Taksim'de Ağa Camii sokakta bulunan çok güzel zamanlar geçirilebilecek, istediğiniz şarkıları istediğiniz anda çaldırabileceğiniz, en son bıraktığımda Avni adında bir kaniş köpeği bulunduran güzel kafe
bir türk kavmidir. türkmen adını m.11nci yüzyıldan bu yana kullanmışlardır. önce farsça olan toplu (türkmanend) biçiminde kullanmışlardir. bu şekille de fars tarihçisi olan (kalgırdizi)’nin kitabında yer almıştır. ayrıca abu el-fazıl el-behkıy (oğuz) anlamına gelen türk lafını tüm yazilarinda kullanmıştır.
1924 elazığ doğumlu olup 1964 yılında türk silahlı kuvvetlerinden re'sen emekli edilmiştir.ilerlemiş yaşına rağmen dinamik bir tempoda çalışan, oldukça üretken bir büyüğümüz.bugünlerde kolundan ciddi şekilde sakatlanmış, geçmiş olsun dileklerimizi bir kez daha gönderiyoruz.
gülüşü,büyücüklüğü küçücüklüğü önemli olmayan türkiye'deki sanatçı geçinen bir çok şarkıcı bozuntusuna bin basan muhteşem sesli ve yürekli kadın...
pozitif enerji yayıyor insana...
yaşama sevinci veriyor gözlerinin içindeki ışık.
gerek almancayi kullanis yonlerinden olsun gerek gorsellik bakimin dan bence kendi tarzini yaratmis muhtesem bir alman gurubu.ayrica konser performansi ve showlari seyircinin bir dakika bile durmasini engelliyecek nitelikte.sozlerin tasidigi ek anlamlar belki biraz garipsenebilir ama bence vermek istedikleri mesajlari direk vermeyerek olaya biraz daha heycan katiyorlar ne diyebilirim.
diyalogları ve kurgusuyla göz dolduran bir dizi.
karakterleri teker teker açıklamak yerine kimin kim olduğunun diyaloglardan seyircinin çıkarması beklenmiş. bu da dizinin daha dikkatle izlenmesini, ve sürükleyici olmasını sağlıyor.
dizinin bir diğer artısı da gereksiz ayrıntılarla tempoyu düşürmemesi. başka bir ekip olsa bu bölümden heralde rahat bir 3-4 bölüm çıkarırdı.
senaryo, mekanlar, tiplemeler oldukça gerçekçi görünüyor.
eğer bozmazlarsa önümüzdeki dönemin en çok seyredilen dizisi olmaları garanti gibi.
17 ocak 1999 tarihinde sabah gazetesindeki köşesinde aktarmış olduğu cinayet anı şu şekildedir:
" annem babamla birlikte beyazıt tarafından kapalıçarşı'ya gidecektik. o gün meydan çok kalabalıktı. çünkü birkaç gün önce milli türk talebe birliği'nde yaptığı bomba elinde patlayan mustafa bilgi adlı sağcı öğrencinin cenazesi vardı. bu nedenle beyazıt meydanı çarşaflı, türbanlı kadınlar ve sakallı cüppeli erkeklerle doluydu. biz o zamanlar marmara sineması olan binanıngirişinde durup uzaktan kalabalığa bakıyorduk. tam o sırada önümüzde, otobüs durağında siyah renkli bir otomobil durdu.içinden iki üç kişi fırladı. 1.5 metre kadar önümüzde yürüyen iki kişinin üzerine çullandılar. bunlardan biri zorla otomobile bindirildi. ama bu kişi otomobilin diğer kapısından çıktı. arkasından biri ceketinin yakasını tuttu. ceket ve gömlek sıyrılarak gencin üzerinden sıyrıldı. gencin üzerinde sadece kırmızı bir atlet kaldı. koşmaya başlayan genç, yolu ayıran demir bariyerin üzerinden tam atlayacakken, yine iki metre önümüzde duran, gri takım elbiseli biri, elinde rulo olarak tuttuğu gazeteyi bir kenara bıraktı, içinden çıkarttığı silahı kaçan kişiye yöneltti. nişan aldı.. mantar tabancası patlar gibi bir ses çıktı. kaçan genç yere yığıldı, birileri koşup onu aldılar ve bir cipe bindirip götürdüler. akşam radyo haberlerini dinliyorduk. spiker "bugün beyazıy meydanında çıkan silahlı çatışmada taylan özgür adlı odtü öğrencisini vurularak öldürüldü. taylan özgür'ün üzerinden iki tane tabanca çıktı" deyince donup kaldık. çünkü öldürülen taylan özgür'ün üzerinde silah yoktu, çatışma çıkmamıştı. sadece bir tek el ateş edilmişti. ilk kez bir öğrenci liderinin, sokak ortasında, hem de resmen öldürülmesi, türkiye'nin yakın geleceğini etkileyecek baskı tehdit döneminin habercisiydi".
