konuşulduğu zaman olaya ''fransız kalmak'' söz konusu kalmadığım dil. kürtçe biliyor musun? sorusuna ''çat pat'' diye cevap verdiğim dildir.
türkçe, ispanyolca, ingilizce ve arapça gibi halis muhlis ve kayda değer bir dildir. köken olarak beslendiği dil farsça'dır. türkiye, suriye, iran ve ırak ülkelerinde bir bölge olan mezopotamya da konuşulur.
gırtlak dilidir, serttir.
işin en acı tarafı ise; toplum içerisinde ecnebilerin dili konuşulduğunda veya öğrenilmeye çalışıldığında bir meziyet ve üstünlük olarak görülür. bahse konu olan iş bu dil mevzu oldu mu ''tu kaka!''...
el insaf türk milleti...
binlerce yıllık kardeşlikten söz edilir. ama gel gelelim kimse bu dil ile bir ''nasılsın?'' kelimesini bilmez. bu nasıl bir kardeşlik muhterem? insan ''kardeş'' olarak tanımladığı; yanı başındaki kültüre ve dile neden bu kadar yabancı?
bir de bunun resmi statüko tarafından ele alınışı var ki; ironik mi ironik!
90'lı yıllar ve öncesi, resmi kurum ve kuruluşlar bir yana sokakta dahi konuşmak yasaktı. konuşulduğu zaman toplum içerisinde psikolojik bir savaşa muhattap kalınırdı. toplum psikolojik savaş ile yetinmeye çalışırken, devletin asayiş ve güvenlik kuvvetleri şiddet içeren bir tutuma sahipti.
son yıllarda şahsımı ve çevremi en şaşırtan olay ise; geçtiğimiz günlerde istanbul taksim meydanı'nda ismek çadırları için kurulmuş ve dev kolonlardan kürtçe şarkılar söylenmiştir.
demek ki ne imiş? no panic!
son kelam için;
allah (c.c buyuruyor ki;)
göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, o´nun ayetlerindendir. şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. (30/22)
minik ali'nin ''at avrat silah'' üçlemesi baz alınarak ders gördüğü ilk fiştir.
sivilceli halden ilticasıyla birlikte üçlemenin diğer can alıcı derslerine muhattap kalacaktır.
daha sonracığıma:
kader mahkumu olmasını radyo istasyonlarının istek parçası programından öğrenilecektir.
ki kadının cinsel çekiciliğini tarihte ilk defa yahudiler tarafından kullanılmıştır. israiloğulları para, makam, şöhret ve ademsi pozitif kazanç için kadının meta olarak kullanmışlardır ve hala mütemadiyen kullanmaktadırlar.
savaş halinde asker mevzideyken, hücum borusu çalar çalmaz, tüm askerler Allah Allah nidalarıyla düşmana karşı atağa kalkar...
iş bu madde iç hizmet kanununda yer alır.
işin en ironik yanı ise; sulh ve refah zamanında asker yemek duasında (gbkz: tanrımıza hamdolsun milletimiz var olsun) der. ya arkadaş bir Allah ın kulu çıkıpta hop kardeşim savaş halinde Allah diyorduk bu ne iş?! diyemiyor mu?
ne güzel istanbul be!!!
işine geldimi tanrı, işine geldi mi Allah!...
Yüzleri çok tanıdık ama adları bilinmeyen insanlar vardır hayatın bir yerinde. Varlıkları sadece başkalarının varlığını güçlendirmekle tanımlanan insanlar vardır. Herhangi birileri, falanca ya da filanca. Adı, soyadı hiç önemli değil. Başkalarının statüleri uğruna aşağılanan, itilen, hırpalanan gerektiğinde ölümlere gidip gelen insanlar.
Ya da figüranlar diyelim biz bunlara. Perdenin hazin yüzleri.
Adları sinema afişlerine yazılmayanlar. Yüzleri tanıdık, isimleri bilinmeyen insanlar. Belki de kahvedekilere en çok benzeyenler. Yeşilçam'da da kahvede oturmazlar mı iş beklemek için. inşaat işçilerine ne çok benzerler. Bir yapımcının kahveye girip de iş dağıtmasını beklemek.
Makyajsızlar...
