--spoiler--
sırlar kalbin incisidir. ister satarsın, ister saklarsın. ama bir kere pazara düşmeyegörsün. o vakit; bütün malını versen de karşılığında, geri alamazsın.
--spoiler--
en az diğer reamonn şarkıları kadar güzel bir reamonn parçasıdır.(hatta bu zamana kadar bu başlık nasıl açılmamış diye şaşırtır)hele ki uygun zamanda dinlediyseniz bağırarak eşlik etmek gelir içinizden 'goodbye' diye. şarkının girişi ayrı bir koyar, ama zaten hangi elvada koymazki insana?
sonuç olarak arka arkaya dinlenilesidir,ne de olsa şarkıda da dediği gibi:These words have no meaning,there's nothing to say.
o zaman sözlerini de yazayım tam olsun:
We both dressed as we thought fit
What do you wear to goodbyes?
The time would come for us both to sit
And near each other's lies
I don't feel like I've been holding back
Breaking up is hard on us both
I feel so empty as you walk away
These words have no meaning
There's nothing to say
So Goodbye
Goodbye
These words have no meaning
When your heart set on leaving
Goodbye
So Goodbye
Now there's nothing worth keeping
Nothing left to believe in
And when think the fighting is over
Then come the sleepless nights
Of wanting to hold her
Goodbye
I can barely remember the love
But I can still hear the fights
Standing in the hallway
Screaming the top of your voice
You know you were right
I don't feel like I've been holding back
It cuts like a knife but it still feels like life
So Goodbye, Goodbye
These words have no meaning
When your heart set on leaving
Goodbye, Goodbye
Now there's nothing worth keeping
Nothing left to believe in
And when think the fighting is over
Then come the sleepless nights
Of wanting to hold her
Goodbye
You said it wouldn't hurt
But now say it's not getting better
We tried
So hard to make it work
I thought that I'd be with you forever
Goodbye, Goodbye
These words have no meaning
When your heart set on leaving
Goodbye, Goodbye
Thought this might be worth saving
But I must be mistaken
Goodbye, so goodbye
Now I'm ready to let you
I see you leaving
I start believing
I finally think the fight is over
No more sleepless nights
Of wanting to hold her
Goodbye
aslında böyle bir şey yok yani var da yok.şöyleki yaş tünelleri diye somut bir şey yok biraz benim teoremim ama aslında hepimiz farketmesek de bunu sürekli yaşıyoruz; hani biz yaşarken daha doğrusu büyürken (yaşımız arttıkça diyim hatta ben ona) dönem dönem bazı şeyler moda olurya ya da moda demiyim de hani bazı şeyler böyle bir akım haline gelir.heh işte o moda olan ya da akım haline gelen şeyler aslında biz o yaştayken yeni yeni bilinmeye, moda olmaya başlamış değildir.Aslında o şeyler (artık onlar neyse) her zaman varlardı ama insan ona uygun yaşa geldiğinde onun için moda olmuştur.Mesela atıyorum ben hatırlıyorum eskiden (ben ortasonda falankene) bir dönem rap müzik dinlemek baya bi yaygındı ama şimdi kendi çevreme bakıyorum dinleyen çok yok.Ama ortason-lise başları yaş grubundaki insanlara bakıyorum onlar içinde hala daha rap dinleyen var.(burdan belirtiyim kesinlike yanlış anlaşılma olmasın illa sadece o yaş grubu o müziği dinler die bir şey yok.ben sadece örnek verdim.)
