bir grup gencin hazırladığı absürd ve gerilimli öğeler içeren basit kısa film. önüne geçilemeyen dizi sektörüne ve oyunculuklara kendi tarzlarıyla bir dur diyebilmek için çalışmışlar. çekimler, telefon kamerasıyla yapılmış.
orta okuldaydım. sınıfın 15 yaşındaki 2 metre çocuğu melih, kızlara ohh ohh yapıyor, futbol maçlarında defansta sanki bir pepe'ymişçesine mücadele ediyor, en arka sıranın mastürbasyon manyağı çocuğu rolünde oscar'a aday oluyordu. melih'in ön sırasında oturan, orta boy, kızlara karşı çekingen, erkeklere karşı çekirge, öğretmenlere karşı çekilmez derecede çalışkan olan bir öğrenciydim.
din dersimize mülayim bir öğretmenceğiz geliyordu. orta boy, hafif kavruk tenli, sımsıkı bir öğretmendi. tam da bize diğer sınıflarda yaşadığı, üzücü(?) bir hikayeyi anlatıyordu. anlattığı üzere; bir ders önce, okula yeni gelen, sarı saçlı, beyaz tenli, ipince ve hafif uzunca bir kız öğrenci bu mülayim öğretmenimize;
''benim ailem hristiyan. ben bu dersi almak istemiyorum. müdürle konuştum. size de söylemek istedim. hoşçakalın'' demiş olgun bir kız edasında.
din öğretmenimizin başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibiydi gençler. ayakta duramıyordu neredeyse. ağlamaklı yüz ifadesini atıp bir kulvalla eyhat allah üs samet. ben dedim velam yulet diyecek taakati yoktu. bütün sınıf hayretle izliyorduk ve olanlara anlam vermeye çalışıyorduk.
melih piçi, tam o sırada, öğretmenin zaafını yakaladığını anlamıştı ve kafasında bin bir tilki dolaşıyordu. daha önce bu din öğretmeninin melih'i susturmak için tebeşir fırlattığına şahit olmuştuk. o aunakodumun tebeşiri bana denk gelmişti gençler. bütün sınıf -melih de dahil- gülmüşlerdi bana. benim ne suçum vardı lan inek olmaktan başka. her neyse konumuz bu değil.
melih hazırlık yapıyordu. küçük bir tebeşire hemen arka taraftaki panodan bulduğu bir iğneyi batırdı. ölümcül bir silah hazırlamıştı pezevenk. tek görense bendim ve her şey sanki ışık hızıyla hareket ediyordu. melih'e ''dur mınakoyım. dava benim davam. ben bu kadar dert etmedim. sana noluyo göt?'' demek istiyordum ama hareket edemiyordum. adeta bir korku filmi izliyordum ve müdahale kavramım çökmüştü.
o esnada melih açıyı ayarlamaya çalışıyordu. ve ayarladı da. gerilerek, bütün vücudunun 2 metresini o tebeşire vererek atış yaptı. evet. tebeşir havadaydı. gidiyordu. o 1 saniyelik sessizliği bütün sınıf derinden hissediyordu. din öğretmenimiz ölecekti gençler. az kalmıştı. bir eşedüyen layilahe illallah diyemeyecekti.
hepsi benim yüzümdendi. s.k gibi öğretmenin melih'e attığı tebeşirin önünde durmuştum ve o tebeşir bana isabet etmişti. melih'le arkadaşlığımı gözden geçirmem gerekiyordu ondan sonra bütün bu olacakları hesaba katıp. sırf o tebeşir bana isabet etti diye, beni arkadaşı olarak gördüğü için bu suikasti düzenlemişti. şimdiyse yapacak hiçbir şeyim yoktu ve olan oldu gençler. din öğretmenimiz birden ayağa kalktı isabetin şokuyla. melih, tam 12'den vurmuştu. herkes gülüyordu. ama ortada çok trajik bir olay vardı aslında sadece melih ve benim bildiğimiz...
