Hayat tuhaf,
Kuşlar da uçmuyor buralarda. Uçsa da konmuyor kalplerimize, çocuklar ölüyor, insanlar ölüyor, kediler üşüyor kimsenin umurunda olmuyor. Sevmiyoruz, sevilmiyoruz. Nereye kadar döner bu dünya. Bu kadar adaletsizliğe ne kadar dayanır o yuvarlak. Zor çok zor anlayabiliyor musun? Senden olmayana ölsün demek bu kadar kolayken herkesin üzüntüsüne üzülmek çok zor. Bizi bir tek sevgi kurtarır ancak öyle kirlenmişiz öyle pisliğin içine batmışız ki sevilsek de sevsek de görünmüyor. Boka battık hepimiz. Görmüyor musun? Her şey hem çok kolay hem çok zor oldu. Sevmek zor oldu ama sevişmek çok kolay oldu. Anlamını yitiren saçma anlar yaşadık ama çokça anlam yükledik onlara. Ama diğer tarafta anlamlı şeyler yapmamız gerektiğinde anlamsızca baktık sadece. Ben utanıyorum artık, yaşamaya, nefes almaya, gülmeye ve birçok şeye. Nasıl yıkanırız bu pisten, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa? Yanmalı mı sahiden birimiz? Herkesin ateşi içinde oysa ki. Hepimiz birer ruh hastasına dönüştük, sanalla gerçeği ayırt edemeyen. Sanalda gördüğüne üzülüp, gerçektekine bakmayan. bakıp da görmeyen. Vicdan da kalmadı, sanki ergenliğe girmek sadece büyümek değil de tüm saflığından da soyunmaktı. Biz büyüdük, yetişkin olduk, her istediğimizi yapabilecek, kimseye hesap vermeyecek yaşa geldik. Ne oldu peki? Şımardık, istediğimiz olsun diye can yakmayı bile umursamadık, bencilleştik. O selfielerimizde doğal gülümsemeye çalışırken ne kadar yapmacık olduğumuzu sadece birkaç saniye sorguladık. Ben küçükken, birisi öldüğünde mahallede herkes üzülürdü, o kadar üzülürdü ki eğlenmeyi kendine ayıp görürdü; öyle ki televizyonunu bile günlerce açmazdı saygısından. Şimdi ne oldu da bu kadar alıştık ölüm haberini duymaya, sanki evde ekmek bitmiş demişler gibi geliyor artık etkisi maksimum iki dakika. içimde bir yerde hala salak bir çocuk var, ben değil ama o inanıyor insanların her şeye rağmen birbirini severse dünyanın güzelleşeceğine.
bugün bir telefon geldi, o evleniyormuş sözlük... başka birisi eşi olacak onun, onun soyadını alacak, onun gömleklerini ütüleyip, ona yemekler yapacak, kapıda arka arkaya onların adı yazacak, birbirlerinin ailelerine anne-baba diyecekler, çocukları olacak sonra, her sabah birlikte uyanacaklar... kıskanmıyorum hiç, hatta mutlu olsun çok mutlu hemde. ama şöyle düşünüyorum da benim artık o beraber geçirdiğimiz günlerde, anılarımızda bile hakkım yok, onlar bile benim değil. tuhafmış, insan zannediyor ki iki kişi ayrılınca bi süre ikisinin de hayatı berbat olur, sonra yavaş yavaş toparlar iki tarafta ve en sonunda bir tarafın belki biraz gecikmeli de olsa hayatları paralel olarak iyi gitmeye başlar, iyileşirler. ama biz de öyle olmadı bi türlü. ben düştüğüm yerde döndüm durdum, o ise evleniyor şimdi... neyse mutlu olsun ikisi de, allah yollarını açık etsin.
