahmet damlar
demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü
ceylanlar salınır
filintalar ormanında
Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi
BERFiNELLA
ve nazenin ruhunuz
nasıl da kendine bakan bir ayna
suyun uzanışı gibi dere yatağına
en tenha lambalar bile
çattı mı kavuşmalar çakmağı
dayanamaz geceye, yakar bendini
işte seni öyle sevmemiştim
kalması bile gitmelere benzeyen
bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki
can kıyamıyor çıkmaya
çakılar yeşeriyor etinde
uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin
gökleşiyor yağdıkça düşlerin
denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye
şimdi aşkın baktığı
her yöre Berfinella
dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı
bazı şeyler konuşmayarak
dinlemeyerek öğrenilirdi
çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek
öyle dağ gibi durduğuma bakma
dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca
badem çiçekleri açan
ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi
mevsiminde anlaşılır
şimdi nereye gitsek Berfinella
gözün gözü görmediği aydınlıkta
masum bir karanlık
yakmaktı vacip olan
surların gözyaşları
eritir sırların kalesini
hıçkırır aşkın burçları
Berfinella dolar ciğerleri kentin
mazgalların karasında
yankılanır geçmişin çığlıkları
Asur hüznü sarılır bağın bağrına
aniden bastıran
yağmurlu bazalt kokusu
tahtını sallar
kral çocukluğumun
aşk kağıda sığmıyor Berfinella
gönül sadra sığmıyor Berfinella
hepsi geçer, kancık kibirler
tamponu şişkin şımarıklar
binbir yüzlüler, alayı geçer
her zifir gömülür, üzülme
Diyarbekir kıyamete dek kalır
işte bunu bilmek
aşkımıza yeter Berfinella
MEVSiM ZOZAN
serin Anzele pınarı
karışır Arbedaş sularına
içerin Zerzevan kalesi
yüreğinse yorgun
Hevsel kuşlukları
baharda kengeri
yazın dutu, eriği
gözleyen katıksız halkı
kendi kalbinden başka
yenemez kimse
öğrenecekler Zozan
hey nava dılê mın
dört yanım hozan
yanık çarşıda türkün duyulur
cıvıl cıvıl öter buğday pazarı
dar sokaklarda yangın rüzgarın
alnıma yokluğunu savurur
üstüm başım kelepçe
aklım fikrim Zozan
viran bağ köşküyüz şimdi
esamemiz okunmaz
Fiskaya şelalesi yağanda
bir uçurtmalık canı kalır
filinta uçurumların
gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan
donarak can vermesin bakışlarımız
susmasın erbaneler
susmasın çığlık
çığlığa sessizlikler
konuşsun Zozan
çığırsın dilsizler
GÖZLERiN DiYARBEKiR
yeşil pulat pencere
yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya
acılar denizinde yananları
hüzünler yangınında donanlar anlar
dinle atmosferin bekaretini
şehid sahabelerin
mahzun külliyesinde
her çeşme bir şelale vecdin feyzinde
kuşların ve taşların zikirleri
erir birbirinde kadim cezbeyle
el pençe divan gölgeler
dizilmiş kandillerde tutuşan esrar
yankılanır duvarların teninde
sanki yer göktür, göklerse zemin
bağrında ashabıyla
firdevs kokan camide
diyesin ey ulu belde
şimdi hutbe sırası sende
kelamsız, burgusuz
duyabilen canlara
kepenkleri indirilmiş özlerin
marşı eser etinde
damağında cevherin öbekleri
ervahın şöleni
çarpar durur göğsünde
asude şafakların nasıl da gür
sancağının fecrinde
suskulardan örülme mahşer sanki
kıyamet kıyamet yeşeren diriliş
şahdamardır
atar genzinde
ve lale nehridir
