aklın yolu bir. allah'da * bir. gönderdiği din de bir. dolayısı ile tüm müslümanların dini konulardaki düşüncesi bir. birbirilerine tanımasalar da bir.
üç dakika nefessiz kalan herkesin tüm içtenliğiyle bağırarak haykırabileceği realitedir.
allah *, bu milletin evlatlarını iman etmek için ölmeyi beklemeyenlerden eylesin.
hazreti ömer zamanında kullanılmaya başlandığı için bizim de kullanmak zorunda olduğumuz takvim ile ilgili problemdir.
hazreti ömer'in kim olduğunu bilmeyenlerin, hülefa-i reşidin in ne olduğunu anlamayanların kullanmasına gerek yoktur. onlara hayırlı ocaklar, şabatlar (pardon şubatlar) diliyoruz.
varlığı çanakkale şehitlerinin ruhuna hakaret olan türk gencidir.
canlarını hep bunlar olmasın, kendi sarıkları hanımlarının çarşafları çıkarılmasın diye verdiler ama yine de olmadı. yetmedi. allah * böyle olmasını diledi.
halkın kendi kendisini yönettiği değil, başkalarının halkın kendi kendisini yönettirdiği ülkelerde söz konusu olan durumdur.
mesela pakistanda halkın yüzde 90 ı iç tehdittir. çünkü dış odaklı yönetimin yandaşları sadece yüzde 10 civarındadır.
filistin'de halkın yüzde 99 u tehdittir. çünkü bir israil kurumu olan el fetihe destek verenler yüzde 1 civarındadır.
görüldüğü gibi ülkeye ve yönetimin, rejimin, sistemin değişmediği zamanın uzunluğuna göre değişir iç tehdit görülen halkın oranı.
bence türkiye'de yüzde 60 dan fazla, yaklaşık 80 civarıdır. ergenekon operasyonunun asıl amacı da geri kalan yüzde 30 luk dilime gerçekleri göstermektir zaten.
tüm engellemelere rağmen iyi niyetle yapılan ve yapılacak olan demokratik açılım, asıl kardeşlerimiz olan arap ülkeleri ve türki cumhuriyetler ile kısmi birleşme, vize ve sınırların kaldırılması, dünyayı iyice çökerten krize rağmen enflasyonun yüzde 5 civarında kalabilmesi, yeni memur alımları, hemen her şehirdeki türkiye'ye senede bir iki kere gelenlerin çıplak gözle görebileceği urbanistik gelişmeler, gün geçtikçe islamlaşan türkiye, bölgesinde süper güç olma yolunda hızla ilerleyen bir ülke haline gelen, çağdaş ve laiklere vurulan üstüste darbeler ile iyice göze giren, daha önce oy vermeyen ya da kararsız olan halkın da büyük kısmının gönlünü fetheden akp nin başarısıdır.
geçen seçimden önce de (belediye seçimini kıyaslamayın partilerin etkisi sadece yüzde 60 civarında) tahmin edilen oy artırma oranı bu seçimde daha da yüksek öngörülüyor. bugün seçim olsa akp nin alacağı en düşük oy oranı yüzde 53.
internette ve televizyonda sürekli sonsuz bir rotasyon ile akp karşıtı konuşmalar yapan çağdaşlar tüm türkiye'nin kendileri gibi olduğunu düşünerek bir kez daha büyük ve komik bir hata yapıyorlar.
unutmayın siz türkiye'nin yüzde 3 üsünüz. ama tüm medya ve üniversiteler sizin elinizde o yüzden kendinizi çok kişi sanıyorsunuz. ama türk halkının hiçbir gerçeğini yansıtmıyorsunuz.
her şey o ilk seçime kadar. o seçimden sonra yaklaşık bir 500 bin çağdaş türkiye'den gitmek zorunda kalabilir.
yorumları bırak başlık dahi normalde ciddiye alınıp cevap yazılacak türden değil ama aklına takılan olur da düşünür belki.