yani demek istediğim o ki bizim dönem dönem kendi yaş grubumuza yakın insanlarla birlikte yaşadığımız ve dünyada daha yeni akım şekline dönüştüğünü sandığımız şeyler aslında uzun süreden beri var olan ve o yaş grubu için hep bi akım oluşturan, onlar içinde bir şekilde yayılan olaylar.yani aslında o akımlar birden var olup bizi bulmuyorda zaten belli yaş grupları için var olan şeyler var işte biz de büyüdükçe,o yaş grubuna dahil olunca ona ait olan tünele giriyoruz ve bir nevi onun gerekliliklerini yaşıyoruz.Sonra da bakıyoruz ki yakın yaşıtlarımız da aynı ya da benzer şeyleri yaşıyor.Sonra da işte o olayın yeni bir moda/akım olduğunu düşünüyoruz hayır efendim işte öyle değil aslında o hep vardı ama sen o yaşta değildin aslında yeni olan senin o yaşın, o kadar. Onun dışında bir şey yok.insan da o yaşa gelince önceden o yaştakiler için hep var olan ama onun için yeni olan o şeyi yaşıyor, kendine uygun yaş tüneline giriyor.
hatta daha da somutlaştırayım 17-19 yaş tünelinde lise biter, üniversite hayatı başlar arkadaşların hemen hepsi o tünelden geçer sonra 2o-23 yaş tüneli gelir bu sefer üniversite mezuniyetleri vardır bu tünelde, daha sonraki tünellerde askerlikler, evlilikler vardır facebookunu bi açarsın her gün başka bir arkadaşının nişan-düğün fotoğraflarını görürsün ya da başka bir arkadaşın şafak sayıyordur ya kendi şafağını ya da sevgilisinin şafağını * sonra iş bulmalar,çoluk-çocuk... öyle devam ediyor işte.
converse beğenmiştir almıştır aynı zamanda müslümandır hepsi budur.türkiye nin çoğunluğunu müslümanların oluşturduğunu ve çok fazla kişide converse olduğunu düşünürsek ülkemizde sayılarının epey fazla olduğunu söyleyebilirz.
en çok bulunan versiyonu eskimiş ama hala sevildiği için atılamayan bir tişörtün evde giyilmesiyle oluşanıdır.ağzı burnu kaymış, vişne-yağ gibi çıkmayan yemeklerden kalma lekeler, çamaşır suyundan kaynaklann renk değişiklikleri ya da çok eskiden kalmaysa değişik çizgi film karakterleri barındırır üstünde.üstüne mont giymek suretiyle yakın mesafede yerlere giderken de kullanılabilir.çoğu zaman ev tişörtü olmakla kalmaz aynı zamanda gece tişörtü de olur.
başka bir versiyonu ise görüp beğenip alınan ama desen renk ya da herhangi başka bir sebeple dışarıda giyilemeyen tişörtün evde giyilmesiyle oluşmuş halidir.
akredite olmuş bir hastane ama faydası ne bilinmez. personeli de asistanıda hastası da memnun değildir zira bu durumdan. ne yazıkki bu akreditasyon işlerine o kadar çok para harcanmıştır ki artık hastane ücra bir şehrin ücra bir köyünün sağlık ocağına dönmüştür. acilinde çoğu ilaç yoktur, elinizi yıkamak istediğinizde hiçbir yerde sabun bulamazsınız, hastaya müdahale etmek için önce kendi cebinizde taşıdığınız eldivenleri giymek zorundasınızdır çünkü personelin sağlığı önemli değildir hastanenin hiçbir yerinde lateks eldiven yoktur kendiniz temin etmek zorundasınızdır, onca çalışmaya rağmen yemeğinizi kendiniz alıp karnınızı nasıl doyuracağınız düşünmelisiniz. Allah hasta olarak düşürmesin.
uzun bir süre yere düşen küpesini arayan drosophila sonunda sinirlenir ve bağırmaya başlar.
baba:ne oldu ne arıyorsun ben bulurum.
dr. :küpemi arıyorum.(bunu duyduktan sonra babanın işine devam edeceğini sanır)biraz sonra baba gözlüğünü takıp gelmiştir ve küpe aramaya koyulmuştur.*
Bu öyle bir şey ki hem doyuma ulaşmak hem hayata doyamamak.Öğrendiklerinle vay be diye şaşırıp, gaza gelip tamam iyi bi doktor olcam diyip insanlara maksimum yardım şansına sahip olarak doyuma ulaşmak ama aynı zamanda hayata, gençliğine (belki de ilerde ailene)doyamamak.