akar akar da taşar kaburgalardan
kadınlar kaynatır buğdayını
damlara, avlulara serilen
güneşte kurutulan
çığlıklara dönüşür dargın bergüzar
gülünce gözleri
kuşlara dönen haminneler
tırpanı her vuruşta
Allah diyen kadim rençberler
çeliğe çifte su veren
evliya demirciler
Rahman’ını ameliyle sevenler
can sevdanı haykırır
kızıl gökte sarı hilal gözlerin
kendini dağlara vurur
serilir öksüzlüğe keçe yolluklar
kırılır fanusları sevdamızın
yorgun Diyarbekir
lorîninde yeniden doğar
şimdi nereye gidersen git hicret
yanar köşklerin
yanar Hamravat
kavrulur Seman
şimdi her can biraz sensizliktir
her aşk biraz hicraniye
gitme diyor semaver
bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar
can kınına sığamıyor Dilaram
açar dokunduğun
bütün koğuşlarda
narin nûbihar
bir rojdalık ömrü var
suçsuz kelebeklerin
bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin
gönül hekimidir
gülüşün hep baharda kırağı
ve cehennemin dibi gamzelerin
hemdemiz, nefes nefese
bağdaşız şahına kadar bağdaş
ve haldaş, sevdiğim
yardaş, Allah’ın aşkına
başı ustura tıraşlı
hovarda peştamal çocukları
kenar mahlesinde zor ızdırabın
antik bir hevesi büyütür
acılar havuzunda boy verir
hüznü boylar havuşlar
caddelerde boy gösterir
yürüyen mezarlıklar
saçaklara ayrılıklar konar
oysa kalbin, tetik kadar dinç
namlu kadar filinta
mermilerin şarjörlere dönmeyişi
kadar yaşlıydı döşünde
döşün ki, nerdeyse çatlayacak
şehvetin vahşetinden
döşün ki alayına yetecek kısrak
emzirirken ruhları
hey ciğeri kınalı, güneş yanığı
baştan ayağa Diyar
tepeden tırnağa Bekir
yüreği bronz kentim
sevmek şimdi zerya
konuş ki, dilsiz iblise
dönüşmesin susmaya alışanlar
konuş ki mertlik bulaşsın
korkudan geberen asalaklara
susma ki delikanlı şehrim
hayın başbuğların
mabadını yalayan
kıraç itlerin puşt devri
vaktidir, hitama ersin
BERiVAN
sen, boyuna bahar, asil ve asi
sen sadece gönülde yeşeren gül
Diyarbekir dağlarında türküydün
Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
sen boyuna sürur ve hep özü gür
ruhun göğsüne sığmıyor Berivan
nereye gidersen git hep yüreğim
yok maşuka aşıktan başka vatan
gidişin hep koşmaktır kaçtığına
boranlar da üşür, gitme Berivan
sen boyuna sürur ve hep özü gür
Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
Diyarbekir dağlarında türküydün
sen sadece gönülde yeşeren gül
sen, boyuna bahar, asil ve asi
YÜREĞiN AMiDA
kalbin, savaş sonrası et kokusu
damarlardan fışkıran kan çorbası
kuzgunlar aynalarda
yolun gözler Amida
Selahaddin Eyyubi Cami keder kuyusu
vefatından beridir yoldaş Mezopotamya
öyle cansız, böyle lal kesiği
hey aman, durmaz yerinde
içerim paramparça
hücremin kerpiçten çiçekleri fersiz
yar çeşmesi susuz
ranzalar cehennem çukuru
Mervani yiğitler gerek şu puştluk çağına
hey aman, can tutuklu
devir zor, devir cambaz, devir namussuz
zalimin mazlumluk
tasladığı zamandır
münafıklar yüzünden
haktan dönen gafiller
merhametli davetine muhtaçtır
hey aman, erlik vaktidir
parıldar, parıldar nazarında
hırçın Silvan Kalesi
cildin buz cehennemi
kalk ayağa ey şehir
Nasır-ı Hüsrev olsun yeniden şahid
düştüğün yerden doğrul
dikil de süpür ey
namert çelmeleri
hey yavrum hey de ne hey
aç, avaz, üryan
yetimleri ısıtmaz hiçbir yorgan
yaşamadan bildim ki
