ersin tezcan hayranı oldugunu sandım önceleri girilerinden, belki de kolaya kaçtım daha fazla yazmasını beklemeden, belki de kendisi kadar ince olmadıgım için bu kanıya verdim. ama illa bir şair veya yazar ile anılacak olması gerekse o kişinin cahit zarifoglu ya da ece ayhan olması gerektigini öğrendin kendisinden. ki kendisi hakkkında şu an söyeleyebileceklerim ise ince düşünceli ve edebiyat aşığı oldugudur. şimdilik bunları söylerken hoş gelmiş demeyi de unutmuyoruz. umarız ki burayı sever.
sanılmasın ki öyle körü körüne okumadan seovm lik yapıyorum, valla okuyorum, begendiklerime oy veriyorum. en az 20 entry oluyor. ama şimdi secilen yazarın neyi oldugu bilmiyorum işte bu nickine tıklıyorum, ordan sona tıklıyorum. o yazarın son yazdıkları sol frame e geliyor.
zorluk bir: eger başlıga bakınız vermiş ise o yazar ve o bakınız dolu ise direkt yönleniyor, eger cok entry var ise o başlıkta bakınızı bulup oy verilemiyor. ama olsun onun yerine başka entry e oy veriliyor.
tanım: saovm lerin oylama yaparken rastladıgı zorluklar.*
Eski bir yalnızlıktan ödünç alınmış günlerle
Yaşadım gençliğimi ölü bir kadının saçlarını
Okşayarak ...
Yaşadım babamın ruhuma ithaf ettiği
Bütün pişmanlıkları ,
Bozgun bir kalp ve siyah bayraklı şiirlerle
Dolaştım bütün sahipsiz duyarlıkları...
Ömrümü kayda geçirdi bir sokak
Sokak ki vaiz ve ticaret
Islak tül kokusu ve kömür.
Evine çağırdın ilkyaz sevinçlerini
çocukluğuna
Yırtıldı gözlerin, içine hayat doldu
o karanlık ışık...
Yükün yok
artık her sabah hoyrat bir özgürlük uyandırıyor seni...
Kalbinde herşey eşitlendi
Haz ve sıkıntı
Boşluk ve güven
Hasret ve ölüm
Gözlerine hastalıklı bir güzellik geldi
Şimdi acı çeken yanınla bile alay ediyorsun...
Kalbine çağırdın herkesi
Kendini bile
Artık sokağa çıkabilirsin
Ömründen düştün kendini *
Çocukluk bahçendi sesin senin,
alevlerle mesut, çiçekli aynandı.
Sızlattığında karşılıksız düşler bileklerini,
nefesini kanattığında veda sözleri,
yorulduğunda ayrılıklardan,
artık hep böyle olacak, dediğinde
sesine döndün hep.
Orada binlerce sevdalı göz seni görsün diye
sesinin çocukluk bahçesine... *
Aferin virgül sana, sansara dikkat!
Bekçi gibi düdüğünü uzaktan çalıyor,
Uzaktan çiftliğe bir ölüm çiziyor,
Çiziyor bir mezar, kazıcısı ibikten,
Taşları tavuk tüyü, orduları ibikten,
Bir manga sansar almış, kümesi kaçır;
Çünkü aydede sansarı sevmiyor.
Virgül sana aferin, bence çok önemlisin,
Belki nokta değilsin, ama virgülsün;
Ödevimin sonuna nokta koyarım;
Sansarın boynuna ben silgi astım
Silsin diye burnuyla pençerelerini,
Sen çok cesursun virgül, saklanmıyorsun,
Çünkü silgilerden hiç korkmuyorsun.
Sana aferin virgül, silgi sansarı sildi,
Bütün düşmanlar öldü, silgi de öldü;
Piliçler geri dönsün çiftçinin yatağından,
Tirenle geri dönsün, ördek şeftiren olsun,
Tavuklar bando çalsın, horoz da teftiş etsin,
Kazlar madalya versin, sana virgül aferin,
Çünkü sansara bile meydan okudun.