Hele ki küçük yaşlardan beri bunun hayaliyle yaşıyorsanız tıp fakültesini kazandığınız andan itibaren içinizde bir sevinç yumağının birikmesi tıp öğrencisi olmak.Ama aynı zamanda okul başlayıp da 250 kişilik bir amfiye derse girince 'benim hayallerim bu değildi' demek.Daha 1. sınıfta çok gaz olupta 'ben farklı olcam.iyi bir doktor olcam çok çalışcam'diye bir gazla başlayıp; tıpla alakasız derslerle başlayan, hocaların iptidai yöntemlerle ders anlatmasıyla ve sanki daha 18inizdeyken herkes sizi bulunuğunuz o yerden soğutmaya çalışıyormuş gibi olan her olayla devam eden furyayla bu gazın kısa sürmesiyle 'tamam ya ben derslerimi geçiyim yeter' diye düşündürüp tüm heveslerinizi kursağınızda bırakan bir olay. Daha sonraki yıllarda da (2. ve 3. sınıf)aynı şekilde bir dünya dersle uğraşıp daha sonra sınav zamanı 1 haftada 9 sınava girip*(haftada derken 5 iş gününü kastediyorum) tüm yaşam şevkinizin bir anda sönmesine sebep olan ama sınav olmadığı zamanlarda diğer fakültedekiler kadar olmasada mutlu olunan bir durum.Ama bir de havalar güzelleşip herkes çimlere yayılırken, senin ders çalışma zorunluluğun olup 'havalar kötüleşsin' diye iç geçirten durum.Hele şenlik zamanları herkes coşup eğlenirken sadece tıp fakültesindekilerin sınavlarının sanki başka gün yokmuş gibi senede bir olan bu 4güne koyulması takdire şayan bir durum elbette. 'Tamam en azından benim ne olacağım belli' diye pollyanavari bir düşünceyle iç rahatlatmaya çalışırken tus faktörü araya girdimi iyice iç bunaltan durum.Tabi fakültedeki bu zaman kadar geçen süre içinde fotokopide geçen zamanı hesaplayamıyorum bile.
Artık hastaneye gelinip önlük iyice vücuda oturunca kliniklere başlayıpta biraz daha doktor olmanın zevkini tadınca 'sanırım doğru yerdeyim' diye düşündüren, hastanede giderken birinin sizi dr.hanım/bey diye durdurup bir yer sormasıyla ve o insana o yardımı etmenin bile verdiği mutlulukla tekrardan 'iyiki burdayım'dedirten olay.
Tabi bide kendine/sevdiklerine gördüğün/okuduğun her hastalığı yapıştırma durumu varki en kötüsü de bu, insanı paronayak yapıyor.Ya da içtiğin kahveler yüzünden gastrit olmak, uykusuz geçen geceler sonunda ruh gibi dolaşmak tıp öğrencisi olmak.Sonra sınavda (sözlüde) malign bi hocaya düşüp tüm iyi niyetlerinin, çalışmalarının, uykusuz kaldığın gecelerin, yorgunlukların heba olup yaz okuluna kalmak tıp öğrencsi olmak.
Kısaca, dahiliye staj sınavından bir gün önce bunları yazmak, bu kadar karamsar olmak ama yine de 'iyiki burdayım'diye düşünüp, şükredip, mutlu olup, içinde ümit beslemek geleceğe dair.(04.04.2007)
yanlış hatırlamıyorsam uludağ üniversitesi tıp fakültesinde fizyoloji profesörü(2sene oldu derslerine gireli)2.sınıfta kalp fizyolojisini falan anlatırdı.