aradan 3-4 saniye geçti. öğretmenimiz yaşıyordu. acıdan bağırmıyordu veya bir kanaması yoktu. nabzı bile atıyordu, hissediyordum. sınıf daha bir güler hale gelmişti. öğretmenin suratındaki cesur yürek stili beyaz boya, 10 metreden farkediliyordu. apar topar sınıftan çıktı. gidiyordu. ama dönüşü muhteşem olacaktı. tek de gelmeyecekti hatta. melih şimdi 2 metre değildi. gerizekalı melih yaptığı hareketin ciddiyetini yeni yeni farkediyordu. iğnenin havadayken düşmesi bile onu kurtarmayacaktı artık. 2 metre değildi melih. benim kadar olmuştu. hatta benden de kısa. artık yeni melih bendim. en arka sıraya geçtim akabinde.
homeless man with golden voice, bir yaşam öyküsüdür. tek yeteneği sesi olan evsiz bir adamın, mütevazilikte sınır tanımadığını, her mimiğinin altın değerinde ibretlik olduğunu söylemek gerekir. buradaki ibret samanyolu ibreti değildir gençler. mütevazilik, anahtar kelimemiz. sonuç olarak abimiz, güzel bir iş bulmuştur bu viral video'nun akabininde. radyo ve nba müsabakalarında spikerlik yapmıştır.
not: ''then alcohol and drugs'' dediği anda adamın hayatını okuyunuz lütfen.
geçen gece eve geliyorum efendim. haliyle metrobüsteyim. zincirlikuyu'dan bindim ayakta gitmeyeyim diye. ilk durakta teyze dolmuş metrobüse güp atladı. ''yahu teyze beklesene 2 dakika da oturabil. bu ne özgüven lan'' diyemedim gençler. e haliyle yer vermek istemiyorum. ilk elin günahı yoktur prensibimi sonuna kadar korumak istiyorum. yaşlı da değil zaten. teyzeliğinin ilkbaharında. 3 gün, bilemedin 5 gün önce ablalıktan teyzeliğe terfi olmuş belli ki. aradan 1-2 dakika geçti. teyze subliminal mesaj atıyor kızılötesiyle bana. almamaya direniyorum. bluetooth'la yolluyor bu sefer. bütün teknolojisini kullandı kalkayım diye. bir eşşoğleşşeklik edip kalktım ben de. ''buyur teyze, gel sen otur'' diye. öffleye pöffleye oturdu gençler. ergen tribi yemediysem namerdim. ben de ''zaten kalabalık. bari şu koltuğun arkasındaki boruya tutunayım'' dedim. demez olaydım sayın yazar kardeşlerim. az daha teyzeyi taciz etmekle suçlanacaktım. boru meğersem onunmuş. rahatsız olmuş. biliyorsunuz bizim metrobüs cengaverlerimiz çoktur. teyze hafif mırın kırın etse, 15 kişiye saldırdım saldırıcam. o derece vukuata yakınız. her neyse gençler, sonuç olarak apar topar teyzemizin borusunu teyzemize teslim edip arkalara doğru uzaklaştım. siz siz olun, bilmediğiniz borulara tutunmayın. *
2012'nin son dakikalarıyla, 2013'ün ilk dakikaları arasında bastıran depresif uykuya rağmen ayakta kalmayı başardım. farkında olmak istiyordum yalnızlığın. toplumsal bir gerçek var ki; o da toplumun ortak davranışlarının, bireysel duygular üzerinde arttırıcı veya azaltıcı etkisinin yüksek olması. yani insanların o an deliler gibi eğleniyor olmasının yalnızlık seviyenizdeki artışta ister istemez etkisi var. uyuyabilirdim. ertesi sabah kalktığımda ise kutlama ertesi yığın enerjiyle karşılaşır, katılmadığım katılamadığım için mutlu olur, kendimi teselli edebilirdim.
2013'ün etkileri yok değil. insanlar her ne kadar '' 2012'nin 2013'e bağlanması durumunun önemsiz olduğunu '' söyleseler de, ortak toplumun bu etkiyi oluşturduğu yadsınamayacak bir gerçektir. her bireyin gerçekliği farklıdır. ama toplum, bir bütün olarak ortak etkiyi, en istikrarlı biçimde sürdürmesiyle toplum olmuştur zaten.
insanların sürekli depresyonda olduklarını söylemeleri, şizofrenik belirtiler gösterdiklerini iddaa etmeleri veya asosyal mağdur sıfatları taşıdıklarını ifade etmeleri benim de hoşuma gitmiyor. ama anlasanıza; bu insanların yüzde 90'lık bilinçli kısmı kendilerine subliminal mesaj veriyorlar. telkin ediyorlar sürekli kendilerini. bilinç üstü veya bilinç altı seviyelerde frekanslar gönderiyorlar karşılarındakilere ve kendilerine. hayatta kalma mücadelesi bu. istiyorlar ki biraz ilgilenilsin. kendilerini ifade ediş biçimlerinin tartışılmasını istiyorlar. insanlık ediyorlar. ayıp etmiyorlar.