Mor bir kalem gelecek siz hepiniz uyurken,
Düşmanlar öldü diye mışıl mışıl uyurken,
Bir denizi kümesin duvarına çizecek,
Ben boğulunca defterler üzülecek,
Öğretmenime kızdım, kıskansın seni nokta,
Sana nişan takmadım, ama gücenme virgül,
Çünkü bu şiirim virgülle bitecek, *
Bir plak gibi dönüyor gökte mavilik
Sesi asağıda, çok aşağıda
Üstünde bir duvarın. Duvarsa
Dondurma yiyen bir çocugun eli sanki
Taşmış akıyor
Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini.
Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana.
Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.
Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi günışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından *
Hiç kimse buyur etmedi beni
Bu dünyada hiçbir yere
Ama açtım bütün kapıları tekmeleyerek
Bütün engelleri göğüsleyip yıkarak
Buyrun dediler o zaman incelikle
Buyur ettiler
Ve
Buyurdum
Elimden geldiğince görevimi yaptım
Gülümsedim hıçkırıklarımı boğarak
Sonunda kimsenin yorulmadığı denli yoruldum
Artık kapılar açık kalsın
Bundan sonra gireceklere
Şimdi dinlenmeye gidiyorum
Hoşcakal güzel dünyam. *
imdat çığlıkları mıdır
bir felaketi mi duyururlar
anlaşılmaz söyledikleri
salkım saçak çökerler karanlığıma
yalnızlığımı dağıtırlar
yağmurda sis düdükleri
camlarda çehreler hayal meyal
aramızdan müthiş ayrılmışlardır
anlaşılmaz niye öldükleri
son nefeslerini tasarladıkça
insan ısrarla ölümünü yaşıyor
yağmurda sis düdükleri
yürekte keder yoğunlaştıkça
bulutlar buz tozuna yozlaşıyor
anlaşılmaz neleri götürdükleri
sabahlar olur bir türlü uyuyamam
içimde sanki şilepler çarpışıyor
yağmurda sis düdükleri *
Dört mevsimden geçmemiş arkadaşlıklar
Kırılmış fanus, kararmış tılsım
yürekleri sadakları kadar zengin değilmiş
Birlikte gittiğimiz yollar
Başka haritalarda kaybolurken
Öğretirler
aynı değil kalpte biriken zaman
sırtlarda ne çok ok birikmiş
kılıçsız kalkansız arkadaşlıklarda
savunmasızlığı tek savunma olan
doksan dokuz yaradan
bir ad bile vermezken
kör inanç, kayıp gece, boşalmış mushaf
uzanır elleri sadaklarına
başkasının gizine nisan yaşayan
inceok inceok önceok
ne toprağın teninde ürperen hayat
bunca aşk bunca anı bunca kalp
gün gelir yalnızca bir ince ok *
sesinin kınında bekleyen akşam
gözlerindeki nazara
kurşun döktüğüm kelimeler
kuraklığın derinliğinde hileli beyazlık
rüyaların asılsız eteklerinde kamaşan su
seni bana kavuşturan
aşk mürekkebi
kör eder
kelimelerin gözlerini
kalbim
beyanımdır
gitmeye duran
kanda kurutulan veda sözleri
nice söylense
hiç söylenemeyen
kısa süren aşkın uzun vedası
sönmemişken gözlerimizde
ilk günkü gibi tutuşan fer
yolunu bekletir bitmemiş ferman
ne kalan kalır ne kimse gidemez buradan
ayrılıkla tartılan aşk araftır
sonsuz bir şimdiki zaman *
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
bazı ırmaklar öldükten sonra kavuşurlar denize
taşkınıyla bir tek dizenin
sular altında kalan kitab
ölenin, kavuşanın
