Dunyanin en berbat eylemi. Gozumu actigim ilk dakikada olayin bilincine varip dakikalarca agliyor,sonrasinda uyuyamiyordum. Derin bir aci ve korkunc bir yangin var kalbinizle mideniz arasinda. Goz actirmiyor,nefes aldirmiyor...
Yerinde bir eylemdir. Iki lafi bir araya getiremeyen insanlar da hukuk okumayiversin efendim. Sirf parasi var diye her bolumden 5 net yapan insan da doktor olmayiversin. Isterse dunyanin en zeki insani olsun, bir kisi calisma disiplininden yoksunsa hicbir meslek dalinda basarili olamaz. Ki en fazla calisma ve emek gerektiren tip ve hukuk gibi bolumlere de boyle parayi basan gitmeyiversin. Sonucta tip fakultesine girebilecek yetenek ve kapasiteye sahip olup da sirf parasi yok diye hayallerinden vazgecen insanlar varken, yuz bininci olup tipa girenleri gorunce insan sisteme lanet etmiyor degil.
Edit: yarasi olanlar gocunmus vallahi komiksiniz.
"Ask, demiri altin gorme yetisi. Ve nihayetinde demir,sadece demir..." Bence durumu gayet iyi ozetleyen bir cumledir.
Tanim: sebebi cogu insan tarafindan bulunamayan olay.
Sessiz, yorgun, ağır, gözkapaklarım kapanıyor yine yine
Yıkık, dökük, bu şehrin duvarları birer birer üstüme yıkılıyor yine yine
Kuş sürüleri terk ederken bu şehri, ardında yoksul ve kimsesiz çocuk gibi bırakıyor yine yine
Ve sonbahar sinsice yaklaşarak peşinde köpek gibi bir yalnızlığı üstüme sürüklüyor yine yine
Sözler hep yalan! yeminleri unut!
Bir veda bir sebepsiz tokat gibi çarpıyor yine yüzüme
Şarkılar yalan! duyduklarını unut!
Bir hikaye rüzgarın ellerinde savruluyor yine yine!
Kestim! akıttım! damarlarımdaki kanımda akan o kirli siyah yalanları! olmadı!
Sildim! çıkardım! yüzümden kazıdım yüzüme çizdiğin o siyah derin yazıları! olmadı!
Kustum! tükürdüm içimde senden kalan o keskin o acıtan hatıraları! olmadı!
Söktün! defalarca diktim o küçük ellerinle açtığın ve sızlayan bütün yaralarımı! olmadı!
Bana ne yaptın ne yaptın ne yaptın ne yaptın çocuk!
Niye yaptın niye yaptın niye yaptın çocuk!
Göremiyorum, duyamıyorum artık dokunamıyorum çocuk!
Anlatamıyorum anlatamıyorum artık ağlayamıyorum çocuk!
inanmıyorum inanmıyorum artık inanamıyorum çocuk!
Bilmiyorum bilmiyorum artık sevemiyorum çocuk!
Ne yağmur ne kar ne yüzüme vuran rüzgar, canımı yakan acıtan sonbahar daha dinmedi çocuk!
Seni silmedi çocuk!
Alev alev yanan kirpiklerinden saçılan kıvılcımlarınla başlayan
Bu yangın daha sönmedi çocuk!
Sönemedi çocuk!
Bu viran şehirde, bu viran hikaye henüz bitmedi! bitmedi bitmedi bitmedi çocuk! bitemedi çocuk!
Bu aciz şarkılar, bu aciz dualar seni geri getirmedi getirmedi getirmedi çocuk! dönmedin çocuk!
Bana ne yaptın ne yaptın ne yaptın ne yaptın çocuk!
Bunu niye yaptın niye yaptın niye yaptın niye yaptın çocuk.
Bugün günlerden hiç. benim adım yok. kanatlanıyor içimden binlerce siyah kelebek.
Savruluyor rüzgarda yaprak gibi kalbim, uzaklarda bir yerde. kalbim kayıp.
Karanlığa dokunabiliyor sanki ellerim.
Sadece sesler duyuyorum. ayak sesleri uzaklardan.