herkesin bu tarz platformlarda kendilerine has tarzları var. şu ana kadar okuduklarından etkilenenler var, konuşma tarzını yazıya dökebilenler var, küfredenler var, ayar verenler var, ayar alanlar var, ayarlar var, saygı gösterenler var, karşılık verenler var, ilgi göstermeyenler var, sadece duranlar var, insan gözlemcileri var, değerlendirme yapmak için yaşayanlar var...
kuğul olmak, kuğul davranmak güzeldir elbette. ama buna gerek duymayanlar var, duyanlar var. belirli kurallara takılmış olanlar var. obsesif yanlarını karizma zannedenler var, obsesif yanlarından nefret edenler var. bütün bu varların içerisinde hoşgörünün olmaması kadar ilginç bir şey de yoktur. bir olgu varsa, tezatı da vardır. doğru göreceli bir kavramdır. taraf olan kişi, bir olguya sahip olan kişi, hoşgörüsüz davranabiliyorsa bu, davrandığı platformun çoğunluğunun gücünü kendinde hissedebilmesinden kaynaklanır. yoksa bu şartların oluşmaması durumunda, eğer bir olgu hoşgörüsüzlüğünün arkasında güce sahip değilse, hoşgörüsüzlüğün kendisine dönebileceğinin farkında değildir. nitekim tezatın olduğu yerde dengeler sabit kalmaz. hoşgörü istememe durumunu da alkışlarla karşılanabilir hale getiren yegane şey, hoşgörü konusunda nötr davranabilmektir.
insanlığın, acılarından kurtulmak için beyinlerini uyuşturduğu altın dönemlerin ortasında değiliz. gönül ister ki 28 yaşına gelmeden hayatı bırakmayı seçsin, hiçlikte devam etsin kariyerine. woodstock'ta varolmuş bütün asit zihniyetinin yanında, bunlara hiç gereksinimi olmayacak kadar potansiyel ruhun doruklarda olması belki de insanoğlunun en bilinçli, en harikulade çağı olduğunun da göstergesiydi. ne yapalım yani şimdi? savaşın ortasında sanat yapıp hoşgörüyle barışı getiren insanların ruhlarına müteakiben barışın orta yerinde soğuk savaş mı yaşayalım? haklısınız, çok güzel hoşuma gitti.
erkekseniz, çocuklukta ilk duyduğunuzda, boş odalarda evde kimse yokken haykırtan küfürlerin akabininde adrenalin salgılatmasıdır. akıldan geçen şey ise bu söylediklerini realiteye dökmektir.
biraz daha büyünür. okulun başlarında erkekler arası küfür dönemi hissedilir. küfür kıyamet gırladır artık.
lisedeyken sorgulama dönemi başlanır. küfür edildikten sonra ''lan niye ettim ki şimdi? hiç iyi hissetmedim. azaltayım bari biraz''dır.
üniversite, artık hatun kişilerinin de ortamda ciddi ciddi boy göstermesiyle küfrün duraklama dönemine girdiği, samimiyet argosunun oluştuğu zamanlardır.
erkek erkeğe ortamlarıysa küfrün daha bir espri anlayışına sahip olabildiği, hayat boyunca özlenerek anılacak zamanlar olmuştur.
sonuç olarak küfür, dilin zenginliğidir evet. düzgün kullanıldığında iyi etki yaratır. iğrençlik oluşturmaz. akla gelen de her yaşta, her olgunlukta farklıdır. ilk zamanlar bel altı kafası oluşurken, orta çağda etkisiz olarak kullanılır, sonlara doğru da bilinçli kullanılanı makbuldür.
kişiden kişiye değişebilendir. çünkü belirli bir iyi veya kötü yoktur. doğru ya da yanlış da. belirleyici gruplar vardır. kategorilerin oluşmasını sağlayan frekanslar vardır.
