7 yılı bir miktar geçmiş son entrymi giriş tarihinden bu yana.
sanırım üniversitedeki ikinci yılımdı. bir arkadaşım nickimi öğrenmişti. bu da beni hayli rahatsız ettiği için bu hesapla yazmayı anında bırakıp başka bir hesap açmıştım. (bu dediğim ikinci hesabı açma olayı ban sebebi mi bilmiyorum. ban sebebiyse açmadım farzedin.* ) zaten diğer hesapla da pek bir şey yazmadan ekşi sözlük yazarlığım onaylanmıştı. süreç içerisinde de gerek benim yaşça büyümem, gerekse de sözlük yazarlarının yaş ortalamasının giderek düşmesi ve eşzamanlı olarak içerik kalitesinin de düşmesi bu platformdan iyice soğutmuştu beni.
geçenlerde bu hesabı bir kontrol edeyim dedim. bir de baktım ki nick değiştirme özelliği gelmiş. olm insan bi' haber verir lan. belki de bu özellik yıllar önce geldi de benim daha yeni haberim oluyor.
neyse, dedim ki şu hesabı bi' canlandırayım. sonuçta ilk göz ağrım. lisede yatılı okurken arkadaşımdan görmüştüm ilk defa. o o zamanlar kendisi yazardı veya yazar olmak üzereydi, tam hatırlamıyorum. yıl 2007. sanırım ben de 2008de yazar olmuştum.
10 sene geçmiş. bu 10 senede her insan ne kadar değişim geçiriyorsa ben de o kadar değişim geçirdim sanırım. liseyi bitirdim. üniversite sınavına girip 5 sene ve çokça kan, ter ve gözyaşı sonunda mühendis oldum. 2 farklı işte 4 sene çalıştım. 3 sene boyunca işimin yanında yüksek lisans da yapmaya çalışıp başaramadım. nihayetinde de işi gücü bırakıp yüksek lisansa sıfırdan yurtdışında başladım.
baktığında önemli değişikler değil mi? aslında ben eski entrylerimi okurken/temizlerken kendimdeki asıl değişikliği gördüm.
insanın ideolojisi zamanla şekilleniyor, değişiyor. yani ben bunun özellikle bizim yaş aralığımızda (15-35 gibi geniş bir aralık vereyim) çok normal olduğunu düşünüyorum. zaten bir insanın görüşü bu yaşlarda da değişmiyorsa benim gözümde iflah olmaz bir yobazdır. bu yobazlığı dindarlığın ileri seviyesi olan yobazlık şeklinde anlamayın. her kesimden yobaz var türkiye'de. ama yine bütün ideolojiler kendini pîr-ü pak görüp yobazlık konusunda birinciliği dindar kesime vermeyi uygun görüyor. ben ise bütün yobazları eşit seviyede görüyorum. benden uzak olsunlar da aynı ortamda bulunmak, bir fikiri medenice tartışmayı denemek zorunda kalmayayım.
konuyu çok dağıttım. tıpkı üniversite hayatım gibi. o zamanlarda da çok dağıtmıştım. zaten yapı olarak tembelliğe meyilli olan ben üniversitede işi iyice çığrından çıkarmıştım. neyse sonra görece toparladım ama yine de gördüğünüz gibi şu anda ders çalışmak yerine sözlükte vakit geçirmeyi yeğliyorum.
her neyse, ne diyorduk? eski entrylerimi okuyup gözden geçiriyordum ve bir yandan da 17-18 yaşlarında iken ne kadar aptal olduğumu düşünüp ah-u vah ediyordum. yani bu aptallık ciddi başlıkların altına inci sözlük yazarı gibi "anan zaaaa xd" şeklinde değildi. fakat o yaşta, hiçbir kaynak okumadan, sadece 14 yaşına kadar aldığım aile kültürü ile (sonrasında yatılı okula gitmiştim) savunduğum fikirlere olan körü körüne itimadım ve benim gibi düşünmeyen/okumayan/yaşamayan/konuşmayan insanların mutlak bir surette yanlış yaptığına inanmam 2018 yılındaki benim gözümde kendi aptallığımın doruk noktası ve gözardı edemeyeceğim bir utanç kaynağı olarak karşıma çıktı.