Buraya eklemek istedigim bir sey var: komunizm markaya veya guzel olan seylere karsi degildir. yani senin apple marka telefon kullanman onu rahatsiz etmez, aksine komunizm ister ki herkes senin o begendigin markalardan giysin, o markalari kullansin ve herkes ayni memnuniyeti yasasin. sekilcilikle komunizmi lutfen ayri tutalim.
sevgili sözlük, anladığım bir şey var ki; şu hayatta herkes sabrı kadar sınanıyor. yani aslında bu dünya sabırlı insanların cehennemi imiş. ben hep salak gibi acı eşiğimin yüksek olmasıyla, sonuna kadar her bi halta sabredebilmemle övünürdüm ama anladım ki ben ne kadar direnirsem, sınavım da o kadar uzuyor. etrafımdaki insanlara bakıyorum, hepsinin bir derdi olduğunda sanki benim hiç derdim yokmuşçasına yanlarındayım ama iş anlatmaya gelince onlara derdimi bile anlatmıyorum. niye biliyor musun sözlük, çünkü "hayatta herkesin bir rolü vardır" diye klişe bir söz var ya hani, işte o söz klişe ama doğru. benim rolüm de 'güzin ablalık'. kimisi vardır mesela anlatırsın derdini, 'ya aman, boş ver ya, salla takma kafana" der işte o ben onlardan olamıyorum en sevmediğim adam dahi gelse derdini anlatsa takma ya geçer diyemiyorum, illa bi kendime onu dert edineceğim, illa bi canım sıkılacak... lisedeyken rehber öğretmenle konuşmaya gidip en sonunda onun dertlerinden konuşmuştuk mesela ben hiçbir şey anlatmamıştım. neyse velhasıl kelam işin özü şu ki sözlük, ben şu hayatta bir arpa boyu yol gidemedim kendi yolumda, ama başkalarının yollarında mutlaka bir taşı kaldırdım.
bir cocugun uyuyusunu izlemek bir de cocuk seninse daha bi guzel... hele ki evlatlarini kaybeden annelerin cogaldigi su gunlerde cocugunun yasamasi bile huzur verici bir sey olsa gerek. evladini kaybetmis tum annelere sabir dilerim.
aslında bir yabancıya ne yazılır bilemedim, o yüzden saçmalarsam şimdiden gelecekteki güzel anıların hatırına kusuruma bakma artık...
aşk neye benzer, nasıl bir şeydir diye çok düşündüm ben. yani nasıl bir şey olduğunu bilmediğimden değil de nasıl oluyor da neredeyse başına geldiği her insanı küçücük çocuğa çevirebiliyordu ve yaşlısı, genci, zengini, fakiri, kadını erkeği demeden herkesin başına gelebiliyordu ki? adına binlerce şiir/kitap yazdıran, filmler çekilen ve hatta savaşlar çıkaran şey küçücük bir kalp kıpırtısı olabilirdi. neredeyse bir tür hastalık gibi belirtilere sahip şey nasıl bu denli insanları -hem psikolojik hem de fiziksel olarak- etkileyebiliyordu. aslında asıl merak ettiğim aşık olmak bu denli kolayken neden maşuk olmak bu kadar zordu? işte sana sorum budur iyi düşün ve cevabını ver bana. bu arada sana gelirsen şöyle güzel olur, böyle iyi şeyler yaparız gibi seçim vaadine benzer şeyler söylemedim çünkü şairin de dediği gibi "sana gül bahçesi vadetmedim" çünkü eğer plan yapıyorsak şunu şunu yaparız diye o zaman içimizden geldiği gibi yaşayamayız hayatımızı, tabi bu benim fikrim katılıp katılmamak sana kalmış.
bu yüzden sayın bayım eğer olur da bu satırları okursan; aşk üzerine çok kafa yormuş, teoride uzman pratikte çaylak tuhaf bir kızın düşüncelerini öğrenmiş olacaksın.
ben seni unutamıyorum Ayaz bebek, o kırk günlük yaşamında 40 yıllık eziyet çekmeni, geride kalan ailenin yaşadığı ızdırabı ve senin gibi bebeklerin maalesef ki olacak olmasını unutamıyorum ve hava her soğuk olduğunda ve ben her 'üşüyorum' dediğimde aklıma sen geliyorsun... bugün ki itirafım budur sayın okurlar, ben o bebeği unutamıyorum.