Susuyorum. sessizlik keskin. bekliyorum. beklemek keskin.
Burdan gitmem gerek. herşeyi unutmam gerek.
Acımıyor bileklerim. acımıyor hiç! acımıyor ellerim, avuçlarım. acıtmıyor hiçbir şey.
Acımıyor tenim, dokunduğun yerler.
Acımıyor artık kalbim. kalbim.
Sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ellerimin izlerini.
Sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki kaderimin sökülüşünü.
Sadece sessizce durup öylece izlemek istedim bir meleğin ellerindeki kalbimi.
Sadece öylece durup sessizce izlemeyi istedim, sadece bir meleği sevmeyi.
Hep bir şey eksik gibi ve hep bir şey yarım ve hep bir şey yok artık sanki.
Ne bir ışık var, ne de bir şarkı artık sokaklarında bu kaybetmiş şehrin.
Ne bir isim var duvarlarında, ne de okunabilen bir cümle.
Sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ölümümü.
Öyle beyaz ve öyle, öyle maviydi ki. öyle güzeldi ki ve öyle, öyle masum ama.
Öyle yanlış öyle, öyle yanlış ki ve öyle ve öyle çocuk.
Kalbim. tüm maviler kirli şimdi ve tüm beyazlar utanç içinde ve sadece uyumak,
Uyumak istiyorum.
Ve bir sabah yalnızlığın soğuk kollarında
Tarifi mümkün olmayan, anlatamadığın bir rüyadan sen,
Yapayalnız uyandığında
Güneş, eskisi gibi öpüp seni, kirpiklerinde parlamadığında
Ve temizlemediğinde artık yağmurlar kalbini,
Ve affedemediğinde artık Tanrı bizi,
Sevmediğinde,konuşmadığında,
Biz hangi şarkı ile uyuyacağız çocuk?
Agzini burnunu odunla dagitmak suretiyle saatlerce vursam hincimi alamayacagim insanlardır. Bakiniz hic Abartmiyorum bu konuda ciddi takintilarim var oyle ki aniden bogazimda bir dugum beliriyor,gozlerim doluyor,dislerim kitleniyor ve ben fark etmeden tum vucudum kasiliyor. Ne olur insan gibi yemek yeseniz nolur he nolur?? Bunu toplumun bir kesimi simariklik olarak nitelendiriyor fakat obsesif Kompulsif bozukluk diye bir seyden habersiz bu canim insanlar. Gerçekten bu konu benim en yarali oldugum konu cunku rahatsizliginizi belirttiginizde karsi tarafta kim olursa olsun hatasini kabullenemiyor. "Kim? ben? agiz sapirdatmak? kam on!!" moduna giriyorlar.
5 aydir 100mg special olanini kullandigim antidepresan. Ben bir etkisini goremedim sadece uyku kaciriyor. Uyuyabildigim zamanlarda ise milyon tane gercek mi ruya mi oldugunu ayirt etmekte zorlandigim ruyalar goruyorum. Obsesiflik konusunda basarili bir ilac zira seslere karsi olan takintim azalmis durumda. Fakat mutsuzluk ve depresyon halime etki etmiyor. Ara sira hatri sayilir olcude el titremesi yapıyor sagolsun. Kilo vermeye yardimci oluyormus diyorlar,sadece az biraz istah kesiyor. Baslangicta yemek yemesem iki gun aclik hissetmeyecek durumdaydim. Sadece yemek yerken aciktigimi hissediyordum. 6 ay sonra vedalasacagiz bir tersik olmazsa -umarim her sey yolunda gider de xanaxlik duruma gelmeyiz.-
Kasveti ile insanı boğan bir şehirdir ankara. Ne gezip görülecek mekanı vardır ne de başınızı alıp gidebileceğiniz sakin bir doğa ortamı. Sadece avm var. Gezelim denilince bir avm adı mutlaka geçer. Velhasıl kusura bakmayın bu şehirde ne okul okunur ne de hayat geçirilir. Imkanınız varsa hızla uzaklaşın zira şehrin griliği ve kasveti ruhunuza bulaşıyor.
sen yükseklerden yüreğe düşen bir hançer,
yüreğimden derinliklerime inen paslı bir ok gibisin.
içindeyken dipsiz bir çukur,
giderken geçit vermeyen bir dağ gibisin.
izlerken sürekli iç muhasebe yapmış olduğum programdır. Bir çocuk için yaz günü bunları izleyerek su dolu bir leğene kafayı sokmak ne demektir bilir misiniz siz...