kendisi herkesin sözlüğü var ekşisi,tatlısı....benimkli uludağ demiştir. nedeni ise ekşi ile mahkemelik olmasıymış ve bizim genç bir sözlük olmamızmış. ekşideki bir entryde yapmadığı şeyi yaptı diye göstermesinden dolayıymış mahkeme olayı. sözde bir yazısında gülse birsel'i sözde yazısında birse gürsel olarak yazmasıymış. fakat bu entry'i yazan arkadaş mesut ysr'ın yazısını haber sitelerinden birinden almış yani doğrudan sabah'ın kaynağından değil tabii o sitelerde haberi alırken imla hataları yapabilirmiş..
ben bunları nerden mi biliyorum çünkü geçen gün kendileri okulumuza söyleşiye gelmiştir.
kiyafet degistirme olayini bi türlü cözemedim ben bu haydutun. simdi bu clark olunca takim elbise, giravat falan takiliyor. sonra bi acil durum söz konusu olunca zart diye telefon kulübesinde, umumi tuvalette, halk ekmegi kuyrugunda falan pelerini, tayti cekip ucuyor. elinde cebinde gezdirmedigine göre bu pelerini altina giyiyor demek ki. lan zaten dana gibi adamsin, bi de altinda o kahraman takimiyla nasi geziyosun? ben ilkokulda pantolon altina pijama giydim (annem giydiriyodu, naapsaydim giymese miydim) micheline maskotu gibi sisiyodum, giymeyen arkadaslar tasak geciyodu. bu clark'a kimse bi sey demiyo mu? lan bu sicakta altina pijama mi giydin diyip pantolonu kaldirmaya kalkmiyo mu? ayrica yazi var gavur ami sicaklari var pismiyo musun amina koyim? pantolon altina tayt, gömlek icine fanila gibi pelerin giyen kahramani benim bünyem kabul etmez zaten
alevilik islam peygamberinin benden sonra ali gelir o benim damadım ve allahın arslanıdır lafı üzerine muhammedin ölümünden sonra halife olarak aliyi görmek isteyenlere denmiştir. alevi demek alinin yanıda olan demektir. mesela musevi nasıl ki musanın zümresine deniyorsa öyle. zaman içerisinde ancak ebubekir, ömer ve osmandan sonra halife olabilen ali bu halifeliğini de peygamberin en son ve en genç karısı ayşe ile cemel adı verilen savaşta alabilmiştir. çünkü ayşe muaviyenin halife olmasını istemektedir. müslümanlar kutuplaşmaya başlarlar. peygamberin hanımı doğruyu bilir diyenler ve alinin hakkı yendi peygamberin vasiyetidir diyenler olarak. aralarında savaş çıkar. ali peygamberin hanımının öldürülmemesi için ayşenin bindiği devenin ayaklarını kırdırır ve kendi adamlarının başına da kırmızı başlıklar taktırır kimin kimden olduğu anlaşılsın diye ve o günden sonra ali yandaşlarının adı kızılbaş olarak kalır. ali savaşı kazanıp halife olduktan sonra birgün camide muaviyenin adamları tarafından öldürülür. ve o günden sonra aleviler camiye gitmez. zaman içerisinde de muaviye güçlendiği, yezid de kerbela da alinin çocukları hasan ve hüseyini öldürdüğü için ibadetlerini gizlerler ve hala alevi ibadetleri gizlenir. semah bir ibadet değil dini bir törendir. ayrıca alevilerin camiye gitmemesi hıristiyanların isanın