125000 den fazla peygamber (bkz: resul) göndermiştir yüce allah * tüm kavimlere. siz 125000 kişinin kaç kişi ettiğini biliyor musunuz?
(ha'şa) küçümsediğiniz allah, sevdiğinizi iddia ettiğiniz annenizin, babanızın canını bugün öğleden sonra 1 saniyede alır bunu biliyor musunuz?
inşaallah siz de böyle acı tecrübeler sonunda iman edenlerden olmazsınız...
her kim imanından sonra allah'a küfrederse kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanan başka ve kim küfre göğsünü açarsa, onların üstüne kesinkes allah'tan bir gazap iner ve onlara büyük bir azap vardır.
(bkz: nahl suresi, 106)
2005 yılı kışında, bükreşin arka mahallelerinden birinde bir davetten çıkarken uzaktan, birinin arabamın tam önüne park edip kapısını kilitleyip yürümekte olduğunu izledim. sonrası şöyle:
ben- bakar mısınız? oraya park ederseniz nasıl çıkarım ben?
o - orası benim park yerim. beni ilgilendirmez nasıl çıkarsan çık!
ben- çek o arabayı oradan.
o - görmüyor musun kimim ben? nasıl konuşuyorsun?
ben- kimsin lan sen? ne bileyim?
o - morandiyim işte. (suratta bir kaygıyla)burası da benim ödenmiş park yerim.
ben- ahahahaa. arabayı çek.
arabayı çekti. yalnız işin daha da kötüsü kontağı çevirdiği anda love me şarkısı yarıdan devam ediyordu. sonra resmine baktım gerçekten oymuş.
icki icmekten son anda vazgecmeleri durumunda allaha isyan etmeyecekleri haberidir. asagidaki ayetler kuran-i kerim`dendir.
onlarin orada oldugunu ve sizi kimin yarattigini bildiginiz halde hala icebiliyorsaniz buyrun.
1- hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden hem bir içki yapıyor, hem de güzel rızk ediniyorsunuz. bunda aklı eren kavim için elbette ibret vardır.
(bkz: nahl sûresi, 67) bu ayette içkinin güzel rızk olmadığı açıklanmıştır. bu ayetin nüzulü ile, içkinin dinen tasvip edilmeyen bir madde olduğu anlaşıldığından, bazı sahabeler içkiyi terk etmişlerdi. aslında bu ayetin inzali ile, içkinin ileride haram olacağı da anlaşılmıştı.
2- sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. de ki: onlarda hem günah, hem insanlar için faydalar vardır. günahları ise faydalarından daha büyüktür.
(bkz: bakara sûresi, 219)
3- ey iman edenler! siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.
(bkz: nisa sûresi, 43) bu ayet-i kerime, sarhoşken namaz kılmayı men etmiştir. bu durumda, beş vakit namazını hiç geçirmeksizin kılan bir sahabenin, gündüz iki namaz arasında içki içmemesi gerekiyordu. aksi takdirde, yani gündüz iki namaz arasında içki içecek olsa, alkollü içkinin sarhoşluk edici tesiri geçmeyeceği için namazı kılamayacaktı. belki yatsı namazından sonra içki içebilecekti. bu durumda büyük bir sahabe kitlesi daha içkiden tamamen vazgeçmişlerdi. çünkü alkole alışmış olan vücutlar, artık yavaş yavaş ondan uzaklaşıyordu.
4 -ey iman edenler! içki, kumar, tapmaya mahsus dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. onun için bunlardan kaçının ki, murada eresiniz.
(bkz: maide sûresi, 90)
5- şeytan, içkide ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi allahı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. artık siz hepiniz vazgeçtiniz değil mi?