insan yeri gelir siyaset yaparak kendine has gruplar, örgütler oluşturur ve bu örgütün parçası olmaktan, insanlara yardım etme duygusunu tatmaktan, işe yaradığını düşünmekten mutlu olur. hayatı iyi yaşamak budur onlara göre. henüz lisedeyken sağ, sol kavramlarıyla yapılan ayrımın kölesi olduklarını farketmezler. yaptıkları eylemlerin, eylem dedikleri olguların eylemsizliğinin, işe yaramazlığının farkına varamazlar. aslında tam o anda bulundukları halin, yaraması istedikleri faydadan çok öte bir faydaya hitap ettiğinin bilincinde değildirler.
taraftar olmak, hümanist duyuların harekete geçmesinin kaçınılmaz sonudur. futbol ve terörü aynı başlıklar olarak incelemek demek, ikisinin de taraftarlıktan, holiganlıktan geldiğini bilmektir. siyaset yaparak şu anda, ülke içinde ülke kurmayı eleştirebilirim. ama buna gerek duymayabilirim de. bu da nihayetinde bir seçimdir. ülke içinde ülke kurma düşüncesinin ortaya çıkması, taraf oluşturma niyetindendir. yoksa bu ülkede yaşayan, hatta biraz daha geniş bakarsak bu dünyada yaşayan insanların, kötü düşünce ve ayrım yapılmaksızın ele alındığında sınırlara veyahut ayrı milliyet tartışmalarına ihtiyaçları yoktur. ortada dönen belirli rantlar yüzünden oluşturulan bu horoz dövüşünün, horozlara değil, dövüşü ayarlayan zihniyetlere yararı vardır.
meditasyonun temelinde de yattığı gibi; düşüncesizlik seviyesine ulaşmak için düşünceleri kovmak, onlara tutunmamak gerekir. ayrım yapan düşüncelere saplanıp taraf olmak, bu savaşı hiçbir zaman bitirmeyecek olandır.
sanat, yüzlerce yıllık insanlık tarihinin ''hayatı iyi yaşamak'' düşüncesi altındaki en saf anahtarlarından biridir. estetik yapının ve hayal gücünün ortak yapımı olan sanatın çeşitliliği ve ilgi alanları, insanlarda mütevazi yaşam ve rocknrolla tarzı yaşam gibi iki zıtlığın oluşmasına neden olmuştur. hermann hesse'nin edebiyat yapısı ve mütevazi yaşamının karşısında the doors solisti james douglas morrison'ın rocknrolla hayatını ele alabiliriz. esasında iki yaşam da diğer yaşamlara zarar vermeden, taraf olmadan, savaş yaratmadan geçmiştir.
bilimin zekası ve sanatın estetiği, hayal gücü olgusunun genel geçer ortak bir iyiliğe ulaşmasını sağlayabilir.
din ve diğer inanışların da taraf oluşturma konusunda üst sıralarda yer aldığını söylemek yanlış olmaz. din adı altında yapılan savaşların sadece bir inanış yaymaktan ibaret olması düşüncesi, bu vahşeti gözler önüne serebilmekte. inanışların en büyük sorunu da toplumsallık kisvesi altında, stratejik bir rant aracı olarak kullanılmasıdır. inanış bireye özgüdür. özgürdür. basit bir insan hakları tanımıyla ortaya dökülebilir: ''özgürlük, diğer insanların özgürlüğünün kısıtlandığı noktaya kadardır.'' bu cümle de özgürlük tanımı kadar net bir cümle olmamakla beraber, en azından bir fikir edinilmesini sağlar. yani aslında özgürlük, basit kalıplara sığdırıldığında zaten özgürlük olamaz, isminin anlamıyla tezatlık taşır. bu nedenledir ki siyasetçilerin, din adamlarının bahsettikleri özgürlük, gerçek özgürlük değildir. çünkü özgürlük kişiseldir. her bir bireyin yaşayış biçimini bir paralel evren olarak görürsek, özgürlüğün düzgün yaşanabilmesi için bu paralel evrenin zaman olgusunun tümünde mükemmel bir paralellik göstererek kesişmemesi veya birleşmemesi gerekir. dolayısıyla toplumsallık, inanışların taraftarlığa, terörizme kadar ilerlemesine neden olur.
toplum, baskı oluşturur. baskı, fanteziyi.. kontrol edilemeyen fantezi baskıyla beraber sapıklığa ve psikolojik problemlere dönüşür. bu sapıklık sadece cinsellik değildir. sapkınlık anlamındadır.
