ilk seferinde 1000 parça olarak girdi hayatımıza, 1 ay boyunca salon masasını, kalan zamanlarda masanın altını, halıların üstünü, vestiyer çekmecesini ve elektrik süpürgesinin içini işgal etti, anne çıldırdı, normal. eve her gelen masanın başına oturdu, baktı baktı... hatta kimisi bir parçayı uygun gördüğü yere yumruklamak suretiyle oturtmaya çalıştı. bir ayın sonunda sırf ortadan kalksın diye allahın cezası, annenin büyük yardımlarıyla puzzle bitti, zafer puzzleın çerçevelenip antre duvarına asılmasıyla taçlandırıldı...
ikincisi michelangelo'nun the hands' idi, birkaç güne bitti, annenin akıl sağlığı normal, ama o asılmadı, mezun olunca muayenehaneme asılmak üzere numaralandırılıp kaldırıldı, tabi numaralandırırken yaprak dökümü izlediğimizden son parçanın numarası 500 değil 491'di.
bimin önünden her geçişimizde bültene bakarız, anne baktırmadı, transit geçtik, sonradan gördüm ki puzzle varmış önümzdeki hafta bimde. biteceğini düşündüğümden cuma sabahı bim kapısındaydım, oysaki 6 gün boyunca kimse puzzleların yüzüne bile bakmadı, hatemoğlu gömlekler kapış kapış gitti. o da numaralanıp bodruma gitti.
ankara'da dost kitabevinde gezerken gördüğüm müthiş şirin meyve sebzeli puzzle'ı mutfak duvarında hayal ettim, bir elimde puzzle, bir elimde telefon annemi aradım:
-anne tahmin et elimde ne var?
+nerdesin ki?
-kitapçıdayım.
+kitap?
-çok yaratıcısın anne ama elimdeki şey sayesinde en az senin kadar yaratıcı olacağım.
+de söyle çabuk işim var.
-puzzle anne çok şirin meyv..
+bırak çabuk onu elinden
-ama anne..
+bırak bak valla seni döverim, sakın alıp onu eve getireyim deme...
sanki bitli pireli bir köpekten bahsediyorduk, o kadar korktum ki puzzle'ı elimden hemencecik bırakıp dostu terkettim. kalbimi kırmanın verdiği vicdan azabı ve yeni yaratıcılık denemeleriyle akşam annem telefondaydı:
+almadın dimi puzzle'ı?
-almadım anne.
+iyi yapmışsın akıllı kızım paran da cebinde kaldı.
-anne ben seviyorum bu bir hobi böyle düşün.
+tamam benim aklıma ne geldi bodrumdakileri çıkaralım tekrar yap onları.
-anne aynı puzzle tekrar tekrar yapımaz ki.
+niye ilk yapışında parçaların yerinimi ezberledin?
-ama onların arkası numaralı.
+arkalarına bakarak mı yapıyorsun puzzle'ı?
-anne bu çok mantıksız.
+asıl puzzle mantıksız eşeksıpası, puzzle'ı bulan adamın allah belasını versin...
vermesin anne diyemedim. puzzle'ı bulan adamı düşündüm, o da kesin annesinden ya da karısından fırça yemiştir, kader arkadaşımdı benim, ruhu şad olsundu.
annem tarafından gölün ortasında terkedildim, hemide küreksiz. annem sağolsun çok şakacıdır.şöyleki;
sıpsıcak bir yaz gününde hemide öğlen vakti tödürge gölünde kendi halimizde yüzerken, ki o zamanlar okula bile gitmiyordum, bir kayık iki kürek annem, arkdaşı ve ben kayıga bindik, biraz gidince şakacı ve hınzır olan annem kürekleri alıp efenim kıyıya doğru yüzmeye basladı ki, hakkaten komikti ben ağlamaya başladım, kıyıda iskeledekiler zaten kopmuşlardı, annem uzaklaştı bayagı, sonra esen rüzgarın da efenim etkisiyle biz gölün tahmini 20mt derinliği olan bölgesnde buldun kendimizi, annem oradan yola koyudu yüzerek elinde kürekler, hayır efenim annemde nefes darlığı var az geliyor, tıkanıyor, filmlerde olur valla doğrudur, kayık su almaya başladı, iskeledekiler panik içinde, annem de gölün ortasına bir yerlerde cırpınmakta.
en heyecanlı yerinde kestim çünkü buraya kadar okumayıp sıkılan varsa onları heyecanlandırmak için cendere müziği koyuyorum.
neyse uzatmayayım karşı taraftan bizi gören balıkçılar imdadımıza yetişti bizi bizim kıyaya götürdüler giderken yol üstünden annemi de aldık, bunu yapan annem olmasa kafasına küreklen vurur onu orda bırakırdım valla. tam eşek şakasıydı yani.
evet, böyle bir deneyimin neredeyse tüm orta öğretim hayatı boyunca nasıl faydası oldu bana anlatamam, ister ilkokul ister lise yıllarım olsun, ne zaman hoca "başınızdan geçen ilginç bir olayla ilgili bir kompozisyon yazınız" hatta ben bu entryi girerken bile kompozisyon yazıyor gibi oldum, bu olayı aynı kalıp cümlelerle yazmakla kalmamış, orta okulda yazdığım kompozisyonun aynısını lisede de okumuştum, yani esasında anne yapıyorsa vardır bir bildiği, hem action yaşadık heyecan falan, hemde hayatımın hikaysi oldu iyi mi.
beşiktaşlıların forum sitelerindendeki 1 numaralı rahatlama yöntemi fenerbahçeye sövmekse, 2 numaralı rahatlama yöntemi de şansal-erman ikilisidir.
