Kimsesizlik
Yıllardır ki bir kılıcım kapalı kında,
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi;
Muzdaribim bu duvarın dış tarafında,
Şefkatine inandığım biri var gibi. Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el,
Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım;
Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel!
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım. Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de!
Kemalettin kamu
Rıfat Ilgaz bir röportajında hababam sınıfı için şunları söyler:
"Eskiden idamlar sabaha karşı yapılırmış. Belli bir süre sonra idam yaklaştığında tüm dükkanlar açılmaya, esnaf satış yapmak için bağırıp çağırmaya başlamış. Bunun üzerine aileler de o saatlerde sokağa çıkmaya başlamış ve idam vakitleri panayır havasına bürünmüş. Sonuçta da ölen bir adama bakarak gülen bir halk görüntüsü oluşmuş.Ben de çöken eğitim sistemini anlattım. Hepimiz ölen bu sisteme bakarak güldük."
Gömülü dev-kazuo ishiguro
Allah'ın garibi-nikos kazancakis
Tanpınar'ın izinde beş şehir-alberto manguel
Gece-bilge karasu
Yeni şehirde bir öğle vakti-sevgi soysal.
Yaralısın-erdal öz
Berci kristin çöp masalları-latife tekin
Deli kadın hikayeleri-mine söğüt
Şimdiden bir hatırasın
Açmışsa bir sardunya saksıda
Bütün (aşklar) paranteze alınsın
Bıraktım ellerimi, artık sana bunu yazsın
mektuplar postaya takılırsa...
Ey aşk sen
Artık bazı şarkılar kadar yaralısın.
(bkz: didem madak) ne zaman sardunya görsem bu dizeler gelir aklıma.
Süt
Senelerden beri yapmadığım şeyi yaptım: Süt içtim. Dükkânın içinde su buharı,
süt kokusu, insanı ağlatıp uyutacak, kırk sene evvelki bir beşik hatırasına
kadar sürüklüyordu... Evet, senelerden beri ne erken uyanmış, ne de süt
içmiştim. işe sütle başlıyorduk. Ne haristi parmaklarımız anamızın göğsünde. O
ne dişsiz bir canavar ağzı idi memedeki. Hiç hatırlamıyoruz o günleri. O süte
ağlayan gözlerimizin bulanık, hiç görmediği dünyayı...
Sütle başlayan şarapla bitirdiğimiz günler bu sabah ta ilk çığlığımdan, ilk
açıklamamdan beri olup bittiler. Onlardan hiçbir şey kalmadı. Hepsi bu saati, bu
sabahı sütçü dükkânına girdiğim dakikaya kadar getirip kapıdan ayrıldılar. ilk
çığlığım, beşiğim, anamın sütü, aşkım, kinim, kendimi bilişim, şarap, rakı,
kumar, kadın, şehvet, bir dostla geçirdiğim güzel gün, o süt için ağlayan
bilmediğim, hiç bilmeyeceğim çocuk:
"işte seni burada bırakıyoruz. Süt mü içmek istiyordun? Poh! Biz sütten bıktık.
Ne adammışsın? Yazık! Haydi Allahaısmarladık. Mademki şu dükkândan içeriye
girdin. Her şey bitti aramızda..."
Dönüp:
"Defolun!" diye bağırdım. Rüzgârın içinde birbirini ezer-cesine kaçıştılar.
Sütçü dükkânına yeni doğmuş gibi girdim. içimden bir nara atmak geçiyordu. Sanki
yeni bir hayata başlıyordum. Şimdi böyle her sabah yeniden doğmuş gibi taze
uyanacak, burnumda o sıcak, köpüklü süt damlasının kokusunu, damarlarımda yumuşak, beyaz bir
rüya nezlesi gibi dolaştırıp yine burnuma getirecek, hapşıracağım. Anamdan
emdiğim süt burnumdan gelecek. Ekmeği, bir sütçü dükkânının köpürmüş inek
sütüyle dolu kâsesine doğrayacağım. Yepyeni günler başlayacak. Süt kokulu bir
dünyaya erişeceğim. Genzimi yakan yanmış zeytin-yağ kokularından uzak sulh ve
hürriyet içinde bir sütlü dünyada kırk iki sene sonra da yeniden doğmuşçasına
yaşayacağım.
Ellerim çatlak, rengim toprak rengi, mağrur ve hür; bu sefer beşikteki canavarı
yenmiş, ama yenerken sakalı da ağarmış bir insan çanağımdaki köpüklü sütü emer
gibi içeceğim.
Dışarıda yağmur yağıyor. Ben hâlâ sütçü dükkânındayım. Tarihimi atmış, rahatım.
Artık geride özleyeceğim hiçbir şey yok. Bütün bunları bana bir çanak süt etti.
Bu ne biçim, ne görülmedik bir kazma imiş ki her penceresinden ışık fışkıran
kocaman hatıralar konağını yıktı.
Dışarıda yağmur yağıyor. Yağsın bakalım! Ne zamana kadar yağabilir. Hatırıma bir
mısra geliyor:
"Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın"
işte o zaman mısralardan, beyitlerden, romanlardan ve kitaplardan kurtulmam
lazım geldiğim düşündüm. Yeni bir dünyaya başlıyordum. Yepyeni şiirler isterdim.
