belle dinlemekten bıkmadığım şarkılardan biridir. şarkıyı söyleyen 3 aşık erkeğin yüz ifadelerine dikkat ederseniz eser daha da etkileyici hale geliyor.
gökhan kırdarın dün akşam hayretle izlediğim klibi. kendisini çok severim. ama ne anlamsız klipti; fayton galiba şarkının adı."çek faytonuu, yarimee uzanalııım... " şarkı çok güzel ama klip korkunçtu. gökhan kırdar denizde yürüyüp dalgaları pışpışlıyordu filan, izlemeyenler izlemeli, şaşırmalı...
" hasreti yanıma alırım giderim belki,
yüzüne son kez bakamam dönerim belki,
senden vazgeçmeden ölürüm belki..."
defalarca dinlenebilecek bir şarkı; bir film müziği olsa izleyende çok büyük etki yaratırdı.
üzülmek,sevinmek,sevmek,kızmak,vb duygular ille de satırlara döküldüğü zaman anlam kazanmazlar, insan duygularını kendi içinde de yaşamak isteyebilir. bazı şeylerin de tarifi yoktur ayrıca, tarif edince içinizdekileri dilediğinizce anlatamayabilirsiniz, o yüzden susar ve yaşarsınız...
Bir yaz günü Atatürk, Florya Köşkü'ne giderken bir aksaklık yüzünden otomobili Kumkapı civarında durur.Şoför arıza ile uğraşırken yakında oynayan bir grup çocuk merakla arabanın etrafını sarar. Aralarından biri Atatürk'ü tanır ve sevinçle ilerleyerek karşısında selam durur. Atatürk çocuğa ''Sen beni tanıyor musun?''diye sorar; çocuk''Elbette tanıyorum.'' der, ''Sen hepimizin babası Atatürk değil misin?'' Atatürk, ''Beni daha evvel hiç görmüş müydün?'' Çocuk,''Hayır,fakat annem senin resmini yatağımın başucuna astı. Senin gibi küçük ve fakir çocukların babası odur der. Seni resminden tanıdım.'' Atatürk, ''Peki senin adın ne?'' Çocuk, '' Adım Artin. Babam öldü...''
Atatürk öksüz bir Ermeni çocuğun kendisine bu kadar bağlı olmasına inanamayarak çocuğun söylediklerini tetkik ettirdiğinde söylenenlerin doğru olduğunu görerek çocuğu mükafatlandırır ve hayatı boyunca çocukla ilgilenir.
Tertemiz bir çocuğun içten tavırlarında somutlaşan düşünce, Ermeni soykırım iddialarına verilebilecek en sade fakat en etkili cevap değil midir? Nesilden nesile taşınan saygı ve dostluk hisleri bir Ermeni çocuğun zihninde tüm safiyetiyle böyle muhafaza edilmiştir.
Bu iddiaların bizzat Ermeni cemaati tarafından çürütülmeleri iddiaların asılsızlığı kadar çarpıcıdır.Şöyle ki Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan 7 Ekim 2000 tarihinde katıldığı Kanal 6'daki Ceviz Kabuğu programında şu ifadeleri kullanmıştır:
''Bugün dünya üzerindeki Ermeniler'in en rahatlıkla en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke Türkiye'dir. Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. Ermeniler akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar.''
kişi başına 1 kitabın bile değil ortalama "6" sayfanın düştüğü bir ülkede, kitap okuduğu için "artist" olarak nitelendirilen kişidir.
artistlik yapmak isteyen kişinin aklına kitap okuma yöntemi gelmez, çünkü onun lugatında kitap kavramı yoktur. marka giyerek artistlik yapar, cep telefonunu ayda bir değiştirir, karşısındakine bağırırsa haklı olacağını düşünür, kendini geliştirmez, hayata dair hedefleri yoktur ama her konuda ahkam keser, .... liste uzatılabilir. artistlik kriterleri farklıdır bence.
öğrenciler kendi aralarında konuşurken böyle yaparlar. ali' nin dersi var şimdi vb. ya da ders programına dersin adını değil direk hocanın adını yazar, sene boyunca dersin adını bile bilmezler. "yarın dokuzda ayşe var, 11 de fatma."
kızların verdikleri cevaplar karşısında bir süre dehşete düştüm fakat bence yarışmanın konsepti gereği kızlara böyle davranmaları öğütlenmiştir. "hiçbir soruya doğru cevap vermeyin, hatta alakasız şeyler söyleyin." denmiştir. kızlar da bu tarz bir yarışma sayesinde gündemi aylarca meşgul edeceklerini bildiklerinden kayıtsız şartsız söylenenleri yaparlar. "ünlü" olmak için "aptal" sayılmayı göze alırlar.
yakında bbg de başlıyor, yaz ekranının neye benzeyeceği anlaşıldı.show tv'nin bu programlarından sonra diğer tv'ler de bu tarz yarışmalar hazırlarlar hemen ; maliyeti düşük, izleyicisi çok, izleyenin gözetleme güdüsünü yasal yoldan tatmin eden yapımlar.
altın gününden dönen teyzeler bütün gün yiyip içip; gülüp eğlenip
, dönüşte de yorgun argın işten dönen benden ısrarlı bakışlarla yer isterlerse yerimi vermem doğrusu. ama asla yaşlı bir insanın ayakta kalmasına dayanamam, dayananları da kınarım.
tefal reklamıydı galiba, ergenlik bunalımında gibi görünen bir kız çocuğu, tencerenin kapağını kapatmasını isteyen annesine "ama benim ellerim yok kii.." diyordu. anlamsız bir reklamdı kanımca.
emin çölaşan'la katıldığı tartışma programından inciler:
" Melih Gökçek yakaladı mı bırakmaz. birkaç el enseden sonra tuş."
" Bunlara alışacaksın emin, ya da ben alıştıracağım. çünkü ben senin belediye başkanınım."
"Bak emin bunları köşende tıklamazsan seni televizyonda öyle bir tıklayacağım ki yüzyıl akılda kalacak."
Bu diyaloglar böyle sürdü gitti,çok güldüm çok...
hem yolda vaktin nasıl geçtiğini anlamamanızı sağlar, hem de yolda geçen vaktinizi iyi değerlendirmenizi.günde iki saat ekstradan kitap okumuş oluyorum, verimliliği kişiye göre değişebilir ama konsantre olunca gerçekten iyi okunuyor.
gene brewer'ın 1995 basımı, aynı isimli romanından uyarlanmıştır, romanın başında şöyle bir söz vardır: " bir hastayı başarıyla tedavi ettiğimizde mutlulukla dolarız. çünkü bizi tanıdığına memnun olan sorunlu bir insanı iyileştirmişizdir. aynı zamanda gizli bir sevinç de duyarız, çünkü onu tanımışızdır, ve onu tanıdıkça kendimizi daha iyi anlarız. "
çok bilinen bir kitap olmasa da her okuyanın etkileneceğini düşündüğüm bir kitaptır. okurken sizi alıp götürür, okuduktan sonra bir süre gerçek dünyaya uyum sağlayamazsınız, tıpkı sinemadan çıktıktan sonra izlediğiniz filmin etkisinin devam etmesi gibi.
bildiğim kadarıyla türk edebiyatında türünün tek örneği,bence de mutlaka okunmalı.