en başa dönüp konuyu toparlamak gerekirse, hayatı iyi yaşamak zordur. taraf olmayın. radikalliğinizi düzgün şeylere yatırım yapın. insanlık dışı düşüncelerden uzak durun. hayat zaten kısa. evren ve zaman çok büyük.
yapması kadar yemesi de zevkli olan iskender çeşididir.
kemiksiz hindi etimizi soteliyoruz. nugget tan biraz daha küçük parçalara bölüyoruz. tercihe göre köri sosu ve biraz acı sosla pişiriyoruz. tabağımızın altına ince pidelerimizi veya yine tercihe göre lavaşlarımızı kesip düzenle yerleştiriyoruz. üzerine hindimizi hafifçe bırakıyoruz. sıcaklık ve sosun yayılma süresinin hemen ardından afiyetle yiyoruz.
ayrıca biraz önce yaptığım, biraz sonra da yutacağımdır. hoşçakalın.
ilgi çekmeyen ifadedir. kaldı ki bu başlık eğer ateist, akp, dinci tarzı kelimeler içerse ve nefret dolu olsaydı şimdiye buralar şenlik dolup taşmıştı.
istanbul'da olacak olandır. istiklal'de Colors of Benetton karşı sokağında.. Yani Küçükparmakkapı'da ucuzların ucuzu, Rock-y Rock Bar sponsorluğunda gerçekleşecek olandır. Diğer bilgiler talebe göre gelecektir.
Not : Kimse gelmezse de artık napalım, yine tek içeriz..
sözlük platformunun aslında yalnızlıktan gelen anlatım eksikliğini giderici etkisini kullanan yazar söylemidir. burada konuşur, burada dinler.
''Yeniden uyanmak. Ve yeniden herşeyin acıtan tekrarı.. Somutluktan uzakta yaşamanın faydasızlığını anlayamıyorum. Neden gerçeklikte kalmalı? Neden gerçeklik, belirli ve esnetilemez üç boyutlu bir haritadan daha fazlası olamaz?
Gerçekliği bükebilirdim. istemediğim kadar çok şeyi, istediğim kadar çok şeyle değiştirebilirdim ve istemediğim kadar mutlu olabilirdim.
Zekanın diğer herşeyden daha önemli olduğunu vurgularsam eğer ve sahip olduğum zekayı geliştirebilirsem önümde kimse duramazdı. Bunu bir yarış olarak görmüyordum. Ya da diğer bir deyişle liderlik anlamına gelmiyordu bu benim için. Basit hümanist duygularımı yaşamanın bir stratejisiydi sanki tüm hissettiklerim. Sorunsuz ve kazasız bitirmek istiyordum bu gezegene olan ziyaretimi. Ama insanlar sıkılganlar. Bu sıkıntı, kendilerinde sürekli değişimsel bir paradoks olmasına neden oluyor. Değişiyorlar ve hiç bir zaman anlam veremedikleri başa dönüş sürecinin içine hapsoluyorlar. ilk baştaki soruları ve cevapları sabit kalmıyor. Sürekli değişen, sürekli büyüyen bu soru cevap döngüsünde yitiriyorlar insanlığı. Dedim ki böyle olmasın. Ben kendi farkındalığımda onlar gibi olmamayı seçeyim. Zekamı geliştirecek küçük oyunlardan zevk alayım. Gelişen zekamı rahatlamış bedenim ve ona ayak uyduran hazır cevap ruhumla birleştirip en önünde olayım bu döngüsel saçmalığın. En önünde olursam çünkü farkında olurum ve bu sıkılganlığı hissetmem.
En önünde olmak, sorunu başlatmak demek. Arkamda sandığım kalabalığın hissiyatsız bir şekilde beni daha derinlerdeki bağnazlığa ve kendini adamışlık hissine saplandırtmalarındaki ironi her geçen gece beynimde olmazsa olmaz filmler oynatıyor yeniden, en baştan, tekrar tekrar. Uyumak. izlemek. Uyanmak. Uyumak. izlemek. Yeniden uyanmak. Ve yeniden herşeyin acıtan tekrarı..''
tanım : istanbul'daki muazzam kar yağışı nedeniyle marmara üniversitesinin * sitesindeki açıklamada bahsi geçen tatil.