Yeni romanlar okumalı, yeni resimler seyretmeli, yazmak için yeniden bir başka
Türkçe öğrenmeliydim. Yeni hisleri, yeni düşünceleri, yeni kitapları arayıp
bulmalıydım. Sütçü dükkânından çıkar çıkmaz demir kapıdan girerken kovduklarım
yeniden etrafımı mı alacaklardı? Yine hep birlikte kötü huylarımıza,
itiyatlarımıza mı dönecektik? Süt kokusu geçmiş zamanla gelecek günlerin
zincirinde bir halka bile değil miydi? Sokağa ve yağmura karıştığım dakikada
yanımdan kaçışanlarla buluşup, "Şu sütçü dükkânında ne budalaydım. Siz bana
haber vermiştiniz ya! Kusura bakmayın! insan ara sıra böyle oluyor, aldırmayın,
affedin." "Sizi de gücendirdim değil mi?" diyecektim.
Sütçü, "Bir bardak daha vereyim mi?" dedi. Bir süt daha içtim. Hayır, artık
deminki tesirini yapamıyordu.
Yağmurun içindeki her günkü dünya: "Hadi çabuk ol. Yeter artık. Gel buraya.
Bizimle beraber olman lazım. Böyle biteviye sütçü dükkânında kalıp, yeniden
doğmuş numarasıyla oturamazsın. Seni bekliyoruz. Alıp götüreceğiz. Her şey,
bütün insanlar seni bekliyor. Onların arasında oynadığın oyunu bitirmeye
mecbursun. Yeniden doğulmaz. Doğsan bile n'olacak? Seni iki senede, iki senede
değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı
kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin. Seni aynıhastalıkla yıkmak için elimizde her şey var. Hem canım sen nasıl bir dünya
istiyorsun? Görülmemiş, işitilmemiş, tadılmamış, yazılmamış, yaşanmamış... Olur
mu böyle şey? Hadi gel. Dön her günkü hayatına. Akşam artık süt içmeyeceksin.
Sana halis, içine su ile ispirto karıştırılmış pekmez içireceğiz. Öylesine
hayattan hoşnut olacaksın ki şimdiki gibi elle tutulamayan, gözle görülemeyen,
yalnız işte böyle ara sıra sezeceğin ümitlerle yapılmamış ama belli, göze
görünür şarapla başlayan yalancı kahramanlıklarla dolu ümitleri bulunca
karşında, sabahki halinden utanacaksın.
Yarın sabah yine her sabahki gibi ağzın küflü, yapış yapış, bezgin uyandıracağız
seni."
Dükkânın içindeki köpürmüş süt kokusu duvarlardan rutubet gibi akıyordu şimdi.
Şapkamı başıma attım. Sokağa fırladım. Defolun diye bağırdıklarım buhranı geçmiş
bir hastanın yanına yaklaşan doktorlar, hastabakıcılar, gardiyanlar gibi
temkinli, usturuplu yanıma yaklaştılar. Kollarıma girdiler. Omzumu sıvadılar,
sonra birdenbire yakama yapıştılar. Birden her günkü hayatın deli gömleğini
sırtımda düğümlenmiş buldum.
Ah, iki bardak süt, sen bana neler ettin.
Yedigün, (42), 1 Ocak 1949
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Hicâb (perde, örtü) âyeti diye anılan 53. âyet ile onu takip eden iki âyetin gelmesine sebep olarak iki olay nakledilmektedir. Bunlardan birincisine göre Hz. Peygamber’in kayınpederi de olan Hz. Ömer, “Evinize iyiler de kötüler de girip çıkıyor, eşlerine perde arkasında olmalarını söyleseniz!” deyip duruyordu, sonunda hicâb âyeti nâzil oldu. En detaylı bir şekilde olayın şahidi Enes b. Mâlik tarafından anlatılan ikinci olay, Hz. Peygamber’in Zeyneb ile evlendiği günün akşamında verdiği düğün yemeği ile ilgilidir. Yemek yendikten sonra davetliler kendi aralarında sohbete dalmışlar, yeni evlileri bir türlü baş başa bırakmamışlardı. Hz. Peygamber birkaç kere dışarı çıkıp girerek rahatsız olduğunu bildirmek istediyse de fayda vermedi, bilhassa sona kalan üç kişi oldukça geç vakitte kalkıp gitti, Resûlullah tam yatak odasına girmek üzere idi ki bu âyet vahyedildi (Buhârî, “Tefsîr”, 33/8). Âyette, kuşkusuz beşerî ilişkiler ve muaşeret kuralları bakımından diğer müslümanlar için de aydınlatıcı olan şu hükümlere yer verilmiştir: a) Hz. Peygamber’in evine, davet edilmeden yemek maksadıyla girmek yasaklanmıştır. b) Yemeğe gelenlerin erken gelip yemeğin hazırlanmasını evin içinde bekleyerek hâne halkını rahatsız etmemeleri istenmiştir. c) Yemek yendikten sonra davetlilerin kendi aralarında sohbete dalıp evde gereğinden fazla kalmaları menedilmiştir. Burada Hz. Peygamber’in rahatsız bile olsa bunu sineye çekerek insanları incitmekten geri durduğuna; yani onun güzel ahlâkına, utanıp çekinen kişiliğine, nezaket ve zarafetine de dikkat çekilmiştir. d) Peygamber eşlerinin her türlü şaibeden, münafıklarla kendini bilmezlerin dedikodu malzemesi olmaktan uzak kalmalarını sağlamak maksadıyla bundan böyle yabancılarla hep perde arkasından görüşüp konuşmaları emredilmiştir. e) Hz. Peygamber’i üzmek ve kendisinin bırakmasından veya vefatından sonra eşleriyle evlenmek müminlere haram kılınmıştır. 57-58. âyetlerde Resûlullah’ı üzme yasağına müminleri üzmek de eklenmiş, bunları üzenin Allah’ı üzmüş olacaklarına işaret edilmiş ve üzenleri bekleyen korkunç âkıbet haber verilmiştir.