sözlük naber? görüşmedik herhalde uzun süredir. hele bu başlıkla çok uzun süredir görüşmedik birkaç sene olmuştur. son sayfalarına yazanlar benden 5-6 nesil sonradır herhalde yani. niye yazıyorum şimdi? yılın bitimine 77 gün varken bu yılın hayatımın en büyük dönüm noktalarından biri olduğunu fark ettim. öyle dedim yazayım buraya.
yılın başında ilk kez bir profesyonel tiyatroda çalışmaya başladım. büyük yönetmenlerle üniversite tiyatrosunda çalışma şansım olmuştu ama ilk kez bunu gerçekten profesyonel bir ortamda yaptım. hayran olduğum yönetmenden oyununun rejisini doğrudan dinledim, hayran olduğum oyuncuları en yakından izlemeye başladım sahnedelerken. onlarca tiyatrocuyla kuliste oyun muhabbeti yaptım, afife adaylığı kutladım. dahası bu işten çok cüzi de olsa para kazanmaya başladım. hem tiyatro ortamının içinde bulunmak hem de az da olsa ek gelir almak şahane oldu.
bütün sene televizyona dair yazdım. yabancı dizi, yerli dizi, program... okunan, bilinen bir yerin kadrosunda üstelik. liseden ya da daha öncesinden beri tanıştığım ama yıllardır konuşmadığım kişiler "her gün okuduğum yerde senin imzanı gördüm, hemen yazarlara baktım gerçekten senmişsin" falan yazdı. götüm kalktı. televizyon yazmayı daha da sevdim. bu yazılardan biri radikal'de de yayınlandı. hani artık ana akım diyemesem de radikal'e annem akrabaların arasında epey hava basmış diyorlar.
profesyonel güreşin ne olduğunu hiçbir zaman yazma gereği duymamıştım çünkü bunu yazabileceğim mecralar zaten bu işin ne olduğunu bilenler tarafından takip ediliyordu. ilk kez bir televizyon sitesinde bunu yazma şansına eriştim. yazdım, yayınlandı ve okundu. artık twitter takipçilerimden daha azı bana uzaylı muamelesi yapıyor.
geçen yıl çektiğim ilk kısa filmimi tamamladım. hep yazan, çok yazan biri olarak kendi senaryomu çekip bir de bunu epey kişiye göstermek epey heyecanlıydı. hala o filmin ekmeğini yiyorum.
ilk kez tiyatro rejisi yaptım. sadece asistanlık olsa da metin takibi, çalışma ve düzeltme konusunda epey tecrübem oldu.
bir yaz boyunca istanbulda hayatta kaldım. aileden hiç para almadan üstelik. eylül ayı geldiğinde kendimle gurur duyuyordum.
üniversiteye girecek öğrenciler için rehber olarak tercih danışmanlığı yaptım tercih zamanı. çocuklardan çok ailelerle uğraştım. derece yapıp, tercih kısmında ailemin değerlendirmelerini siklemeyebileceğim bir konumda liseden mezun olduğum için sevinçliyim. çocuğun annesi, bababası, halası, eniştesi, babanesi ve dedesi danışmanlık için geliyorlar, çocuk yok. çok şükür.
pınar karşıyakayı şampiyon yaptım. çevremdeki herkesin gerçekten bildiği şekilde ne zaman izlesem geri düşen karşıyakayı, play-off boyunca en kritik maçlarda izlemeyip, twitter bile açmayıp galip çıkarttım. bugün ilk euroleague maçımıza özel plan yaptım yine, maç sırasında twitter'a bile bakmayıp oyun oynuyordum. barcelona'yı dağıttık. sanırım tüm maç günlerinde aynı şeyi yaparsak euroleague de kazanacağız.
tiyatro ve yazmayla birlikte en büyük tutkum hocalıktı. sonunda eğitmenliğe başladım. amatör bir atölyede temel kameraönü oyunculuk dersi veriyorum. sanırım kendimi en ait hissettiğim yer orası. şimdiye kadar çok plan yaptım, bozdum kariyerimle ilgili ama sanırım son kararımı verdim. hiç bu kadar emin olmamıştım.