(bkz: maide sûresi, 91)
allah indinde tek hak din olan islâma göre, hal, tavır ve sözlerimizle kâfirlere benzememek, hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gereken mühim bir husus.
henüz ezan meşrû kılınmadan önce, peygamberimizin başkanlığında insanların namaza nasıl çağırılacağı konuşulmuştu. namaz vaktinin bildirilmesi için çan çalınması, boru öttürülmesi veya ateş yakılması gibi şeyler teklif edildiyse de hepsi kâfirlerin âdeti olduğu için hiçbiri kabul edilmedi.
güneşin doğduğu, battığı vakitlerde ve öğle vaktinden önce tam ortadayken namaz kılınmamasının sebebi o vakitlerde güneşe tapanların tapınmalarıdır.
sevgili peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, saç ve sakal boyamada bile kâfirlerin kullandığı renklerden kaçınmamızı emir buyurmuşlardır.
ibni ömer radıyallâhü anh hazretleri, kâfirlere benzememek hakkında peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:
bir kimse, müşriklerin yaşadığı yerde ev yapıp (onlara karışıp) bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, kıyâmet günü onlarla beraber haşrolunur. (beyhakî, essünenül-kübrâ)
bu durumda akla şöyle bir soru gelebilir:
bugün, birçok kâfir ülkesinde ağırlıklı olarak da avrupada birçok müslüman yaşıyor. dolayısıyla onlarla iç içedirler. bu müslümanlar da aynı tehlike içinde midirler?
tabii ki hayır. çünkü, yasaklanan ve kaçınılması gereken tehlike, söz ve tavırlarıyla kâfirlere benzemektir.
hem zamanımızda hayat şartlarının getirdiği mecbûriyetlerden hem de onlarla diyalog yapmak için, müslümanlar kâfirlerle zaman zaman bir arada bulunuyorlar. bu sebepten, az da olsa bazı kimselerin kalblerinin onların inançlarına karşı yumuşadığı görülüyor. azın azı da olsa, onların da dini var. onlar da allaha ve bir peygambere inanıyorlar. onlar da doğru yolda diyenler oluyor. bu, tehlikeli bir sözdür.
böyle diyenler, onların inanıyoruz dedikleri kitapların değiştirilip, allah tarafından gönderilen hak kitap olmaktan çıktığını unutmamalılar. kâfirlerin lehine söyledikleri böyle sözlerin kendilerini tehlikeye attığını da unutmamaları icap ediyor. bu meselenin hafife alınacak cinsten olmadığına şöyle izah getirmeye çalışalım:
bediuzzamanın, üstadım diyerek hürmetini ifade ettiği ikinci binin yenileyicisi imam-ı rabbânî kuddise sirruh hazretleri şöyle buyuruyor:
iki dini tasdik eden (ikisinin de hak olduğunu kabul eden) müşriktir. islâm hükümleri ile küfrü bir araya getirmeye çalışan da müşriktir. halbuki küfürden (islâma zıt şeylerden) uzaklaşmak islâmın şartıdır. şirk tehlikesinden sakınmak, tevhiddir, (allahı bir kabul etmekle olur).
allahı bir kabul etmek de, allahın dininin -çeşit çeşit değil- tek olduğunu kabul etmekle olur.
2000 senesi nisan ayında güneydoğudaki bir vilayetimizde yapılan dinlerarası diyalog toplantısında, amerikalı bir hıristiyan sözde kelime-i şehadet getirip müslüman olmuş ve oracıkta haham, papaz ve müftünün huzurunda müslüman bir hanımla nikahları kıyılmıştı.
bu haber, bu bir devrim. diyalogtan düğüne diyerek gazetede büyük başlıklarla duyurularak, bütün dünya müslüman olmuşçasına sevinç gösterisi yapılmıştı. oysa aynı haberde, sözde müslüman olan adamın, kendisini hem hıristiyan hem müslüman ilan ettiği bildiriliyordu. yani adam iki dini de aynı anda hak kabul etmekle, kendisini -imam-ı rabbânî hazretlerinin tarif ettiği- müşriklerden olduğunu ilan etmiş oluyordu.