girdiğim kısa kısa entryler arasında; başka milletlere karşı olan aşağılayıcıvari söylemler, Türkiye içinde dahi kendi çevrem gibi düşünmeyen insanların mutlak bir surette türkiye'nin zararını istediğine inanmam, türkiye topraklarında doğmamış bir insanın kesinlikle bizim iyiliğimizi istemeyeceğine dair olan inancımı içeren cümlelerimi gördüm.
zamanında bunları nasıl yazmışım bilmiyorum. insan okudukça ve/veya gezip gördükçe ufku genişliyor. ben bu 10 senede bir miktar okudum ve sanırım yine türkiye ortalamasının çok üstünde sayılacak bir şekilde gezdim, gördüm. şimdi geriye dönüp baktığımda karşılaştığım her farklılığın bana bir şeyler kattığını görüyorum. bu da benim gelecekte karşılaşacağım farklılıklara karşı daha açık olmamı sağlıyor.
bu demek değildir ki dünyadaki her görüşü, her çeşit davranışı omurgasız bir insan misali sorgusuz sualsiz kabul edelim, hoş görelim. sonuçta yaratıcı hepimize zeka bahşetmiş. (bakın ateist kardeşlerimizi düşünüp özel not düşüyorum: ben yaratıcı diyorum kardeş. sen ister doğa de, ister evren de. ne bileyim mahmut de*) sonuçta ölçüp tartacak bir aklımız var. terazinin ayarını tutturmak bize kalıyor. zaten insan vicdanı da akılı işin içine katmadığınızda bile evrensel olarak neyin iyi neyin kötü olduğuna az çok karar verebiliyor.
şimdi baktım da entry gereğinden uzun olmuş. muhtemelen çoğu entrysi tek cümlelik bakınızlardan ibaret olan yeni, genç, heyecanlı yazar arkadaşlarımız "ne skme kafa şişiriyor bu?" moduna gireceklerdir. durumu olup okuyan yazarlara teşekkür ederim. entry daha bitmedi, sakin.
zaten bu entryi yazarkenki çıkış noktam; sözlükte birkaç gündür vakit geçirirken gözlemlediğim sözlüğün kalitesinin aradan geçen 10 yılda daha da düşmüş olmasıydı. (benim iğrenç entrylerimden çok daha iğrençleri ortalıkta cirit atıyor) sürekli kendinden olmayanı aşağılamak sanırım bir davranış biçimi haline gelmiş. gördüğüm kadarıyla ses eden de pek yok.
ne değişmiş peki? 2008 yılında günün en popüler saatinde bile anlık aktif yazar sayısı 100'ün altında iken şu anda türkiye saatiyle sabaha karşı 04:40ta 165 yazarımızın sözlükte olması yazar sayısının artışı hakkında bir ipucu veriyor. insan bu kadar farklı sesin bir arada olduğu bir platformda daha kaliteli yazılar okumak istiyor ama maalesef hayal kırıklığına uğruyor. aslında bu genel bir sorun. kendilerini yerlere göklere sığdıramayan ekşi yazarlarının da bir çoğu sadece çöp içerik üretiyor.
şimdi bu kadar kafa şişirdim. bu süreçte de akşam yemeğim pişmiş oldu. bir taşta iki kuş.* umarım bu yazıyı birkaç kişi de olsa tam anlamıyla okur. belki içlerinde körü körüne savundukları fikirlere karşı bir acaba?" düşüncesi filizlenir ve ufuklarını kendi elleriyle genişletmeye çalışırlar. bu bana yeter de artar bile.