çocuğuyla ilgilenmek ve ona kiyafet almak icin kendi uzerindekilere dikkat edemememis ve bazi moda ikonlarinin gucune gitmis annedir. nacizane fikrime gore ; anne olmanin zorlugunu ve hem eviyle hem de calisiyorsa isiyle ilgilenip pantolonunu kazagina uyduramadigi icin hic de pisman olmamalidir.
hayatımda arkada fon müzikleri olsun istiyorum, bazen birsen tezer çalsın, bazen sezen aksu... kimi zaman efkârlandığımda neşet ertaş girsin devreye, arada da aşık mahsuni... kimi zaman da kafasına göre takılsın ve sıradaki parçayı bana yollasın.
nasıl da eğleniyorsunuz.
merhabalarınız, memnun oldumlarınız, ağzınıza sığdıramadığınız dişlerinizle kocaman gülümsemeleriniz, bak canım bu bu canım, bu da sana bahsetmiştim ya hani aa evet tabi li takdimleriniz, dar masaların çevresinde gittikçe genişleyen kalabalıklarınız, onu okudum bunu duydum aldım ama daha okuyamadımlı çok satan kitap listeli sohbetleriniz, rujlarınız, rimelleriniz, kirli sakallarınız, içinize çektiğiniz göbekleriniz, kazağınızın altından eteklerini sarkıttığınız gömlekleriniz, dinledikçe büyüyen göz bebekleriniz, içinizden geçirdikleriniz, tutkularınız, beklentileriniz, kıskançlıklarınız, kurnazlıklarınız ve entrikalarınız ve topuklu ayakkabılarınız ve parça tesirli yalanlarınız, efsanevi iç çatışmalardan sonra geliştirdiğiniz insanseverliğiniz ve hobileriniz ve fobileriniz ve kompleksleriniz, mendil satan çocuklara iğrenik bir şefkatle bakan gözleriniz, çakmaklarınız, tabakalarınız, çantalarınız ve onbeş dakikalık hoşlanmalarınız, lacanlı derridalı althusserli post-modern sohbetleriniz ve sonra kalkıp bara gitmeleriniz, içkileriniz mezeleriniz ve güzel ülkemiz için üzülmeleriniz ve üzüldükçe birbirinize sokulmalarınız, sokula sokula kaynaşmalarınız ve sarılmalarınız ve yalpalayarak eve gitmeleriniz ve kusmalarınız ve sevişmeleriniz ve kavgalarınız ve çabucak barışmalarınız ve tekrar sevişmeleriniz ve önce sarılıp sonra sıkılıp sırtınızı birbirinize dönerek uyumalarınızla siz.. ah canım insanlar sorarım size.. sizinle biz birbirimizi nasıl anlayabiliriz?
2000 yilina ait gunlugumu buldum ve okumaya basladim bir sayfasinda " bugun teyzem bize geldi beraber pilav yaptik cok eglendik." yazmisim. Soyle bi dusundum 8-9 yaslarindaki eglence anlayisim pilav yapmakmis, cok sıkıcı bi cocukmusum be sozluk!
Sezen aksu- vazgeçtim , sorma, belalim, ağlama anne
Yusuf hayaloglu- ah ulan riza
yavuz bingöl- suzan suzi
neşet ertaş- cahildim dünyanın rengine kandım
söyleyemem derdimi, kimseye etmem sikayet
bu şarkıları dinleyince zaten içmek istiyor insan.
Bir kac gun once benden kan almak icin damarimi bulamayip hem tum kolumu delik desik eden hem de damarimi patlatip kolum mosmor olarak bi hafta gecirecek olmama sebebiyet veren saykodur. burdan yetkililere sesleniyorum igne yapmakla dart oynamak arasindaki farki bilmeyenler hemsire olmasin lutfen.