yaşamayan bilemez
gel gör ne ateşler ne buzullarla
ölüm dansında leylim
içerimde, dışarıyı hapseden
sevdan, kıyama durur
sevdan ki Amedî
sevdan ki dinmez
Cemilpaşa konağında
çığlıklar dolaşır
çığlıklar ki etten bir duvar
azimli antenine hoyrat gevherin
kuşların uçuşurken ki
toplu kanat sesleri
giyan der durur bahçende
giyan; der, durur
gözlerin ki gitmez
bitkin gözlerimden
gözlerin ki kafesime can
gözlerin ki bitmek bilmez
bir çift menfez aynalarda
hücremde neşen
sözümde yüzün
güzümde közün, özümde tözün
severim zulamdan içeri
toylar, efkara döner
kabir böcekleri dolar
gariban, yaralı kederlere
Kürdistan çiçekleri sarar
Kürd çocuklarının
kardeşlik türküleri haykıran
safderun yüzlerini
bu savaş ölmeli, bu savaş ölmeli
durun siz candaşsınız
bu savaş ölmeli
bu savaşı, bu barış öldürmeli
düşün, ne güzel cinayet
ne civan katliam
gırtlağına kadar ceset
ah dolar Zilan Deresi
şimdi nereye gitsen ağrı
şimdi nereyi görsen acı
hıçkırır mitralyözler
namlusunu mazlumlara çeviren
şeytancıklar yüzünden
ölü çocuklara tecavüz eden
ırkçı zabitlerden alçağını
görmedi kederli anadolu
faşist teröristlerin ihaneti
kalleşçe yaktı kardeşliği
onarmak erlere düşer
sabırla, umutla, sevgiyle
budur soylu metanet
budur kahpeliğe beşkardeş
gel sen de katıl bize
indir putların kör çehresine
adil, vakur bir sille
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem
Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında
Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda
Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da
Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
işte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
içerde hep kış mevsimi
LEYLAN
Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
ilkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır
Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca
Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
için için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem
Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi
Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik
Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
imam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının
Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil…
HiVDA
Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında
Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda
Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da
Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
işte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
içerde hep kış mevsimi
LEYLAN
Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
ilkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır
Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca
Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
için için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim
iyi bir insan, akp'yi savunmasa daha iyiydi ama neyse, vakti zamanında birbirimize iyi sözler de söyledik, tartıştık da, yine de severim kendisini, Allah selamet versin.
asıl şimdi ıssız
Tihâme çölleri
âlemi bağrı yanık
bırakıp gittiğinden beri
sadıklara şahid
Akabe körfezi
şahid peygamberlere Usfân vadisi
acı Tifle kuyusu
tattığından beri mübarek yudumu