böyle ya şimdilik. yılın son 77 günü neler gösterir, görmek lazım ama bakalım.
edit: bir de lindsey stirling'i canlı izledim. platonik aşkım 10 metre ötemde phatom of the opera'yı çaldı, roundtable rival'ı çalarken dans etti. hayatımda asla unutmayacağım bir gün seçmem gerekirse kesinlikle bu olur. başarı değil ama ultra bir şey.
lenovo g serisi bir laptop aldım, freedos olarak geldi. içine windows 10 yükledim, aktive de ettim ama tekrar aktivasyon uyarısı vermeye başladı bir gün sonra. ayrıca içine hiçbir video oynatıcı kuramıyorum. başka her program kuruldu, oyun dahi oynayabiliyorum ama video oynatıcı ııh.
tam bir yıldır bir müşterisiyle taşak geçen firmadır. en baştan anlatayım mı?
bir yıl önce dell marka bir diziüstü bilgisayar aldım. ubuntu yüklü olarak geldi ama internette bilgisayarın sonradan windows kurulduğu takdirde hiç sorun çıkarmadığına dair onlarca yorum okumuştum. dahası bilgisayarla ilgili en ufak sıkıntı yaşayanını da görmedim. bilgisayar bana geldiğinde ısınma sorunu olduğunu fark ettim. internet tarayıcısı kullanırken bile sıcaktı. ayrıca gerek kulaklıkla gerekse hoparlörde sık sık ses bozması yaşıyordum. aldıktan 2 gün sonra bu sorunlar yüzünden iade talebiyle geri gönderdim. bu arada içine windows 7 kurmuştum kendim. dell'i aradığımda, işimi koç sistemle halledeceğimi söylediler.
3 hafta sonra cihaz bana geri gönderildi koç sistem tarafından. ısınma sorununun kaynağı olarak hard disk görülmüş ve bana sormadan parça değiştirilmişti. ayrıca bana sormadan windows 8 yüklenmişti. (Bilgisayarın orijinal sistemi ubuntu, benden servise 7 ile gidiyor ama 8 yüklemeye karar veriyorlar) açtığım an bilgisayar yine ısınmaya başladı. üstüne daha denediğim ilk dosyada yine ses bozulması yaşadım. aradım "ben bunu iade ettim niye tamir edemeyip geri gönderdiniz" dedim. geri istediler. tekrar üstüne basa basa iade etmek istediğimi söyledim ve geri yolladım.
bir üç hafta daha bekledikten (ve bütün işlerimi beklettikten) sonra bilgisayar geri gönderildi. bu kez ana kartı değiştirilmişti ve ısınma problemi çözülmüştü ama yine de ses bozması yaşıyordu. arayıp neden iade alınmadığını sorduğumda bana ürünü arıza kaydı oluşturup gönderdikten sonra ayrıca arayıp iade talep formu oluşturmam gerektiği ama bunu yapmadığımı öğrendim. neden bana bunu onca zaman söylemedi kimse dediğimde tabii ki cevap alamadım. yine de neredeyse 2 ay boyunca kilitlenen işlerimi çözmek için bilgisayarı bir süre o haliyle kullanmayı tercih etmek zorunda kaldım. birkaç hafta sonra ses problemiyle ilgili tekrar yolladım, bu kez iade talep formu da oluşturdum. üzerine basa basa hem kulaklık hem de hoparlörde aynı sorunu yaşadığımı söylememe ve not olarak belirtmeme rağmen serviste bilgisayarın hoparlörü değiştirilip bana geri gönderildi. (geçen süre 2 hafta) bu kez de sürpriz, hem sorun çözülmemişti bana gelen aletin klavyesi çalışmıyordu. artık patlayacak bomba halinde olduğumdan soluğu hasanpaşa'daki toplama merkezinde aldım. meğerse işini çöok seven süper teknisyenleri klavyenin kablosunu takmayı unutmuşlar. (ve bunlar test ediliyor bana geri gönderilmeden önce)
