olay "basit" bir orospu çocuğunun hayvanlığı değildir, münferit hiç değildir. pippa bacca'nın tecavüzünün sorumlusu türkiye'yi içine çeken kokuşmuş bataklıktır; avrupa'ya karşı duyulan müthiş eziklik ve hayranlıkla karışmış kompleks kokan milliyetçilik, bastırılmış cinsellik, cehalet, yontulmamışlık, ataerkillik, antisosyallik, kadının önce "insan" olduğunu göremeyen, hele hele yabancı bir kadına direkt orospu damgasını vuran bir toplumun zihniyetidir. pippa bacca'ya tacavüz eden, hayvanlığının yanısıra işte tam da bu kültürle yoğrulmuş, bataklığın dibini boylamış "bizden" biridir.
17 aylık bebekten tahrik olan, 94 yaşında bir kadına tecavüz etmeye çalışan insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. bu insanlar, bu toprakların ürünü. biz bunları münferit olaylar diye geçiştirmeye çalıştıkça, türklüğümüze halel gelmesin diye uğraştıkça kendi bacımızı, kızımızı, karımızı da sunuyoruz bu "birkaç" tane hayvanın önüne.
hiçbir suç toplumdan soyutlanamaz. nasıl amerika'da elinde silahla okul tarayanlar o toplumun kokuşmuşluğun ürünüyse, bunlar da bizim topraklarımızın ürünü.
o yüzden şu değildir! derken şapkayı çıkarıp iki rekat düşünmek lazım, çok sevdiğin ülkenin "sapık"larla anılmaması için..
akp'nin akıllıca manevralarından birinin daha sonucunda -madem bize sectirmiyorsunuz o zaman halk secsin- chp'nin icine düştüğü durumdur. evet son dönemlerdeki politikası sadece "akp nin yaptığını yapmamak" olan bir partinin sandıktan çıkacak sonucu bildiği icin verdiği doğal tepki tabi ki bu olacak, ancak kendini son dönemlerde bu parti cekismelerine kaptırmış, masa üstünden siyaset yapan arkadaşlar türkiye'de cumhurbaşkanını halkın secmesinin hukuki sonuclarından haberdar mı, ya da bunu zerrece önemsiyorlar mı acaba? bir taraf cumhurbaşkanını secememenin kuyruk acısı icinde "o zaman halk secsin de görün" mentalitesiyle daha doğru düzgün uygulanmamış parlamenter sistemi küt diye yarı başkanlık rejimine dönüştürmekten çekinmiyor, diğer taraf halk secerse bizim esamemiz okunmaz korkusuyla karşı çıkıyor. kurtarın kendinizi biraz şunlardan yahu, dışardan bakın. bundan mı ibaret olay? rejim değişikliği nedir, ne gibi sonuçlar doğurur, uzun dönemde yansımaları ne olur gidin bunları araştırın biraz. gerçekler partiler ekseninde dönmüyor, -muhalefet ya da iktidar- parti çığırtkanlığı yapmakla bir yere varılmıyor...
moderasyonun "entry emin olunmayan, araştırılmamış ve hatalı bilgi içermemelidir." gerekçesiyle kendisine girdiğim entryi silmesi hasebiyle, hakan günday'ın ta kendisi(!) olup olmadığı ve hayat felsefesi hakkında yazılı belgelerle konuşamadığım için eski entryimi düzelterek iade etmek istediğim yazar:
kendi başlığı altına entry girmekten iflahı kesilmiş yazar. hakan günday'ın ta kendisi olduğundan şüpheleniyorum(!). veyahut ömrü hayatında sadece onun kitaplarını okumuş olması ihtimali nedeniyle hayat felsefesini bu kitaplar çerçevesinde (ya da tamamen onlardan ibaret) oluşturmaktan şuursuzlaşmış olabilir.
kimilerine göre bizim yüce gönüllülüğümüzü, ermenilerin de mutlak ibneliğini ispatlamış olay. allah akıl fikir versin ya. bir de başka dert vermesin yanında.
denizi olmaması önemli bir eksisidir, tek sorunu değildir...tarihi yoktur, sıcaklığı yoktur, samimiyeti yoktur, estetik değildir göze gönüle hicbir yere hitap etmez, yapaydır...başlı başına bir olmamışlık abidesidir ankara, eğretiliktir. üstüne üstlük bir de başkenttir. esas sorun da burdadır zaten, başkent olacaksın yahu?