demek ki ortada sevinilecek bir şey yok üstelik bir felaket vardı. müslüman olduğu ilan edilen kişi, müslüman olmak şöyle dursun, eski hali olan hıristiyanlıktan daha kötü bir felâkete düşmüş hem hıristiyan hem müslüman olduğunu söyleyerek müşrik olmuştu. çünkü, bediuzzamanın asırlar öncesi üstadı imam-ı rabbânî hazretleri, iki dini tasdik edenin müşrik olduğunu beyan ediyordu.
hadiseyi tersine çevirip, bir insanın müşrikliğini allayıp pullayarak sunmanın vebal olduğu ise ortadaydı.
imam-ı rabbânî hazretleri, hindistanda yaşamış olan ve kaç asırda bir gelen büyük bir islâm büyüğü. oradaki müslümanları, hindûların islâm dışı faaliyetlerine karışmamaları için çok çalıştı. bu konuda şöyle buyuruyor:
hindûların önem verdikleri belli günlere hürmet ve yahudilerin âdetlerine uymak, küfrü gerektirir (insanı küfre düşürür). müslümanların câhilleri bilhassa kadınlar, kâfirlerin belli günlerdeki merasimlerine katılmaktadırlar. bunları kendileri için bir bayram kabul edip, kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onların yaptığı gibi hediyeler gönderiyorlar. böylelikle o merasime tam mânâsıyla ilgi ve alâka gösterip benimsiyorlar. (mektûbât, 3/41)
meseleyi bu şekilde ortaya koyan mübârek zat, bunun sonunun şirk ve küfür olduğuna işaret ediyor.
bu satırları kaleme almamızdaki gaye, din kardeşlerimizi yılbaşı denilen hıristiyan âdetine karışıp katılmamaları için uyarmaktır. yılbaşı, sadece bir takvimin bitip diğerinin kullanılmaya başlanmasından ibarettir.
yılbaşı kutladığı halde kendini müslüman zannedenlerle aynı ülkede yaşayan insanlardır. kendilerini tek müslüman zannetme sebepleri yılbaşı kutlamamaları değildir.
yılbaşı kutlanmasına karşı çıkan kişi delidir. ne yaptığını bilmiyordur. allah-u tealaya karşı bir isyan gecesi olan yılbaşını müslümanlara kutlattırmaya çalışan zihniyete karşı çıkmak ise her müslümanın görevidir.
milyonlarca müslüman dinden çıkacak bu gece. hem de mübarek cuma gecesi.
hani kazanmıştık biz kurtuluş savaşını?
hani kovmuştuk kafiri topraklarımızdan?
savaş kazanan milletler, savaşın sonunda kaybedenlerin kültürlerini benimserler mi?
araştırmacı yazar mevlüt özcan'ın kaliteli yazısının başlığı. kiminin ibretle kiminin de hayretle okuması dileğiyle.
--spoiler--
hıristiyan mezheplerden çoğunun kabul ettikleri "dini" bayramlardan biri olan hz. isa (a.s.)'nın doğum günü, en eski âlemşumül müşrik bayramlarından biridir.
hıristiyanlık zafer kazandıktan sonra saturnali bayramı, hz. isa (a.s.)'nın doğum günü bayramı olarak kilise tarafından kabul edilmiştir. bu mevlid-i isa bayramı hz. isa (a.s.)'nın doğum günü) ilk defa roma'da tes'id edilmiş (bayram olarak kutlanmış)'dır.