aldım bilgisayarı ve yine kitlenen işlerimi halletmek için hemen geri veremedim. bu arada ses sorununa yeni bir sorun daha eklenmişti. bilgisayar kapat komutuyla kapanmıyor ve uyku modundan çıkmıyordu. bir süre daha bilgisayarı kullandıktan sonra tamamen şans eseri olarak 4 ay çözemedikleri sorunun donanımsal değil yazılımsal bir sıkıntıdan kaynaklandığını fark ettim. kapanmama sorunuyla birleşince tekrar teknik servisin yolunu tuttum. hasanpaşa'da bana dedikleri şey şu oldu: "beyfendi bilgisayarınız linux orijinli, windows'la uyumsuzluk yaşıyor bu sorun ondan." bu bir apple bilgisayar değil kaldı ki apple'ın içine windows kurup benden daha sorunsuz kullanan insanlar var çevremde. dahası, bilgisayar bana teknik servisten benim yüklemediğim windows 8 ile gelmiş. o gün yıktım ortalığı haliyle bilgisayarı aldılar ve ilk kez o seferde doğrudan teknik servis tarafından işlem yapılmadan hemen önce arandım. sorunun windows 8'in update hatalarından kaynaklandığını, istersem 7 yüklenebileceği söylendi. orijinal olmayan bir windows 7 ile bilgisayar bana geri gönderildi. (bu arada bu kez toplama merkezindeki çok bilmişlere tek tek yapılan işlemleri saydığımda sistemde ana kart değişimine dair bir şey görünmediğini söylediler bana. ben de çat diye çıkartıp teknik ervisin formunu koydum gözlerinin önüne. ne hikmetse bir anda sistemde görünmeye başlandı.)
son windows 7 yüklemesinden sonra bilgisayarı gayet keyifle kullanmaya başladım. beni 6 ay boyunca bilgisayarsız bırakmalarının, tüm prosedürleri yerine getirmeme karşın ürünü iade almamalarını sineye çektim. davasıyla, şikayetiyle uğraşacak zamanım yoktu çünkü, uyuyacak zamanı bile zor bulduğum bir dönemdi. sonunda tam randımanlı bir bilgisayara kavuştuğum için de mutluydum zaten. geçen haftaya kadar. geçen perşembe, bilgisayarı açtığımda masaüstünden bazı simgelerin sildiğini gördüm. çözmeye çalıştıkça sorun daha da büyüyordu ben de uğraşamayacağım bir virüs olduğunu düşünerek hemen tekrar toplama merkezine elden teslim ettim. şikayette "virüs var, format atılması isteniyor" yazıyordu form hala önümde açık duruyor. oradaki gevşek çalışan tarafından "yarın onlara ulaşır, hemen halledilir, ertesi gün de size ulaşır" sözlerine ben yine salak gibi inandım. bekle anam bekle yok bilgisayardan haber. bugün arayıp akıbetini merak ettiğimi söyledim. müşteri hizmetlerindeki kız "cihazdaki sorunun hard disk kaynaklı olduğu saptanmış, yeni hard disk sipariş edilmiş o bekleniyormuş" dediğinde de kayış tamamen koptu. parça değişimi yapılmadan önce ürün sahibine haber verilmesi gerekir. hadi bir yıldır bunu yapmayacaklarını anladım da ürünü başmbaşka bir taleple gönderiyorsun, başka bir işlem uygulanacağı zaman yine haber verilmesi gerekir. o yok bu yok. 2 gün sonra geri gelir diye tonla işimin arasında bilgisayarı gönderdim yine. şimdi gene en az 2 hafta yok. allah belanızı versin ya.
yine bir ülkede yaşanacak uç olay kotasını saat 16.05 itibariyle doldurduğumuz olay. dolmabahçe, siirt, kadın cinayeti, cenazeye işkence, o, bu şu... yeter lan
öss, ygs, lys fark etmeden hiçbir üniversite giriş sınavı sisteminin zeka ölçmek ya da öğrenicinin okumak istediği bölüme uygunluğunu belirlemek gibi bir işe yaramadığını anlamamış insanlara laf anlatmaya üşenmektir o, utanmak değil.