öldürüldüğü haçı sembol olarak boyunlarında taşımalarından çok daha akıllıcadır. şekil olarak sünnilerden bir farkları olmadığı halde ibadetlerini gizli yapmaları nedeniyle haklarında çeşitli hurafeler uydurulur ve bunlardan biri de mum söndü olayıdır. alevilerin aile içi cinsel ilişkide bulundukları toplantılar düzenledikleri uydurulur. yıpratmaya yönelik bu uydurma çoğu kişi tarafından sorgulanmadan kabul edilir. oysa alevi inancı kısa öz ve nettir. eline diline beline sahip olacaksın. ve bu şartlar esasında tüm dinlerin en net kurallarıdır. alevilikte tarihten gelen gizli ibadet etme zorunluğu ve soyunu sürdürme asimile olmama kaygısı nedeni ile mümkün olduğunca alevi cemaati içerisinden evlenmeler görülür. dayı hala teyze çocukları evlenebilmektedir. ayrıca bu şart bir zorunluluk olmamakla birlikte bir gerekliliktir. çünkü sünni bir aileden alınan kız ya da erkekle er geç bir anlaşmazlık en azından çocuğun nasıl bir inanışla yetiştirileceği gibi bir kaygı doğar. camiye yoksa cemevine mi gidilecektir. tüm bunların yanında aleviler müthiş özgürlükçü bir yapıya sahiptirler. belli bir yaşa gelmiş erkek çocuklardan isteyenler aleviliği öğrenmek üzere dede denen din adamlarının yanında ders alabilir ve ancak ondan sonra alevilerin gizli ibadetlerine katılabilirler. istemeyen erkek çocukları ise zorlanmazlar. ayrıca bir dededen eğitim almak alevi ibadetlerine katılmak zorunluluğu getirmez. sadece ibadetlere katılabilmek için bir anahtardır. ibadet günde beş vakit değildir. sünni ibadetlerinden farkı olup dualar da fark eder ama alevi toplumunun hakkettiği saygı nedeniyle ne ibadetleri ne de yaşamlarına ilişkin diğer unsurlara yönelik daha fazla ayrıntı vermek doğru olmayacaktır.
güzel bir şarkının ismi. kurgusunda sanki bir çocuk hikayesi anlatılıyor.
gününü bir su kenarında oturak geçirmeyi seven bir çocuk var. yeşilliklerin arasında, suyun kenarında biten tertemiz çimenler arasında çıplak beyaz ayaklarıyla oturuyor, yürüyor ara sıra, göle taş atıyor. veya suyun sesini dinleyerek, sırt üstü uzanıp göğü seyrediyor. sabahları gündoğumundaki renkleri arıyor, görebiliyor tüm pembe tonları, mavinin yeşille birleşmesini, soğuk gece mavisinin kızılla birleşmesini, sıcacık turuncuları buluyor. kuşlar var sadece doğada, kimse yok çevrede. belki de kimsesi yok, kim bilir. yalnız olabildiği için geldiği bu insansız doğada, hislerini şarkılarla paylaşıyordur.
şarkılarını söylerken, günün birinde o yükseklerde uçan kuşlardan biri gelir konar yanına. kafasını çevirip baktığında, yanında bir kuşun değil, kendisine gök mavisi gözlerini dikmiş bir meleğin bulunduğunu görür çocuk. kırlara inen yağmur gibi güzelmiş melek, kim ona aşık olmaz ki. şaşkınlığından ötürü tepkisiz kalmış, sonra daha bir şey söylemeden, söyleyemeden, melek geldiği gibi bir kuş olup uçup gitmiş.