hıristiyanlığın ilk üç asrında bu tür dini bir bayram yoktur. ilk hıristiyanlar ikinci asra kadar sâdece rûhu'l-kuds zuhuru ve hz. isa (a.s.)'nın vaftizi hâtırasını anmak için ocak ayının ilk haftasında âyin yapmışlardır. hz. isa (a.s.)'nın tâlim ettiği hıristiyanlığa inananlar, takriben aradan üç asır geçtikten sonra, dinlerinin asli hüviyetini koruyamamışlar, eski roma ve yunan paganizminin hıristiyanlığa müdahalesini önleyememişlerdir. hıristiyan din bilginleri, bu paganizm âfetiyle mücadelede acze düşünce, paganizmi hıristiyanlık açısından izah etme zorunda kalmışlardır; hattâ paganizm unsurlarının inanç konusundaki kitaplara girmesine bile göz yummuşlardır. böylece hz. isa (a.s.)'nın tebilğ ettiği saf hıristiyanlık'tan her geçen gün biraz daha uzaklaşmışlardır." (abdülkadir inan. hurafeler ve menşeleri sf: 5, ankara-1962)
bu, müşrik bayramı'nın 2008 yılı başındaki eğlencelerinde türkiye'de harcanan paranın miktarının 8 milyon lirayı bulduğu yılın ilk günlerinde açıklanmıştı.
istanbul defterdarı, istanbul'da yılbaşı gecesi'nde eğlence harcamalarının boyutunun 5 milyon lira civarında gerçekleştiğini yılın ilk üçüncü günü açıklamıştı.
bu ülke halkının çoğu geçim sıkıntısı çekerken ve ülkenin binlerce ekonomik sıkıntısı varken yılbaşı israfı ile yalnız mânevi yönden değil maddî yönden de çok şey kaybetmekteyiz.
yılbaşlarında ev ve çevreyi ilk def'a 1521'de fransa'da süslemişlerdir.
doğu roma imparatoru konstantin m.s. 321 yılında hıristiyanlığı bozdu. putperest âdetleri soktu. teslis (üçlü tanrı) sapık itikadını koydu. m.s. 325'te iznik'te din konseyinde güneşe tapan putperestlerin âdetlerinin kabulü ile noel ve yılbaşı m.s. 354'de roma'da başlamış oldu.
yılbaşı, global (evrensel) kültür kandırmacası ile aşağılayıcı bir teslimiyet ile içimize sızmış bir habis urdur. türkiye'de kel keleş bir grubun ısrarla hıristiyan geleneğini yılbaşı yutturmacası ile kutlaması milletimizi tehlikeli uçurumlara itelemektedir. asırlardır sinsice yürütülen kültür emperyalizmi ile dinini yaşayanlara "sakıncalı personel", islâmiyet ise "irtica" maskesi ile ülkenin bir numaralı tehlikesi gibi göstermektedirler. bu acıyı müslümanların duyarlı olanları iliklerine kadar duyuyor.
sünnet çocuklarına hokkabaz oynatırlar, acısını duymasınlar diye. aynen bunun gibi egemen güçler de, aman millet islâmi yaşantıya sarılmasın diye hokkabazlıklar üretiyor. millî piyango, kumar, zina, sapık televizyon programları hep birer hokkabazlıktır.
ey müslümanlar! yetmez mi bu hokkabazlar tarafından aldatıldığımız. izanımızı kullanalım artık!!!
--spoiler--
useym b. küleyb (r.a.)nun, dedesinden rivayetine göre resûlullah (s.a.v.) efendimiz, müslüman oldum diyene:
"kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol" buyurmuştur. (ebu davud, taharet: 131, taberani, el-mucemu'l-kebir, 19/14, no:20)
bu hadis-i şerif müslüman olan her gayr-ı müslimin gusul abdesti alması gerektiği gibi, saçlarını da traş etmesi gerekir anlamına gelmez. ancak kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. mısır'da, hindistan'da saçın hiç kesilmeyen kısımları vardır. zaman zaman traş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. şu halde böylesi bir kısım saç, islâm'la küfür arasında bir alamet-i farika olmaktadır. işte resûlullah (s.a.v.), kâfirliğin alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir. (azimabadî, avnü'l-ma'bûd şerh-i sünen-i ebî davud, 2/21) abdullah b. ömer (r.a.) den rivayete göre resûlullah (s.a.v.) efendimiz: "kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır," (ebu davud libas: 5) buyurmuşlardır.