yüzyıllardır nasıl da tatlı
bir de göklerden bak Mescid-i Haram
nasıl da atan beyaz bir yürek
kalbim Şuayb mağaraları
fışkırır içimde on iki pınar
çağıldar sesinde
mazlum on iki imam
ham taşlardan bir Musa mahareti
vadideki sunak
dağlara yontulmuş heybetli evler
şimdi bir mezar gibi miras ibret-i aleme
kurudu tapılan Eyke ağacı
kahroldu yedi fal okları
yerinde yeller esiyor putların
şimdi bir mezartaşı Petra
yeşil demirli cami pencereleri
zıvanadan çıkarmaz aşk kendini
Busra serinliğinde
hacılardan gelen esans kokuları
çağın erdemliler sözleşmesi
saraylar sarayı Nur Dağı
tahtların tahtı Hira
bizim kahramanlarımız
pelerinli değil sarıklıydı
zırhlı değil cübbeli
sonuna kadar Rabbine güvenen
mübarek mancınıklar
ne sanatsal deşmişti
siyonist Hayber surlarını
bir nefhada sevinen hurma bahçeleri
göklere yükselen sancak
yankılanır Mûte zaferi
Zeyd ve Cafer ve Revaha
rahmet eylesin Rahman
ve işte Seyfullah orada
ellerinde dokuz kılınç kırılan
hüzünlü Uhud gününde
hakikatin safında olmak ister gibi
vuruyor hakkın hasmına
Diyarbekir’in Süleyman mabedinde
yüzyıllardır akan bereketli sular
Halid’in şehadete olan
cezbedar sevdası sanki
dönüp dönüp vuruşanlara
tozu dumana katanlara
selam hak için durmayanlara
Kureyşliler sana verdikleri
sözde durmadılar
seninle yaptıkları sağlam
anlaşmadan caydılar
kınından sıyrılmış dolunay
gibi şakıyan zağlı kılınçlar
uzaya uzanan bir sancak sanki
mübarek fetihle Mekke
serden geçmiş beş birlik beş koldan
akıyor cihad nehri
mükerrem sokaklarında
işte aşkın asâsı
işte devrilen yüzlerce sanem
çünkü bir kez geldi mi hak
bâtıllar yokluğa
mahkum daima
cahiliye adetleri
şerli kan davaları
saptıran cümle bidatler
şimdi kutlu ayağın altında
şimdi aşka her yatsı Kadir Gecesi
bir çığlıktır Huneyn vadisi
civarında bir avuç ashab kalmışken
bineğini gavurun üstüne süren Resulullah
O ki alemlerin en cesur Abdullahı
bir ay mesafedeki
düşmana korku salan
kalbini tam kaplamış Allah sevdası
aşkın evine dönmüş cihad meydanı
mübarek avucunda
gülleye dönüşen çakıl taşları
yağarken üzerine düşmanların
savaşın seyrini
değiştiren mucize
aşıklarını yalnız bırakmaz Hakk
iniyor görülmemiş melek orduları
zaferler zaferleri kovaladı
kınından sıyrıldı Huneyn Günü
ne güzel bir şahid Hüda Yolu
ne şanlı bir fetih Taif Fethi
cesaretin nişanesi Tebûk Gazvesi
esaretin hengamesi bitmekteydi
putları patlatma seriyyeleri
bir öğüttür şu çağdan bu çağlara
bir peygamber bir sıddık ve üç şehid
Salih’in kentlerinden geçer iken
konuştu Rabbini en çok seven
Yürek hazretleri
“nefsine zulmedenlerin yurduna
ancak ağlayarak girin ki
onlara isabet eden musibet
sizlere isabet etmesin”
kaybedecek neyin var
zincirlerinden başka
ey çağın müslümanı
işte Saadet Asrı
işte zekat memurları
işte adil yasaların yargıçları
kılınçların gölgesinde gör orjinali
gör olman gerekeni
Sevr mağarasında
örülen ankebut ağlarının
üstünden henüz on yıl geçmemişken
kadim islamiyeti
koca Arab yarımadasına
hakim kılanı tesbih et
Sevgililer Sevgilisi ki
unutma vefat vaktini
maziden son anlarına değin
damarlarında dolaşan zehri
yine bir yahudi etlere zerk etmişti
suya dalan mübarek eller
kademli vechine sürülen
ölümün sekeratı vardır ölümün
mukaddes yolculuk nereye
Er-refîki’l-a’lâ!