Bir ay once 200 kusur lira verip satici elemanin acilir bu acilir garanti veriyorum dedigi nike airmax ayakkabilarim bir aydir sol ayagima oyle bir baski yapiyor ki artik dayanamiyorum. Isin garip tarafi ayakkabı ayagimdan cikiyor fakat sol on kismi kemiklerimin agzina ediyor afedersiniz. Ne yapsam bilmiyorum paramizla rezil olduk resmen.
Tanim: ask acisiyla kapisacak olan hede.
"o zaman kibritimi bir daha yakmadan gerisin geriye şehrin ışıklarına dönerken, felaket anlarında ölümü karşılamanın en mutlu yolunun bu olduğunu düşünerek uzak bir sevgiliye acıyla sesleneceğim: canım, güzelim, kederlim, felaketler zamanı gelip çattı, gel bana, nerede olursan ol gel, ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında, ister dağınık mavi bir yatak odasında, nerede olursan ol, vakit tamam, gel bana; yaklaşan korkunç felaketi unutmak için perdeleri çekili yarı karanlık bir odanın sessizliğinde bütün gücümüzle birbirimize sarılarak ölümü beklemenin zamanı geldi artık."
" birlikte gittiğimiz bir misafirlikte, ağır havası sigara dumanlarıyla mavileşmiş bir odada, senden üç adım ötede oturan bir anlatıcının hikayesini dinlerken, geceyarısı o 'ben burada değilim' ifadesi ağır ağır yüzünde belirdiğinde severdim seni; tembellikle geçen bir haftadan sonra, gömleklerinin, yeşil kazaklarının ve bir türlü atmaya kıyamadığın eski geceliklerinin arasında bir kemeri istemeye istemeye ararken, açık kapısından içerisi gözüken dolaptaki inanılmaz karışıklığı farkettiğinde yüzünde beliren yılgınlık ifadesini severdim; bir heves ressam olmaya karar verdiğin çocukluk günlerinde, dedeyle birlikte masaya oturup ağaç çizmeyi öğrenmeye koyulduğunda, dedenin konu dışına çıkan takılmalarına öfkelenmeden güldüğünde seni severdim; dolmuşun kapısını ucu dışarıda kalan mor paltonun üzerine kapandığında ve şimdi elinde tuttuğun 5 liranın, şimdi yere düşüp kaldırım kenarındaki ızgaraya doğru kusursuz bir yay çizerek ne güzel yuvarlandığını gördüğünde yüzünde beliren oyuncu şaşkınlığı severdim; severdim seni, pırıl pırıl bir nisan günü küçük balkonumuza çıkıp sabah astığın mendilin hala kurumadığını, demek ki güneşin seni aldattığını anladığında ve hemen sonra, arka arsadan gelen çocuk cıvıltılarına hüzünle kulak kabarttığında seni severdim; birlikte gittiğimiz bir filmi bir üçüncü kişiye hikaye ederken belleğinin ve hatırladıklarının benimkinden ne kadar farklı olduğunu korkuyla anladığımda seni severdim; severdim seni; aile içi izdivaçlar ve akrabalar arası evlilikler üzerine bol resimli bir gazetede makale döktüren profesörün incilerini bir köşeye çekilip bana sezdirmeden okuduğunu gördüğümde ve ne okuduğunu değil, ama okurken yalnızca üst dudağının tolstoy kahramanları gibi hafifçe öne çıktığını gördüğümde seni severdim; asansör aynasında kendine bir başkasına bakar gibi bakışını ve nedense bu bakıştan sonra hatırladığın şeyi telaşla çantanın içinde arayışının severdim; biri yan yatmış ince bir yelkenli, kambur durmuş bir kedi gibi yanyana durarak saatlerce seni bekleyen topuklu ayakkabılarının içine aceleyle girişini ve saatler sonra, eve döndüğünde ayakkabıları gene aynı çamurlu ve asimetrik yalnızlığa terketmeden önce kalçalarının, bacaklarının ve ayaklarının kendi kendilerine