bu hadis-i şerif benzemenin müspet ve menfi kısımlarını içine almaktadır. çünkü teşebbüh, benzemeye çalışmak: başkalarının yaptığı bir işi onlara uyarak yapmak demektir ki hayır ve şerde, günahta, küfür ve imanda olabilir. o halde bu hadis-i şerif: kâfirlere, fasıklara, günahkarlara benzemeyi yasakladığı gibi, başta hz. peygamber (s.a.v.) efendimize olmak üzere, sahabe-i kirama, meşayiha, takva ve salah sahibi kimselere benzemeyi de teşvik etmektedir.
özellikle yahudi ve hıristiyanlar kısacası islâm'a inanmayan bütün toplumlar, müslümanların benzememekle emrolundukları toplumlardır. amr b. şuayb (r.a.)nun, dedesinden rivayetine göre resûlullah (s.a.v.) efendimiz:
"bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. yahudilere ve hıristiyanlara benzemeyiniz..." buyurmuşlardır. (tirmizi, isti'zan:7)
özellikle bu iki hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır. mağluplar, galipleri taklid etme psikolojisini yaşarlar. insan ancak sevdığini, takdir ettiğini ve büyük gördüğünü taklit eder. şekli taklit, itikadi taklide götürür.
benzemenin vaki olduğu en önemli yerlerden birisi de, hiç şüphe yok ki giyim-kuşamdır. hz. ali (r.a.)'dan rivayete göre resûlullah (s.a.v.) efendimiz:
"rahiplerin elbiseleri gibi, gayrimüslimlere mahsus elbiseler giymekten sakının. kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden değildir" (taberani, el-mucemü'l-evsat, 4/541, no: 3921) buyurmuşlardır. yine abdullah b. amr (r.a.) diyor ki: hz.peygamber (s.a.v.) efendimiz, üzerimde rengi sapsarı bir elbise gördü ve:
"onu at! çünkü o, renk ve şekil itibariyle kâfirlerin elbisesidir." (ahmed b. hanbel, 2/164, no: 6500) buyurdu.
dikkat edilirse, islâm'dan çıkıp başka bir millete dahil olmak için, islâm'ı ve kur'an-ı kerim'i inkâr etmek gerekmiyor. o millete benzemeye çalışmak dahi yeterli olmaktadır.
dinimiz islâmiyet; güneş doğarken, zevalde, tam tepede iken ve batarken, ateşe karşı namaz kılmayı yasaklamıştır. bunun sebebi de, güneşe tapan ve ateşe tapınan milletlere benzemememizi temin etmektir. (alemgir, el-fetava'l-hindiyye, 1/52) bakınız: dinimiz ibadet hususlarında bile gayrımüslimlere benzemeye müsaade etmemektedir.
öte yandan, islâm'ın şekil ve suretten ziyade mâna ve muhtevaya önem verdiği, şekli de bu mânayı koruduğu sürece gözettiği aşikârdır. ayrıca müslümanların her devirde kimlik ve izzet sahibi olması, gayri müslimlere karşı onurlu ve kendine güvenli olması, kendi kültür, örf ve geleneklerini yaşatmaları, müslüman toplumların birlik ve bütünlüğü, dış etkilere karşı direnci açısından fevkalâde önemlidir. sakal ve bıyıktan, giyim ve kuşamdan, eğlence ve sanattan, şehirleşme ve ev düzenine kadar müslümanların ayrı bir üslûp ve geleneğinin olması, onlara bu sosyal şahsiyeti kazandırabilecek olumlu unsurlardır.