edit: kötüleyen arkadaşlarım, siz ankaraya bayılıyor olabilirsiniz, harika anılarınıza, cocukken koşup oynadığınız parka ev sahipliği yapıyor olabilir ama bir başkent olarak utanılası olmadığını hangi planlamaya, hangi estetik anlayışına dayandırabiliyosunuz merak ettim gercekten.
buram buram kolpalik kokan bir şarkıdan manasiz bir cümle. ayrıca içerdiği anlatım bozukluğundan dolayı saçının teline koyim banane bee gibi bir hissi(!) ifade etmektedir, yanılmayınız...
ha bir de ilgili başlık burası mıdır bilmem ama dünyaya bir daha gelse yine aynı sevdicekle kavuşmak isteyen bir insan, sonradan nasıl ancak ömrünün yettiği kadar sevebileceğini iddia edebiliyor anlamış değilim..
dışı çikolata içi krema durumu. bir gun konusurken voldemort misali icinden rte fırlıcak maazallah diye korkuyordum vallahi, piyon cumhurbaşkanımız hayırlı olsun vatana millete...
"boş" denilen zaman insanın sorumluluk ve zorunlulukları haricinde kendine ayırabileceği, gönlünce harcayabilecegi vakittir...bu vakitlerde ders çalışmak ise öküzlükten başka bir şey değildir...kişi o zamanlarda kitap okusa, sinemaya gitse, bilimum hobileriyle ilgilense hem kendisi hem vatanı milleti için daha hayırlı bir iş yapmış olacaktır..
asaleti bir tek söylenişindedir bu şehrin: an-ka-ra. onun dışında, ona benzer bir ruhla doğmamışsanız sevemezsiniz ancak katlanırsınız; ona da, insanlarına da...
msninizde ne zamandır, ne amacla var oldugunu bilmediginiz, muhtemelen omur boyu da bir daha konusmayacaginiz insanlarin hayatlarindaki gelismeler hakkinda an be an fikir sahibi olmanizi saglayan yeni bir sürüm. ilgiyle takip ediyoruz...
iste kizimin hayatindan haftalik bir kesit...
day 1:
küçük nil çok hastaaaaaaa :((((
day 2:
küçük nil çok hastaaaaaa:(((// ananem ıhlamur kaynatıyo ne bu yüzün hali sapsarı olmuşsun dedi :(((
day 3:
küçük nil çok hastaaaaaaa :((( //NY'a gidiyoruz!!:))
siz de hasta olduğunu, ona anneannesinin baktığını ve yakın zamanda NewYork semalarında olcağını öğrendikten sonra geri kalanını kendime saklıyorum, deşifre olsun istemem, evet...
tam gaz devam eden, bir cesit yeni swh furyası...sozluk dili...kullanmayanı atıyolarmış sozlukten oyle duydum ben. en kısa zamanda yim yim yiceğim bi yazar bulup başlığının altına yazmak istiyorum ben de, önlenemez bir hırs var içimde. ustune de (bkz: hepimiz aynı dilden konuşalım zirvesi) ayarlıcam ki adet yerini bulsun...
yanarım yanarım sözlüğü çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmaya çalışanlara...onu da gectim, kendini bir sozluge ait hissedenlere, ait oldugu -herhangi bir-sozlugun fahri savunucusu olup onu yeren ilgili başlıklara bozulanlara yanarım esas...
(bkz: uludag sozlukteki sicak asiret ortami)
gözünü sevdiğim çerçeve anayasamızın muallakta bırakma sınırlarını zorladığı, takdir yetkisinin folloş olduğu, kapsamına aldığı durumların giderek trajikomikleştiği madde.
ama adamlar haklı..."alenen aşağılama" ve "eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları" gibi iki şahane kavram bir arada kullanılmış bir kere, çek iki ucundan sakız gibi, birleştir onları çiğne çiğne yut...oturur tabi mideye.
acı veren bir olaydır. ulan sevgililer gününde yanımda olmıcaksa, elimi tutmıcaksa, sokaklarda ele güne "bakın bakın biz sevgiliyiz, mutluyuz ehihihi" diye şov yapamıcaksak ne diye bi sevgilim olsun ki zaten? "herkeste var ben de bi tane istiyom" bu mudur yani sevgililik? git al o zaman pazardan bi tane...sevginin de, sevgiden türeyen sevgilinin de bokunu çıkardınız, anlamsızlaştırdınız ya bravo...