ben hiç anlamayacağım şu "özel okulda salaklar baba parasıyla okur" mantığını. burslusunu falan geç aga sen sınava hazırlanırken isyan etmiyor musun "bu sınav zeka falan ölçmüyor amk böyle sistem mi olur" diye? ediyorsun. adam bu sistemin açığından faydalanıyor. adaletsiz bir durum mu? evet. adaletsizliği sağlayan özel üniversitede okuyan öğrenci mi? hayır. derdiniz ne sizi? özel okulda okuyan tipler mi? sanki tek tipiz kodumunun okulunda. sözlükte özel üniversite başlıklarında söylenen o tiplerden ne kadar gördümse dört senedir okulumda, devlet üniversitesinde eğitim alan arkadaşım da o kadarını görüyor. mal her yerde mal. o mallık seviyesini üniversite sınavı ölçmüyor yalnız.
üniversite sınavıyla, dört (yedidir o yedi) senelik eğitim hayatının aynı olacağını düşünmek de saçmalık. ikisi de çok farklı sistemler. öğrenmesi, çalışması, başarılı olması tamamen farklı matematikler üzerinden yürüyor. arkadaş üniversite sınavında derece yapıp okula birincilikle girdim, dökülüyorum lan not ortalaması olarak. yükselmiyor kodumunun ortalaması, yükselmiyor. geçenlerde öyle bir deneyeyim diye ales'e girdim, yine derece yaptım. ne anladık bundan? sınavda derece yaptım diye zeki miyim? okulda notlarım kötü diye aptal mıyım?
bu iki yüzlülüğü bana anlatın ya. sisteme sürekli laf atıp, bu sistemin salak sınavlarına göre birilerin zekasını ölçme mantığınızı bana anlatın. arkadaş, radyo televizyon sinema okuyorum ben. bölümde burs kazanmak için köpek gibi matematik sorusu çözdüm zamanında. matematik bilgim mi benim bu alana uygun olup olmadığımı belirliyor? türev integral bilince mi iyi bir hakim mizacına sahip oluyorsunuz?
ayrıca bu yaz gönüllü tercih danışmanlığı yaptığımda fark ettiğim bir durum var. birçok aile ortalama puanlarla, istanbul dışında bir devlet üniversitesine göndermektense çocuğunu, %50 bursla (ya da kimi bölümler için burssuz) olarak istanbul'da özel üniversitede okutmayı tercih ediyor. şehir dışında çocuk okutma masrafıyla hesaplandığında aynı yere çıktığını söylüyorlar, hiç değilse çocuk yanlarında olsun ve iyi bir eğitim alacağı kesin olsun istiyorlar. akademisyen kadroları günden güne eriyen ortalama devlet üniversitelerindense (boğaziçi, gsü diye atlamayın amk) belli bir standartı koruyan vakıf üniversitesini tercih ediyor.
size mi kaldı sikik bir sisteme göre insanların zekasını etiketlemek?
ülkenin en tanınan, bilinen siteleri içindeki en ırkçı bakış açıya sahip platform. her şeye anlayış var ama kürt'e, ermeni'ye yok bir tek. ne zaman bu kavramlar geçse altına türlü hakaret ve iddia yazılıyor hemen.
hazar ergüçlü'nün, bombalı saldırıya uğrayan insanlara geçmiş olsun dileklerini iletmenin parti propagandası yapmak olduğunu sanan, düşünme gücünden yoksun zihinlerin hakaretlerine maruz kalmasına neden olan hareketi.
büyüyünce bayrak, masa lambası, tencere, hoparlör vb herhangi bir nesne olmayı isteyen herhangi birine yaşı ilerlediğinde bunu hatırlatırsanız "lan ne salakmışım çocukken" minvalinde tepkiler verir zaten. yazık da bunlardan biridir.
her şeyi de propaganda olarak görmekten vazgeçin be. hala insanız şunun şurasında.
maltepede olması dolayısıyla anadolu yakası trafiğini felç edecek miting. avrupa'da takılsanıza ya orada daha çok insan yaşıyor, daha fazla insanı mağdur edersiniz. bizi bize bırakın.
diziden iyice koptuğum sekizinci sezonu enfes bir sezon finaliyle bitiren dizi. sheldon'ın o sondaki hali gelecek sezonu merakla beklemeye sebeptir. yanındayız cooper!