Bir kac gun once eskisehir'de olan efsane grup. ayrica derya koroglu'nun yasina ragmen genclere tas cikarttigina bizzat sahit olmamla kendisine olan hayranligimi daha da arttiran gruptur.
bazı insanlar vardır ya hani hayatta hiçbir şey için çaba göstermezler, çünkü ihtiyaçları yoktur. mesela arkadaşlarının olması için hiçbir şey yapmalarına gerek yoktur; zaten herkes onlarla arkadaş olmak istemektedir zira... ya da sevilmek için parmağını bile kıpırdatmasına gerek yoktur, sevgi ona zaten büyük bir tepside sunulmuştur. bir de diğer grup insan vardır hani, sonsuz sevgisi olup da kimsenin kendisinden sevgi talep etmediği veya ona karşılık vermediği, arkadaşları olsun diye kimseye kötülük yapmayıp birinci tip insan prototipinde ki gibi gönlünce bencillik yapamayan insanlar... sanırım ben hep bu ikinci tip insanlardan oldum ve öyle olarak da öleceğim. kıskanmıyorum birinci tip insanları ama sevgi için emek harcamadıkları için sevginin ne demek olduğunu bildiklerini de zannetmiyorum (bkz: sevgi emektir). kimseyi kaybetmekten korkmuyorlar mesela. her ne yaparlarsa yapsınlar sevileceklerini zannediyorlar. ve ikinci tip insanımız da mario gibi ne zaman prensesi kurtardığını zannetse o gerizekalı prenses hep başka kalede oluyor.
Milliyetciligi oldum olasi cok sacma bulmusumdur hangi millet olursa olsun. Ayrica insanin kendinin secemedigi ve degistiremeyecegi konular icin bu kadar fanatik olmasi bana cok anlamsiz gelmistir.
okul tatil olup memlekete gelince bi tuhaf oldum, öğrenci evinden sonra burada annemin yaptığı her şey çok güzel geliyor. mesela daha demin yeni yıkanmış eşofmanları giyerken yumoş reklamlarındaki gibi giysiyi kokladım sonra da oh diyip giydim o an acaip mutlu oldum ama şu an bu hareketi niye yaptığımı düşünüyorum ve içten içe kendimi mal gibi hissediyorum. *
niye böyle oluyor yanlış kişiler doğru zamanda gelirken doğru kişileri yanlış zamanlarda anlık şeylerden dolayı kaybediyorum. şimdi ne yapmalı peki doğru kişiye yanlış zamanda geldiği için kızmalı mı, yoksa yanlış kişiye doğru zamanda geldiği için aferin mi demeli?*
aslında dünyadaki herkes sevebilir seni yani ben çok farklı severim diyemem ama ben öyle bi severim ki seni içimde bahar çiçekleri açar, sonra sende sevince beni senin içinde de açar bu çiçeklerden ve belki çiçeklerimiz büyür bahçe olur, bahçemizse çoğalıp orman olur belki bir gün. sana çok süslü laflar edemem, çok büyük sözler veremem. belki senin için ölemem ve belki seni benden daha çok sevecek insanlar da vardır dünyada. ama dedim ya ben süslü laflar edemem, zaten aşk üç harfli kısa ve basit onu süslü harflerle donatmaya gerek yok, hem zaten onun süslenmişi var: sevgi... onun da süslenmişi de mutluluk olsa gerek bence. çok şeye ihtiyacımız yok, hem ömrümde anladığım tek şey ne kadar çok şeye sahipsen o kadar doyumsuz oluyorsun, bu yüzden bizim çok fazla şeye ihtiyacımız yok. neyse sadede gelirsem sen bu yazıyı okuduğunda yanağında küçük bi gülümseme olduysa tamam doğru yoldayız demektir. *
"Aşkın bin türlü çeşidi vardır" demiş buket uzuner, doğru da demiş iki kişi arasındaki aşk sadece bilinen aşk mıdır? bu iki zat-i muhterem allah'a olan aşkları ve hoşgörüleriyle beni insanlığımdan utandırmaktayken, insanlar her şeyi basitleştirmekte ne kadar kararlı!