Glikoz besinine ulaşamadıkları topraklarında onun yerine ağaç kabukları yiyerek selülözla beslenen mücahidlere antipati ile yaklaşılan eylemdir. En büyük derdi bu sabah mavi gömleğimi mi giysem yoksa pembeyi mi olan gençlerin 200 yıldır kısmi soykırıma uğrayan özgürlük direnişçilerine hak vermemesi doğaldır. Rus iş adamlarının kendilerine peşkeş çekerek çeçenistandan dünyaya yaydıkları botoks zehirleri de bu halkın suçuymuş gibi sunulmakta. oysa ki kutsal direnişlerine aslan mashadovlar'a saygı duymak adam işidir, sebi sibyan değil...
osmanlı torunu olarak, siyonist bile olsa kimsenin önüne kemik atmayacağımız gibi ona misafirperverlik neymiş onu gösteririz; haya denen insanın kemiksiz vücuduna en osmanlısından tokadı indirerek...
terbiyesiz insandır. çanta taşıma işinde omuzun kullanıldığı nerede görülmüş. hiç mi 80 lerin türk filmlerini falan da mı izlemedi? hani hülya avşar falan başının üstüne kitap koyup yürüyordu ya, işte yalan o. aslında laptop taşıyordu başının üstünde. montajda atılıyordu. piyasa daha onboardlara bile hazır değilken laptopun varlığından haberdar etmek istemediler milleti.
bir sonraki entryde size yüzyıllar önce keşfedilip çaktırılmayan telsiz telefon hikayesini anlatacağım...
sağcısından solcusuna tüm türk gençlerinin ortak acı olarak kabullendiği hrant dink süikastının, okyanus ötesinden gelen direktiflerle olduğunu bilmesini gereken ermeni güruhtur. demek ki aramızdaki ermenilere yaptığımız hamilik o kadar sağlam ki komplolara konu olabiliyor...
çok sempatik bir anadolu takımının gayet antipatik bir basın sözcüsü. yakın bir zamanda alice in wonderlandi avatar filminden arakladığı expand 3d gözlüğüyle izlediğinden şüphe etmekteyip. kendisini çayır çimen, börtü böcek, gök kuşağıyla ayrılmış pembe bulutların içinde kaybetmiştir zahar.
kendisinin; martina hingis'in menejeri edası ömre bedel ancak cilvesi çıldırtıyor o ayrı. tez zamanda tarkan'ın kuzu kuzu şarkısını tellendiredursun ki ekmek kapısına tükürmesin bir daha...
nasıl ki dünya üzerinde hiçbir insan hele ki futbol camiasından birisi kayserispor'la dalga geçtim diyemez ise bu eli kulağında basur gözcüsü, telli duvaklı kayseri pastırması da türkiye'nin futbol markalarından birine aynı cümleyi kuramaz. unutmasın ki galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş camialarının taraftarları, anadolu takımlarının başarılarıyla gururlanmakta, en az onlar kadar. çünkü; mütevaziliğine sığınan anadolu takımlarına saygı duymak kadar rasyonel birşey olamaz. ancak daha ligin ilk yarısını zirveye yakın bir puanla tamamladılar diye bu kadar böbürlenmek pek bi tezat kaçtı bir kayserisporluya...
hepimiz forrest gump, 300 gibi filmleri izleyip "allah'ım neden biz bu ayarda film yapamıyoruz" hışmına kapılmışızdır; recep ivedik serilerini türk filmlerinin lokomotifi olarak varsayarak bütün kendi yapımlarımıza önşartlı yaklaşmışızdır. çoğumuzda eleştirmişizdir bu filmleri yenisi çıkınca tekrar izleyecek olmamıza rağmen.
bana göre; hepimizin bilinç altında türk sinemasından büyük beklentiler var. türk sineması olgusuna sahiplenmişlik var. ve insan en çok yakınındakini hırpalar misali yerden yere vuruyoruz. burdan yola çıkarak bir sınama yapalım; tom hanks gibi devlet kadar güçlü bir popülariteye sahip bir yıldız gidip milyonlarca dolara malolan "dünyanın durduğu gün" filmini çekme cüretine katlanabiliyor, izleyenler hak verecektir sinema tarihinin en yetersiz filmlerinden biridir belkide. hani elektronik eşyada bir statü vardır ya fiyat-performans diye işte bu film de maliyetine yazık bir yapımdır, fiyaskodur. ancak yüzlerce kopyası dünyanın heryerinde oynamayı başarmıştır o ayrı.
belki başka dilde aşk filmi 500bin tirajını geçemeyecek, belki cannes'ta yarışamayacak ama gerçekten not defteri, cesaretin var mı aşka gibi filmleri izleyen ve o filmlerden etkilenenlerin bu filmlerin yanına arşivlemeleri gerekeceği bir yapımdır başka dilde aşk; hem ne güzel bir özelliği var: bir türk filmi.
yadırganmsını yadırgayan bir bünyeyi gerim gerim geren hadisedir. hele erkeksen.
zamanlarca ertelenmiş bir filme "vakti nazır oldu icazet edelim artık" fikrinin içses olarak durmadan yankılanamasıyla gerçekleşir. bekleme evresini oluşturan etken ise bilet alma anından sinemada seni kamufle edecek ışıkların sönme anına kadar yaşadığın beyin fırtınasıdır:
"acaba şu yanımda ki çift; onlar gibilerine özeniyorum da bu filme girmek istiyorum fikrine mi kapılıyorlar benim hakkımda -- karşıdaki şu kürk giymiş teyzeler acaba benim arkadaş baskısından korkan biri olarak aşk filmlerine gizli kapaklı gelen bir çekinik genç olduğumu mu düşünüyor -- sinemadaki şu temizlik görevlisi amca acaba benim bir aseksuel olduğumumu düşünüyor" gibi... fena paranoyalar. alterego da bir yere kadar...
aşk aslında tek taraflıdır, bunu anlamayan bünyeler ortamı geriyor ama neyse, aşk üstüne yorum yapacak kıvamda biri değilim. *
yarın böyle bir olaya girişeceğim ancak ençok temizlikçiden korkuyorum yoksa pek tasam yok. *
l james'in en yetenekli oyuncu kategorisindeki en büyük rakibi kobe ile düellosunu izleyeceğimiz maç olacaktır.
ancak en iyi oyuncu başka bir saolonda ter dökemkte şuan onu izlemek isteyenler uydu alıcılarına başvursunlar, çünkü k g 24:00 da başlayacak bu maçta oynamıyor.
eşleşmelere bakarsak la üstün ancak paskalya partisi clevland da. zor ve güzel bir maç olacak, dakikaları sayıyoruz...
benim lan bu diyeceğim ama yüzüğümü bulamıyorum. *
işin delikanlıcası bahsi geçen hareket: sparta prag'ı spartada yenip altın palmiye ödülünü kaldırmış ümit özat kadar hıyar, kuleden iniş izni alamayıp iniş takımlarını açıp havada tur atan insansız uçak kadar maymun iştahlı olmayı gerektirir; insanlıktan çıkmaktır, ayıptır oğlum, yapmayın... *