şimdi ben pek televizyon izlemeyen biriyimdir. hatta ve hatta hiç izlemem lan. televizyon izlemediğim gibi tv nin zararlı bir şey olduğunu ve izlemenin de gereksiz olduğunu düşünürüm. izleyeceğim bir film varsa bulur bilgisayardan izlerim. hiç bir televizyon programını takip etmem. haberleri dahi izlemem. en son 2 sene önce maç seyretmiştim tv de. o derece yani.
hal böyle olunca herkesin tanıdığı insanları ben hiç tanımam. yani yok dizi oyuncusuymuş, yok haber spikeriymiş, yok amcamın halasıymış falan. tanımam ben bunları. ha ismini duyarım o ayrı mesele. isimleri de sözlükte görürüm. yani sözlüğe de girmesem mesela okan bayülgen diye bir insanın olduğunu hiç bilmeyeceğim. gerçi hoş isimleri duyuyorum ama onları hiç canlı yayında veya hiç yoktan fotoğrafta görmediğim için nasıl insanlar olduklarını bilmem. yolda görsem tanımam.
efenim uzun süredir sözlüğe girdiğimde "saba tümer" ismini filan görüyordum başlıklarda. yok "saba tümer in gülüşü", yok "saba tümer in sağ ayak orta parmağındaki küçük kırmızı noktanın hali" tipindeki başlıklardı bunlar.
e tabi ben tv kültürü olmayan bir insan olarak saba tümer kim bilmiyordum. bulunduğum çevrede de adı hiç geçmemişti. tabi böyle olunca ben de sözlükte gördüğüm kadarıyla kafamda bir "saba tümer" canlandırdım.
efenim, bu diyalog ankaradaki öğrencilerin uğrak mekanı olan, korsan ve ikinci el kitap satan olgunlar da geçmiştir.
teyze oğlu kendisine bir kitap aramaktadır ve aranan kitap bir elemanda bulunur.(korsan tabii ki). fiyat sorulur. 10 tl cevabı alındıktan sonra teyze oğlu ne olur ne olmaz, ayaküstü kazık yemeyelim diyerekten pazarlık yapmayı dener.
+: teyze oğlu.
-: kitapçı.
+: abi ne yapabilirsin şimdi? (kitabın fiyatını kasdederek)
-: (bir miktar düşünür ve) valla kardeş poşet verebilirim.
tabi bizde artık pazarlık yapacak mecal kalmamıştır adamın espriyi patlatmasından sonra ama yine de zar zor 9 tl ye alınır kitap.
başlangıçta futbolcuların maç esnasında saha içindeki konumlarına benzeyen dişleri, tedavi sonunda maç başlamadan önce futbolcuların milli marş düzenindeki haline benzeten adam/madam.
ya azizim o değil de, benim hala eti'nin böyle bir ürünü olduğundan haberim yoktu bu başlığı okuyuncaya kadar. hatta başlığı okuduğumda da etin (bildiğimiz kırmızı et) intense diye bir versiyonunun çıkmış olduğunu düşündüm. yemek çeşidi olarak tabi. bu kadar da banalım(!) , bu kadar da kıroyum(!). var mı itirazı olan?
şimdi azizim, ismim mustafa. bir zamanlar trabzonspor da kizito musampa diye bir oyuncu vardı. hatırlar mısınız bilmem. mustafa yı musampa ya benzeten yurt arkadaşlarım o futbolcunun lakabı olan "kiki"yi ise benim lakabım olarak kabul etmişlerdir. böyle dandik bir yerden geliyor yani bu lakap. ya hadi lakaba sözüm yok da, millet kikirdek olduğumu zannediyor ya; ona yanarım ben!
- 20 aydan beri karmam ilk defa sıfırın üstüne çıktı. hemi de birden 70 doğru geldi sözlük. nasıl oldu ben de anlamadım. 20 ayın 18 ini nihilist geçiren birisi olarak sevindim tabi bu duruma.
- "ben seni arkadaş olarak görüyorum" kalıbından nefret ediyorum. yarası var koçum.
- üniversitede hakkaten kızlar teklif ediyormuş lan. 2 tane reddettim. çok zevkli. onlar reddederken iyiydi ama di mi?
- kahveye bayılıyorum, hele de sütlüyse.