şüphesiz her dinin ve milletin kendisine mahsus bir medeniyeti ve diğerlerinden farklı kılan, ayırıcı vasıfları vadır. milletler arası varlığını ancak bu hususi vasıflarıyla muhafaza eder. dinî ve millî kültür değerlerinden kaynaklanan örf ve adetler, milletlerin geleceğinin teminatıdır. kendi örf ve adetlerinden kopmuş, başka milletlerin dinî ve millî kültür değerlerine kendini kaptırmış milletler, er veya geç de olsa kendi dini ve millî kişiliklerini yitirmeye mahkum olurlar. tarih bu gerçeği belgeleyen olaylarla doludur. bir milleti yok etmenin en kestirme yolu: o milleti meydana getiren insanları, kendi millî benliklerinden, dinî inançlarından, cemiyetleri ayakta tutan ahlâk ve fazilet duygularından uzaklaştırmaktır. bir milleti en büyük çöküntüye uğratan şey manevi düşüştür.
kendi öz manevi değerlerini yitirerek başkalarını taklit etmek ve şahsiyetsizlik, ferdler ve toplumlar için en büyük manevi sefalet ve alçalıştır. milletler için maddî refah ve kalkınmaya ulaşmak her zaman mümkün olabilir. manevî sefalete mahkum olmuş mîlletleri bu bataklığın çukurundan çıkarmaya imkan yoktur. milletini ve dinini seven insanlar hiç bir zaman kendi milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez. bir müslüman hiç bir zaman kendi dininden başka bir dinin ayinini taklid edemez. hiç bir zaman kendi millî örf ve adetleri dışında, başka milletlerin örf ve adetlerine itibar edemez. islâm dininin, islâm ümmetinin de hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. çünkü bütün insanları hidayete erdirmek ve hayata tatbik edilmek üzere allah teâlâ tarafından gönderilen şerefli dinimiz islâm, ilahi bir nizamdır. bu ilahi nizam, insanın hem dünya ve hem de ahiret hayatını kuşatır. o, beşeri bütün görüşlerin ve sistemlerin üstünde, ulvi bir içtimai görüşe sahiptir. müslümanım diyen herkes, hatta bütün insanlık bunu böyle bilmek mecburiyetindedir.
bu açık hakikattan dolayı hz.peygamber (s.a.v.) efendimiz, ümmetinin kendi varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik derekesine düşmeleri menetmiştir. fakat bütün bunlara rağmen bu hastalık yüz göstermiştir. zaten hz.peygamber (s.a.v.) efendimiz, kendi ümmetinin şirkten, kâfirlikten başka, eski ümmetleri örf-adet, fitne-fesat ve isyan gibi bütün kötü yollarda takip edeceklerini bir mucize olarak haber vermiştir. ebu sâid (r.a.)'den rivayete göre hz. peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu:
"sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. o dereceye kadar ki, şayet onlar daracık keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabî olacaksınız." ebu sâid (r.a.) diyor ki: biz:
-ya resûlellah! bu ümmetler yahudilerle hristiyanlar mı? diye sorduk. hz.peygamber (s.a.v.) efendimiz:
"onlardan başka kim olacak!..." buyurdu. (buhari, enbiya: 48; itisam; 14; müslim; ilim:6)
maalesef hz.peygamber (s.a.v.) efendimizin bu açık mucizesi haber verdiği gibi ortaya çıkmıştır. resûlullah (s.a.v.) efendimizin bu mucizesi günümüzde de devam etmektedir. çünkü bugün bir çok müslüman küfür hususunda, kâfirlerin yolunda karış karış, arşın arşın ilerlemekte; onlar keler deliğine girse, bunlar da girmek için yarış etmektedirler. binaenaleyh hz.peygamber (s.a.v.) efendimizin bu ikazı üzerinde durup düşünmek gerekir. görüldüğü gibi tenkit edilen husus: körü körüne taklitçiliktir, şahsiyetsiz olmaktır. bir nevi, aşağılık hissine kapılmaktır. müslümanların bu günkü halini şair ne güzel dile getirmiş:
bir elde kadeh! bir elde kur'an!
ne helâldır işimiz, ne de haram!