eski aylardan şaban yıldzımsın
Arabi gökyüzümde
ben öldüren ırmağa hala vuruyor ışığın
biliyorum az kaldı denizime
biliyorum bu ferman çıkmaz bir yere
ben gittim, murathan kalsın sende *
Yaratıcı ruhun tırnakları
Kırmızı film
Vamp bir vampir
Kaynak yapılıyor
Ruhların geçmişine
Oksijen maske
Korkunun alt yazısı
Kullanılmış biletler
Deri jartiyer
Siyahı
Sahaflara düşmüş
Sivri topuklar çeviriler
Derinleşmeden kullanın
Bütün korkuları
Fil dişi vampirin
Ve gece yüzölçümü pelerini
Olmayanı yazmanın romanı
Kuralları bile değişmiş
Nasıl öldürüleceklerinin
Herkese bir tane kırmızı film
Satrancın 64 karesi üzerine
Çarpılan sayısız oyun gibi
Aynı kan farklı kurular
Doğadaki üç ana renk
Yalnızca sekiz nota
Ne kadar az ve ne kadar çok
Atomdan bombaya giden
Kan karanlığı yollar
Olmayana inanmanın sineması
Dişlerindeyiz vampirin
aşk dediklerinde çocuktum.
gözlerimin kesilen ellerden yapıldığını öğrendiğimde
bir katliam gibi sevişmeyi düşünmezdim, çoktum
onlar ceset kuşlarıydı
deniz en büyük ölü
afrika uyanmıştı ya
ben boğulmuştum *
Kanını değiştirir suyla
Birkaç dönemeç önceki ölü
Tuzunu yıkar deniz
Suyunu değiştirirken ırmağı
Denize tılsım dağlıyor
Kurşun yayılıyor tenine
Ağır
Ağır
Kurşun
Birkaç ölü her dönemeçte
Bir ırmak kaç büklüm dönerse
Doğuya edilen yemin
Kan, tuz, ölü hakkı
Kollarına çoğalan ırmaklar
Geleceğini tasarlayan coğrafya
Tarih ve yemin kuşatırken toprağı *
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara *
Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
Ellerimden yoruldun
Gözlerimden gölgemden
Sözlerim yangınlardı
Kuyulardı sözlerim
Bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün
Ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
Uzaklaşan ayak izlerimin
Ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak. *
Yedi yıldır Uludağla göz göze bakışıp dururuz.
Ne o kımıldar yerinden,
ne de ben,
lakin birbirimizi yakından tanırız.
Gerçekten yaşıyan her şey gibi gülmesini ve kızmasını bilir.
Bazan,
hele kışın, hele geceleri,
hele rüzgar kıbleden estiği zaman,
karlı senaberlikleri, yaylaları, donmuş gölleriyle
uykusunun içinde şöyle bir kıpırdanır,
ve orda, en yukarda, en tepede oturan keşiş,
uzun sakalı darmadağın
ve etekleri savrularak,
rüzgarın önünde haykıra haykıra iner ovaya.
Sonra, bazan,
hele Mayısta şafak vakitleri,
masmavi, uçsuz bucaksız, koskocaman,
hür ve bahtiyar
yepyeni bir dünya gibi yükselir.
Sonra, bazan, gün olur,
gazoz şişelerindeki resimlerine benzer.
Ve ben anlarım ki, görmediğim otelinde
kayakçı bayanlar kanyak içerek
kayakçı baylarla dalga geçmekteler.
Ve gün olur,
şalvarı sarı pıpıt bezinden, kara kaşlı dağlılarından biri
Mukaddes Mülkiyetin mihrabında kesip komşusunu
misafir gelir bize,
71'inci koğuşta on beş yıl yatmaya. *
(bkz: sle7in)
edit: baskı üzerine şaka olduğunu söylüyorum. ironiden anlamayan nesle aşina değilim. bunu da o söyledi valla. *
hiçbir yönlendirmeyi silmeyin, bana gelince ohh.. alahala!