Senaryoyu okuma ihtiyacı olmayanlar. Filmin bir yerinden girip, öylece yok olanlar. Dayak yiyip, ölüp, çay dağıtıp, durakta bekleyip filmden kopup gidenler. Hayatın ıssız sokaklarında gezip, filmin ayrıntı karelerinde yer bulanlar. Makyaja ihtiyaç duymayan figüranlar.
Onlardan biriydi Yadigar...
iri gövdeli, uzun boylu, seyrek dişli, çirkin bir adam. Kötüler hep çirkin olmalıdır değil mi?
Filmlerde eşşek sudan gelinceye kadar dayak yerken tanıdık bu iri adamı. Bazen Cüneyt Arkın dövüyordu bazen de Kemal Sunal. Şaban'dan dayak yemesi ne kadar da trajiktir. Eğer günlük hayatta olsa hepsini dövebilecek niteliktedir Yadigar. Gel gör ki dayak yemek için para almaktadır. O da dayağın en iyisini yer.
O dayak yerdi biz gülerdik. Kahramanımız gözümüzde büyürdü ona dayak atarken. O kadar iri bir adamı dövebilmesine hayran olurduk kahramanımızın. O ise sesini çıkarmadan içtenlikle yerdi dayağı. Hep kötü bir babanın adamıydı Yadigar. iyi insanlara saldırır, kötülüğe hizmet eder, haince kahkahalarla gülümserdi.
Sahiden o kadar kötü olabilir miydi?
Diğer figüranlar onun kadar iri olmadığı için onun dayak yemesinin ayrı bir anlamı olurdu. işi daha önemli hale getirirdi. En son o dayak yerdi. Final döğüşü olurdu. Onu dövmenin önemi hepsinden çoktu. Çünkü en dövülemez olanı oydu.
Bu sahneler hiç değişmedi. Yani onun bir kez olsun dövebildiğini ve böylece filmin bittiğini görmedik. Senaristler hiç sürpriz yapmadılar bu iri adama. Günlük hayatın akışı, kaderin tecellisi hiç değişmedi. ismi anılmayanlar, makyajsızlar hiç finalde tutunamadılar. Filmin acı karelerine malzeme olup, yitip gittiler öylece.
Yeşilçam'ın figüranlar kahvesinin kasvetli havası sinmişti Yadigar'ın üzerine. Gülümsemiyordu koca adam. Günler boyu iş beklemek sonra filme girip bir ton dayak yiyip çekip gitmek. Yediremiyordu kendine ama ekmek parası işte. Emekçisi olmuştu sinemanın. Öyle bar köşelerinde değil filmin içinde emeğini konuşturuyordu Yadigar. Türk sinemasının binlerce karesine görüntü vermişti. Varsın ismi de bilinmesindi.
Gerçi hayat zordu. iki film yapıp imaj yapanlar, soyunanlar, dünkü çocuklar parayla oynarken yılların sinema emekçisinin karnı günlük doyuyordu.
Bugün doyuyor yarını bekliyordu koca adam.
Son zamanlarda işleri iyi değildi Yadigar'ın. Parasızlık çekiyordu. Birileri ün, para, imaj peşinde koşarken Yadigar'ın durumu gitgide kötülüyordu.
Hey gidi koca adam.
Her yanını utanç kaplamıştı. Dayak yemekten büyük bir utanç. iyice parasız kalmış karnını doyurmakta güçlük çekiyordu. Kirasını ödemeyeli çok zaman olmuştu. Tek göz bir odaydı kaldığı. Buna rağmen kira parası bulmakta güçlük çekiyordu.
Bir gün evinden çıkardılar Yadigar'ı. Kimi kimsesi yoktu istanbul'da. Buz gibi soğuk bir gece vakti Taksim'e çıktı birkaç parça eşyasıyla.
Havada hain bir soğuk kol geziyordu. Kimsecikler yoktu koca meydanda.
Buralarda ne kadar çok dolaşmıştı.
Bir banka uzandı. Ellerini bacaklarının arasında ısıtmaya çalıştı.
Öksürüyordu epeydir koca adam. Uyku girmedi önce gözlerine. Yarını düşünüyordu.
Sonra yorgunluk çöktü. Ağır ağır kapandı gözleri.
Bir uyudu, bir daha uyanmadı.
Bir uyudu, bir daha dayak yemedi kimseden.
Bir uyudu kimseler bilmedi ismini.
Bir öldü yalnız Taksim Meydanı ağladı koca adama. Sokak köpekleri tuttu yasını.