allen: bize ihtiyacı var. ne yani onu kovacak mısın? 2 gün önce onu yatağa atmak için deliriyordun.
charlie: evet çünkü o zaman manyak bir yabancıydı. sen de 2 gün önce onu atmak için uğraşıyordun.
allen: evet çünkü o zaman deli bir yabancıydı.
ilk gördüğümden beri ara ara açıp "allah belanızı versin, yanın cehennemde" diyorum. sitenin ulu'ya ait olduğunu geçenlerde fark ettim. allah belanızı versin ya.
güreş izlediğim için senelerdir dalga geçer çevrem benimle, zerre de umurumda değil. bunların geneline biz de gülüyoruz zaten. ama şu listenin dokuz numarası var ya işte o umurumda. o çocuğun adı connor. kanser hastasıydı o çocuk. çok az ömrü vardı ve bir güreş tutkunuydu. bütün wwe seferber oldu onun için. wrestlemania (dünyanın en büyük güreş organizasyonu) zamanı hem de. wrestlemania öncesi arka alandaydı, hayranı olduğu isimlerle konuştu. wrestlemania'yı ringe en yakın yerde izledi. üstelik gecenin ana maçını kazanıp şampiyon olan daniel bryan direkt onun yanına gitti "bu gece sen yanımda olduğun için kazandım, teşekkür ederim" dedi. o listeyi yapan gerizekalının çok güldüğü o gif de o haftasonu içindeydi.
kanser hastası, son günlerini yaşayan ufacık bir çocuk. onun mutlu olacağı son günüyle dalga geçiyorsunuz. allah bin kere belanızı versin ya.
çok fazla sonuca açık bir maç. liverpool 5 atabilir, beşiktaş 2 gol atıp temiz galibiyetle dönebilir. iki taraf da birbirine benziyor ve iki taraf da hücum anlamında çok formda çünkü. iki tarafın da savunmaları sezon başından beri gol yediren hatalar yapıyorlar üst üste. hani iki takımın da hücumu rakip savunmayla baş başa kaldığı anda içinden geçer, yürek sızlatırcasına ümitleriyle oynar, finalde vize konularından da sorumlu tutar. elbette iki hücumun da nutuk tutulması dediğimiz bir durumu var ki eleme turu ilk ayağı olduğu için elbet olur, alt bitebilir maç. sonuçta iş orta saha göbeğindeki mücadelede kimin birazcık da olsa sütün geleceğiyle alakalı.
kesin bildiğim tek şey motta'nın kırmızı kart göreceği.
kahraman olmayan, olamayacak kişi. nihat doğan'ı survivor all star'dan çıkartmış. bu medya maymununu tam da ekranlardan kaybolmak üzereyken survivor'a çağırıp tekrar parlatan kimdi? nihat doğan'ın yalakalık yapacağım diye sıçıp sıvadığı bu hükümetin altın çocuğu acun değil mi? adam sadece sınırlarını biliyor. neyin ne sonuç getireceğini biliyor.
survivor, acun'un güncel 3 formatı içinde yarışanların birbirleriyle etkileşime girebileceği tek yarışma. katılanları az ünlüdür, ünsüzdür, medya maymunudur, gereksizdir, odur, budur. ama hepsi neticede insandır. nihat doğan survivor'a katılsa o yarışmacılardan birinin çekimlerde bu olaya tepki göstermeyeceğinin garantisi yoktu acun için.
bu yüzden ebru gündeş'i programında 17 aralık sürecinin inadına alkışlatan adam nihat doğan'ı survivor kadrosundan çıkardı. orada ebru gündeş'e yayında tepki gösterebilecek kimse yoktu. bunun insanlığıyla alakası yok, bunun tonla para döktüğü yarışmada bir aksilik çıkmasını göze almayacak kadar akıllı olmasıyla alakası var.
ne olduğu belli olmasına rağmen denk gelip doğru hareketi yaptı diye birilerini kahraman yapmanın sonu nihat doğan mesela. gezi dönemi gezicileri destekleyen twitler atınca kahraman yapılmıştı. acun'u kahraman ilan edince başa gelecek olan da bu. lütfen saçmalamayın.
"beşiktaş'ı şampiyon yapacaklar matmazel" serisinin yeni kitabı. twitter'da burada, ekşi'de yazılanları o kadar keyifle okuyorum ki dünden beri. okurken asla bu kadar salaklaşamayacağımın farkına varıyor seviniyorum. şu maçta hakemin beşiktaş'ı kolladığını iddia etmek, kırmızı kartlara ya da penaltıya itiraz etmek için beyninde hücre olmaması gerekiyor. tek mikroskobik hücren olsa yine konuşamazsın böyle.
daha kaç maç önce galatasaray'a orta sahasız çıkan rizespor'a bizimkiler rahat çıkınca rizespor tabii baskıyla can okudu ilk yarıda. tabii cüneyt'in es geçtiği bariz penaltı verilse rizespor arkadaki dörtlüyü bırakmadan baskıya gelecek ve daha da açılacaktı. ne olurdu hiç bilinmez.
ilk gol, sosa'nın yeni bir şekilli golü oldu. adam 3 gol attı geldiğinden beri, bir tanesi normal değil. sağolsun kıvanç da kıvançlığını yaptı golden sonra. hani kıvanç olunca herkes tanıyor bu adamı, kart görmesine kimse şaşırmıyor. benim asıl sorum bu adam sarı kartı varken daha ne kadar ağır şey söyledi ki direkt kırmızı gördü?
ikinci kırmızı kart kesinlikle yanlış saha polisinin o koray yavşağını tutuklaması gerekiyordu aynı zamanda. motta'nın futbol hayatı bitebilirdi darbe tam olarak denk gelse. et abi bunu futboldan men et. bir de itiraz ettiler ya. çok ilginç rizeliler gerçekten.
beşiktaş'ın rakip dokuz kişi kalıp oynadığı oyun tarifsiz. 11'e 11 olsa daha rahat edeceklerdi sanırsınız. tamam rize 9 kişi savunma yapıyordu da senin içeride tek demba ba dururken sürekli kanattan orta yağdırman nasıl bir oyun aklı? sosa, töre ve kerimle düzgün atak kurulamıyor mu? penaltı yüzde bir milyon penaltı da salaklık penaltısı. adam bildiğin çok yorulduğu için kendini attırmaya çalıştığı için kazandık penaltıyı. cüneyt de herhalde "sahadaki arkadaşlarının yüzüne bakama emi maç bitene kadar" diye atmadı herhalde oyundan. hadi bunun açıklaması var da son dakika vermediği bir diğer penaltımızın açıklaması yok.
yalnız rize'nin ikinci yarı oyuna giren forveti acayip adam. herifin boy beş metre, çalım falan atıyor. arkadaşım boyuna posuna göre davranıp kalas bir pivot forvet olsana lan ne diye çalım atıyorsun.
baseball sopası. yurt odasında tutuyorum, eve gideceğim zaman götürüyorum falan. ben almadan önce her akşam kapıya gelip sigara soran bir eleman vardı, ona karşı kullanmayı düşünüyordum. ben sopayı aldım adam gitti.
şahit olduğum bir olay. yeni mezun bir hocamız vardı ben son sınıftayken. sınıfta da taş mertebesine çok yakın bir hatun vardı. bunlar bir sene boyunca çıkıp neredeyse hiç çaktırmamayı başarmışlar. (ben ders çalışmak dışında bütün zamanımı pes oynayarak geçirdiğimden fark etmemiş olabilirim tabii) ertesi sene tatile gittiğimde yolda bunları sarmaş dolaş gördüm. sorup soruşturdum ki kız sırf bu eleman için üniversiteye şehir dışına gitmemiş falan. son kısma kadar benim için problem yoktu. aslında son kısımda da yok. kız salak bana neyse.
daha başından planlandığı gibi 52 bölümde biten dizidir. bitmesinin tutmasıyla alakası yok. star'ı biliyoruz. sezon başından beri reytingler yerlerde sürünüyor, öyle olsa bu sezon 5-6 bölümde yayından kalkardı.
tutsa uzardı diyeceklere de türkiye'de böyle diziler ara ara çıkıyor. planlandığı gibi başlayıp bitirilen tarzda.