yaptıkları hünerli hareketleri seyretmeyi severdim; sigara küllüğünü tepeleme dolduran izmaritlere ve kara başlarını umutsuzca bükmüş yanık kibritlere bakarken kederli düşüncelerin kimbilir nereye gittiğinde seni severdim; severdim seni her zaman yürüdüğümüz sokaklarda, bir an sanki o sabah güneş batıdan doğmuş gibi yepyeni bir ışık ve yepyeni bir köşeyle karşılaştığımızda, sokakları değil, seni severdim; birden çıkan lodosla karların eridiği ve istanbul'un üzerindeki kir bulutlarının temizlendiği kış gününde, antenlerin, minarelerin ve adaların arkasından bana gösterdiğin uludağ'ı değil, başını omuzlarının içine çekerek ürperen seni severdim; çinko tenekelerle yüklü ağır arabayı çeken sucunun yorgun ve yaşlı atına kederle baktığında severdim seni; dilencilere para vermeyin, onlar aslında çok zengin diyenlerle alay ettiğinde ve herkes labirentimsi merdivenlerden kıvrılarak sinemadan yeryüzüne ağır ağır çıkarken, bir kestirme bulup bizi herkesten önce kaldırıma çıkardığın zamanki mutlu gülüşünü gördüğümde seni severdim; saatli maarif takviminden bizi birlikte ölüme yaklaştıran yaprağı koparttıktan sonra, en altta günün yemeği olarak önerilen etli nohut, pilav, turşu ve karışık kompostoyu, yaklaştığımız ölümün bir işaretini okur gibi ağırbaşlı ve hüzünlü bir sesle okumanı ve kartal marka ançuvez tüpünün önce rondelayı çıkartıp, sonra kapağı sonuna kadar çevrilip açılacağını bana sabırla öğrettikten sonra, üretici mösyö trellidis'in saygılarıyla, demeni severdim; kış sabahları yüzünün renginin şehrin üzerindeki soluk beyaz göğün renginde olduğunu gördüğümde, çocukluğumuzda, caddenin ırmağından akan arabalar arasından, bir kaldırımdan öteki kaldırıma bir koşu çılgın ve neşeli geçişini seyrettiğim zamanki gibi, seni endişeyle severdim; severdim seni, cami avlusunda, musalla taşında yatan tabuta konan kargaya dikkatle ve gülümseyerek baktığında, radyo tiyatrosu taklidi sesinle annenle babanın kavgalarını oynadığında seni severdim; ellerimin arasına dikkatle başını alıp gözlerinde hayatımızın gittiği yeri korkuyla gördüğümde seni severdim; vazonun yanında, neden orada bıraktığını anlayamadığım yüzüğünü günler sonra gene orada gördüğümde seni severdim; dikine değil yanlamasına kesitiğin elmanın içindeki kusursuz yıldızı bana gösterdiğinde seni severdim; öğle vakti, yazı masamın üzerinde oraya kadar nasıl geldiğini anlayamadığım bir tel saçını gördüğümde ve birlikte çıktığımız bir yolculukta, tıkış tıkış belediye otobüsünün tutunma demirlerine sarılan öbür eller arasından yan yana duran ellerimizin birbirine ne kadar az benzediğini kederle gördüğümde, seni kendi gövdemi tanır gibi, beni terk eden ruhumu arar gibi, bir başka kişi olduğumu acı ve sevinçle anlar gibi severdim, severdim seni; nereye gittiğini bilmediğimiz bir trene bakarken yüzünde beliren esrarlı ifadeyi ve bu kederli bakışının tıpatıp aynısını, bir akşamüstü sürülerle kargaların çığlıklar atarak çılgın gibi uçtuğu bir saatte, elektrikler birden kesildiğinde evimizin karanlığı ve dışarısının aydınlığı yavaş yavaş yer değiştirirken gene esrarlı ve hüzünlü yüzünde ben gördüğümde kapıldığım o çaresizlik acı ve kıskançlıkla severdim seni. "
"hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine."