direndim, direndim, direndim ama sonunda geçtim iyi ki de geçtim artık rahatım. Bu arada kde'yi de terk ettim. 2 günde alışılabiliyor şu ana gördüğüm en rahat distro tabii (bkz: debian)'dan sonra.
devlet ne iş yapar? diye sorduran kampanya... doğru ya her şeyi devletten beklememek lazım. zira bekliyoruz da ne oluyor son birkaç yüz yıldır? Şu oluyor ki: dolar milyarderleri, tekelliyet, televole v.b. Beklemeyelim, kendimiz yapalım...
I wish YOU! Wish You! diyerek bağıra çağıra söylenmesi gereken insanlık tarihine adını altın harflerle kazımış olan Pink Floyd'un bir parçası. Daha önce Pink Floyd dinlemedim/dinleyemedim diyenler için iyi bir başlangıç olacaktır.
Müthiş bir rahatlama... Eğer hayatınızın kadınından ayrılmışsanız üstüne üstlük okulunuz bir sene uzatılmışsa, yüksek lisans v.s. ne varsa vazgeçmişseniz bütün bunlar yetmezmiş gibi işsiz ve parasızsanız yapılabilecek tek şeydir! Katılıyorum:
OROOOOOSSSSSPUUUUU ÇOCUKKKKKLAAAARIIIIII!...
Bu arada Tanrı'larının gökte olduğunu sananların yerinde de bağırmak lazım. Ne de olsa yapamıyor, çekiniyorlar...
Aldığınız ürünü kapıda ödemek istediğinizi belirttiğinizde size telefonla onay alacaklarını söyleyen, sizin haklı olarak buna inanmadığınız anda zırt diyerek telefonunuzu arayan ve gayet ilgili operatörlere sahip kanımca yeni açılmış olan online alış-veriş sitesi. Ne kredi kartı derdi ne başka bir şey...
(bkz: U2 - sunday bloody sunday). En güzelini hiç hazetmesem de radiohead yapmıştır. Evergreen Terrace'den ise hardcore coverı dinlenebilir gayet hoş olmuş.
linux demek yanlıştır. gnu/linux demek doğrudur. gnu/linux nedir? bildiğimiz kernelin (sistem çekirdeği) adı. peki unixten farkı nedir? unix döneminden kalan kernel kodlarının artık yok denebilecek kadar az olması ve kendine ait bir yapısı olmasıdır. elbette bu fark bsd ve diğerleri için de geçerlidir. bir işletim sistemini oluşturan e temel şey eğer çekirdek ise linux da bir işletim sistemidir. ama suse ve ya pardus bir işletim sistemi olamaz. eğer ki kendilerine ait bir kernelleri olur o zaman bir işletim sistemi olurlar.
şu ana kadar üstüne henüz çıkmamış komple sistem servislerini ayarlayabileceğiniz / kontrol edebileceğiniz bir arayüzdür. güvenliği konusunda pek çok rivayet mevcut. özellikle redhat sistemlerde ezelden beri gelmektedir. zamanla distrolar kendi kontrol programlarını geliştirdikçe (bkz: yast) (bkz: tasma) zamanla gündemden düşebilecektir. ama yine de eski dostlar unutulmaz.
Solun uzun zamandır gündeminde olan bir tartışma var: 'genel siyasi af tartışması'. Bugün bizim ilkin, kendi içimizdeki sorunlara, geçmişten gelen, esasında sermaye iktidarlarından başka kimseye yaramayan kavgalarımıza bir af çıkartmamız gerekmektedir. 80'den sonra mücadeleyle tanışmış olan bir çok insanın -ki bunlar bugün tüm sol örgütlerimizin en geniş nüfusuna denk gelir- bu kavgalardan siyasi olarak en ufak fayda sağladığını görmüyoruz. Hatta bu tartışmalar, uzun kış gecelerinde büyüklerimizin anlattığı soba başı hikayeler gibi dinlenmekte. Bu durumda yapılması gereken yeni bir örgütlenme, yeni bir siyasi propaganda ve mücadelede biçimi geliştirilmesidir. Bunun için de ortak akla ve kuvvete ihtiyacımız daha önce hiç olmadığı kadardır. Gerekirse, örgütlerin korunduğu, çok parçalı bir birliktelikli bir yapıya ulaşılmalı. Bunun için, her türlü ayrılıkçı, solu birbirine düşürücü yayın, propaganda yapanları özeleştiriye davet etmemiz gerekmekte. Diğer bir değişle çoktan kaybetmiş olduğumuz ikinci altın anahtarı kullanmaya. Elbette içinde iyi niyette olan, aklı fikri salim insanlarımız bu çağrılara kulak verecektir.
Bazı örgütlerimiz, bu tarz tartışmalar sırasında genelde geçmişten gelen sorunları kastederek devrimci gurur ve onur görüşlerini dile getirmektedir. Yapılan şey tamamiyle feodal bir 'kan davası'ndan ileriye gitmemekte. Her 15-16 Haziranda, her 1 Mayısta, yitirdiğimiz insanların bize bıraktığı mücadelenin ne duruma geldiğini hala göremiyor muyuz? insanlarımız, kardeşlerimiz alanlarda coplar altında ezilirken, emekçilerin milliyetçi-şoven-gerici siyasetlerde çözümler aradığı, F tiplerinde resmen çürütme politikalarının sürdüğü bir ortamda biz hangi gurur ve onurdan bahsetmekteyiz?
Yazımızın en başında belirttiğimiz gibi, kapitalizm ilerliyor, gelişiyor ve kendi içinde her gün daha tutarlı bir hale geliyor. Daha başka bir deyişle, ırkçılığın, savaşların, sömürünün, insan bedenini satmanın ve ucuz iş gücünün daha da içselleştiği bir yapıya ulaşıyor. Bununla birlikte her türlü imkanını da geliştiriyor. Bu durumda birliktelik, ortak akıl bu amansız güce karşı durabilecek tek çözümdür. Emekçilerin, halkın ve tarihin bugün bizlere verdiği görev budur. Güçlü olabildiğimiz sürece kapitalizm kağıttan bir kaplandır. Aksi taktirde, kapitalizm elindeki her türlü imkanlarla bizleri yutacak, birbirimize düşürerek yok edecek bir canavardır. Bunu başarabilirsek, tarihte yeni bir kopuşun, yeniden barış için çalışabilecek bir dünyanın ilk müjdecileri olabiliriz. ilk önce kendimizi bu fırsattan mahrum bırakmamalıyız. Yüz yılı aşkın bir süredir bu topraklarda bu dünyaya hasretiz. insanlığımızın geleceğine, çocuklarımızın, anaların ve gençlerin hayatlarına ihanet etmemeliyiz. Kaybettiğimiz her insan, çözüm üretebileceğimiz durumda olmamıza rağmen bunu yapmamamızdan, birbirimizi daha da küçültmek için uğraşmamızdan dolayı birer ihanet gibi ensemizde nefesini hissettirmektedir. Tarihin bize gösterdiği gibi halkına ihanet eden, her kim olursa olsun yok olmaya mahkumdur. Birliktelik dileğiyle içten selamlar...
insanlığın, artı ürüne (artı değere) ulaşmasından itibaren gözlemleyebileceğimiz gibi kapitale dayalı sistem, gün geçtikçe kendi içerisindeki tutarlı yaşamını sürdürmekte. ilk başlarda, iktidarda olan sermaye sahiplerinin (ve ya kontrolcülerinin) yakın akrabalık ve ticaret ilişkileriyle güçlendirdikleri iktidarlarının yükselmesi, daha güçlü bir hale gelmesi, belirli bir tarihsel döneme kadar herhangi bir sapmaya uğramadan kolayca devam etmiştir. Bu yükseliş içinde ilkel sermayeye dayalı sisteminin, kendisi dışındaki sermaye sahibi kesim dışında karşısında bulunan bir gücün olduğu düşünülemez. Karşı karşıya kaldığı bu durum esasında, sermaye iktidarının son bulması değil, sadece el değiştirmesi olarak açıklanabilir. Hatta zaman zaman bu el değiştirmelerin, yeni ticaret ilişkileri ve akrabalıklar yoluyla bu sistemi daha karmaşık ve görece profesyonel bir sisteme ulaştırdığını düşünebiliriz. Yapısı gereği durmadan büyüyen (ya da büyümesi gereken) sermaye sistemi her geçen gün yeni emekçilere ihtiyaç duyarak kendisi dışında da bir kitleyi büyütmekteydi.
Büyüyen bu emekçi kitlenin, sistemin profesyonelleşmesi sürecinde, daha kompleks makinaları kullanarak ve bunların yarattığı görece daha kompleks sorunları çözerek emekçilerin de gün geçtikçe profesyonel bir niteliğe bürünmeleri tarihsel evrim açısından gözle görülür bir gerçekliktir.
Emek-sermaye çelişkisinin tarihsel materyalist çerçevede, emekçilerin binlerce yıldan bu yana geliştirmiş oldukları bu niteliklerin iktidara yöneltilmeye başlanması ile, diğer bir değişle emekçi sınıfın uzlaşmacı, elindeki güçten bir haber yaşamasının önüne geçilmesiyle sermayeye dayalı sistemin ilk kesintilerini görmekteyiz. 70 günlük Paris Kömünü'nünden, Sovyet deneyimine kadar insanlık bu çekişmenin nasıl sonuçlanacağını merakla ve korkuyla izlemiştir. Bu durumda yine tarihsel evrim olgusu açısından, sermaye sahibi iktidar sahipleri bu yeni, alışılmadık olgu karşısında kendilerini geliştirmişlerdir ve sermayenin el değiştirmesinden daha öte bir durum olan; sermayenin her türlü gelişimini ve yönelimini ele geçiren, sermayenin yaratıcıları karşısında başarıya ulaşmışlardır. Başarıdan kastımız, iktidarların (yani sermayenin) tekrar 'ait olduğu' kesimin eline geçmesi, sermayenin iktidarının devamının sağlanması durumudur.
Son yirmi yıllık devrim mücadelesinde Türkiye'de solun paramparça halinin korunuyor olması da sermaye iktidarının ne denli gelişkin ve güçlü bir durumda olduğunu gayet güzel göstermektedir. Hatta daha ileri giderek, halk tarafından desteklenen, (ve yine sermaye iktidarlarının sayesinde) 'sol' partileri istediği gibi oynatabilmektedir. Burada bir kuşkulu yaklaşım göstermemiz bilimsel sorumluluk icabıdır şöyle ki: 'Bu partilerde bulunan insanlar ya isteyerek, bilerek ve kendilerine vaat edilenlere boyun eğerek kitlelere solun çözümlerinin de aynı olduğunu söylemektedirler, ya da çoktan kopmuş oldukları sosyalist teoriyi unutarak artık sermaye sisteminin en doğru sistem olduğunu ve bunun 'sosyal' yanlarını biraz daha ayakta tutarak geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar'. Her iki durumda da büyük bir ihanet ve çürümüşlük görülmektedir. ihanet konusuna daha sonra geleceğiz ancak, ilk önce çürümüşlüğü açıklamak gerekmekte. Bahsi geçen partilerin bugün, halka giderken kullandıkları temala'rın, söylevlerin tamamıyla, sağ/sermayeci kesimine aittir. Nedir bunlar? Milliyetçilik, ulusalcılık, yurtseverlik, karma ekonomi, Avrupa birliği, sosyal demokrasi v.s... Burada hangi söylevlerin kime ait olduğu açıkça herkes tarafından bilinmektedir, tekrar tekrar isimlerini anmaya gerek duymuyoruz.
Çürümüşlük, bu noktada başlamaktadır, solun elinde her zaman için iki altın anahtar vardır. Bunlardan birincisi diyalektik, ikincisi ise özeleştiridir. Sol bugün, çeşitli sebeplerden dolayı ya diyalektik gibi her zaman için en karmaşık sorunlar karşısında insancıl çözümler üretebileceği düşün sistemini kaybetmiştir. Bir bakıma, Türkiye'de sol maalesef düşünebilme yeteneği kaybetmiştir diyebiliriz. Düşünme ve üretim, birbirini takip eden iki arkadaş gibidir. Birisi olmadan, diğerinin hiçbir zaman için işlevi olmaz. Bugün de görmekteyiz ki, düşünme yeteneğini kaybeden sol, sadece kopya çekmekte, en basit, en basiretsiz ve aciz olanı yapmaktadır. Burada yine bir parantez açmamız gerekmekte, bu durum bazı sol örgütlerimiz için esasında çekirdek eğitim kadrolarının F tipi zindanlarda hem dünyadan hem de örgütlerinden izole edilmesi sonucunda ortaya çıkmıştır, yazımızın amacı herhangi bir örgütü olmadığı şekilde göstermek amacında değildir. Bu durum, esasında 19 Aralık olaylarında solun, içeride kalan kısmının -dışarıda süren örgütçülük, lider v.s... kavgalarına rağmen- ortak bir akıl yürüterek, alışılmadık, -en azından Türkiye'de- bir çözüm etrafında buluşmasıyla gösterebiliriz. Ancak aradan geçen, kısa sürede dışarıda durumun pek de değişmediğini görmekteyiz. Her birleşme isteği ya örgütlerimizi feshedip bir örgütün çözümü etrafında toplanmak olarak anlatıldı, ya da böyle algılandı. Bu da sorunlarımızı çözmekten daha çok arttırdı.
Bugün solun ihtiyacı olan gayet açıktır. Yukarıda bahsi geçen partilerde dahi hayatını sosyalist mücadeleye adamış insanlar bulunmakta. Bu insanları dahi kıskacına alabilmiş, kukla gibi elinde oynatmasını bilen, savaş bağırtıları göklere kadar çıkan, milliyetçi-şoven söylevleri ağızlarından döktüren, televizyonları, gazeteleri ve her türlü propaganda imkanını kullanan sermaye iktidarına karşı durabilecek siyasetler üretmek solun boynunun borcu ve ihtiyacıdır. Bunu elde edebilmek için ilk önce solda barışın sağlanması, insanlarımızın bir araya gelip çözümlerini sunabileceği ortamın yaratılması gerekmekte. Bunu başaracak olanlar ilkin, bu mücadelede söz sahibi olan, hayatlarını bu mücadeleye adamış olan aydınlarımızdır.
Eğer sol, emekçi sınıfının içinde yer almadığı, birbirinden tamamen kopuk ve üretmeyen yapısıyla devam ederse gelecek günler ülkemiz adına çok karanlık olacaktır. Çünkü hem ülkemiz hem de bütün orta doğu hem siyasi hem de ekonomik açıdan farklı bir yola girmekte. Ülkemizdeki kapitalizm doğadaki büyümekte olan her şey gibi inanılmaz bir çılgınlıkta önüne gelen her şeyden faydalanarak gittikçe gelişmiş ülkelerin sistemlerindeki ilişkilere erişmeye başlıyor. Bu baş döndürücü gelişmeler emekçi kısmını daha fazla ezmekte, halkımızı daha da köleleştirmekte. Bu yeni durum solumuzun sadece teorik olarak içinde bulunduğu, henüz içinde yaşamaya başladığı, emperyalizmin çağ atladığı küreselleşme dönemdir. Sermaye iktidarlarının çelişkileri gittikçe artan halka muhalefet olarak sunduğu kukla sol da gün geçtikçe zaten umudu soldan yana az olan halkımızı soldan daha da soğutarak -bilerek ya da bilmeyerek- kendisine verilen görevi yerine getirmektedir. Hem sol hem de ülke adına karanlık günlerin ayak seslerini duymaktayız.
Elimizden geldiğince solu takip etmekteyiz. Her kesimin gayet doğru, ileriyi gören tahlilleri bulunmakta. Hatta çoğu zaman bu tahliller, Türkçe'mizin zenginliğinden faydalanarak bir tespiti aynı kişinin iki farklı şekilde anlattığı hissiyatı bile uyandırmaktadır. Bu durumdan daha fazla görülen durum ise ortak akıl, ortak siyaset üretme ihtiyacını körükleyen ikinci durumdur. Bu durum bazen bir örgütün eksik kaldığı, net gösteremediği veya göremediği bir noktanın başka bir örgüt tarafından açıklanmasıdır. Ancak bu tahliller, kısıtlı güce sahip olan, kendi içinde sorunları kangren haline gelmiş ve en önemlisi emekçi kesimden, halktan destek bulamayan bir soldan çıktığı için kitlelere ulaşamıyor. Boşluklara haykırılan çığlıklar gibi...
şu anda küfür dolu entrylerin yuvası. anlamadığım şey o kadar küfür ettikten sonra nasıl birbirlerinin yüzlerine bakıyor insanlar zirvelerde? yoksa küfür edenler bu zirvelere katılmıyorlar mı? ya da bu küfürbaz arkadaşlar sadece kendi aralarında mı zırvalıyorlar? ya herro ya merro arkadaş sözlükte küfür var hem de haddinden fazla. orana vurursak sözlüğün içindeeki küfürleri çıkartsak toplam entrylerin %40'ını kaybederiz kanımca. bir şeyler yapılmalı yoksa buradan insanlar zevk alamaz hale gelecek.
sözlüğün düştüğü küfür yuvası durumdan kurtarılması için her yazarın desteklemesi gereken eylem. aslında bu isteği yazarlardan çok moderatörlerin desteklemesi gerekmekte, ama nerdee....
sözlük formatını küfür arası entrylere dönüştürmüş olan sorun. kimin ettiği neye ettiği hiç önemli değil. çok utanç verici bir durum insanların görüşlerinin sadece küfürler olduğunu öğrenmek.
madem ki komünistsiniz o zaman lokatada yemek yemeyin, ayakkabı giymeyin, yüzünüze makyaj yapmayın, zevk aldığınız müziği dinlemeyin, evinize eşya almayın, oturmayın, kalkmayın, gazete, dergi satmayın, traş olmayın, temiz giyinmeyin, işçi kaskları ve tulumlarıyla dolaşın, bir türlü anlayamadığım şu diyalektiği daha fazla anlatmayın, spor konuşmayın, televizyon izlemeyin, taksi dolmuş yerine otobüs kullanın, okey kullanmayın kısacası fakir fukara hayatı yaşayın, dünyadan elinizi eteğinizi çekin şeklinde açılabilecek başlıklardan sadece birisi. Esas soru bu başlığı açan nev-i şahsına münhasır yazar, şimdiye kadar dünyadaki bilimsel yayınlarda en çok alıntı yapılmış olan ve diyalektik düşüncenin, marksiszmin temelini oluşturan eserlerin kapağını kaldırıp bakmış mıdır? Diyalektik felsefenin çağlar ötesine uzanmasının ve her uzanışta yeni bir atılım yaparak bu günlere gelmesini nasıl açıklayacağız o zaman? öyle ya çevrenizdeki bir takım gomanistler sizde öyle bir intiba bırakıyor, başka bir kısmı karşı çıkıyorsa burada bir çelişki var demektir. (bkz: diyalektik ders no 1 - Çelişki)
3. nesil yazar olarak sözlükten bir tane insan evladı tanımadığını farkeden, aslında bunun eksikliğini hiç farketmeyen ama son zamanlarda ne hikmetse bu eyleme giren sözlük yazarının yaptığı eylemdir. Bu eylemde kendisine gelen mesajların da etkisi vardır. Yazar aslında, burada bir itiraf arefesindedir: gayet zorlu geçen 4 senenin sonunda diplomaya bir adım kala sanırım kafasını kaldırıp bilmem kaç zamandır üye olduğu bir paylaşım ortamında kendisi dışında birilerinin de varlığından haberdar olmaya başlamıştır ve sol tarafta özel msj yazan yerin kullandığı temayla bağlantılı olarak maviye dönüşmesiyle bir anda şaşkınlaşmıştır. kendisiyle aynı şeylerden zevk alan, aynı şeylere üzülen, altına entry girmesine gerek bırakmayan pek çok insanın varlığının farkına varmıştır. tabi bir o kadar da hiç olmamış ve olmayacak insanın da farkına varmasıyla bu başlık açılmıştır. (bkz: manyadın mı ne lan) (bkz: bu gece huzunleri evde bıraktım)
hayatını altıparmakla ünlü cadde arasında sürdürenlerin söyleyeceği, pilot sanayi, organize sanayi ve teleferiğin birbirinden ne kadar uzak olduğunu bu alanın ne kadar geniş olduğunu hiç bir zaman anlayamacak olanların söyleyeceği sözdür.
efendim, açık pazar ve liberal ekonomide yaşıyoruz olur, olur bal gibi olur. bizler yazılarımızı yazarak sözlüğün hitini arttırırız, sözlük sahibi cebini doldurur. Ha iyi bir tarafı da şu olur belki adam gibi bir servera geçerler ya da dedicated server filan kiralarlar da beklemekten sıkılmayacağımız bir sistem kurulur.
Eğer sandık başına gidip boş atıyorsanız ben bu sistemi onaylıyorum ancak oy atacağım parti yok demiş olursunuz. eğer sandık başına gitmiyorsanız ben bu "oy"unda yokum arkadaş bu "oy"unu bu kurallara göre oynamıyorum demektir. evimin yirmi mt ötesindeki sandığa gitmeyerek yapacağım eylemdir, evde televizyon seyredip çekirdek yiyeceğim hem de ağzımda biriktire biriktire. haa bir de kullanılmayan her oyun akepe'ye gitme safsatası var tabi. ha akepe'ye gitmiş ha cehepe'ye gitmiş ha ipe'ye gitmiş ha mehepe'ye gitmiş ne fark eder? cehepe ve ipe diyor ki ülke karma ekonomi olacak, silahlarımız elimizde her tarafa baskınlar yapacağız. akepe ve mehepe diyor ki sen milliyetçisin ben milliyetçiyim ee ne anladık? hakkını vermek lazım bir tek ipe amerikaya karşı olacağım, ab'ye karşıyım diyor. ama onun da ne kadar karşı olacağını bu milliyetçi politikalarıyla göreceğiz. öyle ya yarın çıkıp diyebilirler ki o zaman ülke menfaatleri bunu gerektiriyordu yapamazdık? Ha bunun dışındaki partiler de diyor ki ben abede ve abye karşı değilim, imefe ile sorunum yok, bilmem v.s. ee o zaman niye erken seçime gittiniz güzel kardeşim söylediğiniz şeyler zaten oluyordu? haa bu arada şunu da belirteyim şeriat geliyormuş bilmem ne oluyormuş bunların hepsi hikaye. şeriat dediğin olgu bugün her yerde var eğer ki bu ülkede bir emekli polis, asker askerin icinde polisin icin su kadar tarikat üyesi var diyorsa, sen kapattım diye sadece kendini kandırabildiğin tarikatların şeyhlerinin cinayetlerini, tekkelerini haber yapabiliyorsan, adıyamanda koskoca arazi üzerine küçük bir krallık kurmuş şeyhlerin tekkelerini kapatamıyorsan, bunu hiç gündeme getiremiyorsan, bu ülkede şeriat diye bir sorun yoktur. bağımsız adaylar diyor ki ben partimi bıraktım aday oldum onca senedir partinde çalışan, destekleyen insanların ve parti teorisinin ufacık bir hatırı yok mu? bütün partiler baraj altında kalıncaya kadar seçim barajı hakkında yorum yapmaz ama ne zaman ki 10'un 1'ini eline alır o zaman konuşur. ha bu arada dtp'nin meclise girmemesi için barajı savunanlara da bir çift sözüm olacak:
23 temmuzda bağımsız aday olarak meclise giren dtp'liler içerde grup kurarlarsa ne olacak? Yani sizin teori suya düşmüş olacak.. öyle ya demokrasilerde çare tükenmez yahut ya herro ya merro.
Peki aklı başında sosyalistler ne yapacak? Elbette oluşan bu politik ortamdan faydalanacak. Bunların hiç birisinin gerçek çözümler olmadığını, insanların heyecanlarını, öfkelerini bastırmak için 3-4-5 yılda bir tekrarlanan tezgahlar olduğunu anlatacak. Nasıl bir yönetim, nasıl bir kültür ve ekonomi politikası, nasıl bir dış ilişkiler politikası güdülmesi gerektiğini anlatacak. Zira halkımızı bu kadar politik bir ortamda bulmak zor bir şey. Binaaleyh entry bitmiştir.