kim Rahmân’a tapıyorsa
bilsin ki Rahîm ölümsüzdür
evet Hû gitti
ama sünnetiyle yanında gibi
hicrî 1440 yerinden
Hakikat Medeniyetinin
emin yiğitlerinin
asıl şimdi ıssız
Tihâme çölleri
âlemi bağrı yanık
bırakıp gittiğinden beri
sadıklara şahid
Akabe körfezi
şahid peygamberlere Usfân vadisi
acı Tifle kuyusu
tattığından beri mübarek yudumu
yüzyıllardır nasıl da tatlı
bir de göklerden bak Mescid-i Haram
nasıl da atan beyaz bir yürek
kalbim Şuayb mağaraları
fışkırır içimde on iki pınar
çağıldar sesinde
mazlum on iki imam
ham taşlardan bir Musa mahareti
vadideki sunak
dağlara yontulmuş heybetli evler
şimdi bir mezar gibi miras ibret-i aleme
kurudu tapılan Eyke ağacı
kahroldu yedi fal okları
yerinde yeller esiyor putların
şimdi bir mezartaşı Petra
yeşil demirli cami pencereleri
zıvanadan çıkarmaz aşk kendini
Busra serinliğinde
hacılardan gelen esans kokuları
çağın erdemliler sözleşmesi
saraylar sarayı Nur Dağı
tahtların tahtı Hira
bizim kahramanlarımız
pelerinli değil sarıklıydı
zırhlı değil cübbeli
sonuna kadar Rabbine güvenen
mübarek mancınıklar
ne sanatsal deşmişti
siyonist Hayber surlarını
bir nefhada sevinen hurma bahçeleri
göklere yükselen sancak
yankılanır Mûte zaferi
Zeyd ve Cafer ve Revaha
rahmet eylesin Rahman
ve işte Seyfullah orada
ellerinde dokuz kılınç kırılan
hüzünlü Uhud gününde
hakikatin safında olmak ister gibi
vuruyor hakkın hasmına
Diyarbekir’in Süleyman mabedinde
yüzyıllardır akan bereketli sular
Halid’in şehadete olan
cezbedar sevdası sanki
dönüp dönüp vuruşanlara
tozu dumana katanlara
selam hak için durmayanlara
Kureyşliler sana verdikleri
sözde durmadılar
seninle yaptıkları sağlam
anlaşmadan caydılar
kınından sıyrılmış dolunay
gibi şakıyan zağlı kılınçlar
uzaya uzanan bir sancak sanki
mübarek fetihle Mekke
serden geçmiş beş birlik beş koldan
akıyor cihad nehri
mükerrem sokaklarında
işte aşkın asâsı
işte devrilen yüzlerce sanem
çünkü bir kez geldi mi hak
bâtıllar yokluğa
mahkum daima
cahiliye adetleri
şerli kan davaları
saptıran cümle bidatler
şimdi kutlu ayağın altında
şimdi aşka her yatsı Kadir Gecesi
bir çığlıktır Huneyn vadisi
civarında bir avuç ashab kalmışken
bineğini gavurun üstüne süren Resulullah
O ki alemlerin en cesur Abdullahı
bir ay mesafedeki
düşmana korku salan
kalbini tam kaplamış Allah sevdası
aşkın evine dönmüş cihad meydanı
mübarek avucunda
gülleye dönüşen çakıl taşları
yağarken üzerine düşmanların
savaşın seyrini
değiştiren mucize
aşıklarını yalnız bırakmaz Hakk
iniyor görülmemiş melek orduları
zaferler zaferleri kovaladı
kınından sıyrıldı Huneyn Günü
ne güzel bir şahid Hüda Yolu
ne şanlı bir fetih Taif Fethi
cesaretin nişanesi Tebûk Gazvesi
esaretin hengamesi bitmekteydi
putları patlatma seriyyeleri
bir öğüttür şu çağdan bu çağlara
bir peygamber bir sıddık ve üç şehid
Salih’in kentlerinden geçer iken
konuştu Rabbini en çok seven
Yürek hazretleri
“nefsine zulmedenlerin yurduna
ancak ağlayarak girin ki
onlara isabet eden musibet
sizlere isabet etmesin”
kaybedecek neyin var
zincirlerinden başka
ey çağın müslümanı
işte Saadet Asrı
işte zekat memurları
işte adil yasaların yargıçları
kılınçların gölgesinde gör orjinali
gör olman gerekeni
Sevr mağarasında
örülen ankebut ağlarının
üstünden henüz on yıl geçmemişken
kadim islamiyeti
koca Arab yarımadasına
hakim kılanı tesbih et
Sevgililer Sevgilisi ki
unutma vefat vaktini
maziden son anlarına değin
damarlarında dolaşan zehri
yine bir yahudi etlere zerk etmişti
suya dalan mübarek eller
kademli vechine sürülen
ölümün sekeratı vardır ölümün
mukaddes yolculuk nereye
Er-refîki’l-a’lâ!
kim Rahmân’a tapıyorsa
bilsin ki Rahîm ölümsüzdür
evet Hû gitti
ama sünnetiyle yanında gibi
hicrî 1440 yerinden
Hakikat Medeniyetinin
emin yiğitlerinin