finaller vardı yalan oldular kendileri. zaten bu haftaya final kalması saçmaydı. ertelenmesi daha büyük bi' saçmalık. neyse; evlerine gitmek için bilet alanlara yazık oldu. hoşçakal günlük.
bu da bi' fantezidir nihayetinde. turistin hangi ırka mensup olduğu önemlidir. zira yakışıklı turist beklerken; gaziosmanpaşa'nın en kalabalık yerlerinde dolce and gabbana kemerli, gömlekli, pantolonlu, vs. erkeğin fantezik hatuna/isteğe bağlı olarak herife dudaklı dudaksız vereceği çok güzel cevaplar olabilir. fantezidir fazla takılmamak gerekir.
türk filmi repliği. paranoyak erkek kişisinin, mağdur hatun kişisine söylemidir. arkasından tokatın gelmesi an meselesi olup söyleyen ve söylenen yüzlerde acımtrak ifadelerle sonuçlanmıştır.
nette yazı tabanlı canlı maç anlatımı yapan ve bugün düşünme fırsatı bulduğum elemanlardır. ciddi şekilde psikolojik sorunlarının olduğu aşikardır. * bir yandan maç izleyip/dinleyip, bir yandan dakika dakika anlatım yapmaları beraberinde ciddi yazım yanlışları ve aptallıklar getirmiştir. bu tür anlatımları takip etmiş insanların gayet net ayırt edebilecekleri kişilerdir efendim.
babanın, perşembe günü çocuğu tarafından alınmış ve daha tamamen okunmamış Uykusuz sayfalarından birinde tırnak kesmesi eylemidir. evlat acısı gibi kor bünyeye efendim.
o berbat tablo göze temas ettiği anda ''baba naaapıyosun yaaa'' gibi bir nidayla karışık sorgu cümlesi açığa çıkar ilk önce... sonra babadan ''ne barıyon lan keranacı'' tadında bir azar işitilir.
Durum tatlıya bir türlü bağlanamaz efendim çünkü baba Uykusuz'u Posta gazetesi bulmacasıyla aynı kefeye koymaktadır zaten.
üniversitelerimizdeki erasmus olayından yararlanmanın farklı bir boyutudur. sütçü imam üniversitesinden erasmus yapıp istanbula gelmektir. daha denenmemiştir. ama az kalmıştır. denenmesi muhtemel olgulardan bir tanesidir. ülkem insanı bu öss sisteminde bu erasmusu yapmasın da ne yapsın?!
önceki hayatını inşaat amelesi olarak sürdürmüş fakat etkilendiği tv programları, dizileri * vs sayesinde orda gördüğü insansı varlıklara benzemeye çalışıp kendini değişim leğenine hızlıca bırakan gay türüdür.
bu tür; kolay bir tür olmamakla beraber, anadolumun kıllı bağrından kopup gelmiş, amma ve lakin o kılları beğenmeyerek aldırmıştır. hatta aşırıya kaçarak fazla aldırmış afedersiniz götüme dönmüştür.
son zamanlarda facebookta, beni vursalar ipe koysalar diye tabir ettiğimiz şarkılara çektikleri kliplerle ilgi odağı olmuş bu tür, zamanının çoğunu (evet çoğunu yanlış duymadınız), bizlerin arasında geçiriyolar. onları her yerde görebilirsiniz. kah ıslanırlar, kah meme uçlarını ellerler...
çok acayiptir ki aşırı abaza olmalarına karşın, gay olan bir türdürler. yaptıkları tüm hareketler aslında abazalıktan ve hatun tavlamaktan kaynaklanmaktadır.
- ooo, hayır ben anal istiyorum kültekin.
+ tamam bebiş onu da yaparız ama önceee...
- hayır kültekin sadece anal.
+ niye ulan?!
- boşuna mı dövdürttük bu götü kültekin! delirtme adamı..
geçen gün salona doğru yürüyorum efendim, gene donlayım haliyle... birden kapı çaldı tam kapının karşısından odama geçip bir şeyler giyicem ki kardeşim ani bir mutfak çıkışıyla kapıyı açtı tabi kapı kapı dolaşıp netinizden memnun musunuz diyen o 20 li yaşlarda hatunla göz göze geldik. aramızda 3 metre var ve ben donlayım. ey ev ahalisi şu kapıyı aniden açmayın. lütfen ulan.