gündoğumunda gözün görebileceği binbir renge tanıklık eden çocuk, günbatımına melek uçup giderken arkasından bakmış sadece. ufuk karardığında gözden kayboluncaya kadar izlemiş kuşu. sonraki sabaha gene aynı yerde, gündoğumunda gidip beklemiş. bakmış hep göğe, gözlerini dikip incelemiş her bir kuşu. her birisinin tüylerini, hareketlerini, dönmelerini, uzaktan uzağa uçup gitmelerini, göçlerini. içinde meleğinin saklandığı kuşu beklemiş. o gün ve her gün.
ama asla dönmemiş. tek yapabildiği beklemek olan çocuk da, sadece kendine "nerede o, gitti mi?" sorularını sorabiliyor ve bekliyormuş. gözü hep açık, başı hep dik, tüm gün boyunca gökyüzünü izliyormuş.
günler geçtikçe, çocuğun başı düşüyormuş. boynunu eğip, ümitsizliğe kapıldığı anları da oluyormuş. "acaba öldü mü?" diye kendine sorar olmuş zamanla. onu sadece bir kuş sanan, kör bir insanın ellerinde can verip vermediğini merak eder olmuş. kimse onun gerçek kıymetini bilemez ki, kuş sanarlar vururlar. düşürürler.
çocuk, güneşin her doğduğu günü, battığı ana kadar takip etmiş. kabul etmesi gerektiğini anlasa da artık, gelmeyeceği gerçeğini kabul etmesi gerektiğini bilse de, beklemiş hep meleğini. tekrar gözüksün gözüne diye, mucizeyi tekrar yaşatsın diye, aşık olduğu o güzelliği beklemiş. hala da bekliyor der kimileri.
1983'ten beri yakılması yasak olan, yüzlerce orman yangınına neden olan şey. ama 22 yıldır bir allah'ın kuluna anız yaktığı için ceza kesilmemiştir o ayrı mesele.
wood harrisin jimi hendrixi pek güzel canlandırdığı, bir dönem moviemaxte gösterilmiş, hendrixin yaşam hikayesinin pek başarılı ve etkileyici bir şekilde beyaz perdeye aktarıldığı bir film.
melankolik kişi çelişkiler içinde kalır, kararsızdır. bir yandan yalnızlığı seçmesinden hoşnuttur bir yandan da insanların içinde olamayışının hüznünü duyar. insanlarla ilişkilerinde hep bir sorun vardır. anlaşılamaması, mizacı gereği farkındalığı, sosyal olmayı , diğerleri gibi olmayı becerememeleri onu insanlardan uzaklaştırır. toplumsallaşmaktan, bir yere bir kimseye bağlı olmaktan korkmak melankoliklerin tutumudur. kendilerine duydukları saygı, kendilerine yönelik olmaları belirgin özelliklerindendir. o nedenle aylaktırlar.
her gece üzerine mutlaka ayışığının düştüğü kocaman yatağının üstünde, kollarını başının altında kavuşturup bacaklarını kocaman açarak 8 yaşında olmakla ilgili muazzam tespitler yapan şirin velet. koca yatağın içinde tüm minikliğiyle yatışı ve ayaklarının çıplak oluşu, ya da sabah uyanıp da yatağının kenarına oturduğunda yere deymeyen çıplak küçük ayaklarını yakın plan vermeleri gibi insanı gülümseten tatlı detaylara sahip bu çizgi film.
bu sabah gizli işler çevirdiğini düşündüğü dedesini takip etmek için tipik klişeye başvurdu pek tabii: pardösü-fötr şapka ve güneş gözlüğü içinde dedektif havasına bürünme durumları, malumunuz... kapıdan çıkmadan önce pardösü ve şapkaya el atışını gösterdiler, o sıra düşündüm "allah allah, 8 yaşında çocuğun o model pardösüsü mü olur, dur hele, bekleyelim görelim" diye; ve cédric sokakta göründü, dedesinin peşinde, sırtındaki pardösünün etekleri de cédric'in peşinden yerleri süpürüyor. kafasındaki şapka ve gözündeki gözlükler de tüm yüzünü kaplamış maşallah. dedesinin pardösüyü kapmış bizimki.
detayların atlanmayışını seviyorum bu çizgi filmde, insanı cidden gülümsetiyor.