-erman gözüne doberman mı kaçtı,* faul olması için bacagını mı kırması lazım? hay senin gibi...
-şansal yusuf'un çalımlarında oh oh diye orgazm oldu, sevgilisi erman kıskandı ehuehue.
-bu iki gol sana girsin erman, penaltı da sana girsin şansal zuhahaha.
ama az geldi, sadece top mu girsindi?inönü'de ilk kez duyanları gülmekten altına işeten bu slogan (şimdi türkiyede!) bizleri* de hasetimizden çatlatmıştır, kabul etmek lazım abi, adamlar bu slogan işinde gerçekten iyiler.
sivasta kullanılan yöresel ifadelerden biri olup "aferin" manasında kullanılır, fakat "aferin" de "oh iyi yapmışsın" şeklinde değil, "aferin(!)" manasında kullanılır, nasıl yani mi? gündelik hayatta annemin vazgeçilmezi olan bu tümceyi cümle içinde kullanayım:
-anne gelirken ekmek almayı unuttum.
+iyi yapmışsın gel kolunu çekeyim.
-anne şarjım bitmişti arayamadım.
+iyi olmuş gel kolunu çekeyim.
+kare borcam nerde salatayı ona boşalt.
+anne ben onu kırmıştım geçenlerde.
-aferin, gel kolunu çekeyim şimdi mi söylüyorsun?
şimdiye kadar gurulandığımız tübitak bilim teknik degisinin mart 2009 sayısında -darwin teorisinin 200.yılı olması nedeniyle- yayınlamak üzere 15 sayfalık bir yazı hazırladı ve yazıdan evrim ile ilgili bölümler çıkarılarak sansürlendi.
bu konuya yabancı değiliz çünkü ilköğretim kitaplarından evrim teorisi çıkarılalı ve sadece yaradılış teorisine yer verilmeye başlanmasından bu yana çok zaman geçti.
türkiye'de 2002 itibariyle yepyeni bir dönemin başladığı bariz. hepimizin içinde olduğu araba "doğuya" çekilmekte, dini sömürülmekte ve bazı şeyleri meşrulaştırmak için kullanılmakta, özgür yaşam, özgür düşünce hakkımız yavaş yavaş tamamiyle elimizden alınmaktadır.
mart 2009 ve bilim teknik degisi türkiye'ye kapak oldu. evet türkiye getirildiğin nokta budur.
tek rakibimiz tarafından ciddi anlamda takip ediliyoruz. bu eleştirilerin başında aynı konuyu farklı başlıklarla sürekli tartışmak. rte'yi savunanlar, darwin'i savunanlar, atatürk'e laf atanlar... ortada binlerce fikir olması gerekirken sadece 2'ye ayrılıyoruz: sağ ve sol.
forum misali soru cevap şeklinde tayyibin ya da baykalın taraında olmak yerine objektif fikirlerle, yepyeni konularla dönüşümüzü bekle ekşi sözlük!
ilk 5 neslin, çocuklukta ve muhtemelen gençlikte, büyük ihtimalle de üniversitede çöm muamelesi görmelerinden dolayı yeni nesillere b.. atmalarından bıkmış neslin kurması gereken tarikat. öyle bir nesil ki bu başlığı görünce "evet evet o benim" diye entry girmeyecek.....girmeyecek, değil mi?
Alex'in geriye gelmemesi, Roberto Carlos'un kaçak dövüşmesi, Uğur'un arkadaşlarını satması, Semih'in bezdirilmesi, Deniz'in geçmişte kalması, Gökhan'ın şımarması, Deivid'in aklının geçen senede kalması, Emre'nin günü kurtarma çabası ve psikolojik sorunları, Volkan'ın sözleşmesie, Lugano'nun italya aşkı, Güiza'nın gece hayatı.
nerede Van Hooijdonk'un aklı ve hırsı, Tuncay'ın isyankârlığı, Ümit'in futbola kafa patlatışı, Marco'nun fedakârlığı...
bu kadro eskidi, işe yaramaz oldu, çürüğe çıktı...
kurtlar vadisi dizisinin moduna girmiş,beyni sulanmış oyuncusu atilla olgaç, 1974 kıbrıs barış harekatında 10 rumu öldürdüğünü itiraf etmiş(uydurmuş) daha sonra kendisi de bunun bir senaryo oldugunu soylesede rumların avrupa insan hakları mahkemesine gitme kararına engel olamamıstır. dava hem atilla olgaç hem de turkiye aleyhine açılacakmış. pek güzel bir bu eksikti.