şu yarım yamalak dünyada,
ne tam kâfiriz, ne de tam bir müslüman!
müslümana:
"sen hıristiyan mısın?" diye sorsan darılır.
amma yılbaşında hindi, kaz; yemesine bayılır...
çam deviren hindici, nasıl mü'min sayılır...
bilmiyoruz çoğumuz ne edip yapıyoruz:
"batı, batı" diyerek, eyvah! hep batıyoruz!
yaklaşınca her sene, öz yurdumda yılbaşı:
yapılır milletime firenkçe türlü aşı!..
buna, ağlar ağacı; hem toprağı, hem taşı:
müslümanız (!) onlarla, noel de yapıyoruz.
"batı, batı!" diyerek, eyvah! hep batıyoruz!..
allah müslümanlara intibahlar versin! amin.
gayr-ı müslimlerin bayramlarında sevinmek, onların kutsal saydığı günleri kutlamak, onların adetlerine uymak, onlara benzemek kesinlikle caiz değildir, büyük günahlardandır.
enes b. malik (r.a.)'den rivayete göre, hz.peygamber (s.a.v.) efendimiz, mekke-i mükerreme'den medine-i münevvere'ye hicret ettiği zaman, medinelilerin eylenip oynadıkları iki günleri vardı. hz.peygamber (s.a.v.) efendimiz:
"bu günler ne oluyor, neyin nesidir? diye sorduğunda, medineliler:
- biz cahiliyet devrinde bu günlerde eylenip oynardık, yâ resûlellah! dediler. bunun üzerine hz.peygamber (s.a.v.) efendimiz:
"muhakkak allah size o iki gün yerine, onlardan daha hayırlı iki bayramı lütuf olarak vermiştir. biri fıtır, ramazan bayramı, diğeri kurban bayramıdır." (ebu davud; salat: 239, nesai; ideyn: 1, hakim müstedrek; 1/294, a.b.hanbel; 3/103, 178, 235, 250)
buyurdular. o günden beri kutlanagelen bu iki bayram, müslüman milletlerin aynı zamanda milli bayramları yerine de geçmiştir.
islâm dini, her bir medeni müessesesinde istiklaliyeti, orijinaliteyi esas alması yönüyle bu cahiliye adetini de kaldırıp, bütün mü'minlere ilahî menşeli iki bayram getirmiştir. bayramların daha hayırlı olanlarla değiştirilmesi ayrı bir ehemmiyet taşır. böylece o günlerin kutlanış ve o günlerdeki eğlence tarzı kökten değiştirilmiş oluyor. resûlullah (s.a.v.) efendimiz, eski kutlamadan ayrı olarak islâmî bir kutlama meşrû kılmıştır. böylece mü'minlerin eğlencesi de bayramı da islâm'ca olmuştur. mü'minlerin bayramı ibadetle başlar. zira hakiki sevinç ibadetledir.
bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki: müslümanların islâm dışı diğer bayramları kutlaması, bunlara iştirak etmesi ve allah teâlâ'nın bildirdiği gerçekleri yalanlayan veya onlara uymayan düşüncelerin ürünü olan fiillerin kutlama günlerini; müslümanların da bayram olarak kabul etmesi, küfre destek olmaktan başka bir manâ ifade etmez. islâm dışı tek ve çok ilahlı dinlerin törenlerine iştirak etmek, dinî merasimlerinden bir şeye muvafakat etmek, örf ve adetlerini güzel görmek kişinin iman dairesinden çıkıp, mürted olmasına sebep olur. binaenaleyh, noel gününde, hristiyanların diğer bayram günlerinde onlara uymak gayesi ile, onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek caiz değildir. bu hareketler küfrü gerektirir. ondan sakınmak gerekir... (ibn-i nüceym, el-bahru'r-raik, 5/133, el-fetâva el-hindiye 2/296)