Yaşamın son karesini asillere yakışır bir onurla oynadı adam.
Bir figüran gibi öldü; kimsesiz, yalnız, gözyaşı dökmeden....
--spoiler--
mazlum karakteri ile sükse yapan; 100'ün üzerinde filmde yardımcı oyuncu olarak rol alan türk sinemasının emektar oyuncusu. 14 Ocak 1992 tarihinde, ev kirasını ödeyemediği için evinden çıkartılmış, geceyi geçirmek için gittiği Taksim parkında, bir bankın üzerinde donarak hayata veda etmiştir.
realist bir refleksle bakıldığında haklı bir önerme.
zira duruşu, sunuşu, mizacı, ses tonu ve görsel her bir yanı ile ilkokul müfettişlerini andırmaktadır. kitleleri harekete geçiren bir vasfa haiz değildir. tipik chp mentalitesine sahiptir. genel başkanlık koltuğuna bile; kendi hür iradesi ve atılganlığıyla değil birirlerinin önermesi/gaz vermesi ile gerçekleştirmiştir. zira eski genel başkanın arkasından timsah gözyaşları dökmüş ve aday olmadığını dile getirmişti. daha sonra ne oldu, ne bitti bilinmez, adaylığını açıkladı.
talihsiz bir döneme rast geldiğinden dolayı şansızdır. emri altında vazife yapan ve bu ülkenin gerçek bir demokrasi ile yönetilmesini isteyen ihbarcı subayı ve askeri muvazzafların görevlerini suistimal ettiklerini ve hadlerini aştıklarına dair gazete de yayınlanan darbe planlarını kamuoyuna sunan taraf gazetesini ''hainler'' olarak yaftalayan; askeri görevli. bu göreve haiz olmadan önce gazetelerde ağlama duvarı önünde çekilmiş bir fotoğrafı gündemi epey meşgul etmiştir.
halkın hür iradesi ile kullandığı oya katiyen saygı duymaz ve aşağılar. devletçi bir kafatasına sahiptir. demokrasiden muradı sadece ve sadece kendi bakış açısıdır...
ülke yönetimine her hangi bir siyasi irade talip oldu mu veya olsa bahse konu olan kişi-kişileri ''vatan haini'' diye yaftalar.
laiklik ilkesi şahsının ve cenahının can simidi ve mutluluk ilkesidir. işine geldiği vakit din ve devlet işinin ayrı tutulmasını dile getirir ''eyvallah'' denildiği vakit din düşmanlığına soyunması su götürmez bir gerçektir. ''eyvallah'' kelimesine dahi tahammül etmez.
dini ve maneviyatı hiç bir zaman kaale almaz.
kendisine ''inançlara saygı'' hatırtıldığı vakit ''benim babam da hacca gitti, annem namaz kılıyor'' der.
tabi olduğu cenahın veya siyasi oluşumun ülkede çakılı hiç bir çivisi ve hiç bir dikili ağacı olmadığı hatırlatıldığında ''ama atatürk vatanı kurtardı'' der. bunun üzerine ''tamam da fevzi çakmak'ta oradaydı'' diye teyakkuza geçildiğinde ''ben bir cumhuriyet almaya gideyim'' der ve kendisini ''cumhuriyet çocuğu'' olarak adlandırır.
aile ''cumhuriyet bir yönetim biçimidir; dolayısıyla ebeveynlik gibi bir mefhumluk barındırmaz'' dediğimizde ''ama biz çağdaş ve elit bir aileyiz'' diyorlar...
''tamam da biz ak diyoruz siz kara anlıyorsunuz'' dediğimizde ''atam izindeyiz'' diyorsunuz.
ebeveynlerin hayatta yaşadıkları en muazzam acı!
yürekte yaşanan bu ateş küllenmesi gerekirken yıllar geçtikçe alevlenir. çünkü kaybedilen evlat kaybedildiği yaşta değildir. adem oğlunun yaşadığı en muazzam acıdır. kelimelere, cümlelere dökülmesi imkansızdır.
çocukken baba haber bültenlerinden sonra hava durumunda muhattap kaldığım ve mütemadin ''balkonlardan gelen!'' olarak anladığım ve akabinde ''bu millet neden balkon kapısını kapatmaz?'' diye hüzünlendiğim hava tahmin raporunun sık sık kullanılan repliği...