- her boş vaktimde sözlüğe girmeye çalışıyorum. ders çalışabilirim halbuki. neyse, vizelerde boyumun ölçüsünü alırım ben.
- o kadar entry okuyorum ki, bazen sözlüğün yarısını okuduğumu düşünüyorum. imkansız aslında.
- bu günlük bu kadar, artık derse gideyim gençler ve genç kalmak isteyenler.
efendim, bilenler bilir; hacettepe üniversitesine direkt gelemeyen öğrenciler köprüde ring servisine binerler ve öyle giderler. tabi bu arada da nizamiyede kimlik kontrolüne maruz kalırlar. bu kontrolde otobüse bir güvenlik görevlisi girer ve kimliklere bakar bilindiği gibi.
neyse dostlar, geçen gün bindim yine ringe. nizamiyeye yaklaştık biraz. lan bi baktım, güvenlikçilerden 2 tanesi birbirlerine dönmüş ha bire bir şey yapıyorlar. (yanlış anlamayın lan). ilk baş anlamadım, biraz daha yaklaşınca gördüm ki adamlar resmen taş - kağıt - makas oynuyorlar. herhalde uykum daha tam açılmadı diye düşündüm. meğer adamlar otobüsü kimin kontrol edeceğini belirlemek için böyle bir yönteme başvurmuşlar. oyunun sonunda kaybedenin boynunu büküp otobüsümüze doğru öyle bir yönelişi vardı ki, görülmeye değer. tabi biz otobüsün ön koltuklarında oturanlar olaraktan baya bi koptuk onların bu hallerine. koskoca adamlar lan bunlar. neyse efendim, insanın içindeki çocuk hiç ölmüyormuş; bunu öğrendim bu olay üzerine.
yazarın notu: olum yazınca öyle komik olmuyor. ama o an hakkaten çok komikti. cidden lan. bak hala inanmıyor.
- boyum 1.80 ama ayaklarım 46 numara. bi orantısızlık var gibi duruyor. bazen problem çıkarıyor ama böyle yaratılmışız, ne yapalım..
- sözlükte 2 tane arkadaşım vardı. onlar da bu sözlüğü terkettiler. geçen bir yazarımız vefat etti ya (Allah rahmet etsin); düşündüm de ben ölsem ölümümü sözlüğe duyuracak bir kişi bile yok lan. ölüp gitsem bir fatiha bile gelmeyecek sözlükten.
- uykum çok zor açılıyor sözlük. millet yarım saatte ayılırken ben hala ikindi vakti esnemeye devam ediyorum.
- nerede kıyıda köşede kalmış entari varsa bulup oy vermeye çalışıyorum. özellikle bir kaç yıl önce girilmiş entarileri.
- üşendiğimden ve güzel yazamadığımdan dolayı 20 ayda sadece 308 entari girdim. 2 güne 1 entry düşüyor lan.
- sözlüğe ilk kaydolduğumda beşinci nesil çaylak olduğumu öğrenince onun zamanla birinci nesil çaylaklığa kadar yükseleceğini, oradan da yazarlığa geçiş yapıp nesil atlamaya devam edeceğimi zannediyordum. ne kadar malmışım be.
- üniversitenin kütüphanesine gidip "yaran fıkralar" , "yaran diyaloglar" tipindeki başlıklardan bir sürü entry okuyorum. sonra kendimi tutamayıp kahkaha atıyorum. millet beni deli zannediyor. az önce de öyle oldu. utanıyorum sözlük.
- geçen gün arkadaşımın zoruyla emma watson ın favori kahvesi olduğunu söylediği "beyaz çikolatalı moka" yı içtim. fakat kendimi abazan gibi hissediyorum. ne o öyle, ünlü hatunların favorilerini takip etmek filan. ama kahve güzelmiş valla. damak zevki iyiymiş hatunun.*
- bu entariden sonra uzun bir süre bir şey yazmam heralde. bunu da çok zor yazdım. tuşlara bas filan, uzun iş...
edit: girdiğim entari sayısını yanlış yazmışım lan. onu düzelttim.*